20061230

f

aslında aşağıdaki gerçekten yazdığım post ama bak aklıma geldi son paragrafı bir daha okuduktan sonra dayanamadım:

bir insan super duper sevişiyorsa o zaman her bu iş için soyunduğunda sanat için soyunmuş gibi olmaz mı?

düşündürürken komiktirdim.

f

nedense içimde önümüzdeki senenin 2008 olduğuna dair ciddi bir inanç var. 2007 sanki başlamadan bitti, mesela bir kart yazacakken de 2008 mutlu olsun diyorum, hediye paketinin üzerine de öyle yazıyorum, konuşurken de tümcelerimde 2008 geçiyor. böyle salakça bir düşünce içerisinde farketmeden 7'i 8'le değiştirince millet de şaşırıyor, tabii onlar şaşırıncca ben de kendi salaklığımı farkedip bir daha şaşırıyorum. bööle bir loop içerisine giriyoruz. tabiiki de buradan 2007'nin kayıp bir sene olarak haneye yazılacağı gibi saçma bir düşünce aklına gelenler varsa; arkadaşım aç tv'yi tuğba özay kurbanlık almak için halkın arasına o yavşak tavrıyla karışmış onu izle..

yeni yılda üç tane kişisel hedefim var ama bunları milyonların gözü önünde açıklayacak değilim. yalnız o üç hedef nedir diye geyiğine sorulunca bulana kadar nasıl zorlandığımı gördüm. şu para kazandığım iş kadar kendi hayatımı planlamadığımı farkettiğim dakika gözümden düştüm, oha dedim, oha..

happy new year değerli silenzio fanatikleri, bu sene sanat için soyunacağım, 2008 benim yılım olacak..

20061226

f

bildiğim ne kadar hatıra varsa bazen unutuyorum. cebimden kağıtlar çıkıyor, eski notlar, bakmadan koyuyorum bir köşeye. sana ait ne kadar şey varsa yalanlıyorum satır satır, duymadım diyorum, ben orada yoktum, ben geldiğimde çoktan gitmişlerdi, bayanın saçlarına bakın, parmak izimi bulamazsınız, masumum.

sonra kahvenin birine saklanıyorum kaçıp, arkamdan gelenler başka sokağa giriyor. herkese benden birer çay demiyorum dikkat çekmemek için, usulca masanın yeşiline ilişip okeye dönüyorum, radyodan eski bir parça duyuluyor, üçüncü ayakta siyah bir at kazanıyor aniden, seviniyoruz birazcık, ben gidiyorum diyorum, kaçmam lazım.

bir arkadaşıma rastlıyorum geri dönerken, peşimdekiler benden umudu kesmiş, rahatım. nasıl gidiyor diye soruyor, harika diyorum, herşey fazla fazla yolunda, şu soğuklar olmasa daha iyi olacağım, iyi diyor, gülüyoruz biraz, üstündeki kazak yakışmış diyorum, gerçekten yakıştığı için. bir ara görüşelim dediği an aklıma geliyorsun.

kaçamıyorum.

sana hayal kırıklığı miras bırakmış olabilirim, doğrudur. bana ne kadar kızsan yeridir, haklısın. başka mevsimlerin sonbahar köşesiydik sınıfın en arka duvarına asılmış, olabilir. (sana yaz düşmüş gibi gelirdi bana, umarım yanılmadım). yollarımız bir trafik lambasının saniyeleri altında kesişti, kaçamadık.

kaçamıyorum.

20061225

f

Mesela çok sevdiğiniz birinden harika ama uzun zamandır istediğiniz bir hediye aldığınız zaman, o hediyeye birkaç saniye bakıp hemen sana alana sarılman ne süper birşey değil midir?

**************************************

z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
Mesela çok sevdiğiniz birinden harika ama uzun zamandır istediğiniz bir hediye aldığınız zaman, o hediyeye birkaç saniye bakıp hemen sana alana sarılman ne süper birşey değil midir?
lousygirl says:
evet
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
entrasan birşey bu
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
dün filmde izlerken farkettim
lousygirl says:
evet benim de mertle ole olmustu
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
benim de
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
mert bana araba almıştı
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
merte sarıldım ben
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
arabaya binmedim
z/n [ home party /31 eve /my place my music says:
hohoho
lousygirl says:
hahahah


****************

bazen şu içindeki hüznü saklamak için gülen palyaço geyiği var ya, hani diyorum, o palyaçoya bi koysam bi daha güler mi acaba, tööbe tööbe

20061224

f

yurtta kalırken banyonun çıkışında tam karşıdaki duvara bir sürü ölüm ilanı asmıştım. gazetelerin sonlarına doğru bulabileceğiniz siyah-beyaz ilanlardan bahsediyorum. bir zaman sonra garip bir hobi halini de almıştı, spor sayfasına bakar gibi ilanlara bakıyordum. çok zengin insanların klişe merhum laflarının yanında içten şeylere de rastlıyordum, bazen de isimsiz seni özlüyoruz gibi insanı durup düşündüren kısa metinler.

o ilanlarla düzenli olarak karşılaşan oda arkadaşlarım önceleri bu manyak gene ne yaptı derken bir vakit sonra rahatsız olmaya başladılar; duş aldıktan, tuvalete gittikten, dişlerini fırçaladıktan sonra, yani en doğal hallerini birkaç saniye geride bırakınca karşılarında onlarca ilan görüyorlardı.

aslında garip olan insanların ölümden çaktırmadan bu kadar çok korkmaları idi. birkaç ilanın kimseye zararı dokunmazdı netekim, sanırım kendilerinin o bahtsız gazete sayfalarını düşünmeye başladılar, günde birkaç defa.. her ne kadar 20li yaşlarda olsak ve ölüm romanlara renk katmak için kullanılan bir araç gibi gelse de ya da bir yaşlı akrabanın artık aramızda olmadığını telefonda öğrenmek, kabul edilmesi zor birşeydi.

zincirlikuyudaki mezarlığın girişindeki "her canlı ölümü tadacaktır" cümlesi de gazetelere bu yüzden konu olmuştu. arabayla neşeli bir buluşmaya giderken sağınızda ağır bir hatırlatma okuyordunuz, dikkat et bak öleceksin gibi. biraz kızar gibi aslında, adam gibi yaşa öleceksin, iyi birisi ol, çok hırs yapma öleceksin.

odadaki itirazlar birkaç hafta sonra isyan boyutuna ulaşınca ilanlarımı topladım, hepimiz rahatladık.

hala bile değişik birşey var mı diye arada göz gezdiririm.

20061223

f

- would you like some tea*

bildiğimiz şeylerin yerlerini değiştirip bir de kendimize böyle bakalım dediğimizde ya da karşımızdaki insan garip bir oyunun sıradan bir oyuncusu yerine sizi koyduğunda ve aslında sıradan oynayamayacağınızı anladığında, biraz şaşırınca ve siz hala bildiğiniz şeyleri ölçüp biçerken ve ne bekliyordun ki diye kendime sorduğum zaman gelince ve manalar yüklemek ne manasız fikrine biraz daha ısınınca, evet, sen orada yoksun ama orada olmanı beklemiyordum da artık..

bana kartlarını göstersene, ben de sana çay koyayım..

20061221

f

ya şu adamlar var ya psikolog denilen, ya bu ne güzel brşeydir, bende çok para olsa giderdim anlatırdım aha bööle aha şöyle, arada küfür falan da ederim rahatlamak için, ne güzel lan, valla, oh, seni dinlesin ve sen kasmadan anlatabil diye adamın birine para veriyorsun, vay be, entrasan bir durum.

tatil gelsin, dev yatıcam, dev.. bozcaadaya gidip kafam gözüm dinleyebilirim aybalam,

sıkıldım ben ya..

f

0 beden hatunlar rocks..

20061219

f

sanırım kafamıza götümüzü başımıza taş yağacak. bu akşam 6 gibi dışarıda yürürken, ki tamamen görev icabı yoksa yürümekten pek haz etmem, dedim ki lan bu nasıl bir hava, bikinilerimizi giyseydik, bahar mı geliy dedim. küresel ısınma dedikleri bu olsa gerek, mevsimler birer birer shift ediyor zeliha..

ankaradan döndüm zeliha, istanbulun o saçma trafiğini özlediğimi farkedince oha dedim, bir istanbul lover mı doğuyor, gerçi oskara doğru orhan abinin izinden giderken bana da yakışan budur. mesela potansiyel kitap isimleri : "fucking ankara, still cold" , "geri dönmek: bir istanbul yalanı", "acılarım ve istanbul", "istanbul, kaçak aşkım"

ayrıcana da sağdan soldan bu ankara denilen irenç şehrin sempatizanları tarafından taciz ediliyorum. aslında ankarayla olan bağımız ayrı bir hüzünlü yazının konusu sapık fanatikler ama bu geyik yazıda anlatmam, kısaca biz ankarayı sevdik aslında ama o bizi sevmedi diyelim, netekim yıldızımız barışmadı bir türlü, zaten ankara da ööle bir şehir, emrah kardeşimin dediği gibi sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde..

borsa diye biryer vardı, orası kapanmış, random die biryer sööledi tunalı gençliği ona gittik biz de, kolayca tahmin edebileceğiniz gibi bok gibi biryer çıktı. ama swiss'in yatakları ööle bööle rahat değil, bi dahaki sefere daha büyük bir valizle gidip yastık çalacağım, koydum kafama. bir de havaalanı ve abuk sabuk ışıklı bir yol yapmışlar, kocaman birşey, o güzel olmuş ama. heryerde köprülü kavşak olması ile melih bey'in sapıkça bir takıntısı herhalde, e ii de nereye kadar..

neysem, gittik adanası ankarası, bayram tatiline kadar da bu iş böyle, gezicez, hayvanlar gibi çalışıcaz, ekmek parası..

20061217

f* ankara

adanadan sonra ankaraya gelince birileri klimanın soğuk kısmını açık unutmuş diye düşündüm. bu salak ve sevenlerin neden sevdiğini hala anlayamadığım garip şehirde iki sene geçirdiğimi kelime kelime unutup tüm caddelere yabancı bir edayla bakıyorum.

bir an önce istanbula dönmenin hayaliyle yanıp tutuşmuyorum ayrıca, bu da entrasan, hiçbiryere, hiçbirkimseye, hiçbirşeye dönmenin daha iyi ifade etmek gerekirse özlemenin yanından bile geçemiyorum. ama sorsanız harika bir hayatım var, soruyor muyuz mesela böyle şeyleri, en yakın arkadaşınıza hiç sordunuz mu siz, probably not, me2.

şimdi bu satırları bir otel odasının yumuşak ve çalmak için insanı teşvik eden rahat yastıklarına dayanarak yazarken ve gereğinden fazla sigara tüketmenin gizli suçluluğu içinde, aslında gereğinden fazla alkol, belki de gereğinden fazla herşeyi tüketirken birşey düşünmeden öylece tuşlara basıyorum.

bu yazı birşey anlatmayan cümleler derneğine bağışlanacak ama muhtemelen uzun zamandır yazdığım en kendini bilen şey, sizden bunu farketmenizi beklemeyecek kadar da akıllandım,

bazen maddi dünyanın fazla mı esiri oluyoruz diye düşünüyorum. en azından lükse düşkün yanının farkına varmış biri olarak, oh my baby shall we play another game, bu gereksiz bir konu, buraya yazmak için yani, kapatıyorum.

kapatıp kapatıp açtığımız defterleri de vardır hepimizin, eski bir kütüphaneyi öylesine karıştırırken "ah evet, bunu okumuştum" demeyi isteyeceğimiz ama diyemediğimiz için masanın üzerinde öylece duran, bir nevi bitirmekten kaçtığımız. ne yapacağız bunları bilemiyorum michael.

michael, uyudun mu sen, yoksa beni dinlemiyor musun?

20061215

f

bu mudur?
this is mersin and i am in adana now. burda sevgililer birbirine "çiköftem" diye hitap ediyor.

20061213

f

bak artık sana yazamıyorum farkında mısın?

bunu sana hiç söyledi mi sıra arkadaşın, hiç kopya çektin mi sen romanların yokluk kısımlarından, tesadüf bu ya karşılaştık mı biz hiç seninle, ben senin sigaranı yaktım mı mesela hiç, hiç gözlerini kapatıp seni düşünüp sigara içtin mi sen?

başlamadan biten hikayelere benzedik öyle değil mi? hangi denkleme koysan garip bir eşitsizlik ve bu yaza özenen kışın ortasında ve gülümser taklidi yaparken ve kendime bile inandırıcı gelmezken uyumadan önceleri, olmayan sen, oldurulamayan sen, sen var mısın, bunu sordun mu hiç kendine?

bana da anlatsana ne olacak? mesela birgün posta kutumda bir mektup bulsam, " kasımda geleceğim, bekle istersen" yazsa, olmaz ya, olsa hani, kısa cümleler kursan ama birşeyler söylesen, sessizliğinin en siyah yerinde çıkıp gelmeni, bunu senden bekleyemem, öğrendim, ama bir işaret beklemek, yok, bu bile çok.

bu fuzuli satırların sonuna noktalar koyuyorum, farkında mısın?

vazgeçiyorum, bunu sana birileri söyledi mi?

20061212

f

300.000 $, vay vay vay.. garip bir memlekette yaşıyoruz, fedakar anne yavrucağını kurtarmak için kendisini feda eder, biz de alık alık izleriz, üstüne geyikler yaparız. var mı böyle birşey, abuk sabuk bir senaryo.. ulan hangimiz gördü görecek o kadar parayı bir arada.. ayrıca o nemrut yüzlü adam ne prim yaptı be, sıradan bir karadeniz kahvesinde okey oynarken rastlayabileceğiniz deri montlu kimse karizmatik oldu çıktı, biz hala ikinci sınıf insan muamelesi görüyoruz, bu kadınları anlamak na-mümkün..

son zamanlarda salakça bir huy geliştirdim, biri gelip beni yanaklarımdan öpsün. mal gibi gecenin 2sine kadar oturuyorum, tabii sabah uyanmak işkence, sonra işten geliyorum uyuyorum ama bu seferde yine gece uyuyamıyorum ve loop oluyor. götüme benzeyen bir loop oluyor töbe töbe..

adanaya gidiyorum perşembe, kebap isteyen varsa..

