20050831

melekler ve

biraz hayal edin..

günün birisinde herkesin bir meleği olsa ama herkes bu meleklerin bir yerlerde o kişiyle beraber yaşadığına tamamen inansa..

bu melekler insanların türlü dertlerini çözmekte devreye giriyor, sizin daha mutlu olmanızı sağlayacak en azından öyle hissetmenize yarayacak şeylere ulaşmanızı kolaylaştırıyor tabii. ama hiç bir zaman aşk, iş gibi soyut şeyleri şeyleri size hediye paketi şeklinde vermiyor, yolu açıyor ama devamını siz getirmek zorundasınız.. aşkı bulursanız, daha bir güzel şeyler için imkan veriyor ama o aşkı bulabilmek ve daha bir güzelin tanımı tamamen sizin elinizde. melek yalnızca size yardım ediyor. melek aşkta ve diğerlerinde size pek birşey kazandırmasa bile, en azından öyle inanıyorsanız, yine de bir zaman sonra ne kadar önemli olduğunu anlıyorsunuz.

sonra herkesin meleği birbirinden farklı güçte. biliyorsunuz ki arkadaşınızın sizden on kat daha fazla iyi ve bir sürü şeyi kolayca halletmesini sağlayan bir meleği var ama yazılı olmayan gizli de bir kural var, kimse çok yakını olmadıktan sonra melekler konusunda diğerleriyle pek konuşmuyor, biliyorsunuz ama sessizlik birinci tercihiniz.

zaman içinde daha iyi bir melek gelip size daha fazla yardım edebilir ama bunun bir garantisi yok. aynı zaman içinde meleğinizi sevebileceğiniz gibi size yaşattığı az buçuk şeyler için kızabilirsiniz de. bu biraz da sizin meleğin getirdiklerine verdiğiniz önemle doğru orantılı. matematik öğretmenleri çok severler mesela bu yüzden melekleri ilkokul sorularında kullanmayı.

ne kadar güçlü, ne kadar zayıf, siz de olsa da olmasa da aslında farketmeden meleğin yapabileceklerini bildiğiniz için meleği seviyorsunuz, garip birşey yani.

şimdi tüm meleklerin yerine "para" kelimesini koyun.

kötü değil mi?

20050826

"Garden State" diye bir film var, festivali takip edenler hatırlar muhtemelen. Scrubs'taki genc doktor çocuk, (Zach Braff) yazıp kendisi yönetmiş. zaten bu amcanın böyle şeyler yapacağı scrubs'tan da belli idi, dikkatli okuyucular o dizinin bir sürü açıdan daha bi felsefik olduğunu, güldürürken düşündürdüğünü fark etmiştir. film gerçekten çok iyi, tabii masum hallerinin hastası olduğum natalie portman da işin içine katılınca çoğu sahnede " nasıl yani, ben de böyle şeyler istiyorum" diyerek izledim.
--------------------------
Aşk bu kadar büyük birşey mi, bütün dünyayı durdurabilir mi senin için, gülüp geçebilir misin herşeye, yalnız yaşanmaz mı, bu kadar mı zor bu işler, yapamaz mıyız, yaparsak gitmezsin değil mi, yaparsak hep kolunda uyumama izin verirsin, uyuya kalırsam ufacık öpersin beni, değil mi, arada sırada tam saçını toplarken ama tam toka o düzene alışmaya çalışırken yüzüme bakarsın, yaparsın sen böyle şeyler, sen yaparsın, ben dağılırım, gülümseyerek toplarsın. (su, senin için)
---------------------------

filmin başalrında bir yerde, Zach ve Natalie karşılaşıyorlar, Nalitae Zcah'a (aklım karıştı) bir şarkı dinletmeye çalışıyor, şarkı: The shins // new slang.. herhalde uzun zamandır bir şarkıya bu kadar takılı kalmadım. albümün soundtrack'i genel olarak başarılı ama o şarkı yani başından sonuna garip bir hüzün saklıyor ya da ben öyle görmek istiyorum. olur ya bazen öyle, yüzünüzü asmak için bahane ararsınız, herhalde benim mazeretim de bu oldu. becerikli birisi olsa idim, bir yerlere atar, sizin de dinlemenizi sağlardım, ama dedim ya mazeretm var.

