20051231

f

Noel babaya koyiim size birşey olmasın..

Mutlu yıllar..

20051230

f

Bir okuyucu mektubundan yola çıkarak (hep böyle demek istemişimdir, ho ho ho:)

Blog yazan insanların okunmak gibi bir kaygısı vardır, ben kendim için yazıyorum diyen birisi blog yazmaz, yazsa bile adresini gizler, saklanır yani. Yazıların da beğenilmek gibi bir amacı vardır, kimse kimsenin okumayacağı boktan yazılar yazmaz, yazsa bile kimseye çaktırmaz, tabii kimsede irenç yazıyorsun demez, ayıp yani, denmez, ben derim ama içimden derim, içimden neler geçer, bilinmez.

Sıradan bir beyaz gömleğin sağ cebinde bir timsah logosu var ise ona iki yüz milyon verilir. Veren kişi de bunu göstermek için kredi kartını kasiyere uzatır zaten. Kandırmayalım birbirimizi, bu işler böyle, aaa ben o markalardan nefret ediyorum hayatta almam demeyin, mesela ben alfa romeo marka arabaları pek severim, şahin de arabadır oysa, o da gider yani, olmaz ama, para olduğu zaman işlerin rengi değişir çünkü, kaliteli diye onu alıyorum dersin ama ruhunun yüzde yirmi beşini de markaya satarsın.

Çok karizmatik laflar söyleyen amcalar da aynı şekildedir, karşıdakinin ne tepki vereceğini neden etkileneceğini bilirsin, şut ve gol, her zaman olmaz ama ya olursa, ya onun kafasındaki sıradan sen birden haşmetli birşeylere dönüşüverirse, ne dersiniz, kulağa hoş geliyor..

Hayat garip bir üstünlük mücadelesi değil mi? İlla birileri lazım değil, herşeyden önce kendini kendine ispatlamak lazım, daha iyisi her zaman var ve madem yaşıyorsun neden sen o daha iyiye sahip olmayasın ki, sonra neden bunu diğerleri de bilmesin..

Bu maddiyat kokan iğrenç bir yazı, bööle ama.. bir tek kendime yalan söylememek için yazıyorum zaten, gerçeğe hoşgeldiniz

20051229

f

bööle sevgi pıtırcığı kızlar var, ay aman da sevgilim ah cicim ah şekerim falan modeli, pek mutluyuz değil mi, pek bi güzel herşey..

zaten mutlu çiftlere uyuz oluyorum, gerek yok yani.

bu kızların adresleri de bende var..

yarın öbürgün seri katil olsam, bu kimin suçu..?

f

if you wanna a baby
-->
please use me..

20051226

fgh

sanırım hiçbir logo yukarıdaki arkadaşlarınkinden daha asil olamaz, herhalde evlenirsem saygıdeğer bayana alacağım ilk hediye bu kişilerin çantası olacak. kapitalizm aşkın kölesi olsun, çok mu?

bi de noel babalı digiturk reklamı harika..

yılbaşı baygıntısı yine başladı, bitse de rahatlasak..

20051225

d

(tıklayıp büyütebilirsiniz)

bu benim aşkım.

kendisinin dünyadaki en tatlı şey olduğundan şüphem yok. ismi Melis. üç yaşında ama bizim için önemli değil.

dedim ki Meliscim, bitanem, sigarayı günde altı taneye kadar azalttım, çok sevindi, hemen yanağını uzattı ben de öptüm.
o da benzer bi dertten muzdarip imiş, günde onbeş tane yediği şekerleri dörde indirmiş. aferim tatlıma dedim.
böyle işte, biz ayrıldık ama çok mutluyuz..

20051221

f


sigarayı bırakmaya çalışıyorum kıymetli hayvanlar alemi, zor, gerçekten zor..

tavşan dostum, birkaç kere denedim aslında ama hiçbirinde başarıya ulaşamadım, koşullar izin vermedi, bir keresinde tam bıraktım gece, sabah işe gittim, ulan dedim içmiyorum artık neyse gayet güzel oturduk yukarıdaki gibi çalışıyoruz, hoop bir mesaj, o vakitler hayatımızda pek kıymetli olan bir arkadaştan aşk falan gibi konularda, daha da sabah erken ama, indim hemen aşağıya yaktım çakmağı sigarayı da içtikten sonra söndürdüm, başarısız bir intihar girişimi oldu benimkisi, o mesajı atan arkadaşa ise bir kırgınlığım yok,

velhasılı fil amca, günde bir paket olduk biz gel zaman git zaman; sabah uyanıyorum çat bi tane, işten geliyorum yak hemen, birini beklerken kibrit, sıkılınca kültablası, uyuyamayınca karanlıkta (ve sen hiç gözlerini kapayarak sigara içmemişsindir) birlikte kırmızı.

iyi güzel, hani karizmatik ayakları vardır ya, o da tamam, gayet başarıya koşuyoruz. edebi cümleler içinde tavşancık, inanmazsan ölümü öp, nereye koyarsan oynar bu sigara, şık durur zarf olarak en hain paragrafın sessiz bir yerinde, bilirsin.

baktım olacak gibi değil, ayan beyan canım acımaya başladı, ciğerlerim kalbim iştahım. yeter dedim, bu gidişe bir son vermenin zamanı geldi de geçiyor, ne yapsak da şu meretten (meret: halk içinde genelde sigaraya denir, dikkat edin) kurtulsak su kamplumbağası..

taktik şu: önce o salak marlightbox'ı değiştir, abuk sabuk sigaralardan birini al, böyle yapınca ne oluyor, o hep alıştığınız tadı değil de yalnızca nikotin için kasıyorsunuz. işe yaradı, artık günde sekiz tane içiyorum, yalnızca sekiz tane. sırada yavaş yavaş azaltmak var, amaç günde iki-üç tane, hep imrendiğim alakasız içicilerden olmak, mesela bizim bahçedeki maymun arkadaşlar gibi, verirsen içerler vermezsen umurları olmaz, ööle işte.

başaracağım, elim ikide bir pakete gitse de, kafayı sıyırıp yakacağım ben desem de yapacağız bu işi.. duman avcılarıyız biz (bööle de saçma birşey var, gece dörtte falan tvde çıkıyor, şarkıları falan var). iradesi olan birisi olsaydım çat diye bırakırdım ama değilim işte, ne yapalım, çeşit olsun diye yaratıyor bazen tanrı,

20051220

f

evimde perdesiz bir odada oturmaktan, halıların yerden kalkmış olmasından nefret ediyorum. ciddi anlamda pek birşeyden nefret etmem ama hakikaten rahatsız olduğumu ama çok rahatsız olduğumu farkettim. zaten yazıdan da anlaşılıyor herhalde. baktıkça deli oluyorum, hemen solumda, kocaman bir pencere, perde yok, bi de makine sürekli çalışıyor, ah anne ah...

20051219

ff

gariptir ki bu hayatta karizmatik adlettiğimiz insanlar dahil herkesin sorumlu olduğu birileri var, herkesin kendisini ispat etmesi gerektiği kimseler, deliyürek misali yalnız vakitler geride kaldı, hakkınızda düşünülenler geleceğinizin büyük bir parçası, iyi bir yazarsanız sizi beğenenler, şarkı söylüyorsanız hayranlarınız, golcü iseniz sizi farkedecek taraftar, çalışıyorsanız patronunuz.

ne kadar iyi olursanız, iş biraz daha kendi gözünüzde neredesiniz ona geliyor. artık diğerlerinin hakkınızdaki sözlerine daha az aldırıp siz ne yapmak istiyorsunuz aklınızın köşesine o takılıyor. çaktırmasınız bile tribünler için değil kendiniz için oynamaya başlıyorsunuz.

enterasan olan ise hayatta kazananlar (ya da neyse) da hep bu arkadaşlar, sır ise şurda gizli; çoğumuz bizi fazla önemseyen insanları istemiyoruz, biraz önemsenmek iyi ama fazlası enterasan şekilde zarar, bağımsız ama size değer veren insanlar en güzeli: yazıyorum ama okumazsan okuma, okursan sevinirim tabii demek gibi birşey yani. okursan da beni ilgilendirmez demek olmuyor, okumazsan yazmam ise külliyen hata.

ve annem dedi ki kolonya aldım size, kolonyasız ev olmaz. olma mı annecim olma mı?

v

artık sana yalan söylemeyeceğim, kendime de.
(sessiz harflerle böyle olması gerekiyor, bana inanma sakın)

20051218

f

Biz harika bir ülkeyiz, hakkımızda birşey söyleyen olursa heme çekeriz bir köşeye, düşünen olursa aklından geçenleri alırız, mahkemelerimiz var, polisimiz var, yumurta atan, kadınlara küfreden birbirinden değerli insanlarımız var. Özgürlüğe birşey dediğimiz yok, kuşlar gibi özgürsünüz, vatan millet sakarya hakkında konuşmayın yeter, konuşacaksanız sevmiyorsunuz demektir, o vakit terkedin, çözüm bu kadar basit. Dinlemeyiz, dinlersek belki güzel şeyler olur, belki birşeylerle yüzleşmenin vakti gelmiştir ama bize ne,

Bize ne ama şu AB denilen ahlaksızlar pek ilgili, girmeyelim anasını satayım, bu kadar da karışılmaz ki, biz bilmiyor muyuz bu ülke için ne faydalı, ne yapılması gerek.. hem nasıl olsa bir sebep bulup yan çizecekler, dört yanımız düşmanla çevrili bizi uyutamazlar, reformmuş, hepsi bahane, bu devlet 301’i yeni kabul etti, geri adım atar mı, geri adım atacağına atar birkaç kişiyi içeri olur biter, orhan kimmiş, pamuk kimmiş

20051217

f20

on şey:

  1. güzel herhangi birşey ( geçen gün krampon gördüm, şaka gibi renkleri, tasarımı, hastası oldum mesela, on dakika baktım, kadın atıyordu dükkandan)
  2. tesadüfler ( anlayamıyorum çünkü )
  3. eskiden çok ünlü ama şimdi pek sallanmayan birini görmek (ziya kürküt gibi, kara melekte falan oynuyordu)
  4. pazar gazetesi (hepsini okuyamanın verdiği ince pişmanlık)
  5. tanımadığım bir albüm bulup dinlerken bir şarkının inanılmaz gelmesi ve on kere üst üste dinlemek (urbs-tu moi aussi? --> clementine sen güper bir insansın)
  6. kaybolmak ( arabayla giderken yolu bilememek ve o sessiz panik, abuk sabuk yerlerden çıkmak)
  7. yaşlı ama komik adamlar (bana herşeyi çözüp olayı makaraya bağlamış gibi gelirler)
  8. uyanınca yapacak ya da görecek harika birşeyim olması ve yataktan fırlamak (nadir olur)
  9. sessizlik (konuşurum ama anlamazsın diyebilmek, sonra buna üzülmek)
  10. taksimde kalabalıktan sıkılsam bile bir sürü değişik yabancı insan görmek (geçen akşam bambide yanımda oturan kız, arkadaşına eski sevgilisine kendisini aldatınca yaptıklarını anlatıyordu, küfürler falan havada çok eğlenceli)

11. gelebilme ihtimalin, çıkıp, birşey olmamış gibi, herşey olacakmışsın gibi, saatsiz, sakin, öyle.

20051216

g

kendimi otuz beş yaşında, her an çocuğu olabilecek, ciddi sorumlulukları olan, evine ekmek getiren, işi yüzünden eşine ikide bir mahçup düşen bir adam olarak hissediyorum.

bir haftalık toplantı sonrasında evime geri döndüm, kariyer sayfalarındaki büyülü dünya, hızla yükseleceksin, yoğun ajandalar, takım elbise, uçaklar, beş on yıldızlı oteller, benzini şirketten bedava araba; bu apprantice misali havaların manası yok, work sucks, big companies sucks, verdikleri kadar da alıyorlar, alırlar.

bu güneyde bir yere yerleşme geyiği yapan arkadaşlar için nacizane tavsiyem ise antalyadır, sizin buralarda hava nasıldı bilemeyeceğim ama her ne kadar günün 23 saatini kapalı odalarda geçirsek de ülkemizin aşağısında bulunan bu nezih kentimizde 15 derece ve güneşin sabit durduğunu belirtmek isterim. ayrıca istanbula gelmek için harcadığım sürenin iki katını havaalanından buraya gelirken harcadığımı da ekliyorum, antalya da trafik komik bir sözcük, söylüyorsun yerli birisine bilmiyor mesela.

böyle işte, döndüm, yorgunum, uyucam şimdi, uyurum.

20051209

f

bazen kalmak kaçmak demek,
bazen gitmek olduğun yerde kalmak,
bazen böyle bu işler,
bazen olur olmaz olmuyor işte,
kısa yazıların mı manaları kayıp
kaçıncı yüklemde kendimin öznesi olurum ben,
aynı tekrarların hangisi bold ile yazılmış ve düştü düşecek kadar italik
okur musun sen, okursan iki saniye unutur musun kendini
biliyorum
adi bir adamım çoğu zaman
iyiyim desem de inanmamak lazım
yalancı baharlar gibi yani sevmek
yarın kar yağarsa benden bil
bir mavilik görürsek senin yüzünden
herşey
senin yüzünden..

f

birgün de ben turist olsam istanbul, ne olur ya, böyle boynuma fotoğraf makinesi falan assam, kokoreç köfte kebab nedir merak etsem, taksici beni kazıklasa falan, olmaz mı? aaa ne güper mimari falan desem, camileri falan dolaşsam, hoca kızsa lakayt halime, ingilisce bilen birilerini bulmaya çalışıp adres sorsam, kaybolmasam ama, haritam olsa, olmaz mı, birgüncük ya, sonra yine eski halime dönerim, söz..