20061211

f

gel biz seninle bu arabaya binip gidelim, nereye gideceğiz, bilmem, nereye gidelim, deniz kenarı bir yer olur mu, olur da bu herkes gibi çekip gidelim buralardan hikayesi olmasın, olmasın ben de sıkıldım, ee nereye gideceğiz, bozcaada olur mu, olur ama soğuk olmasın bu mevsimde, olsun ne olacak ki, üşümeyelim, öperim seni üşümezsin, üşümem.

bebekte yürüyelim birazcık, sen yürümeyi çok sevmezsin biliyorum, biraz yürüyelim ama, elimden tutmazsın sen şimdi, ama elinden tutmak bi garip bişey değil mi, yani aslında öyle, bak sen de kabul ediyorsun, bak ben de kabul ediyorum ama çiçek al bari, arada alıyorum ama, bir defa aldın ama şimdiye kadar, bayağı ara olmuş demek ki, hava kararmak üzere farkındasın değil mi, niye çiçekciler mi kapanır, senin zevzek yanını seviyorum ben, çok da karizmatikim bence, öylesin tabii, gülmeeee..

biz bu kadar mutlu olalım tamam mı?
tamam..

20061210

f

orhan pamuk'un nobel kazanması akabinde bir kısım medya ve bir kısım arkadaşlarım komplo teorileri ile büyükbaş altında buzağı aramışlardı. lakin o arkadaşlar şu son 2 gün itibariyle bunun boru olmadığını, bizim için övünülecek birşey olduğunu farkettiler sanırsam ya da tipik balık hafızaları ile birlikte atıp tuttukları şeyleri unuttular. neyse bu onların sorunu.

dün türkçe olarak yaptığı konuşmasını okumayanlar var ise okumalarını, hatta en azından biraz birşey yazan herkesin kesinlikle okumasını şiddetle tavsiye ederim. babasını anlatışı, yazmanın ne demek olduğunu söyleyişi.. bazı şeyler kolay olmuyor demek ki kamuran..

sonradan farkettim ki bu oskar olayını çok lehime bir duruma çevirebilirim. şöyle ki: şubat ayında stockholm'e gideceğimdir, obarey, oralarda en meşhur olan şey ne artık: türk, peki ben neyim: türküm. nerenin kızları güzel: stockholm... ahahaha, çaktınız köfteyi.

- hi baby
- baby?
- I'm from turkey. orhan is a close friend of mine
- oh really
- oh yeah..
- he is magnificant
- you should know him, he really is.. do you want me to call him for you?
- can you do that? (kız heyecanlanır)
- uno momento please.. (ben sakinn...)

- abi sen orhansın, kızı vericem sana, ingilizce birşeyler saçmala, pamuk gibi adamsın sen, hadi yiğidom göreyim seni.. çok yazıyo bokunu da çıkarma ama, hadi aslanım.

ya kamuran irenç bir insanım gördüğün gibi, adeta günümüzün nuri alço'suyum, ama olsun, pişman değilim, zaten ben bunları anı olsun diye yaşıyorum.

20061209

f

sesi açıp öyle dinleyin. güneş batmadan önce yazın mojito içtiğinizi düşünün..


20061207

bu bir devrim mi?

evet, uzak diyarlara gittim ve döndüm, sevgi pıtırcığı irenç moda geçersek yazılarımla yeniden karşınızdayım, sizin de çok şeyinizdeydi çok afedersin lamia.

bu seferki otel golf olayıylan içiçeydi, hayvanlar gibi kocaman golf sahaları vardı, tabii küçükken golf sahalarında büyüdüğüm için bu duruma en çok ben sevindim, koyarım toplantısına hani benim topum hani benim sopam dedim, çıktım yeşil araziye. aynen böyle dedim ama pek takan olmadı. bu güzide spordan uzak kalmak değil ama o minik akülü arabaları (ki biz zenginler club car dermişiz onlara, siz fakirler anlayın diye yazdım) kullanamamak bana koydu. gerçi kısa mesafede abinin bizi biryerlere götürdü lakin kesmedi tabii..

para bok olduğu için dedim ki neden masaj yaptırmıyorum, eyvallah, gittik spa'ya, ablanın biri görevli falan, dedim kim yapar bu masaj olayını, erkek bozar bizi. abla da dedi ki: " aaa, siz ne garip şirketsiniz, herkes bunu soruyor". biz dedim homofobik bir şirketiz, bir sorun var mıydı, genel stratejimiz bu, keyfimizden değil. ahaha, güldü tabii salak kadın, neyse lamia, abla devam etti, bayan kalmadı erkek yapsa olur mu? işte o an hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti, düşündüm, ölçtüm biçtim, sonuçlarını hesapladım, tamam ulan dedim, hangi haydar gelecekse gelsin, yaptırıyorum.

bazı şeyler vizyon meselesi, çap meselesi; bana yakışan o an oydu lamia. ohh amca yaptı masajı, tabii erkek olunca geyiksiz duramadı, sen tam rahatlamışsın, salakçana konuşmaya başladı masaj boy: abi siz nerden geliyorsunuz, çok mu stres var sende bu kadar kulunç olmuş, sordukça sordu. baktım olacak gibi değil bu muhabbet beşiktaş ibne fenere kadar gider, kısa cevaplar verdim, sustu. ne yapayım ama yani..

masaj sırasında hep kırlar çimenler düşündüm, aklıma hiç kötü şeyler getirmedim :-)

nihayetinde bu bir devrim değildir, halen uzun saçlı esmer kızlardan hoşlanıyorum. onların benden hoşlanması için herşeyi yaparım, burnuma estetik yaptırıcam, benim patromun babası estetik cerrahmış, rica edicem artık..

ya lamia, işte bööle..

20061205

f

we live in a beautiful world
yeah, we do
yeah, we do
bu dünya çok karmaşık bir yer, hayatlarımızın onda biriyle anlayamadan gidecek olmamız kötü ama yine de güzel..
the smiths dinlemek kadar güzel..
"it is same old s.o.s. "
yanlışım varsa, morrisey baba düzeltsin.. benim uyumam lazım.

20061204

f

Sana umutlar bağlamıyorum. Senden çok birşey beklemiyorum bu sefer. Sana gül bahçesi de vaad etmiyorum, edemiyorum aslında. Şu kaybolmuş beni ne yapacaksın onu da bilemiyorum.

Benim son cümlem seninkiyle tam kafiye olur mu uyduruk bir şiirde, zaman gösterir. Bir sabah uyanınca, yanında ya da değil, sen gelir misin aklıma herşeyden önce, kim bilir? Gelirsen durur musun öylece biryere gitmeden, sen söyle.

Ama güzel şarkılarım var, dinlerken gülümseyeceğin şeyler yani, biliyorsun. bir sigara yakmak isteyebileceğin kadar güzel yani. yüzüme bakacaksın, yüzünde duracağım bir müddet, ikimizin yüzü bir resmin en mutlu yerinde belki,

bahar gelecek sonra, adaya gideceğiz, ikimizin de aklında başkalarından çalınmış hatıralar, unutacağız, bir balıkçıda rakı içerken unutacağız, sahilde yürürken vazgeçeceğiz herşeyden, elini tutacağım senin adet yerini bulsun diye, adet yerini bulacak, bırakacağım, seni sevmiyorum zannetmeyeceksin ya, seni bu yüzden seveceğim zaten.

Sen şimdi bu satırları sana yazılmamış gibi oku, aklının ucuna biraz acaba mı gelsin, bu birşeyi değiştirmez farkındayım, olsun, oldurmaya çalıştığım şeyin ne olduğunu azıcık görebilirsen olur zaten. Olmaz mı?

Sen karar ver, bana söyleyecek cesaretin olduğunda devamını anlatırım..

20061203

d

bu sigarayı bırakamıyorum, iradem yok, yahu benim neden iradem yok, aslında biraz sessizliğe ihtiyacım var.

yarın antalyaya gidiyorum, antalya sıcaktır şimdi, burası bile böyleyse antalyada denize gireriz biz.

sonra perşembe dönücem, oooh cumartesi konser var, nouvelle buraya yumruk havaya, juliet de çok güzelmiş ama ben hastaydım, gidemedim, geçti ama.

there is always one better.. bu salak yazıyı okumayı bırakıp bi on dakika şu sözü düşünün. on dakika çok, zeki insanlarsınız siz 4 dakika düşün yeter.

hugh grant kadar sempatikim.

20061201

f

benim çocukluğumun üçte biri süper baba demek. cuma akşamlarını, geç saate kadar oturabileceğim için beklediğim kadar fiko ve ailesinin maceralarını izlemek için de iple çekerdim. o akşam gelen misafirler eğer diziyi izlemeyip kafa ütüleyeceklerse taramalı tüfek bulup neler yapabileceğimi düşünürdüm. baktım ki tara tara ölmüyorlar, ben de tv'nin hemen yanındaki yere daha onlar gelmeden oturur, yerimi kimselere kaptırmayıp sesi de açardım.

bu hikaye böyle uzar gider, üç sayfa yazabilirim konu hakkında lakin bu akşam julia ile bir dizinin içinde fiko'nun son sevgilisi genç kız vardı hatırlarsanız, işte onu görünce ve yahu bayağı yaşlanmış diye konuşunca farkettim ki üzerinden 11 sene geçmiş. tabii o 11 sene yalnızca o arkadaş için değil, bizim içinde akmış gitmiş. vay be, ulan cidden yaşlanıyoruz, nerdeyse 11 sene önce 11 yaşımdaydım ben, şimdi tarihimiz olmuş. papa bizi okula gönder..

bu işkolik mevzusunun özünü de anladım. yaklaşık bir haftadır eşşek gibin çalışıyorum çok afedersiniz. bu akşam 6'da işten çıkınca eve geldim, sonra salak salak uyudum, uyandım, nasıl bir boşluk.. ne yapıcam lan ben şimdi diye düşündüm, cidden düşündüm, içim sıkıldı. gazete falan okudum, kitap okudum biraz, açmadı. hani benim excelim, hani benim powerpointim dedim kendi kendime. bi siktir git dedim sonra da, normale döndüm.

başka türlü birşey istiyoruz da istemek yetiyor mu be gabriel.. istemenin yettiği yer yapsın japonlar..

hiç yazasım yok, farkedildiği üzere..

" i dont mind if you dont mind.." the killers - read my mind.. dinleyin

20061128

f

çok yorgunum, hastayım, çok işim var, meşgulüm, başımı kaşıyacak vaktim yok, hayatım boyunca tarağım da olmadı, köpeğim olsun isterdim ama bakamam, dağınıkım, çok yetenekli ya da çok güzel doğmak isterdim, onu da beceremedim, uykum gelince yatağa gidip divanda sürünmeyecek kadar iradem olsaydı bari, bir kerecik gitar çalmadım, prensip denilen şey bana ters gelmiştir hep, gelmeseydi keşke, çok neşeli insanlara karşı eğer benim moralim kötüyse uyuzumdur, ses tonu çirkin olan bir kızın güzel olma şansı yoktur diye düşünürüm, düet yapacağımızdan değil ama öyle işte, 3 senedir şehirlerarası otobüse binmedim, mevsimler arasında seçici değilim, eylüle biraz torpil, bazen tv'nin sesi beynimi tırmalıyor, bazen sessizlik en güzeli, on dakikalığına salya sümük nezle olup sonra birşey olmamış gibi yapabilen bir bünyem var, bir kere iq'mu ölçmüştüm çok çıkmıştı çok sevinmiştim, sigara içmemek istiyorum, geleceğe dair bok gibi planlarım var, bizim evdeki sehpa koltuğun altına girebiliyor, çok faydalı birşey bu.

alakasızım, ne vardı?

f

every
love
is
a
trade-off


what would you pay for me_?