bitiyor film, yüzünüzde sakat bir gülümseme kalıyor, hep böyle kavuşmalı mı kahramanlar onu düşünüyorsunuz. bulursanız kesin izleyin, bulamazsınız ben de dvd'si var, bize gelin beraber izleyelim.

new slang // the shins // en iyi dörtlük:

And if you'd 'a took to me like
A gull takes to the wind.
Well, I'd 'a jumped from my tree
And I'd a danced like the king of the eyesores A
nd the rest of our lives would 'a fared well.

20050824

bazen hayatta hiç bir şey de iyi olmadığımı düşünüyorum. mesela güzel falan değilim, halısahada maç yaparken ortalama birinden çalım yerim, iyi yazamıyorum, çok uzun boylu değilim, kafam herşeye basmaz, akademik açıdan geçerli olacak tek başarım yok, mülakatlardan uça uça iş bulmadım, karizmatik sigara içiyorsun diyen olmadı, bir senedir on parmak yazmama rağmen hala sekizini kullanıyorum, geri kalan ikisi hani bana, hani bana diyor..

benim derdim her açıdan mükemmel insanı yakalamak değil, yalnızca bir tek konuda coşkulu olmak yoksa “oha, bu da insan mı ?” diye sorduğumuz kimselerin de milyon tane zayıf yanları var. mesela Federer muhtemelen benim kadar iyi golf oynayamaz, gerçi hiç golf oynamadım ama oynasa idim, kortların fırtınasına karşı kesin farka koşardım. Su schumi’yi kafadan geçer aynı arabadan kullansalar, bunu da iddia edebilirim rahatlıkla.

Oysa ideal insan dediğin yani en azından bana tüketim toplumunda önerilen format her konuda başarı sahibi, karizmatik, siyah takım elbiseli adam modelidir. Maceraperest, putperest figürler bu bünye üzerinde ters teper çünkü, para verseler survivor olmaz benden, iki günde telef olur, geberir giderim o uzak diyarlarda.

Tek bir cümle aslında bir sürü şeyi açıklar, neye sahip olursanız, kim olursanız olun, her zaman bir daha iyisi vardır ve insan evlatları oksijen alıp verirken o daha iyiye sahip olmaya motive olurlar. Bir vakit sonra kendinize bakarak ama benim de buyum pek güzel, aaa ben de bu konuda inanılmaz bir insanım falan diyerek mutlu olursunuz, kandırmaca yani, kim yalan söylemez ki?

Ayrıca böyle şeyleri değerlendiren bir kuruluş da mevcut değil, TSE damgalı beşpara etmez kifayetsiz insan yoktur yani, olağanüstü kimseler de madalya takıp gezmez sokaklarda, kime göre neye göre diye sorarlar adama.

Garip işler bunlar.. Su hatırlattı, o yüzden yazdım ben.

20050822

ismailyk gerçeği yadsınamaz

Türkiye’den gerçek star çıkmaz, dünya çapında dans eden yok, zenci ile klip çekerek bu iş olmaz diyenler: titreyin ve kendinize gelin, birazcık gözünüzü açın..

İsmailyk gerçeği ayan beyan karşınızda dururken daha başka birşey arayarak, aman da efendim ben clubber’ım, ben acid jazz’dan başka birşey dinlemem demek gibi garbın afakını zorlayan açıklamalarla bir yere varamazsınız, bu ülkenin evlatları sizi vardırtmaz.

Almanyanın 19. jenerasyonunda hanslarla arkadaşlık etmekten sıkılan bu değerli kardeşimiz kendi öz kardeşlerini de yanına alarak geçtiğimiz senelerde müzik piyasasına bir bomba gibi düştü. Ama yetmedi, yetemezdi zaten, ismalim herşeyim dedi ki şapur şupur beni ye.