(insan doğduğu gün beşiğinin yanına falan gitse, annesini öpmek ister ama kendisini düşündükçe içi acırdı diye düşünüyorum, böyle yani)

f

memlekette bi kaç tane hayvan adam var. bunlar pek romantik insanlar, atları falan var yani, o derece. şimdi bu arkadaşlar kızlara inanılmaz süprizler falan yapıyorlar, yok efendim bir yere çiçek saklayıp çıkartıyorlar, bi kasetin plastiğini çıkartıp oraya aşk sözcükleri yazıyorlar, gelmeyeceğim deyip çıkageliyorlar falan.. süpriz yani, olayları bu.

sonra siz duyuyorsunuz, bilmemnenin erkek arkadaşı bööle birşey yapmış süper değil mi diye, ne kadar harika diye anlatıyor ballandıra ballandıra..

bunların adreslerini falan bulursam feci şeyler olabilir.

siz Atatürk'ün mirası genç kızlarımız böyle numarala kanmayın, en büyük süpriz birisini sevebilmektir.

Mark Twain ( acıların çocuğu)

20051206

f

o29ur ile 29'u paylaştığımızı farkettim, salakcana ama yeni farkettim. (bakınız benim mail adresim)

29 asal bir sayı, asal olmak iyi birşey herhalde.

bundan sonra ismimi silen29io olarak değiştireceğim dermişim. nasıl yaratıcı değil mi paşam?

f

anonimus ile evleneceğimi beyan ederim. kendisinin pek cesareti yok, olsun, çekingen bir aşk hayatımız olur. bu kadarı oldu ya devamı gelir artık..

20051204

f

Bazen boş bi word sayfası açıyorum. Öyle duruyorum on dakika falan. İki kelime yazıyorum, üç tane siliyorum arkasından, sessizlik yani.

Sonra julia sen çok sigara içtin diyerek, biraz kızarak yani, balkonun kapısını açıyor. Neyse bunlar boş..

Geçen gün taksici amca dedi ki yahu bu insanlar 200 metreüçgen ev alıyorlar, yarısı boş kalıyor , ne gerek var, ufak bir mutfak olsun, bi tane odası olsun, kitaplığı falan olsun yeter. Yetmez mi abim, yetmez mi?

Sonra marka konferansında girişimci bir ingiliz abimiz dedi ki fuck the company, you are slave.. dedim abi, iyi güzel, kendi işimizi kuralım da bende hiç para yok. Bak dostum dedi (my friend yani) ilk işim battığında eksi bir milyon dolardaydım ben, sen sıfır diyorsun. Geri döndü sonra ülkesine.

İyi işte böyle, düz çizgi, yaşayıp gidiyoruz, daha ne ki ..

f399949


japon (ki bunlar o caponlardan farklı, ki o caponların bir manası vardı) filmlerinin yönetmenlerini, senaryolarını, kurgularını, masalarını, sandalyelerini sevdiğimi lakin bu arkadaşlara ait olan, şimdiye kadar izlediğim hiç bir filmi tam olarak anlayamadığımı belirtmek isterim. çünküü bu salakların hepsi birbirine o kadar çok benziyorlar ki yarım saat sonra o kimdi bu kimdi derken hooopp geçmiş olsun.

ulan millet falan olur da sizin olayınız başka be arkadaşım, kopya kağıdı, pek vakit yokmuş demek ki.. italyanlar öyle mi, hepsini rabbim özene bezene yaratmış.

20051203

f

alkol dediğin ne güper birşey.

bi kız vardı, köşede duruyordu, o boyalı ve sarı saçlı salakların arasında, belli ki başkaydı, birşey düşünüyordu, başka birşey.

sonra baktım, o da bana baktı, ama yarım yamalak, öyle kaçak yani, belki bana bakıyor mu diye. sonra ben de ona baktım, liseli genç adam der ki bakıştık, olur böyle şeyler.

netekim yanına gittim, merhaba dedim, ben seninle konuşmaya geldim. güldü, sanki sen başka bir yerdesin burada değilsin dedim, güldü, buradayım, merak etme. eliyle sağ elindeki yüzüğü gösterdi, bir kelime dahi etmedi. kaç yaşındasın ki sen dedim, 24 dedi. çocuğum bile var dedi. atıyorsun dedim. sana fotoğrafını göstereyim dedi, cep telefonunu aldı.

bari kız olsun dedim, resim buldu bir tane, kızı varmış. gülümsedik. sonra gitti.

e nereye kadar be güzelim hayat, kas bakalım, ne kadar daha engelleyeceksin ki?

20051202

f2

" benimle evlenmek demek; yalnızca yüzük takmak demek değildir. yazılarımı okumak, yorum yazmak, fikirlerime katılmak da benimle evlenmek sayılır. çocuk sahibi olmak ise ayrı bir boyuttur, aşka yürek gerek.. "

haydi kızlar, silenzio sizi bekliyor.. başvuru için son şans..

pazartesi talihli genç kızımız ve annesini açıklıyoruz.

ilginiz için çook teşekkürler,,


(mathilda, oldu mu şimdi canım :-) nasıl baş edicem ben şimdi gelen isteklerle, ooof oof)

20051201

g

değerli arkadaşlar,
evlenmek istiyorum. çok ciddiyim. lakin nihai amacım bir kız çocuğu sahibi olmak.
bu da resmim. ilgilenen olursa lütfen mesaj atsın. cinsel birşey aklınıza gelmesin, modern tıp çok gelişti. en azından bir kişi cevap atsın, bu kadar çirkin miyim ben diye düşünmeyeyim, rica ediyorum.
bir bayanda aradığım özellikler ise:
  • güzellik
  • zeka
  • anlayış
  • bıt bıt etmemesi

benim özelliklerim ise:

  • full aksesuar
  • deri koltuk
  • ısıtmalı yan aynalar
  • ABS, ERT, AFA, FGI

hayırlısı olsun diyelim.

ilgilenen arkadaşlara şimdiden teşekkürlerimi iletirim.

beğenmeyen arkadaşlar, burun kıvıranlar, evet sizler, pişman olacaksınız, iyice düşünün, kel ve göbekli değilim, gerçi onun da hastaları var.

20051130

f


Şehrimize kısa bir süreliğine teşrif eden Beatrice dedi ki: “yahu sen nasıl bir adamsın? Yazdıklarına falan da bakıyorum, hep aynı bok, bir titre bir kendine gel, nedir bu abuk sabuk moral bozukluğu, deli etme adamı”

Bunları şahsına münhasır arkadaşımdan başka birisi söylese idi muhtemelen ellerimi burnumun üstüne koyar sonra da parmaklarımı aşağı ve yukarı doğru hareket ettirirdim, evet bunu yapardım.

Beatrice dedim, beni iyi dinle: dünyadaki en güper şey nedir bilir misin? Yeni bir cüzdan almaktır, eskisinin içinden kartlarını, paralarını, kartvisitlerini, varsa fotolarını, gereksiz bir sürü şeyi çıkarırsın, sonra bööle misler gibi kokan yenisinin içine yerleştirirsin, derli toplu olur, işte hayat budur.

E hadi o zaman dedi, madem işler bu kadar kolay, kalk gidiyoruz.

Gittik, isim vermeyeyim reklam olmasın bir alışveriş merkezinde aptal saptal battal dolaştık, ben erkek reyonlarına bakarken, Beatrice de bir örnek giyinmiş kızlarla dolu mağazaları gezmiş, sinemaya gitceidik, istediğimiz film yokmuş.

Beatrice hanım şehrine dönerken dedi ki: evde masanın üstüne bak, ayrıca unutma bi daha geldiğimde seni böyle görürsem kafanı kırarım.

Peki dedim. güle güle zamanı, eve döndüm, o da şehirden ayrıldı.

yeni cüzdanımı elimde tutup hafifçe gülümsedim, şimdi herşey yolunda..güper diye birşey var ya, aha işte o Beatrice.. bazı kızlar iyi ki varsın falan der, bakın manası buymuş.

20051129

f

Çok kör kütük sarhoş olasım var., çokumun gidip azımın kalası var, uzun bir tatile ihtiyacım var aslında, genç yaşımda yorgun, bitap düştüm, tek dişi kalmış canavarım bugünlerde, saldırasım, saldırasım, gol atamayasım var. Hiçbirşeyim yok aslında, turp gibiyim, aslanlar gibi çıkar topumu oynarım, bambucyayım, içerim bir fanta gelir geçer herşey. Bize komaz, kırmızı ışığın en yeşil yerinde senden geçerim ben, bir cümlenin devrilmiş ağır yaralı halinde yüklemden önce gelir ismin, sokak lambalarının soğuk gecelerde üşüdüğünü bilirdin, çaktırmazdın ama, kanardım, içim kanardı seni düşünürken, bilmezdin.

Böyle kırık siyah yazılar yetmiyor artık, mesele bu, bir ara vaktin olunca anlatırım.

20051128

f

  • Benim bir jeep alacak kadar param yok lakin kırmızı ışıkta yanımda duran şahindeki amca bu yaşta nasıl böyle bir arabaya binebildiğimi düşündü.
  • Yürüyordum, yanımdan geçen ve güper olduğunun en az herkes kadar farkında olan kız bir saniyeliğine bana baktı ve hayatımın geri kalan yetmiş senesini bu yüzle nasıl geçireceğimi düşündü.
  • Oysa tam bir saniye sonra solumdan yeni evli ama çocuklu bir çift geçiyordu, birbiriyle şakalaştılar, güldüler, çocuklarına baktılar sonra, mutluydular, kıskandım
  • Sonra mağazanın birine girdim, bi hırka gördüm ama herhalde uzun zamandır birşeyi bu kadar almak istemedim, etiketine baktım, dışarı çıktım.
  • Derken bir teyze benim yarım saat önce traş olduğum yerde durdu, fiyat listesine baktı, kızına doğru dönüp bir fotoğraf çektirelim dedi, şaka gibi fiyatlar.
  • Derken ben eve dönerken harika bir evin önünden geçtim, acaba burada kalmak için geldiğimi söylesem ev sahipleri ne der diye düşündüm.

    Her zaman için daha iyi birşey var değil mi, neye sahipsen +1, sıçayım böyle hayatın içine.

    Lakin o yeni evli çift, onların +1 i yoktu sanırım.

    Evire çevire sıfıra alıştırıyorum kendimi, hayırlı olsun.

f

  • Benim bir jeep alacak kadar param yok lakin kırmızı ışıkta yanımda duran şahindeki amca bu yaşta nasıl böyle bir arabaya binebildiğimi düşündü.
  • Yürüyordum, yanımdan geçen ve güper olduğunun en az herkes kadar farkında olan kız bir saniyeliğine bana baktı ve hayatımın geri kalan yetmiş senesini bu yüzle nasıl geçireceğimi düşündü.
  • Oysa tam bir saniye sonra solumdan yeni evli ama çocuklu bir çift geçiyordu, birbiriyle şakalaştılar, güldüler, çocuklarına baktılar sonra, mutluydular, kıskandım
  • Sonra mağazanın birine girdim, bi hırka gördüm ama herhalde uzun zamandır birşeyi bu kadar almak istemedim, etiketine baktım, dışarı çıktım.
  • Derken bir teyze benim yarım saat önce traş olduğum yerde durdu, fiyat listesine baktı, kızına doğru dönüp bir fotoğraf çektirelim dedi, şaka gibi fiyatlar.
  • Derken ben eve dönerken harika bir evin önünden geçtim, acaba burada kalmak için geldiğimi söylesem ev sahipleri ne der diye düşündüm.

    Her zaman için daha iyi birşey var değil mi, neye sahipsen +1, sıçayım böyle hayatın içine.

    Lakin o yeni evli çift, onların +1 i yoktu sanırım.

    Evire çevire sıfıra alıştırıyorum kendimi, hayırlı olsun.

20051127

( sünnet olacak silenzio)
İş için gidip geldikçe öğrendim, bu antalyadaki kocaman tatil köylerinde falan bir sürü yaşlı alman turist var, enterasan. Meğersem amcalar emekli olduktan sonra maaşlarını bizim otellere veriyormuş, burada tatil yapmak orada yaşamaktan daha bedava imiş çünkü.

Benim anam babam fransa’da churcavel’e kaymaya gittiği gün bu ülke AB üyesi olur, ey başbakan, duy sesimizi..

20051126

f

yazılacak cümlesi kalmayanlar için indirimli satışlarımız başlamıştır, elimizde bol miktarda aşk, ilk görüş, yalnızlık, güzel, ilişki, acı gibi kelimeler bulunmaktadır. toplu alımlarda 10 taneye iki tane bedava veriyoruz. otobüs diyene mola yeri bedava gibi..

satıyoruz çünkü artık bir işimize yaramıyor bari başka ihtiyaç sahipleri mutlu olsunlar. mutluluk dediğin şu dünyada üç beş harfin birleşmesiyle olacaksa biz destekleriz. bağımsız kelimeler birliğinin temel amacı bu olmuştur, bu olacaktır.

biz gidiyoruz, güper bir memleket bulduk oraya yerleşeceğiz, herkes gibi biz de kaçacağız yani. kaçacağınıza değiştirin kardeşim diyenlerin kafasına balyoz ile vuruyoruz. kaçmak kolay çünkü ama zor, ingiltereden yeni gelen arkadaşımız difficult öyle dedi.

altmış yaşında birisi bu yazıyı okusa der ki ah bu gencin kafası pek bir karışmış. öyle tabii, ne kadarcık sorumluluğum var ki şu hayatta benim, çoluk çocuk yok, ceketimi alır çıkarım yani. ama teyzelerin en güzeli her zaman o kadar kolay olmuyor, insan evladı bal börek içinde yaşasa da bulur birşeyler kendine, tabiat böyle, hem ben diyorum ki yalnızım, senin bilemeyeceğin kadar yalnızım, daha da ötesi yok. sen şimdi haplarını iç, yat, yarın sabah gezmneye gideceğiz.

meaning diye birisi geldi geçen, beni the life ile tanıştırsana falan diye. hayır sorun değil, the life benim kankam ama sen kimsin? olmaz, bizim de işimiz gücümüz var, koskoca fedarasyon böyle mevzulara bakmaz arkadaşım..