20061126

f

aslında herşey cuma günü öğleden sonra sesimin eşcinsellere özgürlük diye bağıran insanlar gibi çıkmasıyla başladı, 25 senedir hasta olurum ama sesime vurduğuna ilk defa şahit olmaktayım. iradesiz bir insan olarak susmam gerekirken daha fazla konuşmaya devam ettim, iyi de bok yedim. akşam fasıla gittik, benim sesler de gitti iyice. yahu ne zor birşeymiş masadaki herkes eğlencenin ve rast makamının doruklarındayken sessizce durmak. buzlu rakıları da içtim oh misler gibi, sen sağ, ben selami sonra. en son masaya gelen garsona hebebe derken hatırlıyorum kendimi.

cumartesi öğlen hasta bilaç uyandım ama dedim ki yatarsan kalkamazsın. bu da annemizden kalma bir prensip, mikrop bünyeye girdi mi hattı müdafa yoktur sath-ı müdafa vardır nidalarıyla direniyoruz.

aldım gazeteleri, bebek kahveye gittim, kafa bi milyon, sesin üçte birini kurtardık yine de, en azından derdimi anlatabiliyorum. güzel bir masa buldum, rahat pufuduk içeride sıcak. tam açtım gazeteyi okuyacağım, kalabalık bir grup geldi, oturduğum masada tam o kadar kişilik ama. beyefendi kimliğim ve cılız sesimle dedim ki siz böyle geçin, ben yandaki iki kişilik yere sığar taşarım. içlerinden bir kadıncağız sevindi, hatta öyle çok sevindi ki: "ay çok sağolun, çok naziksiniz, ben de size özel kekimizden vereyim". ay ay, biz zaten dayıyoruz vücuda ıhlamur, nane limon, çay yanında birşey yiyelim.




bir ara yanıma baskete meraklı arkadaşım geldi gitti, bi on dakika hava, su, doğalgaz konuştuk, ben ilk gazetenin sonuna gelmeden, ikinci gazeteye başlamadan tam önce. akabinde yan masaya iki tane kadın oturdu, şu resimde gördüğünüz benimkisinin tam sağına. ama kadınlardan birisi böyle 50 yaşlarında falan, estetik operasyondan yıkılıyor, gözler de atmıyorum lacivert, oha yani.

mutlu bir çift vardı bir de, onlar dikkatimi çekti. kıskandım üç-beş saniye, sessiz tabii, dedim ya seslerim kısık hala.

sonrasında başka bir arkadaşımız geldi masaya, dedi ki sus konuşma gazete okumaya devam, iyi güzel, içimiz dışımız gazete oldu ama yapacak birşey yok. bir ara yan masadan "islamda et yiyen hayvanlar yenmez diye bir kural vardır, mesela biz aslan ve ayı yiyemeyiz" diye bir cümle duyunca ister istemez ikimiz de kafayı çevirerek bu şok edici açıklamanın sahibine baktık, hayır kasaplar aslan satmaya başladı da bizim haberimiz mi yok. abla öyle bir anlatıyor ki sanırsınız buradan çıkıp parti kuracaklar, diğerleri de salak salak dinliyor. fısıldayarak bunlar örgüt ya da spirütüel kişilikler olabilir dedim, güldük, gazete okumaya devam.

inönü stadını bilenler için söylüyorum, bebek kahvenin karşısında bir cami vardır, hatta sosyolist varsa aranızda zenginlerin cenazesi ordan kalkar diye araya girebilir, çok da haksız sayılmaz. biz ıhlamur çay devam ediyoruz lakin bir yandan da caminin avlusundaki kalabalık ve çelenklere de bakıyorum. biraz zaman sonra namazı mütabiken cenaze arabaya yüklenmek üzere dışarı çıkarıldı ve kahvenin garsonlarından biri - herkes ayağa kalkabilir mi dedi. bir müddet şaşkınlık yaşasak da sonradan öğrendik ki bu kahvenin adetiymiş, iyi de bir adet aslına bakarsan, adam ölmüş yani daha ne yapsın, bir saniye kıçını kaldır da sessiz dur. o sessizlik çözülüp yerimize oturduğumuzda yandaki ajda teyze kendisinden beklenmeyecek şekilde bir cümle sarfetti: " işte bu kadar; hikayenin sonu.. "

aslan, kaplan hızını alamayan abla da başladı anlatmaya: 10. yıl marşını sevmiyorum, ayağa kalkmak gereksiz, çocukken saygı duruşunda panik atak geçirirdim, insanların böyle şeylere zorlanması saçma, bıt bıt bıt anlatıyor, biz de dinliyoruz nereye bağlayacak diye, kadın saçmaladıkça saçmaladı, kafa sikti desem bu yazının ritmini bozar mıyım jülide, bence de bozulmaz. neyseki diğer beklediklerimiz de geldi de daha köşedeki huzur dolu yerimize geçtik.

bi tane de balon vardı dışarıdaki masaların birinde sandalyeye asılmış. tüm gün boyunca öylece durdu, rüzgar soğuk dinlemedi, pencereden gördüm ama kimseye birşey söylemedim, dedim ya sesim kısıktı.


f

çozuttunuz
artık
iyice


.bu hiç iyiye işaret değil.


theLouis

20061123

f

Bu öylesine bir yazı, hatta neşeli olması için yazılmış kelimeler topluluğu, ben de başkanlarıyım, parti kuruyoruz, neşeli bağımsız kelimeler birliği, haftaya çok komik bir olağan kurul toplantımız var, uzak ülkelerden ingilizce kelimeler de çağırdık, funny, sözlük bile davet ettik, gelip bize bazılarımızın hayatlarının anlamını açıklayacak, sponsorumuz bile hazır, türk dil kurumu, anlayacağınız bu sayfa benim ve değerli mesai arkadaşlarım olan alakasız kelimelerin sıradan bir buluşması, o yüzden fazla birşey beklemeyin, bekleseniz de biz gelmeyeceğiz, koskoca bir partiyiz biz, siz bize gelin..

Bu akşamına bir yazı, hatta sabahına unutulacak kadar sıradan, biz de tahtadan yapılmış pinokyolarız, yalanlarımız masum, niyetimiz iyi, küçük bir kasabanın yangından korkan sakinleriyiz, sigarayı bıraktık ateşle oyun olmaz diye, birgün bir kız geldi kasabaya hepimiz aşık olduk, gitti, yalnızlığın tahta neferleriyiz biz, kesseler acımaz acılarımızı, bir masalın içinde yaşadığımızı unutup oyalanacak birşeyler buluruz kendimize, çocuklar halimize güler, biz de resimli bir kitabın arasından seyrederiz. gepotto usta öldü, söylemeyiz.

Bu yarım yamalak bir yazı, hatta bitmemesi için elimizden geleni yapacağız, biz verdana karakteriyiz, arial’dan daha farklı, tahoma’ya düşman, times new roman eski dostumuz. Cebinde sözcükler olan kimseleri destekliyoruz word müsabakalarında, mühim olan estetik diyoruz kendimizi tanıtırken, bold olunca yakışıklı oluveriyoruz birden, italik dediğin pizza kulesi ve nereye align edersen et sana meyilli duruyoruz, sağ, sol, orta, gol, sen.

Biz, pinokyanın verdana ile söylediği yalan kelimeler isek söylesenize ne zaman gidiyoruz?

20061122

f

ya ben bu kızın resmini bloguma koymuşum, geçen gün neler yazmışım die bakarken farkettim ama bu kız kim bilemedim, hayır bilsem ellerimde çicekler evlen benimle diye kapısına gidicem ama yok işte.

bi bilen bi duyan bi yardım edin ya, bi kere bi işe yarayın, aç oku, aç oku nereye kadar. en bi süper kız bu vallahi, bulmama yardım eden altın bulsun veyahut ben vereyim..

- çok güzel lan de mi haydar?
- öyle de, bu kız niye çıksın senle
- çıkmak ya da çıkmamak bütün mesele bu mu beyinsiz ?
- beyinsizler siksin seni
- ben en azından senin kadar kaba değilim
- ya bi sus ya
- hakkatten çıkmaz mı öyle mi diyorsun?
- yok abi, senle işi olmaz açık konuşuyorum
- yapma be
- üzülme şefim sana kız mı yok
- moralim bozuldu bak şimdi
- bi koyim geçsin
- ya vallahi hayvansın sen
- ahahha

f-s-s

mesela seni sevmek istemezdim, bunu da yaptığım oldu, biliyorsun, bilmezden gelmenin güzel üçgeninde dik açılarda olduk seninle. senle ben olmazdık, olamazdık, olamamalıydık zaten, zaten öyle de oldu.

seni düşünüp yarım kaldığım vakitler de oldu, biliyorsun, beni birazcık sev diye senin tribünlerine oynadığım zamanları da unutmamak lazım, sen çok şey bilen adamları severdin çünkü ya da öyle anlamıştım ben ve bunu sana anlatmaya çalışırken senin sevebileceğin kendimden farketmeden kaçıyordum, yakalamak için uğraşmadın.

başından sonuna kırık bir hikayeydi bizimkisi, uzakta olduğun bir şehri sevmek gibi birşey, yakınına gidince kaçmak istediğin bir yer gibi, kendimizi kahramanların yerine koyamadığımız iyi bir hikaye belki, belki okumak istemedik, okursak başka şeyler düşünürüz diye korktuk uyumadan önceleri, birbirimizin yanında uyanmaktan korktuk belki..

kaç sayfa yazabilirim böyle biliyorsun, uzatmanın manası yok, bırak böyle yarım kalsın, yarım kalmadık mı biz?

oysa şimdi sen bu siyah satırların yarısını kızarak yarısını da niye yazdığımı anlamaya çalışarak okuyorsun, öyle oku zaten.

lakin sadece sana neden artık bu kadar çok güldüğünü ya da neden işlerin daha düzgün gittiğini soranlara söylemeyeceğin basit bir sebebin olabilmek isterdim.

seni sevmek değil, beni sevmen değil, sadece bu.

olmadı..

20061120

f

birinin benle röportaj yapması için 10YTL ya da 250 kontör verebilirim, çok özeniyorum, bi yerim şişecek. msn'den yapıcaz, sonra yayınlıcam ben onu. haydi genç orhana destek verin, türkiye ileri gitsin, bu ülkeye ikinci oskar yakışır.

işte küçük orhanın son bombası şu linkte.. okuyun, lan bi kerecik okuyun be, gözünüze mi yapışacak.

ama karar verdim, bundan sonraki hayatıma ağır abi olarak bir dizide devam etmek istiyorum. duygusal konularda hata yapmamaya çalışacağım. seninle hesaplaşacağız kahpe felek ve intikamımı, bütün kinimi kusacağım.

sulu bir insanım demek ki böyle bi hikaye yaz sonra şu yukarıdaki geyiği yap, yaptıranlar utansın simoviç.. boku da attık hadi bakalım..

20061119

pazar gecesi, öyle oturmuşuz evde, maça gitmişiz geri gelmişiz, saçma bir surat asıklığı yüzümde, sigara içmeyeceğim deyip 2.'yi yakmak için paketi arıyorum ve tam bu sırada basement jaxx hayranı olmaya başlıyorum - take me back to your house.. bulun dinleyin bak hayat tam süper olacak. ayrıca aile saadetinin dibine vurmak üzereyiz, evimizde kamp kuran annem hain bir evlat olduğumu farketmemi sağladı, komfor alanımın (bu ne biçim bir isim/kavram süleyman?) birazcık zorlanması, mesela ışıkların açılması mesela yerli diziler mesela sorular sorulmak falan, bunlar bize göre değilmiş artıkın bu yaştan sonra, onu anladık, bir yandan da kendime kızıyorum tabii, kadıncağız eskilerin deyimiyle kıçıma kazık batırmıyor ya, bir hafta kalıp gidecek, işte bööle bir durum..

bu haftasonu içtim ben yine ama içmek derken öyle az buz değil, bokunu çıkarana kadar, devletimizin her köşebaşına bir polis dikmesi aklımızı başımıza getirdi de arabayı bırakır olduk, o da irenç bir durum, sabah kalkıyorsun gidip arabayı almak lazım, parktaki abi yüzüne salak salak bakar, hala ayılmamışsın zaten, ağzına içmek denilen kavramı götümüzden anladık abicim, durum bu. nasıl bir yazarsam artık götler, kıçlar falan terbiyesizlik diz boyu..

oysa hep sıradan insanların çok süper hikayeleri olduğunu düşünürüm, sana anlatmayacak kadar iyi, masalları kıskandıracak kadar kahraman, mutlu bir sonu hakedecek kadar masum. yanından geçtiğim amcanın ufak bir şarküterisi olduğunu düşünürüm önce sonra müdavim müşterilerini gülerek karşıladığını, şehir dışında okuyan bir kızı olduğunu, oğlunu yeni evlendirdiğini ve tüm bunları anlatırken çok şükür diyeceğini falan. bu akşam neredeyse kafa kafaya girip muhteşem bir kazaya benim yüzümden imza atacak ablanın ertesi sabah bu vaka-yı umumiyi unutup işe gitmek için hızlıca makyaj yapacağı aklıma gelir. lakin sevgilisinden yeni ayrıldığı için biraz dalgın olduğunu düşünmem, beyaz arabasıyla önümden geçer, aklıma girip çıkar, kapıyı kapatıp gider.

bugünlük böyle olsun, rıza silahlıpoda diye bir amca vardı, hey gidin günler heyterebeah..

20061118

f

cumartesi öğleden sonraları ile cuma akşamüstleri arasında bir tercih yapmak gerekirse ikisi de benim çocuğum, ayırt edemem.

güzel bir şarkı dinlemekle yani defalarca dinlemek isteyeceğin bir şarkıyı ilk defa dinlemekle iyi bir cümle okumak, vallahi bilemedim bak şimdi, seyirciye soralım ya da kutumu açın.

çok ama çok güzel bir kızla yemek yemek mi ama manken gibi falan birşey yoksa acayip derin muhabbetler yapabileceğim biriylen 2 saat kafa patlatmak mı, arada derede kalırım, paçalarım ıslanır..

sigarasızlıktan kıvranırken bi tanecik bulmak mı yoksa kredi kartımın ekstresinin beklediğimin 70%'i gelmesi mi, ankaradan hasan abiyi arayarak hakkımı kullanmak istiyorum.

90. dakikada atılmış bir gol mü, fergie'yi sahnede canlı izlemek mi, sabah istediğin saatte uyanmak mı, birine arabaylan yol verince el kaldırıp thank you demesi mi, iş dünyasında alınmış ufak bir zafer mi, çok iyi bir tasarıma bak mı, yabancı bir ülkenin sokaklarında kaybolmak mı, uzun zamandır görmediğin bir arkadaşının gelmesini beklemek mi, divanda haberleri izlerken uyuyakalmak mı, babamın eşşek kadar olmama rağmen tüm borçlarımı kapatması mı, makineden çıkmış çamaşırların kokusu mu, ufak bir hediye almak mı..

hayat güzel demek ki.. anafikri ne diye soran olursa bu yazının, edebiyat hocanıza sevgilerimle.. ki ben kompozisyonda hep 22 alırdım 30 üstünden..

