20050629

s

İş çıkışı, Louis'le haberlere bakıyoruz, iki divan adam iki yatan adam hayal edin.

Ünlü cerrah anlatıyor da anlatıyor, o sağlıklı, bu kötü, onu yapın, bunu yapmayın falan diye. biz de bir saat önce muhteşem burgerking olayına girmişiz, sindirmeye çalışıyoruz. uyuz olduk.

Louis durdu, durdu::

-- Mehmet öz bok yeyin dese, yicek misiniz?

20050628

ikeasyon

İsveçlilerin nasıl bir bolluk ve güzellik(!) içinde yaşadıklarını hepimiz biliriz. Bizim nadide ülkemizin yaklaşık sekiz katı olan kişi kafasına düşen gayri ihtiyari milli hasılat ve hiç bitmeyecekmiş gibi duran uzun geceleri ile tam bir cennet memlekettir. Trafik sorunları yoktur, para olayı zaten bitmiş, üstüne ruslardan yadigar sosyalizmi de koydun mu, gönül daha ne ister. Gönlün ne istediğini ben dün akşam bizzat gözlerimle gördüm: IKEA ister..

Hadise cin fikirli bir arkadaşın: “ yahu biz ne kasıyoruz ki, kendileri montaj yapsınlar ” demesi ile başlar. Tabii bu aksiyon fiyatlara da yansır, fiyatlara yansıması normaldir ama peki ya tasarım denilen göz zevkimiz ne olacaktır?

İlk tespitim şudur ki: adamlar biraz farklı şeyleri çok ucuz fiyata (azıcık güzel bir berjer gibi) amaaa çoook güzel, oha ben bunu almak istiyorum diyeceğiniz şeyleri gayet casaclub gibi türk mobilyasyonu fiyatına satmaktalar. Mesela süper bir buz yapıcı plastik 3 yeni ytl ama süper bir koltuk 1.500 yeni ytl. Yine de özellikle para içinde yüzmeyen ama yine de zevkli şeylere bakmak isteyen kimseler için idealdir, çok paran varsa zaten her taraf ikea’dır.

İlginç sloganlarından birisi de: “ ikea’da tasarım fiyatlar düşünülerek yapılır “ , düşününce herhalde designer’larına al sana bu paçoz malzemeyi veriyorum, bakalım ne yapacaksın diye brief ettiklerini hayal ediyorum. Sonra tasarımcıların resimlerini her bir yana asmışlar, ne kadar mutlu insanlar gidin görün, hepsi gülümsüyor duvarlardan, isveç farkı diyorsun.

Biz türk halkı olarak, parayı da cebimize koyunca kendimizi kral misali sandığımızdan mağazaya gittiğimizde peşimizde sekiz tane görevli olmasını, aha şunu istiyorum deyince hay hay efendim gibi coşkulu nidalar duymayı bekleriz. İkea’da topu topu on tane müslüman çalışıyor, onlar da siz eşyalara bakarken sizi rahat bırakıyorlar, hatta aradığınız bir şeyi sormak için siz peşlerinden koşuyorsunuz. Harika yani..

Değerli arkadaşlar, bir bayanın kendisini orada kaybetmemesi içten bile değil, şu erkek halimle ben bile sepeti ufak tefek şirin şeylerle beş dakika içerisinde doldurdum. Bir paspas aldım mesela, görseniz direk kıvrılıp üzerine yatarsınız. Su ile beraber gitmiştik ama kendisi on dakika içinde gözden kayboldu, ben seni bulurum dedi ve gitti. Perdelerin başında yakaladığım zaman kendinden geçmiş bir halde renk seçiyordu, sakin ol Su dedim, hepsi geçecek.

Su düzenli aralıklarla gitmemiz gerektiğini söyledi, peki dedim, istersen direk ikea’ya taşınalım, nasıl olsa yatacak bir sürü yer var, güldü, o gülünce ikea, mikea, çikita yani herşey manasızlaşıyor.

20050624

felsefe + aşk

yahu benim mi haberim mi yok, bu kadar cahil mi kaldım (eğer öyleyse lütfen beni uyarın) ama son zamanlarda nu konuya bayağı bir takmış durumdayım. konu şu:

bildiğiniz üzere felsefe yeryüzünde politikadan, ahlaka, dinden, matematiğe, nihilizme bir sürü hususta incelemelerde bulunmuştur. fakat bu konuların içinde aşk benim gördüğüm kadarıyla inanılmaz az bir yer kaplamaktadır.

hatta bu konu hakkında hatırlayabildiğim ender hikayelerden bir tanesi Nietzsche ve olamayan sevgilisi Lou Salome'dur. Netekim Nietzsche de bu aşk meselesinde aradığını bulamayınca batsın bu dünya diyerekten kafayı iyice kırmıştır, hiçbirşey yoktur demeye kadar getirmiştir olayı. aslında haklıdır da, sahip olduğunuz değerlerin hepsine baktığınızda, maddi ya da manevi farketmez, eğer cümlenin bir yerinde aşk geçmiyorsa pek manası yoktur, en azından ben böyle düşünüyorum.