20051124

f

güper diye bir kelime yaptım.

güzel + süper = güper..

küçük ve büyük ünlü uyumlarının ellerinden öper, başarılarının devamını dilerim.

20051123

f


ben senin kayıp kelimelerinin yerini biliyorum.

sana söylemem, söylersen kendini acıtırsın çünkü, böylesi daha iyi, sen tokanı kaybet, bir kurşun kalem bulalım çekmecelerden, saçlarını topla, kalan cümlelerini ben yazarım.

hem şehre kar gelirse birazcık üşürüz, ne olacak? masal kahramanları değiliz ki biz korkalım, çok soğuk olursa daha sıkı sarılırsın, bir film koyarız içinde sakin hikayeler olan, mısır bile patlatırım sana, yeter ki bir kere gülümse, herşey dursun, boşverelim, dolularını kulağıma fısıldarsın. yorgunum, biliyorsun, artık gidelim.

aklımın z halisin sen, asal sayıların farkında olmadıkları kadar güzelsin, ondokuzun onyediden farkıyız biz, yutan eleman gelse bile birşey yapamaz artık, eski bir fotoğrafın -da halinde oturuyoruz, evimizin yanında ufak bir park var, çocuklarımız olacak birgün, yaşlanınca tonton bir nine olacaksın sen, yaşayıp gideceğiz.

seninle biz olmak için yaşıyorum ben.
yoksa manası yok,
varsa bana söylemediler,

20051122

f

bu akşam aliye'de nejat işler denyosu hocası karşısında madara oldu ya, nasıl mutlu oldum anlatamam, karizma asfalt..

ne buluyo bayanlar bu tipte anlamıyorum..

ho ho ho, nasıl rezil oldu ama..

nano


yeryüzündeki bazı insanların doğuştan süperman olduklarına, diğerlerinin ise onları izlemek için geldiklerini düşünüyorum. bunu düşünmek benim gibi salakcana insanlar için ağır olsa bile yapabilecek pek bişey yok, madem geldik, elimizdekinin bir fazlasına ulaşırsak mutlu olacağız..

steve jobs amca, apple'ın kurucusu, babası, herşeyi. dünyadaki en iyi tasarımlı elektronik aletlerin yaratıcısı tartışmasız bu elma arkadaşlardır. Steve amca defalarca bu güzide para basan firmayı ipten kurtarmış, oha artık denilen şeyleri yapmış, hayatının yarısından fazlasında sıfırdan başlamış. yetenek işte.. şahsen ben bütün varlığımın her an yıkılabilecek olmasından korkarım, sıfır o yüzden büyük bir rakam..

Julia'ya ipod nano alan annemi, bir sene sonra ipod mini'yi hayvanlar gibi geliştiren apple'i tebrik ediyorum. resme bakar mısınız ya, alet sigara paketi kadar ve yalnızca 3 kredi kartı kadar kalın, inanılmaz yani, dinlemiyorum, elime alıp seviyorum arada bir..

20051121

f

bana kalırsa, birgün cebimde bulursam yani, kaybetmezsem;

hayat boş bir telaş
aşk bulunmayacak kadar güzel
ölüm yanıbaşımızda
mutluluk biter
uyumak harika
uyanmak gerçek

sense aklıma her geldiğinde gülümsüyorum, derler ya, keşke böyle olmasaydı..

bu işte, hepsi bu.

20051120

sonra o aşağıdaki uçaklardan biri yere indikten sonra, paltosunu giyip atkısını takmaya çalışan bir kız gördüm, sakız çiğniyordu, sakız çiğneyen kızları sevmem ben aslında ama sevdim işte, saçları o kadar uzun değildi, dudağının sağ üst köşesinde de küçük bir ben vardı, o an o benin yerine beni koymak istedim, olmadı. annesi birşeyler söyledi, neden annesi var ki yanında, tabii olmasa ne değişecekti bilmiyorum, güldü, gülümsedim, birkaç saniye farketti baktığımı, aceleci yolcuların araya girmesiyle gözlerimi geri aldım, yavaşca ilerlemeye başladık. o kadar tatlıydı ki yüzünde zeki çocukların afacan hali duruyordu, dokunamadım. yavaşca ilerliyorduk lakin zaman hızlı geçer işine gelince, geçti.

bu işte, hepsi bu.

sanki

Uçaklar komik nesneler. Çok kocamanlar herşeyden önce, çocukken gemilerin nasıl batmadığını anlayamıyorsam şimdi de bu uçan gemileri algılayamıyorum. İlk bineceğim zaman pek heyecanlanmış, bir yerimize birşey olmasa bari diye düşünmüştüm. Tabii uçak deyince ultra lüks şeyler hayal ediyorsun, lakin gerçek öyle değil, kamil koç otobüsleri biraz genişlet, koltukları daha az yatar hale getir, olay budur. Zaten meytop isimli kekten dağıtıp çay kahve gazoz diye sordukları zaman bu tezimi kendime kanıtlamıştım. Ama ısa bir zaman içinde businessclass uçacam, o vakit olay renk değiştirir mi, bilemem, bilince söölerim size.

Bir kere aprondan geri geri çıkmaları başlı başına bir olay, yahu dikiz aynan mı var, neye güveniyorsun, şaka gibi, geri vitesi var yani aletin. Sonra yavaş yavaş piste doğru gidiyorsun, iyi güzel, arada bir sürü şamata, kaptan konuşuyor falan, yok efendim bu kadar vakitte gitcez, bu yükseklikte ucucaz diye, ulan dana ben anlıyor muyum ki o hesaptan, yirmi sekiz tane üç katlı apartman falan de olsun bitsin. Ardından uçak resmen geriniyor, böyle ıkınıyor falan, hoooop ver gazı. Bu aşama güzel, yerden kalkıyorsun, şehir küçülüyor, bulutların masucuktan orada durmadığını anlıyorsun, garip bir sakinlik..

İnerken kimse yalan söölemesin, herkeste bir huzursuzluk var, zaten alamanyada gelen türkish people bir vakitler alkışlarmış inince, çat diye bi ses duyuyorsunuz, geçmiş olsun.

Netekim bunlar basit mevzular, check-in ot bok falan sıkıcı. Bir otobüsün ardından el sallamanın yerini maalesef tutamaz bu aptal kocaman aletler. Muavin kalıyoruz der, yaşlı şoför amcanın bindiğini görürsün, sigaralardan son bir nefes alırsın, birileri varsa yanında bir sefer daha öpersin, sarılıp yanında götürmek istersin belki, izin vermezler.

Mekanik havaalanlarının sessiz yalnızlığı, oradan oraya sürüklenen valizler, yalancı vedaların sahibi uç uç böcekleri, sizi pek sevemedim..

20051117

g

çok mutlu olup şa la la laaa diye bağırarak sözlerini bilmediğim bir şarkı söylemek isterdim.

değilim, gecenin bu saati çalışıyorum, pişman da değilim, mutsuz da değilim, hayatımda olmayan şeylerin yerine saçma ve sapanla vurulabilecek kadar küçük şeylerle dolduruyorum, harikayım, çok başarılıyım işimde, param falan da var, bir sürü kıyafetim, bir sürü arkadaşım, çıkmak istemediğim bir evim var, sıcak, kalorifer aidatını düzenli ödüyorum.

yoksun ya hepsi bu yüzden. senden nefret etmem de bu yüzden, yazılabilecek en edebi cümle seninle sabahın öğlesinde uyanmak ya ve ben o kocaman yatakta tek başınalığımın çalar saatiyim, senin yüzünden, bana aşkın tanımını yaptırıp aklımın bir ucunda kayboluyorsun, ekmek taneleri atıyorsun yola, gelecek diyorum, elbet birgün, kapı çalacak, bıktım, seni beklemekten, yokluğunu sevmekten bıktım. artık bir ismin bile yok, ne kötü, önceden hikayelerimin karizmatik kadınıydın sen, onlar bile unuttu seni, yazık.

bu şehrin bir yerinde nefes alıyorsan, artık dayanamıyorum, biliyorsun..

20051116

v

bence en güzeli tanıdığın birilerini okumak, mesela suzanne hergün işe gelir gelmez ilk onun sayfasına bakıyorum. geçen gün ne yapmış, kimle yemek yemiş, hangi kitabı okudu, birisi var mı hayatında falan, pek eğlenceli, sonra karşılaşıyoruz, abuk sabuk utandırıyorum tabii, aşkın kızı suzanne falan diyorum, o şarkıları bana yazıyorsun de mi diyorum. deliriyor.

gerçi bu mevzu bööle, luigi bana romantik prens dese kafa göz girerim açık konuşuyorum. ama onun hayatı pek eğlenceli, hopla zıpla falan, arıyorum arada ne yapıyorsun diye, yok efendim bonus topluyorum, kaleye ulaşmama az kaldı, macera da macera. nereye kadar, sonuç yok, olsa bile bir işe yaramıyor.
v

20051115

beautiful kelimeler

Bu öylesine bir yazı, hatta neşeli olması için yazılmış kelimeler topluluğu, ben de başkanlarıyım, parti kuruyoruz, neşeli bağımsız kelimeler birliği, haftaya çok komik bir olağan kurul toplantımız var, uzak ülkelerden ingilizce kelimeler de çağırdık, sözlük bile davet ettik, gelip bize bazılarımızın hayatlarının anlamını açıklayacak, sponsorumuz bile hazır, türk dil kurumu, anlayacağınız bu sayfa benim ve değerli mesai arkadaşlarım alakasız kelimelerin sıradan bir buluşması, o yüzden fazla birşey beklemeyin, bekleseniz de biz gelmeyeceğiz, koskoca bir partiyiz biz, siz bize gelin..

Üzerimdeki sigara yorgunluğu, başka birşey değil, o kadar çok içiyorum ki içimi karbondioksit kapladı ve beni artık ancak amerikanyadan gelecek yakışıklı itfayeciler kurtarabilir, onlar kahraman olurlar, bense sıradan hayatıma sıradan bir ifade ile birşey olmamış gibi devam ederim, yapabildiğim en iyi şey bu çünkü, bırakmıyorum, bıraksam da çaktırmıyorum kimselere..

Bu öylesine bir yazı, akşamına hepsini unutacaksınız, evinize gideceksiniz, televizyondaki bir dizinin hiç beklenmeyen sonuna şaşırıp bir haftanın daha geçmesini bekleyeceksiniz, sonra gündelik koşuşturmalar, faturaları yatıracaksınız, sınavlarınız olacak, arkadaşlarınız arayacak falan filan fıstık.

Yolda güzel bir kız gördüğüm zaman sapık olduğumu düşünene kadar bakıyorum, cidden, uzunca bir müddet o kızla aynı şeyi düşündüm fakat değil. Bana kalırsa güzellik inanılmaz bir yetenek, doğuştan çok zengin olmak gibi birşey, bir adım önde başlıyorsunuz. Mesela siz çok zekisiniz, e nerde hani, göremiyorum, ispat etmeniz lazım. lakin güzellik öyle değil, her açıdan daha avantajlı, hem insanın canını acıtmaz (bu da nasıl fiks bir geyiktir) hem farklı birşey olursunuz. Parasını verip alırım derseniz bir yere kadar. Güzel insanlardan nefret ediyorum, onlar da beni pek sevmiyorlar galiba. (alakasız oldu ama kızdım ben birden ondan)

Bi tane manken okusun mesela şu blogu nobel almazsam serefsizim..

20051114

roberto'ya mektup

Sevgili roberto carlos,

Muhtemelen yazdığım bu mektubu okumayacaksın bile. Sana gelen milyonlarca hayran sayfaları içinde kaybolup gidecek. Neyse, zaten ben de canım sıkıldığı için yazıyorum, senden benim için de bir gol atmanı istemeyecektim. Sol ayağının hastasıyım o tartışılmaz ama daha ilk mektupta senden bu kadar büyük bir şey isteyemem.

Brezilya güzel bir yer olmalı. Etrafta esmer ve her an bir festivale katılıp akşam haberlerinin son on dakikasını meşgul edebilecek insanlar dolaşıyordur herhalde. Sonra o kadar da fakir olmadığınızı biliyorum mesela, gerçi bir italya’ya nazaran durumunuz çok kötü ama bu bizi futbolda yendiğiniz gerçeğini değiştirmiyor. Bense hep kendi kaleme gol atarım 3-5-2 benzetmelerinde. Bir zamanlar defansif yanım çok iyiydi, şimdi görsen nasıl atağa kalkıyorum.

Ronaldo nasıl? Umarım o da iyidir. Benim hayatım bok gibi roberto, sürünüyor bile sayılabilirim. Siz öyle antremanlar falan neşe içinde yaşayıp gidiyorsunuz, kazandığınız paralar da cabası. Benim yapabileceğim en iyi antreman kışın evde tıkılı kalma üzerine olan. Yani sanki kar varmış gibi uyuşuk bütün gün evde oturabilirim. Üzgün olduğum konular var, anlatmıyorum çünkü sizin maç öncesi gerilmenizi istemiyorum. Maazallah falsoyu yanlış verirsin gol olmadı diye, barajda kendisini korumaya çalışan arkadaşlardan biri ölebilir. En güzeli senin dikkatini dağıtmamak.