Genç kızlarımız onu pek sevdi, şahinlerine arabadan daha pahalı müzik sistemi takan delikanlılarımız bu yeni tarza hasta oldu, milletçe afalladık, kendimizden geçtik, canlı yayınlara ismailim tüm varlığımın bebeklik resimleri ile katıldık, alkışlarken kendimizden geçtik, konser sonralarında kendisine dokunabilmek için elbiselerimizi parçaladık.

Ama o star insan diğerleri gibi bizi görmezden gelmedi, aramıza karıştı, imza isteyenlere imza verdi, kendisine sarılanları geri çevirmedi, kollarını açtı, giydiği pantolanlarla bir devrin öncüsü oldu, peşinden sürüklendik, bize içten ve hep hayalini kurduğumuz yırtık ama bir o kadar da yan komşunun oğlu gibi davrandı. Bunu yaptı ve gönüllerde taht kurdu, ismailyk gerçeği artık hayatımızın en orta yerinde duruyordu.

Ey entel dantel kardeşlerim, ey yüksekokul mezunu olup’ta yabancı müzikten başka birşey bilmeyen arkadaşlarım, nereye kadar karşı koyacaksınız, nereye kadar ?

20050819


bu benim masamdaki dünyanın en güzel ikinci saati, ilki odamdaki duvarda. insanın saati olması ne güzel birşey, masasında durması ayrı bir güzellik. herşey çok güzel zaten. sabahları uyanmasam ya da çalar saatin devamına Su'yu koysam tadından yenmeyecek. kereviz de yenmez tadından, anneler patates diye kakalamaya çalışırlar çocuklara. neyse, bu cuma akşamında, öğleden sonrasından 5 saat sonra yani, uyandığımdan 10 saat fazla, herşey birazcık daha fazla. neyse, ne ise..

20050817

gizlice yaptıklarım:
  • her sabah saati on dakika ileri öteliyorum.
  • odamdaki dünyanın en güzel saati durdu, bir aydır aynı yerde, pil almıyorum, nostalji olsun.
  • işyerindeki kızları küfretmenin o kadar da kötü birşey olmadığına inandırmaya çalışıyorum, başarılıyım, kabayım.
  • annem telefonda fazla fazla konuşunca annecim toplantım var benim diyorum, siz de deyin, arkadaşlarınızla toplanın.
  • felsefe doktorasına başvurdum ama askerlikten kaçmak için, gerçi felsefe olursa okurum, okurum de mi komutanım?
  • bazen yalnızca kafa karıştırmak için abuk birşey söylüyorum, karşıdaki ciddiye alıp anlatmaya başlıyor, dinliyorum.
  • bugün adres soran birini alakasız bir yere gönderdim ama çok acelesi yoktu, yoksa yapmazdım, gerçekten.

size neyse, bana buysa, Su herşeyse,
yani bana kalan sessizlikse, kelimeleri bir yere koyup Su yapmaksa,
ki size kalan hiçbirşeyse, daha kıymetli birşeyiniz yoksa
ve halaysa, yani aslında odadaki o saat durmamışsa, yani hala geçiyorsa zaman
oysa bu kadar kolaysa hayat, hayat adama korsa bazen
bir de iki birden güzel birşey diye düşünüyorsam, harika yalnızlığıma inat
demek ki hala nefes alıyorum. .