Oysa aşk üzerine bayağı kafa patlatılacak kadar kalın bir malzemedir, kendi içinde dinamikleri vardır, insan neden aşık olur, ne zaman aşktan vazgeçer, ayrılığın temelleri nelerdir, karşı tarafta kendi eksiklerini mi arar yoksa aynada görebileceği şeylere mi tutunur, hepsinin üzerine kalınca kitaplar yazılabilir.

yazılmıştır da, lakin bu kitaplar genelde felsefe yerine psikolojinin konusu olmuştur veya tuna damdaki kiremit diye bir adam çıkar genç kızların gönlünü çalıverir, (okumadım, okumam da), harlequin serilerinde acı çeken de aşktır, bol aksiyonlu filmlerin son sahnesinde kahramanın kurtardığı da.

aşk + seks kapitalist düzende pazarlanması en kolay materyellerden bir tanesidir. hepimizin bu iki şeye garip bir şekilde ihtiyacı vardır, bu ihtiyaç yemek yemeye su içmeye benzemese bile böyledir, ihtiyaç duyulan şeyler ise yeşil dolarların bir diğer ismi olur, gerçi artık o kapitalci arkadaşlar ihtiyacımız olmayan şeyleri de bize satmanın harika yollarını bulmuşlardır tabii, o da başka bir yazıda konu olsun.

konuyu dağıttım mı bilmiyorum ama böyle hayati bir konu üzerine filozof diye tabir ettiğimiz kimseler neden düşünmezler, anlamış değilim.

umuyorum ki birileriniz çıkacak ve bana yok sevgili silenzio, senin bir boktan haberin yok, aha şu adam hayvanlar gibi kitaplar yazmış falan diyecek, ben de rahatlayacağım, alıp okuyacağım. şayet böyle bir itiraz almaz isem, yarından tezi yok işi bırakıyorum, çok yakında türkiyenin ve dünyanın az sayıdaki aşk filozofundan birisi olarak seçkin kırtasiyelerde sizlerle buluşacağız.

garip değil mi?

20050622

bazı

Bazı sabahlarda uyanınca, yanımdan Su çekip gitmiş zannediyorum. Kısa bir panik anı, etrafa şöyle bir bakıyorum, ufak bir eşyasını, bana geldiği zamanlar okuduğu kitabını, hep unuttuğu tokasına bakıyorum. Bahsi geçen etrafta bir tanesini fark ediyorum sonra o eşyaların, gülümsüyorum.

Bazı sabahlar da hiç uyanmak istemiyorum, alarm çalıyor, susturup +3 dakikaya ayarlıyorum, sonra bir 3 dakika daha.. bütün gün yapacağım abuk sabuk şeyler aklımdan geçiyor, birazcık daha uyku için ne kadar para verirdim diye düşünüyorum, saat ilerliyor, alarm yeniden, mecburen kalkıyorum.

Bazı sabahlar saat çalmadan uyanmış oluyorum, eğer yanımda Su var ise bir müddet onu izliyorum, her insan bu kadar masummudur uyurken yoksa ismi Su olanlara torpil mi geçmiş yukarıdaki, anlamaya çalışıyorum. Saat daha bir usul geçiyor sabahın körlerinde, çaktırmadan saniyenin bir saniye sonra ne yapacağını anlamaya çalışıyorum, Su ise hala uyuyor, uyandırmıyorum.

Bazı sabahlar aklıma bir şarkı takılmış oluyor, rüyamda falan görüyorum herhalde, aslında her gece kliplerde oynuyormuşum mesela haberim yokmuş, gözlerimi açar açmaz o şarkıyı söylemeye başlıyorum, kapalı perdeler, hala susmamış alarm, yıkanmamış yüzüm, hep birlikte takılıyoruz.

Bazı sabahlar uyanır uyanmaz sigarayı arıyorum. Sigara içmemeli oysa insan ilk cümlelerinde, bir vakit sigarayla bakışıyoruz, içme beni falan gibi manasız sözler sarf ediyor paket, lakin artık çok geç, yakıyorum, birlikte yanıyoruz.

Bu yani,

20050619

noktaz

Birazdan evin balkonuna çıkacağım, sessiz, sakin, tek başıma oturacağım, geçen sene olduğu gibi, iki önceki sene olduğu gibi, üç sene öncesi gibi, dört yıl..

Oysa çocukken hiç sigara içmezdim ben, içenleri de anlamazdım. Çocuktum tabii o zamanlar, hiçbirşeyin farkında idim, herşeyim vardı, anlamazdım.