Yakın zamanda Rio’ya gidersen şehrinizi koruyan melekten yeni yılın bana sağlık, mutluluk, para, huzur getirmesini isteyeceğim, başka birşey istemiyorum çünkü, istesem olur, pek temiz kalpliyim, mal gibi bir insanım İsa seni inandırsın.

Sen de böyle misin roberto, mağlubiyet alınca suçsuz bir sigara yakıyor musun? Boşver beni, sen yakma, sporcu adamsın hem sonra kim koşacak sol kanattan deli gibi. Senin için rüzgarın oğlu diyorlar, oysa şimdi kasım, mevsim yağmurların.

Düşünsene sen ileride birgün futbol belgesellerinde dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol beki olarak gösterileceksin. Attığın frikik gollerini ders diye okutacaklar, ben ne yapacağım, sabah akşam işe gidip döneceğim. Bir kere senin gibi vurabilsem topa hayatım değişecek ama nerede ben de o kabiliyet. Gerçi benim de sol ayağım fena sayılmaz, evde küçük bi top var, harikalar yaratıyorum gel gör ki seyircim yok. Olanlar da kafasına gözüne gelmesin diye beni engellemeye çalışıyorlar. Anlayacağın üstümde çok baskı var, çook.

Üstteki paragraftaki son iki cümle kafiyeli olmuş, gözünden kaçmadığını umut ediyorum. Umut fakirin ekmeği roberto, siz jipe falan biniyorsunuz, ben boktan bir arabaya. Olsun böyle de mutlu sayılırım, son paragrafa hızla girerken. Sana hayatta daha büyük başarılar dilerim, yolun açık olsun, sol kanattan bastır gidebildiğin yere kadar git.

Bir daha mektup yazamam herhalde, olur da 11 kişilik bir kafile ile buralara gelirseniz, sizi izleme şansına sahip olabilirim, gerisi ne söylesem yalan.

Ronaldinho’ya söyle çok güzel bir insan kendisi, hiç üzülmesin. Bizim buralarda Allah insana çirkin talihi versin diye bir söz vardır, kendisine iletirsin.

20051113

w

Zamansız, saati durmuş, bir adım ileri gitmemiş günler, mevsimler aylardan saklanmış, takvim yaprakları sonbahara özenip sarı, gece bitmemiş sonra, günün ilk ışıkları diye bir tanım var ya; olmamış, takılı kalmışız, aklıma takılmışsın, durmuşuz, herşey durmuş, resimler içinde yaşıyormuşuz meğersem, sen bana mutluluğun resmini çizmişsin uyumadan önce, lakin her vesikalıkta çirkinmişim, sen beğenmişsin ama, sigarayı yavaşca içtiğin bir güne denk gelmiş ilk karşılaşmamız çünkü, iyi ki karşılaşmısız senle, tesadüf, bilinmez bir matematiğin içinde duruyormuşuz, hesabı isteyip kalkmışız,

hani o sigarayı yavaşca içtiğin bir an,
ama sadece bir an,
sen gidiyorsun,
git,
o bende kalsın.

20051111

açf


aha bunlar aşkın çocukları, sağdaki hasan, soldaki emine. şimdi bu arkadaşlar markette çarpışarak tanışmışlar, hasan yerdeki kırılmış yumurtaları toplarken emine de gülümsemiş, sonra aşık olmuşlar, hasan zaten piçin önce gideni, yapar bööle şeyler, bi keresinde de elektrikçi de aşık olmuştu, olabilir, sonram bunnarın pek süper bi ilişkileri oldu, içtikleri su ayrı gitmedi, anneleri falan tanıştı, gıcır gıcır hayatları var yani, aşk bööle bişey işte, nelere kaaaadir, kadir de eminenin abisinin ismi, ben de bu aşkın babasıyım, kapatın şimdi bu sayfayı.

ayşegül kızım, sen de kapat..

20051110

f


gençken, pek gençken insanlar minnacık yani küçük şeylerden mutlu olabiliyorlar, sonra büyüyünce olamıyorlar, kötü oluyor, lakin hep de küçük kalınmıyor, büyünüyor, hayvan gibi olunuyor, tabiat yani, izin vermez, anahtarlar, sorumluluklar artıyor, kişiler artıyor demek ki herşey çoğalıyor, sahip oluyorsunuz, ismin en çekici halleri, yetmiyor, daha fazla, fazlalaştıkça daha bi pek düşünüyorsunuz, unutuyorsunuz, denizleri, dört tarafı yoklukla çevrili bir zenginliğin içinde oturuyorsunuz, robinson kim, cuma kim, siz kimsiniz ki,

bu hayatın manası ölümdür, boşuna aramayın arkadaşlar, geberip gideceksiniz, ne olursanız, ne kadar mutlu, ne kadar üzgün, ne kadar akıllı, saf, güzel, çirkin, müdür, memur, kapıcı, ölüyorsun işte, bu kadar, game over, hoşgeldiniz,,

fazladan virgüllerim vardı, harcayayım dedim,

20051109

f

yazıp da silinecek satırlar, içip de bitmeyecek sigaralar, halledilecek ufak mevzularım var. herşeyim var, bir şehrin bütün balıkçılarına yetecek kadar çok seviyorum yokluğunu. aşı olmaktan korkan çocukların ilkokul macerası gibi bizimkisi, kaçalım diyorum sana, öğretmene çaktırmayız, canımız çok acımış gibi yaparız anneme, sonra balıklar kanar sahtekar oltalara, yalancı balıkçılar, hani nefes almak çok güzeldi.

dağınık odaları toplayasım, hayatımı dağıtasım var. bir mutfağın yıkanmamış bulaşıkları, atılmamış çöpleri gibi kapıcının almaya kıyamadığı kadar şirin poşetlerin içinde, kapıcının kapısının önünde bekliyorum. alıp kaçasın diye beni, ben inanırım sana, ne desen kara kaplı defterin ilk mısraları, okursun bir kere, iki kere iki beş eder sonra, sonrasını bilmiyorum, belki bilmediğim bir şehrin senin kollarında uyanırım, belki bütün cevaplar doğrudur, sorularda saklanırsın.

mesele iyi şarkılar dinlemek değil ki, bunu sen söyledin bana, mesele iyi cümleler yazmak da değil gecenin görme özürlü saatlerinde, bunu sen hatırlattın. mutlu olabiliyor musun reklamlardaki insanlar kadar, ne ki mutluluk içinde sen geçen romanlar yanında, içinden sen geçer misin geçtiğim yolların, çaylar şirketten bir otobüsün mola yeri olur muyuz birlikte, hani elimden tutsan, gelsen artık, çıka gelsen, olmaz mı?

körkütük sarhoş olsam, yürüdüğüm yolu bilemesem, kaybolsam, polis durdursa bir kavsağın en sapak yerinde, nereye gidiyorsun arkadaşım sen dese, kimliğimi görmek istese, daha fazla üstüme gelmeden herşeyi itiraf etsem, kaçıyorum desem, anlasa, anlatmasam, birine suç atmasak, hadi git dese, kaybolmaya devam etsem, elinle koymuş gibi bulsan beni, koyu yeşil boyalı bir komidinin ikinci çekmecesinde, gözlerim gözüne değip kaçsa, ebe sobe, görmemezlikten gelsen.

bu cümleler ağır, susup susup seni düşünmeliyim oysa, vakit dar, vakit bir kışın sonlu baharlı arifesi, kar yağdı yağacak, heryer beyaz olduğunda üşüyeceksin sen, içimi acıtacaksın, artık, yapma, ben balıklara kanıyorum, sen anneme yalan söyle..

20051108

d


Harika bira içerim, votka ile redbullun buluştuğu bardakları da pek severim ama biranın yeri ayrıdır, lakin bu birayı kalabalık yerlerde içmem, evde otururken içerim, o vakit hava karanlık olur, sigara da yakarım, bakmayacağımı bilsem de televizyon da aptal birşeyler bulurum, clementine’in bana aldığı koccaman bardağa arpa suyunu koyarım, lıkır lıkır içerim, sonra da uyurum, uyu, uyanmam.

Feci sürat yaparım, bunun için gerekli malzemeler bir adet araba, bir adet boşa yakın yoldur ama kesinlikle hatalı sollama yapmam, risk almam, param yetmez. Şoförsen bas gaza, aşıksan vur saza tümcesini aklıma getirip vites değiştiririm, sol şeritten gelen manyak olurum. 4 teker üstünde gidiyorsun koçum demem kendime, diyenlere nanik yaparım. Polis durdurunca da salak salak “abi, hatalı sollamadan mı yoksa aşırı hızdan mı durdurdun?” diye sorarım, polis de benim afacan olduğumu bilir, her uzun yolda illaki ceza yazar, umarım yakında kitabı çıkar, alır okurum, kitaplık.

Hiç yürümem, önceden yürürdüm ama artık yürümem, taksiye binerim, markete gitmem, marketçi amcanın çırağı bana gelir, yemekçi burgercı amcalar da bana gelir, işe de arabayla giderim, hiç başımı alıp soğukta yürümem, gençken yürürdüm ama o zaman da çok soru vardı, şimdi daha çok cevap var, yattığım yerden düşünürüm, ayağa kalkarım, geçer, içimden geçer, neler neler.

Ayakkabımın bağları hep çözülür, bağlamam, düşeceksin diye nazikçe uyaranları bağlıcam diye kandırırım ama bağlamam, bi daha açılır çünkü, bazen hemen ayakkabının içine sokarım, ucu sarkar, dikkate almam, yoluma devam ederim, ederim, merak ederim, etmem.

Bu yazı uzar gider, gitme, gitme, unuturum.

20051106

TTT


Beatrice ile çay bahçesinde eski günleri yad eden konuşmamızda garip bir noktaya takılı kaldık. Konuyu anlatıcam lakin Beatrice kimdir, neden onunla böyle şeyler konuşulabilir biraz bahsedeyim, aşağıda yazılanlar belirli şartlar altında (çay ısmarlama, cd ve kitap alma gibi) vardığımız ortak görüşlerdir.

Beatrice insanı benim liseden arkadaşım olmakla beraber ömrü billah tanıdığım en zeki kızdır, ölçmüşlüğüm vardır, atmıyorum. Kendisi ile ilim irfan hakkı mevzularında farklı şehirlere hatta ülkelere ayrılan yollarımız küçük kasabamızda ritüel olarak birleşir ve kanal7 programları gibi deniz kenarında çay ismiyle senede birkaç kere yayımlanır, ben size banttan aktarıyorum.

Beatrice ile asıl üzerinde durduğumuz konuya sonra geleceğiz ama önce birkaç tanım yapmakta fayda var.

Ezik demeyelim ama sıradan olanları saymazsak temelde insanlar (bu araştırma erkek denekler üzerinde daha etkindir) ikiye ayrılır,

-- Zeki, bencil, tehlikeli olanlar
-- Akıllı, iyi, güvenilir olanlar

Bu zeki arkadaşlarımızın en büyük özelliği kızların bir erkekte ne ararsın sorusuna düşünmeden verdikleri ilk yanıt olmalıdır, çoğu aptal kızımız bu zekanın tanımını, espri yapmaktan başka ne işlere yaradığını bilmez, lakin bunu çekici bulur. Kız ya da erkek için zeka garip bir şekilde çekicidir çünkü, mesele leb demeden fıstık olayından daha fazladır, bilemezsiniz, gelirken yanında ne getireceğini, aklından tam olarak ne geçtiğini, neye dikkat edip neyi salladığını bilemezsiniz ve bu bilinmezlik içinde yerine koyduğunuz sayıların x’e eşit çıkmasını beklemek size cazip gelir, özellikle çıtır diye tabir ettiğimiz kimselerde bu safe&secure olmayan modeller pek bir satar. Maalesef bu kadar zeka kübüne zarar, bencildirler, ben’leri için yaptıklarını siz’leri için yapmayı pek sevmezler, taa ki siz o benler için pek bir kıymetli olana kadar, kendilerini sizden korumaya çalışırlar çünküm kendisi dışındaki herkes potansiyel tehlikedir, aynaya baktıklarını düşünün. Genellikle huylarına gidildiğinde ve silahsız olduğunuzu farkettiklerinde iyi insanlardır, çok planlı hareket ettiklerini savunsalar da her zaman edebi kısım hayata uymaz, arada sırada sıçarlar, zeki olduklarından sıçmayı pek sevmezler, herşeyin bir karşılığı vardır, gerekirse öderler.

İkinci gruptaki kimseler ise biraz daha muallak, bu kişileri tespit etmedeki temel ayıraç toplum tarafından kendilerine verilmiş birkaç sıfattır: abi, baba, adam gibi adam, çok olgun kız, o başka bir tür yaaa.. falan gibi. Aptal değillerdir, gözleri çakmak çakmaktır ama çoğu zaman ilk kısımdaki arkadaşlar kadar kıvrak zekaları da yoktur, kafaları puştluğa pek çalışmaz, çalıştırmazlar. Sağa sola iyilik yapıp denize atarlar. Zarar vermezler, bunu bildiğiniz için de sizin zarar vermenize izin vermezler. Az ve öz kızarlar, çok güzel dert dinleyip çözüm bulurlar, heyecansızdırlar, sabit bir çizgi üzerinde hareket ederler, çok fazla konuşmazlar, konuştuklarında sahip oldukları kredi ile direkman dikkate alınırlar, hayatın hiç bir evresinde sihirli futbolcu, takımı kurtaran adam olmazlar ama defansı kime emanet edeceksin deseler tüm teknik direktörler bu arkadaşların isimlerini verir. Çıtırdan kıtır olmaya geçmiş kız camiasında evlenilecek koca, çocuklarımın babası modeline pek uygundurlar, lakin ilk türden daha az bulunurlar seçkin kırtasiye ve marketlerde.