20061117

f

sarı saçlı kızlar hakkında güzel bir yazı bulmuştum bir aralar gazetenin birinde, diyordu ki; türk erkeğinin krosu sarı saçlı kızları sever ama gönlünde esmer yatar..

pek mantıklı gelmişti bana, çünkü her ne kadar romantik ibnetorlar olsak da yani en azından bööle basit cümleleri inkar eden karizmatikler olsak da her erkeğin aklının ucunda ucuz bir hatunu götürüvermek yatar. dev açıklama; sarı saçlı kızlar ucuzdur ve götürülmelidir.. yok artık lebron sami.. bööle demiyoruz tabii ki amma velakin.. bu nasıl bir enflasyondur, türkiyem çift haneden tek haneye insin bu enflasyon mevzunda oysam sarı saçlı kızlar logaratmik bir şekilde artsın. what happened julio cesar??

şimdi bu televolizyen kültür şööle buyurur: eğer tikysen, güzelsen ee ne die saçların sarı değil hani normal sarıyı da geçtim ööle saçma bi sarıya boyatmıyorsun, bunu duyan yurdumun bi boka benzemeye çalışan kızları kuaförlere saldırır ve haykırırlar, biz de varız.

varsınız yavrum merak etmeyin; üç kuruş paralı bir yere gidince sizleri gözlerimiz farketmekte, belinizden düşen kotlar, içinizi götünüzü başınızı gösteren giydiğiniz bazen giymeyi unuttuğunuz şeyler fikrimizi lan noluyo die sorgulamakta, esef içinde size bakmaktayız, kurmaktayız..

lakin sarışın dediğin iskandinav ülkelerinin 30.000 $ yıllık gelirle yaşayan kızlarına denirdi bizim zamanımızda ve her türlü ekonomilerine gıpta ile bakardık, helal olsun işte medeniyet die, budur yani, bu mudur, bu dur gabriel, rabbim yapmış olmuş.

şimdi siz bütün bu bilineni tersyüz edip param var neden harcamıyorum ya da paran var ben de ne inciler var neden harcamıyoruz die soruyorsunuz, fakat bu soru üstünüzde o kadar emanet o kadar yabancı..

bize bunlarla gelmeyin, o yollardan geçtik biz geri dönüyoruz..

"did i disappoint you? or leave a bad taste in your mouth? " mesela bir şarkı bööle söyler, örnek yani..

20061115

f

bazen hiçbirşey düşünesim, hiçbir satır yazasım, sana hiç umudum, hiçbirşeye inancım, hiçbir sigaraya kibritim olmuyor.

o vakit sabit bir makaranın ucunda öylece asılı kalıyorum, ki bilirsin hareketli makaralarda f/2 kuralı geçerlidir, f'i ikiye bölersin yarısı evde dinlenmeye çekilir, kafasını dinler, geri kalan yarısıyla da marketten fındık fıstık alıp bankın birine gider oturursun.

ve sen tam öylece oturmuşken, hava da güzel olsun diyelim ki 78 fahrenheit, önünden x'ten y'ye giden bir deniz geçer, gemilere şehirler koymuşlardır, balıklar eskileri taşır, balıkçılar üşür birazcık, iç güveysinden hallice bir alacakaranlık gelir yanına oturur, tanışıyor muyuz, çok yakından..

lakin moleküllerine kadar acıyacak yaşı geride bırakmışsındır ne yazık ki; birisini bu kadar sevmek artık zahmetli bir uğraş. günümüzde herşeyin kocaman atomlardan oluşur ve kararlı yapı olarak hepsi senin en değerli eserlerin, hepsi senin çocukların, birbirinden ayırman tıbben mümkün değil. o herşeyin fazlasını kaybetme ihtimaline karşı o herşeyin fazla kısmı sigortalı ayrıca, aman sakın dur, kırılırsa hepimiz yanarız.

bizim suçumuz birini bu kadar sevememek değil, kaza sonrası gelecek amcayı kandıramamak..

f


antalya çok keyifliydi.. resmi tıklayıp büyütüp de bakınca daha çok anlayacaksınız.. fakat ince bir ayrıntı var, onu anlayanları bir kere daha öpücem..

20061111

şimdi ben bir eskişehirin bir otel odasındayım, saat 2:23 ve size bu saatte bu şehirde saçma sapan şeyler yazma hakkına sahibim.

aslında niyetim çılgın eskişehir gecelerinden haberler vermekti. ama bunu sonra yapacağım, çok da umrunuzdaydı tabi, ama yapacağım ben, çok da umurunuzda olmaması çok da umrumdaydı.

şimdi bu eskişehire gelirken hızlı feribot denilen nesnedeyiz, gidiyoruz, orada bahriyeli elbisesi giydirilmiş garson kızlar var, nazikçe çay-kahve-portakal suyu diye soruyorlar, ööle arada geziyorlar, durum bu yani. şimdi bu iki tanesine çok rastladım, asık suratlarıyla insanı dövecek gibi ya da al da kurtulalım der gibi gezerler ortada ama bu seferkiler farklıydı, sanki eğleniyor gibiydiler, mutluydular yani, bariz.. kıskandım, bi müddet izledim, gülümsedim, dedim ne güzel, ne kadar tatlılar. insanın bööle abuk bir işi bile severek yapması ne datlı birşey dedim kendi kendime, sonra feribot yanaştı.

bu kaldığım otelde yemek yiyoruz, bi garson kız da orda var, ama görmeniz lazım, dersiniz ki silenzio sen bu kızla evlen, hatta siz kızların deyimiyle birbirinize yakışıyorsunuz bile dersiniz, ööle hoş bir kız yani, baktım, biraz daha baktım, onun o garson kıyafetleri içindeki şeker haline baktım, yüzündeki sessiz ifadeye baktım, çaktırmadım ama, takım elbiseli kendi halime baktım sonra, sonra birşey olmadı, ne olacaktı ki, ayrı dünyaların insanlarıyız daniel, yazık ki bööle bir gerçek var, yazık değil mi? sakın bana bunlar saçma die bir edebiyat yapmayın, itinayla yediririm.

bir de kazı-kazancı amca var, oturuyoruz cafenin birinde, eskişehirde yine, neyse amcanın birinin elinde kazı kazanlar, ki ben görünce dayanamam, kazırım yani. bu olay piyango ya da bahisten farklıdır çünkü on saniye bile sürmeden sonucu alırsın. amca bi on tane ver, verdi, orta yaşlarında belli ki biraz yorgun, kafasında şapka, üstünde kalın parke gibi birşey. kazıdık, çıkmadı, yanımdaki arkadaş ki bana silenzio bey der işsel durumlardan, neyse soru sorası tuttu, ya dayı dedi ben senin yerine olsam dayanamam kazırım hepsini, dayı güldü, ama bööle hafifçe güldü, denedim tabii dedi, hepsini kazıdım birkaç akşam, biraz birşeyler tutturduk ama tutturamazsak bize patlıyor dedi yüzümüze bakmadan. sonra amcaya baktım, birşey söylemeden, insanlar hep aynı ama biçilen roller adaletsiz bir yönetmenin elinde, amca gitti sonra.

şu ki insanlar garip, insanlar birbirine benziyor aslında, zengin fakir zeki aptal güzel çirkin iyi kötü, we are not i am not you are not fucking special..

chivas regal üzerine içki, ekrem abi üzerine berber yok, sizde daha ötesi var mı?

yok bazen ii şeylerin cevabı da olabilir, hep olsa keşke.
neyse..

20061107

f

ulan blog yazdım, bitti, mallığıma geldi, restart ettik yanlışlıkla, bok oldu.

bu dünya bööle işte.

hayır ben de eşşeklik, neden arsenal'e oynuyorsun ki, yavşak takım ya..

20061105

çocukluğumuzun rotrink'leri. bir iddia bayisinin camında, alakasız, öylesine bir zamanda asılı kalmış, ödevlerini bitirmiş belli ki, şiir yazmaya yeni başlamış orta2 öğrencisi, sen ortala ben vurayım örtmenim, artık gol olsun..


nedense kendimi bu resimdeki adam yaptım görünce. biz seninle dans ediyoruz ve bu yağmurda ne yaptığımızı anlamaya çalışan hizmetlilerimiz de şaşkınca bakıyorlar, senin üzerinde kırmızı bir elbise var, kulaklarımızda iyi bir şarkı. biraz burjuvayız ama seviyoruz insanları, radife hanım yani şu önlüklü kadın biliyor bunu, o yüzden gülümseyerek tutuyor şemsiyeyi. mutluyuz, fazlası kuşların olsun.
metalci gençler gibi, sanki esrarkeş ve birşey düşünür gibi, siyahlar bürünmüş silenzio.. bi bok varmış gibi.. olsun..

20061104

f

haftanın şarkısı:

phonenix - if i ever feel better

"they say an end can be a start
feels like i've been buried yet i'm still alive
it's like a bad day that never ends
i feel the chaos around me
a thing i don't try to deny"

20061102

f

çok süper bişey yazacaktım, sonra dedim ki lan ne yazıcam, git yat uyu, lakin uyumak bize ters yataktan kalkmak daha bi ters, esas çelişki de burda başlıyor marie claire, ama yapacak birşey yok, oha herif nasıl vuruyor kadına televizyonda, ayıp lan. neyse, süperman ölmesin lütfeen, süpermanler ölmesin, bi süperman dediğin kolay mı yetişiyor ??

bizim hayatımız maradona, vallahi kolay deil, zor da değil aslında, yuvarlanıp gidiyoruz. bu gece alakasız birisi dedi ki mutlu musun, ehh işte dedim, ne deseydim yani.. yüce rabbim belanı versin arsenal, bir gol atamadın be, bahisi yatırdın eline ne geçti yavşak takım, biz bahis oynamasak 4 çekerdin değil mi, terbiyesiz herifler, bi daha sizle işim olmaz.

aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadıııııın... ne güzel şarkı yahu.. en güzel günlerini demek bensiz yaşadın.... ne söz be, otur ağla..

sözde güzel blog yazacaktık, saçmaladık, arsenal yüzünden, şerefsizler yaa

20061101

f

  • toplantı yapmaktan dağıldım.

  • süper şarkıları birleştirip "good music for nice people" die cd'ler yapıp dağıtıyorum. playlist isteyen varsa mail atsın şu sağ taraftakine, ilk iki cd'nin playlistlerini göndereyim. amme hizmeti.

  • hayatım boyunca hüseyin die arkadaşım olmadı ama göbek adım. bu konuda yardımcı olabilecek var mı?

  • bu kızla konuşurken çok eğleniyorum, o süper bir insan, ama bu değil, vallahi değil.

20061031

f

boş
luk

20061030

f

" such a perfect day, I am glad I spent it with you "

böyle bir cümleyi, böyle birine söylemeyi, böyle bir zamanda, böyle ehh işte giderken işler, böyle gülümseyerek, böyle sabah uyanınca aklıma ilk gelen şey yaparak, böyle yeniden gülümseyerek sonra, böyle demeyeli yani..

takvim Siyah, takvimlere bakmayalım bir daha..

böyle işte..

20061029

f

Survivor diye birşey var; şimdi aslına bakarsanız bu mevzu cbs denilen meşhur amerikanya tv’lerinde gösterilen ve doğa şartlarında aman efendim kim ayakta kalacak kim delikanlı falan kapışılan bir yarışma proğramı, benzeri de ismini hatırlamasam bile showteve ekranlarından sizlerle buluştu, hastası oldu bazı hayvanlar.

Neyse acun arkadaşımız hakkatten zevkle ve hayretle izlediğimiz yurtdışı işlerinden sonra dedi ki böyle olmayacak, insanlar baydı, koyayım venezüellasına ben geri dönüyorum, o vakit fear factor yanında başka birşey yapayım dedi veeee işte karşınızda birbirine zeytin dalı uzatmak yerine kapışacak türk ve yunanlar, nerdeee peki: survivorda, oh yeah..

Tabii, hiç birbirimizi yemeyelim, yunan ve türk çekişmesi her zaman on numara bir reyting unsurudur, türkler yunanlara kafa atmalıdır, yunanlar da türklere. İzlediğim 20 dakikasında (hep cnbce izlediğim için izlemiyorum tabe der gibi oldu) acayip gaz bir durum söz konusu. Şimdi türkler yeniyor mesela, amca var bi tane klasik; yaşlı kadayıf olmuş ama hala kendini rambo zannediyor, bizim kadayıf hemen bööle kızgın kızgın diyor ki “ bu bizans oyunlarını çok gördük” vay babam vay, yüzyılların intikamı alınıyor, ööle bööle değil. sonra bu salaklar yenince yani türk salaklardan bahsediyorum hemen başlıyor onuncu yıl marşı söylenmeye, ulan noluyo, naptınız, altı üstü zıplayıp hoplayıp bir boktan şeyde geçtiniz elin gavurunu (ben bile gaza geldim, yunanlara ölüüüm; gavur falan, oha be) , Akabinde lay lay lallalaalaa haaaaa türkiye die bağırıyorlar, oradaki haaaaa türkiye en süper kısımdır zaten, bilen bilir, haaa ne ya, ha nee..

Amaaaa şimdi bu yunanların nadya diye bir yarışmacısı var, aman aman, o ne, ne yaptın be rabbim, yemin ediyorum tüm türk milleti o kıza kurban olsun, umrum olmaz,

Bir türk dünyaya bedel midir, ama 1.000.000 türk krosu bir nadya’ya bedel midir?

Hasan topla oğlum tezgahı, gidiyoruz..

20061026

f-8

Öte yandan güzel hayallerimiz de vardı, ötesi berisinde aslında iyi niyetli ve namuslu orospular sayılabilirdi kalplerimiz; sevmesini iyi bilen ama sevemeyen eğri büğrü kahramanlarıydık masallara özenen hikaye kitaplarının. küçük işlerin büyük adamı olmaya çalıştık bir ara, beceremedik, üstümüzde güzel durmadı, hep umut ettik ama, umudumuzu kaybetmedik yani, kaybetmedik değil mi Louis, son sigaralar yanarken iyi şarkılar dinledik, bunu iyi yaptık bak, hınzırca gülümsedik onca şeyin arasında, uzaktan bakan birisi için güzel manzaralar verip aniden kalkmaya çalıştık masadan, yapamadık. Yine de elimizde kalanlara tutunmasını iyi bildik biz, o iyi şarkıları dinlerken tüm fotoğraflarda yakışıklıca kaybetmeyi öğrendik, bunu becerebildik en azından.