İtalyan olmasa idim daha mı kolay olurdu hayat; muamma, sır, bilmece..

Noktalama işaretlerinden en çok noktalı virgülü sevdiğime kadar verdim, mesela virgül tek başına olunca noktalama işareti saylanmaz bence, “nokta” yok ya o yüzden “lama” kısmı boş kalır, adı üstünde boktan bir virgülsün.

Virgül devam eder ama nokta çoktan gideceği yere varmıştır. Virgüller farkında mıdır sonlarının nokta olduğunun, garip bir durum.

Bir keresinde kızın birinin tokasını çalmıştım, dört sene önce, kızcağız bir müddet etrafa bakındı falan, anlamadı tabii, bi daha da birşey çalmadım zaten. Toka da dolabın bir köşesinde kaybolup gitti. Toka virgül müydü, hangimiz noktaydı, enterasan.

Güzel insanların tokası çalınır ama çirkinler yalnızca kayıp mı ederler acaba, çelişkili..

20050618

tatilasyon

değerli basın mensupları, devlet büyükleri, acıların çocukları, biçare insanlar,

uzun bir aradan sonra geri döndüm, yokluğumda kah eğlendim ve yine kah eğlendim. sizleri birkaç an düşündüm, lobide duran internet yüklenmiş bilgisayara gidip üç beş satır yazmak istedim lakin Su hanıma yakalanma tehlikesi ile uzak durdum. peki bu süreçte ne yaptım, amacım neydi, nelere ulaştım, yoksa ben bir ajan mıyım?

yüce şirketimiz güney diyarlarda bir toplantı düzenleme kararı olunca ve bu toplantının son kısmı tatil aktivitesine dönüşebilecek şekilde dizayn edilince Su'ya dedim ki bunu neden değerlendirmiyoruz? O da dedi ki bana göre sütlü çikolata. saatlerimizi ayarladık, ben biraz toplantılara falan girdim çıktım deniz oracıkta dururken, sonrasında Su hanım uçtu geldi, 4 gün kısa bir tatil yaptık.

o 4 gün boyunca hayatın derin manası üzerine bir kelime konuşmadık, ciddi meseleleri getirdiğimiz valizlerin içine koyduk, dönene kadar da açmadık. Hayatın boş hal eki almış paragraflarında, denize karşı uyurmuş gibi yaptık, arada sırada şezlonglarımızdan birbirimize dönüp gülümsedik, geceleri ayakta duramayıncaya kadar içtik, sabahları uyanmadık. tatil yani..

OC’de seth kohen neden summer gerizekalısını seçti, o şirin kızı neden sonunda bıraktı diye uzunca tartıştık; illa dinlemek zorunda kalsan sibel can mı yoksa seda sayan mı 2 saatimizi aldı; insanların neden sabahın altısında kalkıp bebek sahilinde yürüdüğünü, akşamüstü yürüyünce bunun fasulyeden mi sayılacağını belirledik (onlar manyak) ; kitap okuduk ama kahramanlarını çekiştirmedik, yazarına hiç bok atmadık. Bööööle yanii..

Biz bu tatil olayını çok sevdik, keşke hayat bayram olsa ve bütün dünya buna inansa diye düşündüm ben şahsen, bir sene çalış sonrasında birazcık tatil, sıkıcı yani. Şimdi yeniden istanbul, yeniden o abuk sabuk koşuşturmaca, neyse ki bu sefer Su var, aslına bakarsanız ki bakabilir misiniz bilmiyorum, başka da birşey yok ve ben o yokluğu seviyorum.

Tatilin bir diğer güzel yanı da hiçbirşey taşımak zorunda olmamak, cüzdan, anahtarlar, para falan.. bir tek sigara ama onu da sevdiceğimin çantasına koyunca 2. çinko..

Mtlda’ya göre benim bu yazdığım günlük ama bence “sütlü çikolata..”

ho ho ho…

20050608

s

I love Sou,
nasıl?
ho ho ho

20050606

choices

Birazcık düşünen, istanbul gibi büyük bir şehrin kollarında nefes almak zorunda olan, kariyer ya da başarı gibi motive edici kapitalist özelliklerle kandırılmış herkesin aklının bir köşesinde bu diyarlardan çekip gitmek yatar. Lakin bu düşüncenin en garip özelliği genelde yalnızca yatmasıdır, kulağınıza hadi kalk gidelim dediği her zaman ya uyuyorsunuzdur ya da kendinize ispatlanacak son bir yüce göreviniz kalmıştır. Çünkü gitmek elde etmek için çabaladığınız onca şeyden bir anda vazgeçerek otobüsün koltuğundan el sallamakla eş anlamlı hale gelir. Zaman geçtikçe aklınızın aynı köşesinde hala duran o ses biraz daha az bağırmaya başlar, daha kolay duymazlıktan gelirsiniz, son görevlerinize yenileri eklenir, bitmesi gereken taksitleriniz vardır, daha yeni bir ev satın almışsınızdır, işinizde yükselmenize on dakika kalmıştır falan filan.