Sınıflandırmamızı yaptıktan sonra Beatrice ile öncelikle ikimizin de ilk türe mensup sürüngenler olduğuna karar verdik, fakat dikkatimizi birşey çekti, yüz kişiye sorsak yetmiş ikisi ilk türden birisi olmayı tercih edecekti, neden? Tüm felsefe öğretilerinin kabaca ulaşmaya çalıştıkları netice insan olan (olsa bile) ikinci tür kendi içinde garip bir sıkıcılığı da barındırıyordu çünkü, her zaman iyi olmak biraz iddiasız olmakla eşdeğerdi ve maalesef yirmili yüzyıllarda iyiler hep kazanmıyordu, biz ise kazanmak istiyorduk, mümkünse hemen.

Peki ikinci tür insan domates gibi yetiştirilebilir miydi yoksa doğuştan mı olacaktı böyle şeyler şahsın içinde? Vallahi uzun tartışmalardan sonra eğer iki türden başka bir yol olmadığını varsayarsak insan evlatlarının ilk seçeneğe daha yatkın olduklarını tespit ettik, bu da bizi doğuştan olur arkadaşım bazı şeyler sonucuna sevk etti.

Ya ilk türdeki birisi sıkılıp, kitap okuyup falan ikinci türün daha doğru, daha iyi olduğuna kanaat getirerek evrim geçirmeye çalışırsa, işte çanlar tam bu noktada çalıyor, bu o kadar kolay değil. Zekanın akla dönüşmesi (aptal bir tanımla: bilinçli bir şekilde kullanılır olması) uzun bir kişisel eğitim süreci demek, ki böyle birşeye de genelde yaşlandıkça rastlıyoruz, örnek: dedeler genelde hınzır falan olsa bile ikiye daha yakındır. Birden ikiye giderken daha çok şeyden vazgeçmek, düz çizginin şahıs için daha iyi olacağına iyice inanmak lazım. Hakikaten zorlu bir iş yani, çok az insanın böyle tür değiştirdiğini biliyoruz, şahsen ben yalnızca bir tane tanıyorum ki kendisi de ciddi miktarlarda acı çekerek bunu becerebildi, bunu yapabilmek için de rusyaya gitmesi gerekti.

Genelde en süper, bitmez tükenmez ilişkilerin ise çaprazlama olduğunda ortaya çıktığını da farkettik. Diğer kombinasyonlar: iki tane birinci tür karşılaşınca kendisi gibi birşeye rastlamanın verdiği şevkle güzel başlıyorlar ama devamı da pek gelmiyor, çünkü birinci türün aslında aradığı şey sakinlik. İkinci türün salakcana versiyonu, genelde sıradanlar ilk türe rastlarsa çıtır kızlar hesabı harika oluyor, fakat bu salakcana kısmı ise ilk türün “yahu ben bu ilişkiden birşey almıyorum ki” demesine yol açıyor, sonuç salakcana ikinci tür için facia. İki tane ikinci tür rastlaşır ise ki bu çok zor, yine güzel devam ediyor, lakin ilişki bir yerde tıkanıyor, çünküm helecan yok. Neşeli kimselerin sessiz sedasayansız kişilere olan yatkınlığını da bu modelle açıklayabiliriz.

Bu teorimizin ismi “t.t.t. : the two theorem”.

Beatrice ile vedalaşırken başka bir buluşmada insanlığın başka bir kanayan yarasına çözüm bulmaya karar verdik, hatta o vakit ikimiz de evlenmemiş olursak (fiks geyiği yaparak) evleneceğiz, malum artık yaşımız geldi, askere gitcez, gelcez, evlencez, çocuk.

Bu hikaye yaşayan kişilere dayandırılarak özetlenmiştir, hayırlısı olsun.



20051105

s ve c

suç



ve ceza..

20051102

k

"o benim hayatımın aşkı" diye ağlıyorsunuz, gecenin bir vakti, aman kimselere söyleme falan diye, bana neyse, " yok olmaz, benimkisi platonik ama çok seviyorum" diyorsunuz, eyvallah. sonra ongün geçiyor, bu sefer yeni birisi, bu sefer de onun için katliamlar, e ne oldu o uğruna kafamı şişirdiğin, ulan yazık be kıza dediğim şahsa, anlamıyorum.

evet diyorsunuz, hoşgeldin yani, çok geçmiyor, ufak bir aksilik, yani sizin gözlerinizin göremeyeceği kadar ufak bişey, hayır diyorsunuz, bitti, buraya kadarmış ben yapamam. yapamazsın tabii sen, senin derdin o gün aklından geçenler yalnızca, bu kadarsın işte.

bi bok anlamıyorsunuz ya aşktan, bi bok anladığınızı savunuyorsunuz ya bir de, the one falan yardırıp gidiyorsunuz, diyeceğim şu ki, ki sinirliyim, ki yazık günah:

siktirin gidin..

t

Beatrice & Silenzio presents with honor


this winter, you will divide evertyhing into 2
@monday

20051101


TRT 12345 kendini aşmış, iftar saatinde yaptıkları program bana kalırsa dünya televizyonlarına örnek olarak gösterilmeli, öyle böyle değil.

şimdi sevgili müslümanlar, sağ taraftaki ezan çizelgesi muhteşem, şehirler iftar saatlerine göre sıralanıyor, sırası gelen şehir hopşiribom kayboluyor, liste yenileniyor, pek heyecanlı, bi de tutuyorsanız süper, önce sizin şehrinin menzile giriyor, vakit geçtikçe listenin üstlerine doğru ilerliyor, sonra bingoooo

hoca efendi falan var doğal olarak lakin bu sefer tüm olay vapurda geçmekte, izleyen varsa bilir, dekor falan değil, bildiğin vapur. ulan ne alaka derken vapurun bacasına görüntü yansıttıklarını farkettim, ambiyansa gel vatandaş, vapurun bacasında amcam ilahi falan okuyor.

bu da yetmiyor, amcalar röportaj, özlü sözler gibi kısımları vapurda dışarıda yapıyorlar, düpedüz manyaklık, insan donar, hayır girin içeride yapın bu işi, yok efendim ambiyans. sonra cümle cemil sübyan sahneye çıkıyor, onlar da vapurun ara katlarında el ele tutuşup ilahi, şiir olayına girmişler, koca herifler hasta olacak bişey demiyorum da çocuklara yazık be.

yetmiyor bosna herseke bağlanıyorlar, orada bir türk hoca buluyorlar, adamla konuşuyorlar lakin adam susmak bilmiyor, en son mikrofonu çekiyorlar adamın önünden zorla, sen sağ ben selamet.

oruç tuttuktan sonra ilk sigara olayı var ya, kendimden geçiyorum . sevap için mi bu sigara için mi tutuyorum orucu, araştırma safhasındayım.

ooooooof, hiç geri dönesim yok, çok çalışmam gerekecek çokk, ne güzel yatıyorduk be.

20051028

erol evgin vs ömer hayyam

bugün itibariylen bir haftalık tatilin en cuma gününde olan silenzio is a happy man. tatilin kötüsü olmaz, bu cidden böyledir, en kötü misler gibi yatarsın, ama hakkatten yatarsın, kollarını açarsın, sağa sola dönersin yatarsın, uyuyakalırsın, uyanırsın, kaldığın yerden yatmaya devam edersin.

itiraf etmek gerekirse uykuyu bulan insanı tebrik ediyorum, bana kalırsa elektrikten daha bi faydalı bir icattır, en azından uykunun faturası yoktur, devlet herşeyi kesebilir ama uykuyu kesemez. mesela aynı devlet avrupa birliği falan gibi konularla uğraşmak yerine erol evgin denilen amcanın abuklu sabuklu ne kadar televizyon programı varsa sırasıyla çıkmasını yasaklasa, daha bi hayırlı, erol evgin uyusun mesela, bi daha da uyanmasın.

ömer hayyam ise "ayağa kalk, uyumak için önünde sonsuzluk var" demiş, hocam haklısın da olmuyor yani, bırak biraz uyuyalım, dönüşümüz muhteşem olacak.

erol evgin de bayram ekranlarında "şiribomla bayram keyfi", "bayramın içi dışı", "şeker gibi bayram" programlarına rezervasyon yaptırmış.

lakin ben, julia'yı da alıp düdüüüt gidiyorum buralardan, istanbula iyi bakın, arada şiir falan yazın biz yokken, öyle şeyleri pek sever bu şehir. küçük kasabamdan yazarım.

20051026

(this picture has been taken by silenzio on 251005)

Herhalde çocuk meselesi birazcıkın yaş meselesi, meselam ben üç sene önce de yanımdan geçen bebek arabalı miniklere annelerinden kaçak agu yapardım ama şimdi bööle satılan birşey olsa gidip alasım falan geliyor, kazandığım bonuslarla da çocuk maması. Kızlarda durum daha bi değişik, onları anlıyorum, hormonal meseleler, içgüdü, cennet ayak hesabı şeyler, bi de şimdi arkadaşları falan evlendikçe gaza geliyorlar, bana ne oluyor, onu anlamıyom.

Mesela bizim patronun bebişi var bitane, çok zor, sabahın köründe falan kalkıyor adamcağız, tatile gidemiyorlar, akşamları çıkamıyorlar, pek bi dertli, lakin çok neşeli fotoğrafları var, benim çocuğum olmadığından hiç fotoğrafım yok, salak arkadaşlarımla çekilmiş olanlar var ama onlar da şirin değil.

Bi tane de aile vardı, görmüştüm bir yerlerden, onlar her sene aynı gün aynı yere gidip fotoğraf çektiriyorlardı, düşünsenize elli sene sonra ne harika olur bakmak, sen parmak kadardan eşek kadara aha böyle evrim geçirdin küçük osman falan diye gösterirsin, güzel yani.

Ayrıca benden kim niye çocuk yapsın, o konuya değinmiyorum bile.

Tabiiii diceksiniz ki yahu silenzio musun kimsin, sen önce kendini bi doyur, iflasın eşiğindesin, borç batağındasın, kendine bakamıyon, julia olmasa belediye evi çöp ev diye basacak, ne çocuğu..

20051024

a

dinlediğim en iyi şarkı ve sözleri..

Sia -- where i belong

--------
We lose
Yet we want to spare the feelings of those we love
Don't cry
We've all lied
But there is always room for forgiveness my friend

So don't treat me bad
just be glad I am strong
I know where I belong
And soon you will see we are blessed and complete
There's a place here for you with me

Shine
You're fine
See I will always have a smile for you my love
And still
We will be ok and along the way we'll learn a thing or two

20051023

f


Habertürk giderek cozutan ve ne işe yaradığını anlayamadığım bir şekilde “ bayramda alışveriş merkezlerini kapatmayın” diye bir kampanya başlattı. Hatta abartarak “alışveriş yapmamız engellenemez” gibi bir sloganları falan da var. Sanırım birileri bizimle dalga geçiyor, gerçekten. Bu ülkenin o televizyonu izleyen (ki mevzu digiturk’ün özel bir kanalında gerçekleşse tikiler saçmaladı deyip geçeceğim) ayda iki yüz milyon lira ile geçinmeye çalışan yaklaşık 20 milyon insanı var, ne alışverişi ne merkezi, pazarlarda tezgah altından meyva sebze toplayanları da siz yayınlıyorsunuz, deli olmak içten bile değil.

Merak eden varsa bu satırları yazan kişi tüketim toplumunun tamamen esiri olmuş, kredi kartlarının batağına düşmesi an meselesi, o alışveriş merkezlerine gitmeyi de seven ve bu ülkedeki gelir düzeyi iyi iki milyon şanslı kimsenin içinde bir kişidir. Bu tamamen benim sorunumdur, param varsa harcayacak vakti de gayet iyi biliyorumdur. Ama bu kadar saçma ve tutarsız birşeyin haber kanalı olarak geçen bir bozuntuda yayınlanması beni hasta ediyor. Aç kardeşim sen de o zaman ntv’yi diyen olursa, bunu zaten yapıyorum, lakin bu magazin kültürü ve bizim kadar bilinçli olmayanlara bilinçli bir şekilde izletilenler, sanırım elimizden daha iyisi geliyor.

galiba biraz da biz yapıyoruz. iş yerinde amerikada mba yapmış ve cnn'i takip eden arkadaşımın türkiye haberleri için bu zibidilerin sitesine girdiğini görünce şaşırmıştım. pop kültür hayatımızın en değişmezlerinden bir tanesi oldu çıktı, birileri kavga etsin, inanılmaz bir trafik kazası görüntüleri olsun, üç kişi doğransın beş kişi canice öldürülsün pek bir heyecanla takip ediyoruz. harika bir insan diye nitelendirdiğim eski patronumun amerikadaki kasırga görüntüleri, ikiz kulelerin uçakları gibi sıradışı şeyleri izlemekten keyif aldığını itiraf etmesi beni benden almıştı.

kaçımız düzenli bir şekilde gazeteyi takip ediyoruz ki, kaç kişi 5 ay süründürmeden kitap okuyor, bienalde görebileceğiniz yabancı ziyaretçi sayısı bizlerle eşit, kaçımız tiyatroya gidiyoruz, bu liste uzar gider...

----------------------------------------------

"One night stand kültürüne ağırlık verilmesini istiyorum. Sex and the City nekadar izlenirse o kadar rahat ederiz. Onun tekrar yayına girmesini istiyorum." yunus günce // boyun psoun devrilsin diyorum kendisine

v0

Sana dair mısralar geçiyor aklımdan, ihtimaller ülkesinde iki-sıfır gelen bir masaldı bizimkisi, mısraları unutuyorum, sen salonun köşesinde biryerden bana bakıyorsun, gözlerimi kaçırıyorum, kaçıyorum, kaçamıyorum.