Oysa hayat böyle şeyleri sevmez, bu kadar çakılsın istemez gizli saklı şeylerden, yedirir adama, al der, bak bu farkettiğinin karesi, bunun karekökünü alabilirim zannediyorsun ama al sana üçün biri.

Bir de sen varsın, annemin kristalleri içinde bir bardak chivas regal, dünyada daha manalı birşey aramak için saat çok geç, iki, buçuk, üç. Kelime oyunlarını kazanacak yaşı geride bıraktık ayrıca, kendimize söyleyemediğimiz cephelerden ağır yenilgiler, sen mesela, paragrafın başıyla aynı sen, aklımın ortasından her seferinde o küçük elini güle güle der gibi sallayarak geçerken, o çocuksu halin, birkaç kelimen “böyle yapma, yoksa seni unutamam” , yanında uyandığım sabahlar, hepsi dağınık. Kapanmış bir defterin son satırlarında kara kalemle yazılmış, sana sarılıp uyumayı özlüyorum ve bunu o kadar çok özlüyorum ki, sana söyleyemeyecek kadar masum, artık senden birşey isteyemeyecek kadar mahçup.

Bizim bir evimiz olacak halbuki, başka bir senle. etraftaki kime sorsan bilecek uzaktaki ev deyince, iki katlı, bahçesinde tahta bir masa, belki bir salıncak, neden olmasın, olsun, birkaç ağaç da olsun ayrıca, kocaman, gölgesinde uyunabilecek kadar kocaman yani, akşamüstü olsun sonra, saat 6 gibi, sıcak bir ağustos kendinden vazgeçerken susup susup oturalım seninle.

Daha fazla yazmayacağım,
Lanet olsun..

20061025

f

uzun zaman sonra yeniden hikaye yazdım.

bu da linki,

adam gibi yorumlar more than welcome. gelin geleceğin orhan pamuğunu hep birlikte yaratalım, ahahahha...

20061022

len

istanbuldan gelince biraz balıktan çıkmış su gibin oldum. bi bok yapmadım, piley istasyon oynadım, internet de yok evde bulütuttan bağlandım, yavaştı tabe. şimdi bir internet kafede birbirinden elit çocuklarla birlikte gazetelerimizi okuduk, internete giriyoruz, saçma sapan oyunlara üç kuruş paramızı verelim dedim çocuklara, kabul etmediler.

burda kro ama güzel kızlar var, birgün kro olursam bu güzel kızlardan birisiylen evleneceğim. olmazsam daha süper bir insan bulup onunla evleneceğim.

30 günün 24ünde alkol almış birisine bayram nedir be yavrum?

neyse bööle işte. beşiktaş gol atınca ööle bir bağırdımki kasada duran kadınlar korktu. bu da bir ayılık mıdır sanırım.

hee, aslına bakarsanız yapmam gerekn bir sürü iş var para kazandığım işle alakalı. ama bu şehirde zaman o kadar dağınık akıyor ki bööle toparlanıp birşey yapmadan gelebilirim o zaman da tutabilirim. hayırlısı..

20061020

f

bugün bok gibi bir eğitimde bok gibi bir gün geçirdim.
beşiktaşım, karakartalım, çatalçingenem de yenildi.
giderek genç kız günlüğü yazıyorum, onun da farkındayım, düzelticez.
ama komik de olmuş, baktım yani sööle bir, kendin çal, kendin oyna jonathan, boşverelim bunları, dansöz tutalım.

şu tatil gelsin, hani nerde tatil, tatiiiiiil, gel oğlum amcana.

20061019

another

bugün beşiktaştan arabaylan ralli şeklinde ilerlerken motorcu bir abi ile karşılaştık, yolumu kesti falan yanlışlıkla, ilerleyemedim, deli oldum.

sonra abi beni kırmızı ışıklarda yakaladı, bekliyorsunuz ki kütepata girdi, girmedi hayvanlar, dayak falan yemedim. neyse abi durdu ama belli ki işe giden bir beyefendi insan 35lerinde. açtım camı..

abi dedi ki senin amına korum hayvanın evladı, demedi tabii, nerenizle okuyorsunuz adam beyefendi dedik, hemen kabalaşacaksınız, hemen..

"kaç saniye kazanacaksın böyle gidince".. dedi ve böyle yüzünde geyiğine değil de cidden söylediğini belli eden süper bir ifade vardı.

indim arabadan, elimde levye, senin dedim o motoru götüne sokarım, ohaaaa, gerçekten ohaaaa, lan ben o kadar hayvan mıyım, der miyim ööle birşey, benden bunu mu bekliyorsunuz, küfür bile etmem ben, demedim tabii..

haklı olduğunu farkedip ben de şöyle bir baktım amcaya. yolumuza devam ettik.

bunları biriktircem tayfun taliboğlu amca yapıcam kendimden 4 kupona.

ayrıca yalnızca güzel kızlar güzel müzikler dinler.

20061017

a fine day

aslında herşey gecenin bir vakti küt pat sesleri ile uykumdan aha hırsız geldi nerde benim beyzbol sopam diye kalkmamla başladı. bir müddet kendime gelemedim, yorganın altından kafamı çıkardım, etrafa bakındım, yastığın soğuk kısmını ters yüz ettim, rüyada kaldığım helecanlı yeri düşündüm, birazcık daha sesleri dinledim, baktım gelen giden yok, uyuyim dedim yeniden, uyudum, mışıl mışıl.

akabinde çalan saati takriben 4 defa ileri atarak vallahi bu sefer geç kaldık nidaları ile yataktan fırladım, yüzümü yıkadım, traş oldum, elbiselerimi giydim, aynaya baktım, eşyalarımı toparladım, çıktım..

çıktım ki yağmur ki şemsiye kullanmayı sevmeyen italyanlar için hadi yavrum yiyosa gel diye yağmakta. arabanın yolunu zor buldum, kalorifer ısınınca direkman ayaklarıma verdim, ohh, birazcık ilerledim, maksat doğalgaz sözleşmesi için muhtarlıktan ikametgah senedi almak, aslanlar gibi girdim içeri arabayı paralel park edip ve bildiğim bütün doğruları dik kesen saçma edebi cümleler, üst çekmecede, dolapta.

bizim mahallenin muhtarı genç ve güzel bir bayanmış, allah sahibine bağışlasın. şimdi bu muhtar dediğin yaşlı ve sigarasını elinden bırakmayan kimselere verilen isimdir aslında, lakin bizim abla otuzlu yaşların hafiften kırışık gözleri ile bilgisayarı bir piyano gibi kullanan ama sağ tarafında da kaşesi duran biri, sabah saat dokuz, kamera arıyorum etrafta, biri bizi yiyor diye, uyanmamışım.

tabii asıl şok edici vaka ise muhtarımızın bir yandan ikametgah için notalara basarken bir yandan da msn'de arkadaşlarına gülücük göndermesi. sormadım tabii sabahın o vakti kaç kişi online, orhan amca da online'sa bir tebrik edelim demem, devlet makamında laubali olmam ben.

çıktık ordan, işim gereği çok seyahat ediyorum aksarayda bir yere gideceğim, dedim hocam sen yakarsın sigarayı, aç karın falan dinlemezsin, bu sırada da koop island blues dinliyorum, iyi herşey güzel de, sigarayı yakacak kibritlerin hepsi tükenmiş, bertaraf olmuş. azimliyiz, sigara sönük haliyle ağzımızda. kalabalık trafikte adam kolluyorum ateşli, kırmızı ışıkta durunca yanımdan geçen abilere falan soruyorum, nafile, ateş yok, yirmi dakika olmuş, biz yanıyoruz. derken, tam ulan bendeki şansa bak derken, yandak, takside bir amca hem de hemencecik benim sol yanımda, açtım camı, açarmısın açmaz mısın, açarım, abi be dedim, bi ateş vercen mi, ölüyoruz burda, abiden şivesiyle gelen cevap:

- al bu çakmağı, mardinden geldi bak, senin olsun..

abim benim be, sen o sarı çakmak mardinden buralara benim için gelmiş meğersem, ne süper bir insanlar var şu küçük dünyada, sarı çakmaklı bir sevindirik oldum.

sonra, yani tüm bu sabahın geri kalanında sikindirik gün devam etti.. şaşırmadım bir daha hiçbirşeye, tereddüt etmedim.

iki dediğin ikiyi bulunca, çıkar birbirinden sıfır eder. ben de seni beklerim.

bu böyle bu işler..

20061016

f

orhan pamuk amcanın oskarı kazanmasından sonra anaaa, bir baktım ki etraf yıkılıyor, yok efendim ermeniler yüzünden, yok efendim asıl bundan sonra aleyhimizde konuşacak gibi bir sürü şey, beş senedir neden vermediler de şmdi verdiler, neden aynı gün gibi milyon şey.

bunu söyleyen insanlar da hepsi okumuş çocuklar yani kahvedeki ahmet amcanın söylemesini doğal olarak anlayabliyorum ama bu arkadaşlar maşallah ülkemizin önde gelen üniversitelerinden birinden mezun olmuş, eli fırın tutan tayfadan.

bu kadar insan aynı şeyi söyleyip ben aksini düşününce lan dedim ne oluyo, biz mi bir yerde hata yapıyoruz, hemen aradım avukatlarımı, ally mcbeal yani, yapmıyoruz dedi.

şimdi bu arkadaşlar bööle mangalda kül bırakmazken birşey de demiyorum çünkü ne desek kifayetsiz, inanmış yani adam, senaryo kurulmuş, oyun bitmiş, ne dicen ki, işim olmaz.

yahu gaflet ve dalalet içine girmeyin, bu işler bu kadar ucuz işler değil, siz kendinizi pek zekalı zannediyorsunuz ama herhalde bööle bir durum olsa mal değiller ya aynı güne koysunlar iki okazyonu da ve ayrıca..

biraz saygı gösterin.. milli maçlarda mangalda kül bırakmayan o tavrın daha da fazlasını haketmiştir orhan pamuk, hakan sükürün ömrü billah yapamayacağı golü atmıştır, oskar bu boru değildir ülkemize gelen şey. iki satır yazdınız hatta okudunuz mu hayatınızda da bööle götünüzden itiraz ediyorsunuz.

ah be daniel, mevsimi geldi susadım aşka..

ps: şu yukarıdaki ally esprisine gülenler, komikti lan demi? hahaha..

20061014

ftv

hayatımızın ne olacağını bilmiyoruz, yarın herşey durabilir, bir hafta sonra gereğinden fazla devam edebilir.

siz bu satırları sevebilirsiniz ya da bir daha açmamak üzere bu sayfayı kapatabilirsiniz.

geleceğiniz üzerine düşünebilir, ince planlar yapabilirsiniz, bir sonraki adımlarınız matematiksel hesaplarda doğru çıkabilir veyahutta herşeyi boşverebilirsiniz, yapabilirsiniz..

birden gülmeye başlayabilirsiniz, sebepsiz lakin bir anda yüzünüz asılabilir, sebep bulabilirsiniz, hayat o kadar güzel değil, bilirsiniz.

herşey değişebilir ama herşey. belki de o herşey birkaç saniyenin ucundadır, bilirsiniz ama bilemezsiniz.

aksine gidebilir sıradan hayatsal mevzular oysa birkaç gün sonra iyi bir terfi de alabilirsiniz, neden olmasın, küçük dünyalarımızın büyük patronu olabilirsiniz, saygı duyar, direct report edebiliriz.

herşey olabilir ama herşey, olmayadabilir.

ne değişir? ama ne değişir*

n'thing.

20061011

son

çok uykum geldi. şimdi bir uyusam onbeş gün sonra falan uyansam. uyanmasam hatta.

erkan mumcu'nun elimde patlasın demesi de gecenin bu saatinde beni benden almıştır abbas amcanın proğramında.

abbas güçlü denilen amca da yıllarca türk gencinin össsel sorunlarına ortak olmuştur uyuz uyuz, ki kendisinin ne melem bir insan olduğunu anlayamadık hala. ulan sanane, çocuklar zaten stres, bi de bööle bilmiş havalarda çıkıyo bu denyo, yok çalışın, yok vazgeçtim sınavdan bir hafta önce çalışmayın, ama azcık bakabilirsiniz, yok yok kafanız bulanır çalışmayın. senin c şıkkına koyayım ben.

yok ya benim çok uykum geldi, bu uyku gelen gitmeyen birşey, sürekli uyuyan insanlar var mezarlıkta falan, birgün uyansalar sıçtık ki ne sıçtık, uyku sersemi olacaklar bir de asabi, obaleyy, ööle filme falan benzemez ben diyim, kaçamazsın da çok kişi bunlar çünkü.

güldünüz mü lan yazıyı okurken, vallahi darılırım..

uyuyun artık, uyanıcaz nasıl olsa..

20061010

talih bana smiled

yazmıyorum bugün.
yaziyim mi..
yok yazmıyorum
yarın yazarım

f

şimdi bu "lale devri" denilen şarkıyı dinlerken rakı dediğin masada durmalı, sonra birkaç arkadaş, biraz da hüzünlü olmalıyız, oluruz, bu normal, sigarayı bırakmalıyız kültablasına emanet, eller bardağa gitmeli yavaştan, şerefe demeliyiz, şanlı yalnızlığımızın şerefine..

bana düşünceli gözlerle bak, bilmediğim birşeyler söyle, bir saniye sonranı özleyeyim yüzünden mısralar geçsşn, yanımda olmadığın vakitleri sileyim saatten, güldür beni, şaşırt, birşeyler yap, görmüyor musun, gidiyorum..

20061009

f

anlıyor musun?