20050816


o kadar çok çalışıyorum ki sanırım özlediğim yer yandaki koltuk. sabahın körlerinde dört gözle beklediğim Su gelmese, gelince bana sarılmak yerine özlediği için yerinde zıplamasa (sanırım siz bunu hayal edemezsiniz, ben de harika kelimeler bulup şu yorgun halimle anlatamam) çoktan aranızdan ayrılmış olacağım. beni ayakta tutan aşkın gücü falan yazmam tabii, yazılmaz ööle şeyler, word çarpar adamı..

bu soldaki koltukta çok vaktim geçti benim, çok kitap okudum, çok tv izledim. şimdi daha sakin ama bir o kadar da turuncu bir odanın köşesinde kışın gelmesini beklemekle meşgul ve o kadar meşgul ki ben ancak uyumaktan uyanmaya kendisini görebiliyorum, o sırada da gözlerim kapalı oluyor zaten. kış gelince perdelerimizi kapatacağız, bir tek Su'yu alacağız içeri, size beyaz zamanlar..

bazen seviyorum istanbulu ama o kadar çok seven var ki ben o yüzden Su^yu tercih ediyorum. Su bütün sorularda z şıkkını işaretlemek gibi birşey zaten bir diğer şık hiçbirşey.

20050812

hemşo gitti. sanırım bunalım haline küçücük bünyesi daha fazla dayanamadı ve kendi yaptığı gecekondusunda kimselere birşey söylemeden aramızdan ayrıldı.

garip birşey tabii, ben hiç anlamadığım için hayvansal sevgilerden, garip geldi bana. vedanın insanı, hayvanı olmuyormuş meğersem. arkasından el sallanan herşey, hiçbirşey olmaya akıllara tırnak işareti bırakarak gidiyormuş. sana kalan, yarım yamalak bir güle güle..

Su ağladı birazcık, "hemşo, öldün mü sen?" diye sordu. çocuklar yapar böyle şeyleri, çocuklar kadar masum olduğu için mi kullanıyorum aynı cümlede ikisini, bilmem.

resimdeki capondan, caponyadan hala ve hala nefret ediyorum.

20050811


Hayvanlar alemiyle hayatımın hiçbir evresinde (yumurtalık ve lavra dönemleri dahil) kaynaşmışlığım olmadı. Bir ara muhabbet kuşu furyasından ailecek nasibimizi aldık ama onlar da uçtular gittiler, uçar zaten kuşlar, tabiatında o var.

Uzakta yaşayan biricik kardeşim Julia ise evde japon balığı görünümlü piranha besliyor. Hansi ve lüfer dışında pek balıklarla ilişkim olmamasına rağmen zannımca Julia’nın baluğu yeryüzündeki en canafar birşey. Balık dediğin aptalcana yüzer, yem verirsin yer falan ama bu değişik, bir saniye yerinde durmuyor, sürrrrekli bir heyecan, bir koşuşturmaca. Uyuyacağım, ışıkları kapatıyorum, hoplama sesleri falan geliyor fanustan. Şaka gibi.

Su hanımefendinin ise benden daha çok sevdiği (atmıyorum, öyle) dark isimli bir köpeğe var. Cinsi boxer imiş, ben anlamıyorum tabii, ısırmaya falan çalışır diye pek de sevemiyorum kendisini. Küccükken koppek ıssırrmısstı beni, o yüzzden.

Lakin artıkın benim evimde de kıymetli ev arkadaşımın almış olduğu fare kırması bir hamster yaşamakta. Bu haberi Su’ya söyleyince birden telefonda coştu, hatta ben bir müddet mini cooper mı aldık acaba eve ben farketmeden diye düşündüm. Meğersem yıllardır bir hamster hasreti çekmekteymiş hayatımın anlam ve önemi. İsmini bile düşünmüş, hemşo olacakmış.

Lakin (2) bizim hemşo birazcık bunalım bir arkadaşımız çıktı, ilk geldiğinde amaçsız yere bir tekerleğin peşinde döndü durdu, hadi dedik olur bööle şeyler, ben nereye koşuyorsun peki hemşo, amacın ne dedim, cevap yok. Son iki gündür ise kendine talaşlardan bir gecekondu yapıp içine tünüyor, eline alınca da bağırıyor, koşmuyor, zıplamıyor. Hayat küstü. Meraklan bekliyoruz netekim.