Sonra uykum geliyor, harika yalanlar söylüyorum kendime, inanıyorum, inanmıyorsun, sabah oluyor, aynı şarkıyı dinliyorum, yabancı sözlerin arasında çıkageliyorsun, ingilizcesi üç gelmiş ve velisine daha fazla çalışması söylenmiş çocuklar gibi aklımı karıştırıyorsun, kalabalığa karışıyorum, yokum.

Deniz kenarı bi yokluk bizimkisi, martılar gülüyor halimize, gülümsüyorsun, çay içiyoruz, takım elbise giymiş adamların ciddiyeti ile hesabı istiyorum, kredi kartı geçmiyormuş bazı borçları öderken, çantandan küçük bir ayna çıkartıp saçlarına bakıyorsun, öyle güzeller ki, bense aynalardan korkuyorum, simitlerin susamlarını bahşiş bırakıyoruz, peşimi bırakmıyorsun.

sinemaya gidiyoruz, kahramanlar ne kadar mutlu, genç kızın sevgilisi çiçek almış, ben hiç çiçek almadım sana oysa, pişman oluyorum, papatyanın koparılan beyazlıklarında seviyor sevmiyor parabolünde çok seviyor çıkıyorduk neyse ki, şimdi sessizlik olmuş ülkelerin haritalarda bulunamayan başkentlerinde birbirimizi özlüyorduk, genç kız yürümeye başlıyor boş bir sokakta, genç kızın sevgilisi peşinden gidiyor yavaş adımlarla, film bitiyor, bitiyoruz.

Herşey için çok geç’e keşke böyle olmasaydı kala unuttuğum sigaralardan bir tane yakıp, hiç unutmadığım yok yanlarımı söndürüyorum. Gazetelerin resimlerine bakıyorum sonra, köşe yazılarının içinde saklı şifreleri çözüyorum bir bir, bir sigara daha, kayıp şeylerin yerini tespit ediyorum, bana da söyle diyorsun, cümleler susuyor, ben anlatıyorum oysa, derken polis geliyor, delilleri teslim ediyoruz, beni alıp götürüyorlar.

sen masumsun.

20051019

a

Bundan yüz yirmi sene önce lise öğrencisi falan iken kanun hükmünde bir kararname ile yatağa gitme saatim saat onbir olarak belirlenmişti. Saat onbuçuk olunca başbakan demeçlerde bulunmaya başlardı, hadi kalk artık falan diye. Çok kaçırılmayacak bir dizi, futbol maçı olduğunda ise cumhurbaşkanının izni ile daha fazla uyanık kalabilirdim. Saçma gibi gelen bu uygulama aslına bakarsanız oldukça haklıydı (cumhuriyet gazetesi, 14 kasım 1976) çünkü halk olarak ne kadar uyumamız gerektiğine karar veremezdik, bıraksalar sabaha kadar uyanık kalırdık, cumaları da en fazla bu yüzden severdik zaten. Şimdi rejim değişti, diktatörü olduğum hayat oniki deyince gözlerini kapatmak zorunda kalıyor.

Sen yoktun tabii o zamanlar, benim kafam ancak derslere çalışırdı, ders çalışırdım.

O vakitler yanımızdaki külüne muhtaç olduğumuz daireyi üniversite öğrencileri işgal etmişti. Yukarıdaki saat onbir olunca, yattığım yerden gürültülerini dinlerdim, iki erkek kalıyorlardı, iki de kız arkadaşları geliyordu, çarpsan da toplasan da dört kişi. Garip bir aşk hayatları vardı, en azından ikisinin, kavga falan ederlerdi, ertesi akşam ise şuh kahkalar duyardım, genelde gülerlerdi, hiç gitmediğim o evde dünyanın en süper vakitlerini geçiriyorlar diye düşünürdüm, aklımda c şıkkını işaretlemek takılı kalırdı.

Tabii sen yoktun zamanlar o, benim ondokuz doğrum bir boşum bir de senim yoktu.

Üniversite kazanılması gereken birşeydi, kazanıldığı zaman pek eğlenceli oluyordu çünkü, tabii bazen bokunu çıkarttırdı örnek abi ve ablalarım, ben de yattığım sırtüstü şekli bozmadan rövaşata pozisyonu geçer, ortak duvarımıza tekme atardım, yetmezse de cumhurbaşkanımız kapılarını çalar darbe yapardı. Ben uyku, onlar sessiz ööle takılırdık.

Sen yoktun o zamanlar tabii, ben de çocuktum zaten, çocukmadığımda seni arardım.

Akademik başarılım ise hala okulun koridorlarında konuşulur, hey gidi günler hey, hocalarımın gözlerinden öperim, ne söyleseler not alırım.

20051018

Su,












gitti
.

20051017

hani herkesin içinde küçük bir çocuk vardır ya; benimkisi acıların çocuğu..

Birden yağmur yağmaya başlar, oysa daha birkaç saat önce hava durumlarında durmadan hatırlatmıştır spiker, güneyden gelen soğuk rüzgarlar üşümenizi sağlayacaktır, eylül bitmiştir, bu mevsimde çok dikkat etmelidir üçüncü tekil sahışlar grip salgınına karşı. dinlememişsinizdir, altı üstü bir su damlasıdır çünkü kafanıza düşecek olan ve bir eylülün arifesinde size hiçbirşey yapamaz kelime oyunları, devrik cümlelerin deviremeyeceği kadar iyi tanırsınız kendinizi, kendiniz için yaşarsınız çünkü, dizilerdeki kadar kahramanca sevemezsiniz kimseyi, kimselerin sizi öyle sevemeyeceğini düşünürsünüz, haklısınızdır da, bir insan bir diğerine ne diye en çok dinlediği şarkılar listesinde birinci sıraya çıkarsın ki, tebrikler, aramıza hoşgeldiniz, biz de tam çıkıyorduk, başka bir zamana artık, karpuz keseriz, yerseniz..

buyrun buradan yakın, buranın sigaraları pek güzel..

20051015

s

Sonrasında dedim ki bak bu iş böyle olmaz, ya kendine doğruları söylemelisin ya da yalan olduğunu unutmalısın. söylemek kolay tabii, kimse sınav yapmıyor sonuçta, sınav yapsalar DC alır geçerim ben, kendimden geçerim akabinde.

Alberta sigarasını almak için masaya doğru ilerlerken sessizliğinin ne zaman son bulacağını merak ediyorduk. Herşey hakkında susabilirdik, Su’suyordum lakin. Sonrasında dedi ki şuradan birkaç tane smiths koysana, bari dinleyip kendimize gelelim. Kendimiz nerelerdeyiz alberta, nereye gitmemiz lazım kendimizin bize gelmesi için, bi kere gelse bi daha gitmez mi mesela bu kendimiz, bağlasak durmaz mı artık buralarda, susmak + 1.

Oysa ikimiz de almanyadan akrabaları gelmiş, gelirken bagajın arkasında kutu kola, türlü çikolata, küçük oyuncak arabalar getirmiş çocuklar gibi mutlu olmayı hakediyorduk. Cebinde yıkanmış ama farkedilmemiş bir beş milyon bulan insanlardan olmalıydık bu saatlerde. Tam kapıdan çıkacakken okulların tatil edildiği bir kar gününde yaşamalıydık, herşey harika olmalıydı, olabilirdi yani, neden olmadı ki..

Sonrasında en iyisinin yaşlı bir teyzeye dönüşüp esraceyhansal programlara konuk gitmek olacağına karar verdik, ben gelinlerin yanını tutacaktım, o da haksızlık olmasın diye annelerin. ben sizi dinledim diyecektim sayın alberta, lütfen siz de aynı saygıyı bana gösterin. Göstermeyecekti, birbirimize girecektik, reklam girecekti, reklam arasında öpüşüp barışacaktık.

böyle işte..
Dağılın artık, toplayacak birşey kalmadı..

20051012

a

yeşim salkım ile ilker inanoğlu bir organizasyonda aşklarını basından hiç gizlememişler, yeşim hanım şarkı söylerken sürekli sevgilisinin gözlerine baktı, sevgilisi de on baktı, başka karıya kıza hiç bakmadı yaaaaaaa...

yeşime de koyayım, ilkere de..

size birşey olmasın..

20051011

v4

No love, no glory

Verdana mı daha çok acı çeker yoksa arial’in gözlerine kaçak bakan italik bir hali mi? Nereden gelirsin sen, böyle ansız, her an gidecekmiş gibi, oysa daha yeni başlamıştık, daha yeni taşınmıştık bu şehre, bu kadar kolay mı herşey, kolaysa bana niye anlatmadı edebiyat öğretmeni, elektrikler mi kesilmişti seni çalışırken, yıldızlı pekiyilerimi hırsızlığı adet edinmiş komşunun haylaz oğlu mu çaldı, sen hep bilmediğim yerlerden soruyorsun.

Çok mu geç kaldık, o kadar çok yağdı mı yağmur, hiç mi yaprak kalmadı ağaçlarda, bir tane bile mi, bahar olacaktı, son olmayacaktı hani, sarı nereden çıktı, geldiğin yerlerde sarı mı sessizlik, bir manası olacaktı herşeyin, ikinin sıfıra giden otobüsene binecektik biz, seni saçlarının dağınık halinden tanıyacaktı kavruk muavin, beni kayıp ilanlarından, turuncu meşrubatlardan isteyecektik.

Sen hüzünlü bir yazının en gülümseyen yerinde çekingen gözlerinle bana bakıyorsun. O kadar çekiniyoruz ki hayattan, daha ne olduğunu anlamadan, anlarmış gibi yapıp aramızdan uzaklaşıyor kuşlar. Bulut olsak böyle olmazdı diyorsun, bulut olsak onlar kalır biz giderdik, içimizdeki uzaklığın başkentinde şakadan kırılganlıklar buluyoruz, caponların hain yapıştırıcıları tutturuyor seni bana, bakma sen, aynaya bakınca aslında mutluyuz.

Seni beklerken kahvenin birisine giriyorum, okeye aranan dördüncü oluyorum birden, sense mahallenin en güzel kızı. Abinden kaçak kalp resimleri çiziyorum bana sigara satmayan bakkalın duvarına, sabahleyin geçerken farkediyorsun, geçiyorum aklından ama sen aklıma gelme, sen geldin mi gitmek bilmiyorsun.

Sonra geç oluyor, uyuyoruz artık, nefesinin değdiği yerlerde üşüyorum, uyku sersemi dudaklarını ufacık açıp beni öpüyorsun, bitiyorum, bittiğim ülkelerin güzel prensesisin sen, kafamdaki karışıklığın gizli mimarı, eski bir defterin son sayfasında nokta konulması gereken yerde duran kocaman bir virgül, devam ediyoruz, biraz daha yaklaşıyorsun.

Seni nefret edebilecek kadar çok seviyorum.

20051010

a

bizim marketteki manyak amca ve sakin oğlunun garip bir satış stratejisi var, dört paket sigara almak isteyince: kalmıyor, daha kapatmaya çok var, senden sonra gelenlere satamayız.. gibi bir beyanatla yalnızca bir tane, eğer o gün şanslı günümdeysem iki tane veriyorlar.

iş iddiaya biniyor tabii, tanesine yüz dolar veririm, yeter ki o sigaralar benim olsun bakkalamca diyorum, faydasız.

yok yok, kesin sopa yicem ama ne zaman bekliyorum. baba oğul girecekler bana birgün..

işte o gün herşey bambaşka olacak..

sigaralar, bir sürü sigaralar, bi de kültablası.

a

  • şu yaşa geldim, bi tane milli başarım başarım yok, elin oğlu onyedisinde döktürüyor, teknik direktöre koşuyor, çok koyuyor vallahi..
  • elektrikli battaniyeler vardı bir aralar, belki hala vardır, mesela akşam uyurken işesen falan, çarpılırsın değil mi, bunu düşündüm, evet, çarpılırsın.
  • hurma dünyanın en bi şirin ve tatlı meyvası, portakal falan yalan, hurmayı yaşatalım arkadaşlar, yalnızca ramazana atfetmeyelim, yazık, bir değer yitiyor..
  • gol atan futbolcunun maçtan sonra: "zaten Ahmet abim de gol atacaksın demişti" demesi, "gol atacağımı biliyordum, Rıfkı'ya söyledim, bunu ona armağan ediyorum" açıklamaları ne kadar gereksiz. ulan hayvan, gol atamayınca da " atacam zannettim ama olmadı, Hüseyin kesin atacaksın demişti" diye beyanatta bulunsana yiyosa, yemez..

20051008

bienal



bildiğiniz gibi Bienal devam ediyor. bu seferki konu ise İstanbul. tabii yalnızca İstanbul üzerine hazırlanmış çalışmalar yok, temel olan bu sembolden yola çıkarak insan ve şehir üzerine yoğunlaşılmış, birkaç da oldukça alakasız eser var.

özellikle Phil Collins'in the smiths hayranlarına karaoke imkanı verip onları görüntülemesi harika. belki hatırlarsınız ağustos sonlarında balans'ta bir gece bu aksiyon için parti yapılmıştı, hatta smiths'le alakalı bir yazı yazdığımı nasıl olduysa farkedip mail atarak davet etmişlerdi beni de, yazık ki gitmemiştim. tabii Phil amca bu çalışmayı bir sürü ülkede yapmış, hatta ilanlarında da dünyanın acı çekenleri birleşin diye de açık açık yazmış. The smiths ile tanışmamış olanlar var ise bu söylediklerimin yarısı taca çıkıyor tabii zaten o arkadaşlar ömrü billah gol atamazlar.