Tabii ki insan en güzel örnekleri kendi hatıra defterine bakarak verir, yukarıda okumuş olduğunuz satırların sahibi silenzio da gençlik yıllarında özellikle hüzünlü olduğu vakitler küçük bir deniz kasabasına yerleşme planları yapmıştır, orada minnacık bir evi olacaktır, karısı ile beraber huzurlu günlere yelken açacaklardır, o yelkenli ile de balık tutup akşamları küçük bahçelerinde yiyeceklerdir. Aynı silenzio, bir müddet sonra yeni işini aslında sevdiğini ve idealizm günlerinin mazimizde renkli bir anı olarak yerini aldığını farkeder. Kalmak kolaydır, kalınca elde edeceklerin gidersen kazanacaklarından daha çok para etmektedir.

Şimdi sakın silenzio’nun muhteşem ideallerini çok uluslu bir şirketin devlet memuru olması ile sattığını, yuh biz de bu adamı okuyorduk yazıklar olsun falan diye düşünmeyin. Bu basit ama etkili bir süreç, bir bakmışsınız sizi parçası yapıvermiş, gitmek mi istiyorsunuz sizi tutan yok ama çok uzağa gidebileceğinizi pek sanmıyoruz. Size pahalı markaları satın alma fırsatı, en iyi yerlerde yemek yeme imkanı, harika otellerde herşey dahil konaklamalar, güzel arabalar, dubleks evler veriyoruz, gitmek, lütfen hepsinin anahtarlarını sabah çıkarken masanın üzerine bırakın.

Akıllı ve dinç okuyucular bu satırların aslında silenzio’nun bir nevi kişisel hesaplaşması olduğunu fark edeceklerdir. Aynı akıllı okuyucular özellikle maddiyata bu kadar düşkün olması nedeniyle kendisine içten içe kızacaklar, bir önceki paragrafta masanın üzerine bırakılan şeylerin kendileri için hiç de önemli olmadığını söyleceklerdir (ki iddia ederim ki hiç de önemsiz değildir). Savunma makamı bu durumda belki de o kadar muhteşem idealleri olmadığını, oyunu bu şartlarıyla oynarsa bile ideallerinin bir kaçına hizmet edebileceğini öne sürecektir. (bu arada ideal kelimesinden nefret ettiğimi de belirtmek isterim) Silenzio böyle süper gitme fikirlerini öncelikle emekliliğine, çok parası olursa öyle bir ev alıp arada sırada gitmeye kadar ertelemiştir. Maalesef bu böyledir, gitmek o kadar kolay değildir, kalmak da o kadar zor.

Peki bu yazı bir iç hesaplaşma amacından başka ne için yazılmıştır, o konuda silenzio’nun da pek bir fikri yok, belki aranızda okuyan gençler var ise ve böyle şeylere hevesli iseler gitmesel aktivitelerin gerçek cümlelerde biraz yalancı durduğunu anlatmak içindir. Bilemeyiz.

Şunu da ekleyelim; kendisi ile hayatımın en güzel pazarını geçirdiğim Su hanım, hadi gidelim artık derse silenzio ne yapar, üç beş saniye düşünür ve sanırım bavulları toplamaya başlayalım der. Hayatının anlam ve önemi o kadar da maddiyat değildir yani, bazı şeyler bütün bir hayatı durdurabilir çünkü, silenzio bilir.

20050602

the end

çarşamba akşamı 21:37

Su- demek bir teklif geldiğini öğrendin?
Si- yaşlı capon patronun söyledi.
Su- gitmeli miyim sence?
Si- bilmem, iyice düşünmek lazım.
Su- iyice düşünsem gider miyim peki?
Si- bunu sen biliyorsun, ben genelde susuyorum gördüğün gibi.

gülümsedi, eliyle saçını düzeltirken 2+1 saniye gülümsedi, birşeyler söyleyeceğini anlamıştım, anlamamazlıktan geldim, birkaç saniye sessizliğe gittik, gözlerimiz birbirinden kaçtı:

Su- daha fazla oyun oynamalıyım, bir yere gittiğim yok
Si- aslında kariyerin için iyi olurdu

gülümsedi,

Su- daha fazla oyun yok demiştim...

değerli basın mensupları, konuşmanın devamını gizlilik müessesine hizmet etmek amacıyla sizlerle paylaşamayacağım..

lakin unutmayın 1+1 > 2

:-) :-) :-)