20061008

f

the knife - marble house


" the moment we believe that we have never met
another kind of love it's easy to forget
when we are all alone then we do both agree
we have a thing in common this was meant to be "

20061006

heyt


jack bauer denilen şarlatan 24 saat uyumadan macera yaşıyabiliyorsa bu dünyanın çivisi çıkmıştır.


yok yok, ben dizi filmlerdeki gibi acayip hatta sürünecek kadar aşık olmak istiyorum.

çocuk da yaparım kariyer de..

20061005

hey gidi günler

bu akşam çooook uzun zamandır gitmediğim mandarin denilen dışarıdan bakınca birşeye benzemeyen ama yenice kapalıyken ev yemeği yenilebilecek en süper yere gittim. hatırladım ki iki sene önce de olsa biz de bir aralar öğrenciydik.

tabii o zamanlar uçaksavardan oralara yürüyerek gitmek komazdı, bol vaktimiz vardı ve hayatımız geyik üzerine kuruluydu, cidden öyleydi ama, netekim ben ve mahalledeki çocuklar derslere çalışmazdık, sabaha kadar otururduk, balkonda, merdivende, taksimde, deniz manzaralı bir yerde, birayla, bir paket sigara, yurdun önündeki merdivenlerde.

bir kere de add/drop döneminde uçaksavarda, aynı böyle bir perşembe akşamı yurttan arkadaşları arayıp güvenlikçi rolüyle "kapatıyoruz yarım saat sonra ne alacaksanız alın hadi" deyip kızın birine panik yaptırmıştım, efsaneydi, kız bayağı bozulmuştu ama, söyleyin hangimiz salak (bak ben bunu bloga da yazdım :-)

şimdi her akşam isten dönerken o yurdun önünden geçiyorum da insan bu kadar kolay unutan bir yaratık mı olur, sanki ben hiç o yurtta kalmamışım gibi, şaka gibi yani.

perşembe akşamı gece 11de çıkardık biz, şimdi öyle birşey için para vermeleri lazım. sabah yedide kalktığım günlerin çoğunda gece 4te yatardım, ağ üzerinden mp3 paylaşırdık o vakitler, çok paramız yoktu ama ne güzeldi be, parasızlık bile güzeldi.

kılıcı kınından çekiyorum, kopartıcam kafasını okumayanların,

unutmadan bir mp3 var, adam digiturku arıyor, beşiktaşlı tabii doğal olarak, ermana dümdüz gidiyor, çarşıııı diye bağıryor falan, dinleyin..

bir de şarkı yazayım onu da dinleyin: mazzy star -- fade into you.

sahi dj'lik yaptım ya ben, arkadaşın partisinde, kopardım ortalığı, itinayla çalarım öyle ortamlarda artık, para istemem, bedava süper müzik, çağırın geleyim.

rutin

insan farklı birşey yaptığı zaman kendisini iyi hissediyorsa bu iyi birşeydir.

survivora türk yunan koyan tvci de akıllı bir adamdır vessalam,

alakasızım, ne vardı?

20061004

istanbul

bir hafta sonra yeniden istanbula dönünce ev denilen kavramın ne demek olduğunu yeniden hatırladım, işim gereği çok seyahat ediyorum, hadi ben ediyorum da bu kadın kısmısı hem de evli olanları çocuk sahipleri nasıl yapıyor onu da merak ediyorum. o kadar parayı sana verseler sen de yaparsın demeyin evlat bu, yavrucaklara yazık, mesela benim olsa bebişim duramam uzak diyarlarda hemencik gelirim. tabii biz genciz, bizi bağlayan birşey yok, bir sevgilim bilem yok yani, bana komaz, irenc antalya otellerinde lobby bulur otururuz, geyiğe bağlarız, iş güç vakit geçer gider.

özlediniz mi lan beni? aşağıdaki bomba şeyden öte bişey yazmadım, valla dönüp dönüp okuyorum.

neyse, sanırım bu aralar buralardayım iki hafta. mali durum çöküşün doruklarında olduğundan bayramda bir yere de gidemiyoruz, annemizle babamızla takılıcaz ööle.

he bi de karar verdim, yeniden hikaye yazıcam, bol bol kitap okucam, feci ciddiyim.

en sevdiğim süper kahraman birazcık derleyip toparlamam gereken kendimim. hazır mısın süperman, geliyorum, gümbür gümbür..

20060929

1

ve ben sana bir yalan söylerim, olaylar gelişir..

kendim inanırım sonra, çığrından çıkar olaylar,,

noktalama işaretleri sipariş ederiz köşedeki kuyumcudan, söz gümüşse, sessizlik dersin, biraz sessiz kalalım, bana noktalar getirin, olay olmasın.

olaylar büyür, şehirde bir telaş, amerikadan itfayeciler gelir kurtarmak için devlet dairesi dolaplarını, sıkı yönetim ilan edilir, sana sımsıkı sarılırım, sessiz..

önüne geçilemez olayların, güneş doğmakla mamak arasında tereddüt yaşar bazı sabahlar, eylül herşeyden habersiz geçer gider. ah eylül, bu kadar vurdumduymaz ol diye mi sevdik seni, vururuz, eylül takvimlerden düşer, duyarız ki sarı yapraklar: sararmış solmuş.

sonra ama çok sonra, bir kerecik öpersin beni; bak noktalı virgül koydum senin için, neyse, bir kerecik, dudağımın kenarından öpersin,

olaylar durulur..

20060926

f

Biz kibrit çöpünden adamlarız, yanarız, kimse anlamaz,

siz bilmezsiniz, bir kültablasını özlemek nasıl birşey, sigarayı bir kerecik öpmek nasıl, bilmeyin, anlatmayız,

bir anadolu kasabasının garip terkedilmişliği gibi, öğleden sonra dört, eylül yağmaya başlamış, mevsimlerden maki, hava durumu ağır yaralı, insanlar işinde gücünde, çocuklar ödevlerini çoktan bitirmiş, oyun oynuyoruz, sek sek, saklambaç, biz kibrit çöpleri, sağım solum sen, sobe.

Oysa eve yeni alınmış eşyalar gibiyiz, yabancılık var biraz, biraz gitme isteği biraz sonraki otobüsle, geri. lakin yeni gelmişiz, daha çok şey var hatıra defterleri için, bir kutunun içinde sehpanın üzerinde durup durup bekliyoruz, bekliyoruz, bekleme salonlarında içilmiyor sigara ve kimse kelimelerine güvenmiyor kibrit çöplerinin, seni saymazsak, seni sayamayabilirsek, sıfır bir iki, yanıp gidiyoruz.

Uzakta, çok uzakta, uzak ne kadar uzak gelebilirse bir adama ufak bir ışık görüyoruz sonra, karanlık, çarpım tablosunu ezberlemek kadar zor ne olduğunu tahmin etmek, ağır hikayelerin sonunu mutlu bitirmek kadar yazık günah, biz, yani kibrit çöpleri yani o resmin bir parçası olmaya çalışan şeyler, yani dağılmış bir bütünün o ışığa özenen halet-i ruhiyeleri, toplasan da çarpsan da birşeye benzemeyecek olan bitenler, en güzeli, yak bizi, ellerinden, yavaşça.

Bir marketin raflarındayız, para üstü kaderlerimizin sahibi marketçi amca, biraz sinirli, biraz kızgın, hayat zor, hep birlikte seni bekliyoruz, sen hiç sevmedin çünkü çakmakları, kokun demiştin bir keresinde, kokun beni öldürüyor,


Siyah, okumuyorsun*

20060925

f

dün benim doğumgünümdü, aslına bakarsan yani saat 24 ü geçmediğine göre hala öyle. bu durumda gidip bir litre kola alıp bir litre bedava kazanabilirim ya da aldığım benzinlerle ev telefonu hediyem olabilir. yaşlanmak bööle birşey. geride bıraktığım 25 sene boyunca mutlu bir hayat yaşadım denilebilir, kah ağladık, kah güldük, kah kahyadan atı getirmesini rica ettik, bööle geldi geçti günler.

romantik komedi izleyesim, neyse tamamlamayacağım bu cümleyi.

ya hakkatten kahya die birşey vardı, alla ala ya..

20060920

f

aramızda kalsın lafı nedense hep bana çekici gelmiştir. iki kişiden biri aramızda kalsın dediği zaman bu aslında bir sürü anlama gelir, bak seni yakın gördüm değerli arkadaşım, kimseye söylemeyeceğini biliyorum, söylersen seni oyarım gibi bir sürü mana. ama özellikle erkekler arasında bu lafın ötesinde birşey de söylenmez sır söyleneceği zaman. erkekler az konuşması, özellikle duygusal mevzularda ne kadar net o kadar iyi prensibi ile işlerler tabii. aramızda kalsın bunları da kimseye anlatmam.

annem ve babam ayrı kaldıklarında farkettim ki birbirlerini günde üç defa arıyorlar, annem aman yavrum babanızı arayalım diyor, babam da tek kalınca benzer. ismine aşk mı dersiniz yok alışkanlık mı dersiniz boşlukları kendiniz doldurun ama ben çoktan seçmeli herşeyde böyle birşeyi aramaktayım. giderek birbirlerine daha düşkün olduklarını görmek çok keyifli.

bir arkadaşımın evinde bir saat dj'lik yapacağımın haklı heyecanı ve gururu içindeyim. çalarım, eğlendirirm insanları, kızılcık şerbeti içer, kan kustum derim, ben böyleyim, all of a done fault.

güzel dünyalarımız var siyah, okuyor musun*

20060916

f



bloglarında bugün bööle oldu, bugün ahmetle ayşeyle bunları yaptık, televizyonda birşey gördüm anaaa pek entrasan die anlatan kimselere özeniyorum. benim daha önceden yazdığım ve anlaşılabildiği gibi sıradan bir hayatım var, eğer o kimseler gibi yazmak durumunda olsaydım "bugün işe gittm, sonra hasanla buluştum, hasanın amına koyim size birşey olmasın ya da eve geldim, evde de iş yaptım azcık, film izledim, hayvanlıdansa asyalıyı tercih ederim" gibi şeyler olurdu.

bir aralar org ve gitar çalma sevdası vardı hatırlarsanız, kendimle gurur duyabileceğim şeylerden biri o furyaların hiç birine kendimi kaptırmadım, dimdik ayakta durdum, yoluma blokflütümle devam ettim, akdeniz akşamlarının en çalınması gerektiği yerlerde sihirli sopama (flütümle benim aramda olan bir benzetme :-)) samanyolu'nu üfledim, çünkü salak sopa ancak bunu iyi çalıyordu. olsun, en azından irenç arka ritimler üzerine piyanist şantör gibi bir dönem yaşamadık, bu ismail yk'nın bu kadar tutmasının nedeni o günlerden kalmış otistik bir gençliğin hezeyanları değil midir?

saçma bir pazartesi içindeyim, normalden fazla uyumama rağmen hala uykum var. hayvan gibi de işim var, ama başlamıyorum, oyurtmak denilen irenç tabiri uyguluyorum. artık akşam sabaha kadar çalışırız, yarın ola gün ola derman döne, vay ipne cimbom ne gerek vardı o gole, ispanyollar der hep ole..

-john arkadaşla sen mi ilgilenirsin ben mi bakayım?

20060915

f

şu yabancıların bizim rakı-muhabbet ikilisini anlamasına imkan yok, pub'da içmek nerde rakı nerde?

mesela rakı şu an bünyede,

saygılar..

20060912

f


"üzüldüğünü görmek ister miyim/ dayanabilir miyim/ ne sanıyorsun beni.." yüce türk düşünürü ibrahim'in sevdiğim bir şarkısından alınmış satırlarla başlıyorum bloga. ardından şu an ekranda açık bulunan ve neden değiştirmediğimi anlayamadığım teretebirde "safiyeme karyola dar gelir" gibi erotik bir türkü dinlemekteyim, sigaramın dumanı üstüme gelmekte ve karşıdaki divanın minderleri yamuk duruyor.

"soyunup geldim körfezin koynundan, anam ağlar ardımdan duası gelir.." bu şarkının sözleri neden bana küçük kasabama geri dönme hissi verir, neden soğuk ve kışlı bir akşamı özlerim, portakalların dörde bölündüğü bir tabağın hayalini kurarım, televizyon karşısında, anlatılanlar yarım kulakla dinlenmekte, garip bir rüzgar uğultusu ve eşofmanlarım. bilinmez.

" ve ben artık seninle yapamıyorum, bir tanem elimde değil, istesem de yapamıyorum.. " ağır cümleler duyuyorum, kaldırıp dolabın bir köşesine kaldırılması gereken şeyler, şeyler işte, öyle birşey belki, karışık, dedim ya chivas regal etrafında dönüyor dünya, biz de yaşayıp gidiyoruz, gidiyoruz.

hoşgeldin eylül, seni bekliyorduk.

20060911

f

geri döndüm,
hep dönüyorum
gidiyorum ve dönüyorum
sakallarım uzadı bir ara, onları da kestim
eskisi gibiyim
herşey aynı
aynılıktan sıkıldığım anlamını çıkaranlara nanik
macera dediğin soyadımız değil bizim
geri döndüm ve şehre sonlu bahar gelmiş
bakarsın yarın yağmur yağar
yağabilir
eylül bu
eylüle güvenemezsin ki john
bir şişe chivas regal'in başında dönüyor dünya
başım dönüyor sonra
geri döndüm.

bir gün 1 ile 1 i toplayacağız, çıkarma işlemleri kıskanacak, çarpssan aynı, bölsen ne farkeder.

anlıyor musun?
anlasana..

20060905

20060904


.cancel me.

20060902

f

bu fish and cips olayı ingiliz milletini bitirmiş, türk kızlarını sevgi saygı ile anıyor, hepsine birer altın madalya takıyorum. şişmanlık kötü birşey john, o sevilesi aksan ile bir de sen konuş istersen arkadaşlarla.

glasow rangers, austin powers, nothing matters..

ben kendimi öldürürüm sana birşey olmasın.