Servet Koçyiğit'in süpürgeli tasarımı, Michael Blum'ın Safiye Behar çalışması (ki Safiye Behar'ın hayatı ve Atatürk ile olan ilişkisini muhakkak görün), Dan Perjovschi'nin Bilsar binasındaki duvar çizgileri, Daniel Guzman'ın isimsiz videosu ise takdire şayan.. çok sıradan ve eee bundan görmüştüm ben dedirten "happening" çalışmaları da var, olmuş bitmiş şeyler, kapatıyorum o bahsi.

istiklalden başlayıp eminönü'ne kadar farklı binalarda konuşlanmış Bienal. birinden çıkıp artık olmayan, pek de kimsenin aldırmadığı eski mimariler arasından diğerine gidiyorsunuz, aklınızda da biraz önce gördüğünüz "şeyler" kalıyor. çok keyifli..

Bienal'in antrepo kısmını ve istanbulmodern'deki yeni sergiyi ise önümüzdeki haftaya yazıyorum.

kaçırmayın derim..

a

beynimin yettiği ölçüde şekil yaptım barış güvercinleri.. ööle baktım baktım ama baktım olmayacak ben de hazır template kullandım yine, lakin üstteki resim falan bana ait, becerebildim yani, bi zamanlar c++ dersi almıştım çok faydası oldu, keşke coğrafya bilgim de iyi olsaydı, o zaman daha kolay giderdik buralardan.

ayrıca savaş aydan şener'den tiksindiğimi, parçalı bulutlu havaları nedense sevmeye başladığımı, federasyon olup bağımsızlığımı ilan etme isteğimi de belirtmek isterim.

çok fena gripph salgını var, herbikimseler herikikimselere bulaştırmış, öpüşmeyin arkadaşım nezle falan varsa, o kadar söylüyoruz.

marketçi amca bigün beni dövecek, işte o gün bütün dünya görüşüm değişecek.

işte o güne kadar sağlıcakla kalın..

20051007

ag

ehliyet kursunun giriş duvarında:

" Türk şoförü en asil duygunun insanıdır. M. Kemal Atatürk" yazısını görünce epey bir şaşırmıştım. muhtemelen Atatürk böyle birşey söyleme gafletinde bulunmamıştır lakin şoförler odası, yuvası herneyse bizim de bir sözümüz olsun diyerek uydurmuştur. tabii böyle binlerce güzel sözü de var atamızın.

peki ya cumhuriyet kurulup herşey yoluna girdikten sonra Atatürk şöyle beyanlarda bulunsa idi: " herşey hallolur, mühim olan aşktır." , " aşkın olmadığı memleketler yok olmaya mahkumdur.", " din, devlet ve aşk işleri birbirinden ayrılmalı."

o zaman ne olurdu; avrupa birliğinin kıyısındaki insanlarımız yalnızca duygu yüklü şarkılarda aşkı aramak yerine mesaj atarken böyle özlü sözleri de aklına getirirdi, belki de cidden herkes aşkın neler yapabileceğini, birin karşısına konulunca etkisiz eleman olmadığını anlardı, müzakare sürecinde aşk taramaları falan yapılırdı, ülke olarak aşka bakış açınız iyi değil gibi cümleler duyardık.

ooof oooof, ne devlet ne felsefe aşka gerekli önemi vermiyor..

20051005

yeryüzünde en itici kimi buluyorsun deseler, haykıracak nefesim kalmasa bile denizbaykal derim. yıllardır, hadi chp'dir // hadi sol parti falan dedik ama olmuyor, politika kısmına değinmiyorum bile. en sonunda abdüş'ü de deli etti, adamcağız fırladı yerinden, "al lan şu kağıdı" dedi.

bu hep böyledir, herkes uyuz olur amcaya ama nedendir bilinmez.

ahmet çakar chp başına geçse, akp falan dağılır, türkiye süper güç olur, avrupayı biz alırız içeri, net konuşuyorum, deneyin görün..

ekim, mayıs ayından birkaç sıcak gün çalmıştır. kendisine rastlayanların, cebinde bulanların, perdenin arkasında sobeleyenlerin kısa süre içerisinde bize haber vermesini rica ediyoruz, teşekkür ederiz, afiyet olsun.


(((baktık karadan olmuyor, biz de uçar gideriz.. )))


rıdvan dilmen amca galatasaray-tromso maçının devre arasında güzelce küfür etmiş, çok eğlenceli, mp3 için link veriyorum, dinleyin, siz de eğlenenin.

aha da mp3 linki..

ahmet çakar yapsa idi vermezdim, şahsına saygım sonsuz, ilkokullarda retorik dersi diye okutulmalı, şirketlere etkili sunum eğitimlerine gelmeli.

hem küfür o kadar kötü birşey değil, en azından benim gibi kısıtlı imkanlarla espri yapmaya çalışanlar için gayet yaratıcı fırsatlar sunuyor. ne yani piyano vardı da biz mi çalmadık?

20051004

tori ve devlet

bugünlerde Tori Amos'u yeniden keşfetmiş bir insan olarak, kulaklığımı takarak yollarda " la la la la.. " diyerek dolaşmaktayım. ( goodbye pisces // The beekeeper )

anlatım bozukluğu yapanların cümlelerine devlet tarafından el konulsun. kelimeler birliği "temiz bir edebiyat istiyoruz" pankartıyla sahaya çıksın. mesela ben iyi yazamadığım zamanlar yazmıyorum, iyi yazdığımı sandığım zamanlar kimse sallamıyor, öyle ortalama vakitlerde ise gol atan kaleye..

bugün telekomda medeniyete biraz daha yaklaşmak amacıyla adsl başvurusu yaparken farkettim ki hayatta olmak istediğim yer o veznelerin arkasında, çalışırken fütursuzca sigara içebilme özgürlüğüne sahip bir devlet memurluğu. o kadar rahatlar ki insan sinirlenemiyor, ulan ne güzel işte diyorsun, ne acele ediyoruz ki hakkatten, ne güzel gelmişiz devlet dairesine. gömlek açısından sorun yok lakin birkaç tane de yelek alırsam olay biter, beni durduramazlar sonra ver elini bakanlık.. (tabii onun için de üçüncü isim şart)

mesela ankaranın en güzel yanı da bakanlıklara bu kadar yakın oluşu, sürekli kocaman binaların yanından geçiyorsun, çılgınca büyük tabelalar: "Su ve orman bakanlığı".. insanın dur ben bi beş dakika gidip üst düzey temaslarda bulunayım diyesi geliyor, öyle bir coşku var yani. ayrıca sorarım Su bakanlığı olsa, benden daha iyisini bulabilirler mi, sanmıyorum, sansam aday olmazdım sevgili seçmenler, bu ülke yıllarca yanlış yönetildi, enkaz devraldık..

şimdi tayyipcan çıksa torinin la la la'lı şarkısını söylese, abdüş de onun elinden tutsa avrupa şerefine, böyle sallana sallana kırlarda koşsalar, la la la.. hoş olmaz mı?

20050930

kraker,
her derde deva
günde tek doz
saçmalayanlara
kendisini kaybedenlere
yiyin
açılırsınız..

20050928

ds

küçükken, ilkokul kadar küçükken yani üst sınıftan kızlar gelir beni öperdi, çok şirinmiştim, teyzeler falan da pek akıllı konuştuğumdan aptal aptal sorular sorarlarmış, ben de salak salak yanıtlarmıştım. sonradan kafama saksı düşerekten bu hale geldim amca, acılar büyüttü beni, ellerinde soldum sonbaharda, pardon, bir bardak daha rakı alabilir miyim?

bir de "çok afedersiniz ama.. " deyip küfreden amcalar vardır, onlara bilahire hastayımdır ben, ulan bu kadar kolaysa koyun gitsin be..

onyedi yaşına kadar esmer ve kumral ayrımını bilmiyordum.

şirketimizde enterasan hobisi olana duyulan garip bir saygı durumu var, mesela timsah avcısıyım falan derseniz genel müdür olma şansınız daha fazla. tabii bir de "aslında pek belirgin birşeyle ilgilenmiyorum.. " diyenler var, onlara da su döküyorlar, yeşersinler diye.

mesela şöyle desem: "inansan da olmuyor bazı şeyler, ne anlarsın ki sen? benim seni anladığım kadar anlasaydın bu işlerden, böyle olmazdı.." bir işe yarar mı?

keşke yakışıklı birisi olsaydım, o zaman hayat daha kolay olurdu.

Houston'dan sevgilerle, birşey isteyen olursa haber versin, gelirken getireyim..

20050927

v2

Biz seninle hiç denize kenarı olmayan bir yerde yürümedik, yürüseydik belki balıklar gelirdi yanımıza, zaman ansızın durup garip bir ilkin son baharı olurdu, yanımızdan geçenler anlarlardı birşeylerin düz gittiğini, kendimize aynalardan yüz seçerdik, sen mutlu bir ilkokul öğretmeni olurdun, bense maliyede bir memur, yaşar giderdik.

Biz seninle hiç balık tutmadık, tutsaydık belki denizler kocaman orman olurdu, kestane gürgen palamut, altı yaprak üstü bulut, herşeyi unuturduk, herşey bizi hatırladığında hiçbirşeyin manası aklına gelirdi, o gelince palımızı pırtımızı toplayarak, büyükannemden kalma bir deyişle, biz giderdik.

Biz seninle hiç bulutlara bakmadık, baksa idik belki yağmur yağardı, o kadar çok ıslanırdık ki muson iklimlerinde güneyden esen bir rüzgar halimize gülerdi. Sonra kuytu bir yere saklanıp gelen geçene bakardık, birden güneş doğardı, ikiden sessizlik. Yerden para bulmuş çocuklar misali sevinirdim gözlerine bakınca, markete gidip sana balonlu sakızlardan alırdım, dokuz yaşının o haylazlığı, çeker giderdik.

Biz seninle hiç rüzgar olmadık, olsa idik belki iki dirhem bir çekirdek giyinip komşu ülkelere sert esen hava durumlarına çıkardık, spikerin yüzünde şaşkın bir ifade. çat kapı severdim ben seni, üşürdüm, zili çalmadan girdiğin hayatımın dağınıklığını anlatırdım, dinlermiş gibi bakardın sen de, aklın bahçedeki ağaçlardan kiraz çalmakta, usulca esip sana en kırmızılarından toplardık, temmuz köşeden görünürdü, basıp giderdik..

Biz seninle hiç kapıda karşılaşmadık, karşılaşsa idik anahtarımı bulamazdım ceplerimden, merhaba deyip dememek arasında tek kale maç yapardım bir müddet, gülümserdin, merdivenlerin dolmayan boşluğunda kısa bir tereddüt olurduk, bilmediğin soruları hemen geç evladım hepsi bitince geri dönersin diyen bir ailenin sınav maratonunda yanlış şıkkı işaretleyip, üç yanlış sen doğru, giderdik.

Biz seninle hiç sormadık, sorsa idik belki kuşlar cevaplardı soru işaretlerini, kanat çırpmaktan yorulmuş bir martının sol kanadından vapurları takip ederdik, simit atan ev hanımı bir teyzenin akşam pişireceği yemekten yerdik sonra, canımız sıkılınca tepeden bakardık şehre, nokta insanların fani dünyasıyla dalga geçerdik, resim çektirip manzara resimci bir amcaya, uçar giderdik.

Biz, olsa idik, giderdik..

Çok uzaklara..

20050924

v

Fazladan içilmiş sigaralar hanesine yazılır mı adamın yoksa kültün kaybetmeye mahkum ablaları unutur gider mi her yanar döner sönüşte tüm olanları?

Soru işareti mi daha karizmatiktir cümlelerin “the end” yazılarında, bir noktanın yerini hiç bir sessizlik tutamaz mı, müsait bir yerde inerken bana anlatırsın.

Neden yanında şemsiye taşır bazıları, bu kadar korkutur mu her an yağabilecek bir su damlası, eylülün işi de bu mudur, kaç bulutun ağlaması lazım senin gülebilmen için, karışık.

Hangi otobüslerin mola yerleri çayı sevmez veya annem neden mercimek çorbasını geçiyorduk uğradık yerler kadar iyi yapamaz, içine hüzün mü koyarlar öyle yerlerde, muamma..

Kaç muammaya bedelsin sen, kaç çocuğun aklı senin yüzünden başka yerlere gider tenefüste sorulunca, yumurtalar mı tavuktan çıkar, sen nereden gelirsin gecenin bir saatinde, hiç gitmedin mi, tavuklar mı yumurtayı daha çok sever aslında, ne kadar daha duracaksın, neyse, öğretmen geldi, sen otur, herkes ayağa..

İçince daha mı hızlı geçiyor zaman, yelkovanın peşine takılıp sen mi daha hızlı dönüyorsun, dünya mı? Belki herşey olduğu yerde duruyordur, belki herşey bir televizyon dizisinin en heyecanlı yerinde değişiyormuş taklidi yapıp öylece bakıyordur bize, bu kadar basittir belki.

Sabahları uyandığında son gördüğü rüyayı mı daha iyi hatırlar insan, beni ne zaman uyandıracaksın sen, usulca, daha çok vakit var, kahve yapmışsın, odanın kapısından bakıyorsun, gazeteleri almışsın kapıdan, kahvaltı için herşey hazır, boşverip yanıma uzanıyorsun, geldiğini farkedip gözlerimi açarmış gibi yapıyorum, parçalı bulutlu bir havanın en uykusal sakinleriyiz o an, anlamak için sana sarılıyorum, gülümsüyorsun, dalıp gidiyorum, uyandırma..

Tesadüflerin bir matematiği var mı, formülde yerine koyarsak çıkar mısın sen, kaçıncı dereceden akrabası olur gözlerin pisagorun, bir üçgenin paralel kenarlarında oturup kesiştiğimiz açı bu kadar dik mi batar, bu kadar mı acıtır beni, x’in y’ye olan düşkünlüğü misali, seni özlüyorum.