20060831

f

friday i am in love
in glasgow

20060830

fno

"dibini görmeyen kahraman olamaz."
osvaldo nartallo
1992
a tribute to o(29)ur & nartallo

20060829

f

i f eve ry ang el is te rrible
wh y do yo u wel com e t hem?

20060828

f


bu resimde 2 şey görüyoruz, silenzio'nun koca burnu ve beşiktaş maçındaki endişeli bekleyişini.

aşağıda olmayan resimde ise birşey görmüyoruz çünkü oraya bir resim koymadım, abidine koyayım, benicio del toro'ya koyayım, size birşey olmasın. ulan kafanıza birşey düşse benden bileceksiniz.

bu ekrandan yanıbaşımda duran absolut apeach ve şeftali suyu ikisini ise hiç göremiyoruz. biraz daha içersem önce boş bir bardak sonra da hiçbirşey göremeyecek olan beni de göremiyoruz. bu sıralar defter aralarında kendimize bakıyoruz da bulamıyoruz zaten.

salonumuzun içinde ise rio de jenario'yu koruyan ve şehre yukarıdan bakan bir melek posterine rastlıyoruz. biz ne zaman bu siyah beyaz resme rastlasak vay be diyerek rahatlıyoruz. arkadaşım nedir senin derdin, ne bu gerginlik, ne bu şiddet celalettin abi diyenlere ise gülüp geçiyoruz.

yarın işe gidecek olmak ise artık koymuyor, cuma akşamları sabah 5'te yatıyoruz da ne oluyor diyoruz, netekim artık boyumuz ne yaparsak yapalım bir santim dahi uzamaz, oysa bir santim tam on tane milimetre eder, biz ise milimetrik hesapların adamı değiliz, adamıyız da polis yakalarsa itiraf etmeyiz, tanımayız birbirimizi, sinemada yanıma oturan yabancı der geçeriz.

hocam kesseler acımaz, öyle diyim ben sana.

20060827

g

sigaraya karşı olan kendi aramızdaki zıtlaşmalarda bir sonuca varamayacağımı anladım. niye içiyorsun ki diyenlere "benim medikal yardıma ihtiyacım var" gibi saçmalarıma kendim bile inanmıyorum artık. bırakabileceğime dair inancım sıfır, bırakma isteğim +1, lakin +1 pek birşeyi değiştirmiyor. bu durumda içebildiğim kadar içmeye daha güzel bir ifade ile rahat ol arkadaşım, yakalım bir tane daha demeye karar verdim. bu insanlık için ufak benim içinse büyük bir adım. gelişmeleri merakla izliyorum.

morgan freeman gibi bir yaşlı olabilsem daha da birşey istemem. nedense yaşlandığım zaman nasıl bir adam olacağımı düşünmekteyim ara ara, bir zamanlarda çalışınca nasıl olacağını düşünürdüm, bok oluyormuş, umarım bu işin sonu da ona benzemez. bak yazarken farkettim orta yaşımda da kevin spacey olmayı isterim, bu durumda sevmediğim tek karakter kendiminkisi herhalde.

annemse baktırdığı falda yüzük çıkınca panikle arayıp -yavrum ne yapıyorsun sen orada? gibi bir sorular silsilesi ile devam etti. evleniyorum annecim, eşyaları aldık, yakında yüzük ardından çocuk. tabii bir arkadaşımın yalnızca yüzüne bakarak annesinin ismi dahil olmak üzere herşeyi bilen amcayı da huzurlarınızda alkışlıyorum. en kısa zamanda kendisini ziyaret etmeyi planlamaktayım.

pazar günü gazete alamamış olmanın verdiği derin bir acı içindeyim, bak alberta ne hallere düştük?

kimseyi sevemeyeceğini düşünen genç kızlar misali garip bir umutsuzluk hali bünyeye oturdu. istediğim şeye de karar verdim, bekliyoruz. uzun saçlı, siyah tercih sebebi, devilish, smart, shiny with the grace.

neden ölmüyorum ki ben neden?

20060825

f

bu kız için amerikan filmlerindeki oyuncak makinelerden üçüncü seferde o elindeki kırmızı şeyi kazandım. tabii rusça bilmediğim için ne dediğini anlamadım pek, utangaç gülümsedi, poz vermek için ayıcığı kaldırdı, bir kerecik de öptüm.

çocuklar kadar masum devirlerimiz geride kaldı, hangi resimde bu kadar mutlu çıkabilirsiniz ki, altı üstü bir oyuncak duran minik ellerinde, kocaman dünyamın basit ve manasızlığı, abidin, bana harika şeylerden bahset, çizdiklerin birşey anlatmıyor.

iyiler kazanır ihtimaline oynayamayacak kadar kötü, sigaralara bel bağlayacak kadar aciz, kaybettiklerinin yerine sıfırlar koyacak kadar yalnızlık. we have just landed, kaptan ve ekibi adına hepinize mutlu günler diler, umutlarınızı kabinde bırakmanızı önemle rica ederiz, şimdi gidin.

gitmek, yarım cümlelerin kapanış hali, buralardan gitmek, yalancı satırlar, yapamayacağın şeyleri vaat etme diyen büyükbabam bunları duysa, gideceğin çok yol var derdi, sonra hadi bana su getir diyerek beni mutfağa yollar, büyüyebilme ihtimalimi hesap makinesi olmadan aklından onla çarparak düşünürdü, azizler hepimizi korusun, inanacak başka birşeyimiz kalmadı, kapatıyoruz.

o ihtimaller, bu kadar zor mu, bu kadar mı yani, sen kaç kere resmine baktığımı biliyor musun, kaç kere seni düşünüp hadi lütfen dediğimi saydın mı, bu boktan cümleleri okuyabilmen için hangi alfabelerde dua ediyorum haberin var mı, yok, artık sana inanmıyorum, biliyorsun.

x=y ama sen z'den daha büyüksün.
sana bu soruyu hiç sormamalıydım..

20060821

f


buzdolabını klima olarak kullanmak iyi bir çözüm gibi gelmeyince on dakika kadar aralarla on saniyelik duşlara girmenin fena olmadığını farkettim.

birgün newyork'ta yaşayacak olmanın verdiği mutlulukla new ile york'un arasını açmıyorum.
yarın sabah antalyaya gidecek olmanın verdiği garip bir hisse sahibim.
oysa şu an tek ilgilendiğim şey absolut peach+ice+karışık meyve suyu.

oysa bir aralar ilgilendiğim daha önemli şeyler vardı, güzel günlerdi, güneşsiz kapalı havalar, evde oturmaktan daha manalı birşey bulamadığım vakitler ya da bir gazeteyi en köşesine kadar okuduğum zamanlar. zaman dediğin saatte durduğu gibi durmuyor.

kadınların erkeklerin kendileri kadar kompleks düşünmediklerini anlamaları kaç yüzyıl sonra hangi bakanlar kurulu kararıyla gerçekleşecek. deniz baykal ve ismail yk buna müdahale etsin, gerekirse ben de modern dans yeteneklerimi sergilerim ki bu hiç hoş olmaz.

bu gerçekten hiç hoş olmaz.

sana olan inancımı yitiyorum, ne kötü..

20060819

f

believing in miracles
hoping to see u again
losing words
confusing life
fucking the rest
waiting for u

20060818

f

bazen herşey o kadar hızlı olup bitiyor ki filmin sonunda the end yazısı çıktığında daha yeni başlamıştık diyorum. bazen ise fazla kırıcı olabildiğimi anladım, aslında iyi niyetimden ama bu pek anlaşılmaz. bu yaştan sonra da birşeyler öğrenebiliyor insan, tek tük, ufak tefek, yarım yamalak. tıngır mıngır. ikilemelerin içindeki yalnız betimlemelerin oysa iyi niyetliydik neden böyle oldu diye biten soru işaretleriyim.

tam alkolik olduğumdan şüphelenip bir psikiyatristin bekleme salonunda bilgilendirme broşürünü okurken (alkolik misiniz, bu dört soruya cevap verin diye başlayan) pek kıymetli bir arkadaşım dedi ki ben de her gece içiyorum, tabii abartmadan. rahatlamak kelimesi buraya uygun düşecektir. geçen sabah başım ağrıyarak uyandım, ah dedim, içtik yine bööle oldu, birkaç saniye sonra hatırladım ki çok uzun müddet sonra içmeden yattığım tek gece oymuş, olabilir bunlar neden olmasın..

yabancıların düğünleri bizimkilerden daha güzel. kız olsa idim kilise düğünü isterdim ama bir erkek olarak bunu aklımdan bile geçirmiyorum. konuşmalar var, yürüyüş var baba ile falan, açıyorsun tv7'i bizimkiler kına yakıyor, nasıl gireceğiz avrupa birliğine bu şekilde bilemiyorum. unutmadan bir de kır düğünü denen birşey var, türkler de buna hastadır, on kızdan dokuzu bunu ister. ulan kim benimle neden evlensin iki saniye gerçekci olalım.

sen hala o fotoğrafı saklıyor musun, paloroid ve yaşlı amcanın yüzündeki gülümseme kadar güzel. bana bunu yapmak zorunda mıydın, neyse, masal bitti.

20060817

f

haftanın şarkısı: nouvelle vague - heart of glass.. herhalde dinlediğim en iyi coverlardan bir tanesi, annesinin bir tanesi, bitanem, ah yavrum benim..

mesela 100 dolara ruslar gibi 100 dolara gelip sana iki saat şefkat gösteren, gülümseyen, birşeyler anlatan dinleyen kimseler de türese zengin olurlar. bu işi de satın alınabilecek bir metaya dönüştürme girişimimden ötürü kendi elimi sıkıyorum.

"kapalı havalar > shiny sunny days" , if not "seaside". bu da benden bilgisayar camiasına kod olarak hediye olsun. sıcaklardan, klimanın çarpan kısmından, çalışmaktan, sigara içmekten, alkolden, serdar ortaç'tan sıkıldım. on bir ayın sultanı eylül, seni bekliyoruz. kurtar bizi..

arabayla kırmızı ışıkta durunca yandaki şoförle kesiştiğin bir saniye var ya taksici ise yorgun olduğunu anladığın, genç adamların hızla gaza basacağını, bir kızın evden çıkmadan ne kadar önce makyaj yaptığını, yaşlı amcaların hiç acelesi olmadığını, takım elbise giyenlerin aklının başka bir yerde olduğunu gördüğün birkaç saniye.

mucizelere inanıyorum. hala..

20060815

f

Ah be yavrum biz ıskaladık, biz hayatın onikisine aylar varken ıskaladık. Şimdi haince gülümseyen gözlerle gidenlerin arkasından timsah gözyaşları, böyle olmasını istemezdik, kime sorsan istemezdi zaten, ah aşk, ismimin başına hiç gelmeyen, buralara pek uğramayan aşk, yokluğunun kaçıncı yıldönümünde şanlı mazimizde kanaması durmuş ağır yaralı bir hasta bırakıyorsun sedyenin üzerinde, o ıskaladığımız yere biraz daha uzak, sevebilme mevsimlerinin yerini yoğun ajandalarımızda ayırırken bize öylece bakıyorsun, napıyor bunlar, bunlar ne yaptıklarını biliyor mu be fikrimin ince gülü, sence bir fikrimiz var mı bizim olan biten hakkında, beklediklerimize artı artı özellikler yazarken içimiz sızlamıyor mu zannediyorsun, zanma, bak alberta, bizler ebedi-edebi yalnızlığın yolcularıyız, gözlerimin içine iyi bak ve düşün, ne çok acıyı ne kadar sessiz-sensiz taşıyorum bagajımın polis kontrolünde yakalanmayacak kadar gizli bölmelerinde, oysa tüm hepsini ellerinle sen oraya koymuşsun.

Lakin bir şarkının üçüncü mısrasında unutuyorum bildiklerimi, aklımdan gitmiyorsun aslında, hesabı sorulacak tüm bunların, soruyorsun, cevaplarını bildiğin sıkıcı konuşmalar, bana vermen gereken şeyleri teker teker geri alıyorsun, bize beraberlikler yetmiyor, ikiyi nasıl bir yaparız diye uğraşıyorsun, sana koyim hayat, cennet annelerin ayakları altında ve sigara içenler öleceklermiş, biliyorsun.

Oradan bakınca nasıl görünüyorum, biraz sağa kaysam daha iyi çıkar mıyım fotoğraflarda, yaşlı bir amca ile siyah beyaz bir kare nasıl olur, kimsenin umrunda olmayan bir sergide iş yapar mıyız ne dersin, kurtarmaz, bizi kimse kurtaramaz be kahpe felek, belgesellerde yok olmayı bekleyen bir türüz biz, orospu ruhlarımızın gecesi ufak gülümsemeler, filmlerde dedikleri gibi aşk mı, unut onu güzelim, sen o yolun yolcusu değilsin, nereye gittiğimizi yukarıdaki paragrafın içinde kaybettik, harita?, dümdüz gidip sağa sapıyorsun dedi bir fotoğraftaki yaşlı amca, oysa ben az önce o sağa kaymıştım, hala mı iyi değil* değil, boşuna uğraşma..

Gerisi iyilik, güzellik..

20060810

f

moda kişinin kendine yakışanı giymesidir.

pantolonunu çok sevdim çıkar onu bebeğim, hadi gel bize gidelim ise modacı bir insanın cinselliğe yaklaşımını sergiler.

bu saçma vakitlerde kışı özlüyorum demek sana hiçbirşey katmaz sabahın körlerinde.

bırakılamayacak sigaralaradan bir tane daha yakmak ise, ah louis beni hiç anlamayacaksın sen. sen hep kafanın doğrultusunda giden hasta ruhlu bir adam olacaksın. yalnızlık'ı sevdiğini farkettiğin gün en büyük sevgilin seni terkediyor be yavrum, bu kadar zor mu bu işler..

ama bu saçma vakitlerde, bir otobüs yolculuğunda küçük bir kasabadan geçerken uyuyor olduğunu düşünmek işe yaramaz. birgün sana birisi "çay, kahve, gazoz?" diye sorarsa boş seçeneği işaretle, bardağını ben doldururum.

20060806

f

uyuz ev sahibimizin oscar cordobaya benzeyen afilli oğlu alamanyadan tatil için memleketimize geldi. şaka gibi ama kadın cidden oğlum gelecek deyip bizi evden çıkarsa haksız sayılmaz. lakin bu genç yetenek julia gibi bir güzelliği keşfedip evimizin kapısını: pizza için telefon, market için adres gibi eften püften sebeplerle aşındırmakta. en son geldiğinde dışarı çıkıcaz buralarda bir yer diye sormuş, julia da beni çağırdı, dedim gençler ne istiyorsunuz, cevap bomba: atmosferli bir yer olsun.. hocam hoşgeldin, ismail yk hepimizin içinde değil mi zaten..

klimaları öpücüklere boğduğumuz bu güzide ve bir işe yaramayan yaz günlerinde aynı klimalar bir haftadır akan burun, sersem kafa, şişmiş boğaz şeklinde bana geri döndü. kış bööle değil mesela, sıcak hasta hasta yapmaz adamı.

blog yazmaya değecek kadar iyi bir hayatım yok, bunu farketmiştim zaten, revize ediyorum. eski yalnızlık ve hüzün dolu, çoğunuzun önceden daha iyi yazıyordun dediği satırlar geride kaldı, şimdi çok mu mutluyum, cebimde kalanın paranın üç bölü ikisi kadarı neye yetiyor ise o kadar.

antakya abartıldığı kadar bir yer değil, medeniyetler buluşması falan, hikaye bunlar. isteyen medeniyet varsa ben buluşurum saat on ikiye beş varken. mezeleri güzel ama hakkını yemicem.

beşiktaş bu senede acı verecek bize, bunu anladık bu akşam, delgado kurtar bizi..

20060803

f

bu sayfanın yazarı boş beleş bir hayat yaşamanın bedelini zaman zaman ağır ödemektedir. sonuç budur ki: farketmemek bir insana verilecek en güzel yetenektir, az da olsa sonradan kazanılabilir.

bu sayfanın yazarı uzun zamandır gitmediği, aslında pek de hazetmediği taksime gidip avare dolaşmak istemektedir.

belki de dünyadaki en güzel iş gizli ajanlıktır ya da otobüs muavinliğidir, belki de elmarmut satmaktır, kim bilir..

güzellik göreceli bir kavramdır, önemli olan iç güzelliği falan da değildir, bu çirkin insanların uydurması hatta bok yemesidir.

yolunu kaybetmiş insanlar tanıyorum, benimse yalnızca burnum tıkalı, başım ağrıyor, olabilir birşey bu.

keşke 80li yıllarda türk filmi çevirebiliyor olsa idik, hoş olurdu, olmaz mıydı, alkışlarla yaşıyoruz.

kimileri şanslı doğuyor bunu kabul edelim. ben de fena değilimdir.

tanrı isteyenlere veriyor, bunu da unutmayın.

bugün gözlerin için ne yaptım?

20060731

f

hayatta imremdiğim adamlar: (ulan bunu bile yazdım be, tüh bana)
  • woody allen
  • kevin spacey
  • thierry henry

hepsinin ayrı ayrı nedenleri var ama anlatmıcam, çok da sikinizdeydi zaten, anaa terbiyesize bak, ne küfrediyorsun lan, sus be sikicem bak ananı, bak hala küfrediyor, arkadaşım kime diyorum, bas git dostum, pis zenci misin nesin?

this blog, koyiyim to this blog... ahahhaha bunu sevdim..

20060730

f

(aslında bu resimde kuşlar var)
top 10 at my age of 10
  1. otobüsler (mercedes 0 302S - 0 303, MAN Superman..)
  2. ghostbusters, ninja turtles
  3. futbol topları (plastik toplar sonrası devrim)
  4. misketler
  5. gazoz kapakları
  6. kutu-kola (oh god, it was a pleasure)
  7. uzaylı zekiye
  8. yeliz sert ( hala ismini hatırlıyorum, vay anasını seyirciler..)
  9. bmx
  10. ilkokul örtmenim ( beni elevermemek için kopya çektiğim sınavı çöpe atmıştı )

------------------------------

ağustos ayının, tatilleri sona ermiş ama hala bu psişik güçten kurtulamamış eylül bağımlıları için takvimlerden çıkarılmasını düzenleyen yasa tasarısını meclise iletiyorum.

oh giovanni (like u say my sweet) hayatımızın bir yerlerinde yanlış işler mi yapıyoruz, bize göre değil mi bu işler, hangi işler bize göre, kaç paraya satın alınabilir mutlu bir gün, bak biz eski müşteriyiz, biraz indirim yap. düşünmemiz lazım diyemeyecek kadar teslim olmuş ve tüm ordularının umurunda olmayanız, hayırlara vesile olsun, abi taksit peşin farkediyor mu? gülümseyin, çekiyorum.. şu saçma konuşmamdan ben bile sıkıldım..

axess kızı ve turkcell super lig hemen başlasın gelmiş geçmiş en iyi türk marketing kampanyalarındandır, takdirlerimi iletiyorum..

20060728

f

brad jolie & angelina pitt aşkını sonuna kadar destekliyorum. bu kadar kusursuz insanların yeryüzünde yaşamaması, aydedeye çıkmaları gerektiği kanaatindeyim. gerçi herşey var ama sor mutlu değillerdir türünden söylemi olan arkadaşım; bi saniye gelir misin canım arka odaya?

çocuklarına küçük altın ve maşallah takmak isteğimi de ekliyorum.

neden rabbim, niye bu adaletsizlik?

20060727

f

bu blog işe geldiği ilk gün tatil şokunu atlatamamış bir ofis evladının vakit geçirmek için yazdığı eberek güberek şeydir.

sigara paketleri üzerinde diyor ki: sigara içmek öldürür. olabilir tabii, içmeyenler uzaya gidecekmiş.

çok iş var çok.. bi yanım der bırak bu işleri, bi yanım der abi sakin ol alışırsın. insan nelere alışıyor. 54R buradan geçiyor değil mi amca?

saçlarımı pek kestirdim, azer bülbüle benzemenin verdiği o muhteşem haz ile yaşamıma devam ediyorum.

that joke isn't funny anymore.. mal gibi bu modda neden smiths dinliyorsam.

20060724

f


şenay düdek kişisinin posta gibi direkman halka giden bir gazetede " şamdan geçen akşam böyleydi, oradan sortie'ye geçip işletmecesi yusuf ile yemek yedik, sicksock'un aşçısı da muhteşem.. " diye yazmasını anlayabilmiş, bunu anlayan ve bize ne demeyen toplumun motivasyonunu bilebilmiş, pazar keyfinin erotizm yaşamak isteyen yurdum delikanlıları dışında neden izlendiğini çözebilmiş, türkbükü'nün yerini haritada bulamayacak kimselerin bu abuk hayatlara neden özendiğini kavramış değilim.

sanırım hakediyoruz, amcalar da veriyorlar ayarı.

aptallar için harikalar diyarını izlerken çıkıp bu eşitsizlik neden diye sokaklarda yürümek yerine kumanda elde o yarışma, bu talkshow, şu magazin izlemek.

benim tuzum kuru, biz kapitalist düzende kendimize yer bulmuşuz, sizi uyandırmak için kendimi feda edeceğim ortam yok, olsa da zannımca bu aptal halinizle değmezsiniz, uyanın biraz. babam der ki "insanlar hakettiği yerde yaşar." itirazı olan, yok, yerlerde gezinen eğitim ve sağlık sistemi, hala elimiz yüreğimizde izlediğimiz bir ekonomi, kahvelerde okeye çalışan işsiz insanlar, çalışsan açlık sınırında bir asgari ücret, tutunacak adam gibi bir sol'u olmayan, sağ'ı vur deyince öldüren niyeti belirsiz bir hükümet, beyler devam edelim, bu duraklarda inecek kimse yok, ne güzel gidiyoruz..

yukarıdaki resimle bütün gri türklere sırtımı dönmüş gülüyorum, aşağıdaki resimde ise iş için gittiğimden yanlarına katılıp deli gibi bağırmamak için zor durduğum madrid'li gençlerin kendi yaptıkları müzik ile israil'i protesto yürüyüşleri var. ama yok, şimdi bir yürüyüş olsa, en önde koşarak gitmek istesek sakallı abiler, mhp'li amcaların arasına kim girecek, üstelik polis ispanyadaki gibi uzaktan izlemek yerine copla aramıza da katılabilir. yine de, bir faydası olacaksa FORZA LÜBNAN, FUCK OFF ISRAEL



mesela ben petek dinçöz'ü katletsem bir faydası olur mu?



20060719

f

giderek daha fazla real madrid'li olduğum, otel odasını evim zannettiğim, consierge'deki çocukla "naber abi" muhabbetine kadar ilerlediğimiz bu günlerde garip bir haleti rukiye içindeyim.

madrid'in sokaklarında yürürken, kafamı gothik, etik, laik ama amazing mimarisine bakmaktan alıkoyup gelen geçenlere çevirince şunu gördüm ki aşk değişmiyor; yanlarından geçerken kıskanarak baktığım, mutlulukları hiç sevmediğim el ele tutuşma ritüellerinden bile belli olan o çiftlerden burada da var, they smile, they live for each other, they are rich..

ya da ben öyle hayal ediyorum, hatta daha doğrusu öyle olsun istiyorum. the one var mıdır, yok mudur tartışmalarını geçmişimizin bulutlu günlerinde bıraktık, vardır elbette birileri, günün birinde gelmesini isteriz, bekleriz hasretle, siz ispanyolların dediği ve bütün italyanların bildiği gibi yegane korkumuz her an alzheimer olabilecek yaşa geldiğimizde ve bir sabah (yağmurlu bir pazar olsun mesela) uyandığımda yanımda yatan o kimseyi hala seviyor muyum, bak kadın bu kadar yaşı senin için yaşadım ben, bu dünya orospunun evladı bir yer sen olmasan diyebiliyor muyum; sorular.. (sen yanıtlarını yastığının altında sakla)

oysa günümüz kapitalizminde herşey bir tık mesafede; yeni giysiler, bilgisayar, sex, araba, evler, herşey. para tüm kötülüklerin anası, babası hatta çocuğu oldu, gimme money and take your new world. alamayacağın şey iyi tasarlanmış bir aşk aslında: çiçekleri doğru yerde alınmış, seni seviyorumları içini acıtacak zamanlarda söylenmiş, acıları yüklemden hemen önce gelmiş zarflar içinde, 1+1 taksitle güzel bir aşk.

ok, bu kısımda el sıkıştık diyelim ama en azından şunu kendime soruyorum, bu alınmayan, bulunmayan şey benim dengesiz ve ne istediğini bilmez, bilir ama beğenmez halimden mi? sanırım değil, farklı yerlerden arkadaşlarımı venn şeması ile gösterince iki kümeye ayrılıyorlar; 1-) acayip mutlu hadi çocuk yapalım ilişkileri olanlar 2-) rober hatemo'dan ben aşksız prensim söyleyenler. daha garip olan da bu şarkıcı kimselerin hakkatten yiyecek ekmekleri yokmuş gibi içli bir şekilde bunu söylemeleri, akıllı, aptal, farkında ya da değil, herkes iki kadeh de alkol ile dokunsan ağlayacak gibi, yalnızlık ağır mevzu, o kadar insan var ama benim kalbim boş, iki oda bir salon ve mobilyalar, öylece bekliyoruz.

3-5 sene önce ki o vakitler muhteşem hikayelerin yazarı genç bir delikanlı iken bahsi geçen aşkı bulabileceğim, herşeyin yanında yalan olacağı graceful kimsenin ismini "siyah" yapmıştım, hala da öyledir zaten. bir "siyah" bekliyorduk, hala pencerenin kenarındayız, bir adayımız oldu o da seçimlerde biz böyle zulüm görmedik diyen silenzio demokrasisi tarafından tahtından indirildi. farkettiğim şey ise şu: siyah aynı siyah değil, mesela önceden az konuşan, çok zeki, karizmanin kraliçesi, bütün gereksiz hayatsal ayrıntı sorularına küt diye cevap verip beni dumur eden siyah giderek neşeli, çok zeki (hehehe :-) , daha sosyal, iyi giyinen, güzel, şeker ama tersi ters olan bir hal aldı, netice de değiştik, değiştik diyorum çünkü yazarken de farkettiğim gibi aslında yukarıdaki sıfatların kapsamı tamamen benim geldiğim yer ile alakalı, kısıtlarım artıp azalmadı (yaş ilerledikçe daha zor teorisinin aksine, gerçi bunu da destekleyebilirim), yalnızca aşkın doğal ve entrasan hali ile benzerimiz ya da benzemeye çalıştığımız şeyi seviyoruz.

yine aynı soruya dönecek olursak bu kadar mı zor bu şeyi bulup sevmek? birkaç yetenekli kimse dışında sanırım zor, onbeş günde bir aşk değiştiren ayayay kızlar da biliyorum ama diğerleri için kişinin özelliklerinden bağımsız olarak zor. daha mı az insanla görüşüyoruz ki içlerinden seçmesi bu kadar kolay değil, aksine akşam dışarıya çıkmaktan tutunda, gelişmiş kişisel networkler hatta internet ile çok daha fazlasına sahibiz. peki sorun nerde?

devamı başka yazıya, buraya kadar okuyan oldu ise madrid'den boğa getircem boynuzundan tutup..

ne yazdım ulan, vay be, birikmiş demek ki.. (abi şu parayı uzatabilir misin öne, iki öğrenci, bir tam..)

çok güzel paralel park yaparım, aklınızda bulunsun..