Sonra yürümeye başlıyoruz, eski evlerin yanından geçiyoruz ellerin ödünç alınmış kar tanesi, bir tanesini çok beğeniyorsun sen, cebimdeki bozuklukları çıkarıp pazarlığa girişiyorum, dur diyorsun, biraz daha bakalım, belki daha fazla sevdiğimiz olur, olmaz, sonra o evin küçük pencerelerine en çok uyacak perdeleri bakmaya gidiyoruz, malum bizi göremeyecekler bir daha, ne kadar kalınını bulursak o kadar iyi.

İyi niyetli harika katilleriz biz, elimizde kurbanımızın neşeli bir fotoğrafı, ne zaman karşı karşıya gelsek bir sonraki sefere hazin bir ölümü erteliyoruz; bir fazla hatırası vardır yaşanacak, iki kere daha gitmelidir istinyeye, üçüncü kez karşılacaktır belki hayatının anlam ve önemiyle, izin veriyoruz..

Bazı insanlar şanslı mı doğar, kendi şansını kendisi mi çizer insan, ya resmin kötüyse ya bütün resim hocaların farkındaysa senin beş alamayacağının, o zaman ne yapacağız ?

Öylesine söylenmiş sözler gibi ama akşamına unutulmamış, en olmadık yerde, en olağan halinle çıkıp geliyorsun, seni bekliyorduk zaten kaç zamandır, saatlerimizi ayarlamıştık çeyrek kalalara, farketmiyorsun.

Amerikanya filmlerinde araba kovalamaya başlıyoruz birden, maksat macera olsun, dikkat et sağa döndü diyorsun, sola sapmamız gerek, anlıyorum. Aniden bir tezgahlı amca çıkıyor önümüze, amcadan sigara isteyip kaldırıma oturuyoruz, kaçtı mı diye soruyor, nereye kaçabilirsin ki diye yanıt veriyorsun.

Karanfilli sigaralar normallerinden daha fazla ses çıkarıyor içilmiş kutu kolaların içine atılınca, artık biliyorum.

Ve sen en yarım bir paragrafın giriş cümlesinde sonuç oluveriyorsun, hiçbirşey yapamıyorum.

Hiç, bir ve bildiğim bir şey..

20050923

yk

mail adresime gelen e-postaya dokunmadan alıyorum:

"slm ısmaıl abım senın en buyuk hayranın benım valla açıkcası benım lakabım yk butun herkes sana benzedığımı soluyo ve ben net te çok takılırım
orada senın ısmını kullanıyorum kızmıyosun demi ne guzel işte abım senın reklamını yapıyorum ama senın reklama ıhtıyacın yok çünkü çünküüüüüüüüüüü sen 1 numarasın ısmaılyk...mersın den mesut(I-S-M-A-I-L-Y-K)kısa bı tavsıye sana yk cankan ıle barış..."

olay bitmiştir, herhalde beni ismailyk sandı kıymetli arkadaşım.. nerdeee, ben basit bir devlet memuruyum, sabah sekiz akşam beş..

böyle insanlardan olmak istiyorum, satılıyor mu biryerde?

20050922


Hiçbirşey yazasım, hiçbirşey çizesim, hiç orta yapasım, hiç gol atasım, hiç gülesim, hiç somurtasım, hiçbir doğrum, ufak tefek yalanlarım, hiçbirşeyim, hiç inanasım, hiç düşünesim, hiç durasım, hiç gidesim, hiç okuyasım, hiç duyasım, hiç, hiç, hiç, yok, yok..

Bugünlerde yuvarlanıp gitmek denilen şey ne ise onu tatbik ediyorum, yuvarlanıyorum lakin hep aynı yerde duruyorum, garip,

Ya kazanmak için oynamalı insan ya da ağır kayıplar, bunun ortası yok, ortayolunu bulup kendimi kandırmaya çalışıyorum.

Eylül bile geçip gidiyor, neyine yaradı diye sorarsanız, o da yok, önceden en azından eskileri havalandırırdım, şimdi bakıyorum herşey tertemiz.. kirlileri çoktan yıkadım.

Su misali akıyoruz, takvim günler, saatler ay, haftalar kayıp. On sene sonra şu halime bakınca, o Su’yun dışında geri kalan herşeye yazık olmuş diyeceğim, not defterime görünmez harflerle uyumadan önceleri böyle yazıyorum.

Bu kadar kolay mı gerçekten, sen hala farklı satırlar okuyorsun demek ki o not defterinde ya da bizim hocamız hep çalışmadığım yerlerden soruyor, dün akşam elektrikler kesikti diyerek geçiştiriyorum ve babam elinde birkaç poşetle eve geri dönüyor, kapıyı kilitliyoruz.

20050919

clementine isimli arkadaş beni sobelemiş, olayın iç yüzünü comment'lerden öğrendim. soru soruluyormuş, sen de cevaplıyormuşsun, sonra sen de sobe-ebe falan yapıyrmuşsun. olay bu imiş yani:

-kaç kitabım var?

70-80 tane

-en son aldığım kitap?

hatırlamıyorum. küçük şeylerin tanrısı idi herhalde, isim hafızam yok benim, çaldırdım. bi de bi sürü alıyorum alınca ondan bilemiyorum.

en son okuduğum kitap?

en son okuyamadığım kitap yaşama sanatı felsefesi, iş güç yüzünden, devlet memurluğu işte.

benim için anlamı olan ilk 5 kitap?

genç kız soruları bunlar, cevap vermem ben.

-----
görüldüğü üzere sıkıcı bir insanım, bazı durumlarda insan bile değilim, nereden baktığına göre değişir, hem bazı şeyler o kadar kolay değil, o kadar kolaysa o bazı şeylerden değildir değil mi?
buradan şanlı beşiktaş taraftarına saygılarımı yolluyorum..

20050915

patronum, (ki kendisi hakikaten harika bir insandır, şaka falan değil), -senin laptop eşek kadar olmuş, yenisi isteyelim.. dediği zaman pek bir sevinmiş, o zaman ben de sana çiçek alırım demiştim. derken zaman geçti, yeni gıcır gıcır laptop geldi.

burada bir parantez açıp daha sonra kaldığım yere döneceğim anneciğim. biz beyaz yakalı çalışanlar, şirket birşey verdiği zaman pek bi seviniyoruz, sanki babamızın hanesine yazılacak o bilgisayar, sana çalış sabahtan akşama kadar, giderken de yerinde bırak diye veriyorlar, anlamıyorsun tabii.

neyse teyzelerin en güzeli, bu bilgisayar güzel falan, incecik, pili yüz saat gidiyor, herşey harika, gel gör ki benim gibi çözünürlüğü karıncasal boyutlarda kullanmaya alışmış birisi için facia. uydu sistemlerinden anlayanlar için söylüyorum, screen resolution max 1024*768, ben 1600 kullanıyordum. bu yazıyı yazarken bile herşey gözüme kocaman geliyor, excelde hücreler bir oda büyüklüğünde falan. olmuyor yani.

iyi niyetli patronum ise arada başıma gelip, yakıştı vallahi bu laptop sana falan diyor. adamcağız çalışanına büyük bir iyilik yaptığını düşünüyor tabii ki. ben de; bu bilgisayardan bi ben de var, bi de genel müdür de diyerek gülüyorum, istemem ben bunu mu diyeyim. ah amcamın küçük oğlu hasan, pek bi dertliyim, işten istifa etmeyi bile düşündüm ama o vakit aç kalırım, rabbim kimseyi açlıkla terbiye etmesin, çok zor.

-----------
"Half of the time we’re gone but we don’t know where, And we don’t know here. " bunu sen düşün. Simon&Frunkel / the only boy living in new york.

20050913

Alberta her yemeğe başlamadan önce birkaç saniye duruyor ve:

- alberta için iftar vakti..

diyor. komik bir insan..
bence hasta olmanın en güzel yanı sağa sola naz yapabilmek. mesela değerli kardeşim julia artık bu husustan acı çekmeye başladı ama kendisi harika bir insan; bana masaj yapıyor, üstüme örtü getiriyor, ilaçlarımı gidip buluyor, masanın üzerinde duran ama bana yüzyıl kadar uzakta duran objeleri seri adımlarla yanıma getiriyor, muhteşem yani.

ankarada üst düzey temaslar yürütmek için bulunan sevgili sevgilim Su hanım ise babasının da aynı şekil bir insan olduğunu, yüce rabbimizin julia'ya sabır vermesi gerektiğini söyledi. ben de şu mühim ve meşhur soruyu sordum: benim için ne yapardın, çorba yapar mıydın? yaparım dedi ve bir kere daha gönüllerde taht kurdu. haftasonuna kadar iyileşmeyi planlıyorum ama iyileşemezsem ki muhtemelen ölmüş olurum, Su için harika planlarım var :-) kendimden uzaklaşıyorum süratle..

tabii ki tüm bunlar insanlık ve garbın afakının küçük oyunları: insanoğlu olarak maalesef hepimizin biraz şımartılmaya, ilgiye, şefkate (şefkat kelimesi bana nedense hep çok acıklı gelmiştir) ihtiyacımız var. herhalde insanın kendisine değer verildiğini hissetmesinin yollarından bir tanesi de bu. cüzdanınızda sizin adınıza yapılmış ne kadar fedakarlık taşıyorsanız, o insan sizin para biriminizde o kadar değerli oluyor. böyle yani bu işler, aaaa ben öyle değilim diyecek bir delikanlı var mı, sanmıyorum. yok ben inanılmaz bir insanım diyen herkese öpücükler.. unutmayın, insanın design aşamasında tanrı ayrıntılara pek girmedi, biz yapacak iş olsun diye kendimiz uyduruyoruz.

bu işin bir ötesi de "salla ve mutlu ol" felsefesidir, onu da başka zaman anlatırım, bir başka bahara sevgili dostlar.. (TRT1 mode on)

20050912


bu sabah milyonlarca gencimiz o ilk heyecanla ilim ve irfan yuvalarının yollarını tuttular. tuttular da ne oldu, trafik boka benzedi, sabahleyin erkenden uyanmak zorunda kaldılar, gecenin bir saatine kadar oyun oynayamayacaklar, bu işin sınavı var, quizi var, otu var,, felaket yani..

akademik dünyanın kazandığı en büyük değerlerden birisi olan ben bunları söylüyorsam birşey biliyorum da söylüyorumdur. o kocaman kitapların kimseye bir faydası yok, hergün gazete okusanız daha iyi, bakın ben örneği endüstri mühendisliğinden ne öğrendin sorularını direkman boş bırakıyorum, birşey hatırlamıyorum çünkü.

bu dünyayı bilim ileriye götürecek diyenlere ancak nanik yapabilirim, gerizekalılar hergün yeni birşey bularak hayatımızı ne kadar kompleks ve gereksiz bir hale getirdiniz, neyse, bu ayrı bir chapter.

Ayrıca sevgili gençler, böyle okulun ilk günü pek güzel olur, ama sonradan feci bayar.. bu da size silenzio abinizden öğüt olsun.

bu harika platform sayesinde sevgili ilkokul öğretmenim Adile hanım'ın yollarına çiçek deriyorum, ellerinden öpüyorum. hakikaten kendisi adile naşit'e manyakça benzerdi. bir kere bana yumurta aldırmıştı, yarısını kırmıştım, azıcık kızmıştı ama çok değil, azıcık, haklı.

(her zaman tek doğru olmuyormuş değil mi, bu haftasonu bunu öğrendik)

20050909


şimdi sööle bir durum oldu. sanki ben yüzyılların çalışanı gibi garip bir yorgunluk durumu içine girdim, girerken de içim bayıldı, yerde baygın yatarken patron silenziocum şu işi de yapalım bir ara dedi. hangi ara, hangi ikişeyin arasında diye sordum, bir müddet bakıştık, kitlendi tabii kendisi, dedim müdür olmuşsun ama adam olamamışsın, nihayetinde şirkette bütün operasyonlar durdu, oturuyoruz şimdi hep birlikte, piknik yapıyoruz, allahaşükür pek mesuduz, dolabımızda çikolata var, çay ocağından muzlu süt (atlaaa) falan..

emekliliğim hızla yaklaşırken neden saat daha bi yavaş geçer dördün kırkıikincibuçuk dakikasında, entrasan. maaşım neden ayın ortaşut karışımı bir gününde bitiverir ki.. sigara içmeye inince üç saniye kafa dinleyelim diye peşime nüçin ama niçün birileri de takılır, o işi nasıl yaptık diye sorar, kafa mı atmalı. hiç corporate günümde değilim, tüm beyazyakalı kardeşlerimi sevgiyle kucaklıyorum..

ve sen nasıl bu kadar güujzel kokabiliyorsun sahi, sahi misin sen?

20050907








annual z special thanks awards goes to:::



  • geçen akşam gecenin yarısı ofiste çalışan bana sigara veren güvenlikçi amcaya
  • vitrinlerinde yarım saat durarak köpeklere bakmama izin veren ah yavrum petshop dükkanına
  • evi boyayıp beni 3 gün deli edecek olan babama
  • felsefe doktora mülakatında "yahu para önemli birşey.." diyen değerli prof amcaya
  • uzak diyarlara göç edecek kıymetli ev arkadaşıma
  • bir aylık parasını vermesek de gelip evi mis gibi yapan ablaya
  • canım meyva çekince imdada yetişen bizim evin oradaki kazıkçı manava
  • kitaplarımı istemeyen tüm süper arkadaşlarıma
  • şirketin karşısına kahveci açarak batmama sebep olacak değerli amerikan emperyalizmine
  • sabaha karşı çalışırken desteklerini esirgemeyen düşünceli kimseye

gracias okus pokus.. heyoooo diyorum, susuyorum sonra da..