Su siz kendinize bakamıyorsunuz, bi de bu hayvanı nasıl besleyeceksiniz dedi, üstüne bulaşıkları falan yıkadı. Öptüm ben de kendisini J

Olayım bu benim.

20050809

hayrettin

Garip,

Yani sebepsiz olmaz böyle şeyler, yani yüzünün en orta yerine bir aksilik çöker, yüz metreden anlarlar birş eylerin biry erlerde birş ekilde ters gittiğini, sen anlamazsın.

Anlarsın aslında, insan en kolay kendine yalan söyler çünkü, en fazla kendini beklersin gecenin bir vakti gelsin diye, bir kahve içmeye uğrarsın kendi yanına ama gitmen lazımdır, güle güle demeden kapıyı kapatırsın. anladınız mı?

Ve her zaman her istediğimizi bize vermiyor hayat, Su’yun uyuyan hali kadar güzel değil gündüzlerin çoğu, ellerinden tutuyorum çoğul cümlelerde, biraz daha iyiyim.

Biraz daha iyi misiniz? Ne kadar iyisiniz mesela? Üç metre kadar iyi oldunuz mu hiç? Hiç işinize yaradı mı iyi olmak, para yapıyor mu bu işler, ikinci eli gidiyor mu, doktordan satsak temiz falan olsa, olmaz mı, olduramaz mıyız?

Kendimi kaybetmek istiyorum, Su sokağın birinden bulsun.
Kendimi bulmak istiyorum, Su kaybetsin.

Çok olağan.


bişeye
mi
bakmıştınız
bacım ??

20050808

hayatımın geri kalanının üçte biriyle fındık almak istiyorum.

y

dikkat edin: haber bültenlerinin yaklaşık onbeş dakikasında fakirlik yüzünden acı çeken insanların haberleri var. yerden mısır toplayanlar, çöpten yiyecek arayanlar gibi..

bu haberlerin bitiminden yaklaşık iki saat sonra ise televole ve türevi programlarda ünlü eğlence mekanlarından muazzam manzaralar izliyoruz. son model arabalar, gecede bilmemnekadar para harcandı falan gibi manşetler..

ayrıca biz şanslı kesim caddebostan plajlarında denize giren halkımızı da yerden yere vuruyoruz, uzayda yaşıyoruz çünkü biz, dünyalılar da nereden geldi? denize boxer ile giren adam ancak ekmek parası için çalışmalı, eğlenmek ve serinlenmek zenginlerin hakkı. tabii bütün suç o arkadaşların, asgari ücretle hilfiger şort satılıyor pazarlarda, gidin alın işte. çocukluğunuz beach'lerde geçti, hala öğrenemediniz bazı şeyleri.

bu ülkede nasıl sosyal patlama olmuyor, anlamıyorum..

20050805

yazlık yazı


Böyle havalarda kolsuz birşeyler giyip emrealtug olaraktan sıcak pek sıcak lakin aha da sıcak olacak diye şarkı söyleyesim var. Ayrıca karlı bir istanbulda mahsur kalmayı nem yüzünden uyutmayan sivrisinek bir yaza yirmi kere tercih ederim. Buz dolu bir bardaka imla hataları eşliğinde kola dökmeyi de karamel dolu bir makiatoya prefer, yes i do miss brown.. hangi italyan etmez ki, parmak kaldırsın.. olur böyle şeyler, olur değil mi, size de oluyor mu meselam, hakançokşüküre de oluyor mudur acep such things, sormak gerek gollük bir pozisyonda..

(Eve gelen temizlikçi abla kafa karışıklığını da toplayabilir mi, soru işaretlerini dolabın görünmez bir yerine kaldırabilir mi, valizlerini hazırlar mı gidebilmen için? Gidebilir misin, yani gitsek, boşversek, herşeyin dolusunu ellerine koysak, ellerinden tutsam sonra bir cümlenin sonunda 1. çoğul şahıs eki alıp.. sana siyah cümleler kuruyorum parantezler içinde, o yüzden gülümse)

Dinleyin: queen // i want to break free
Okuyun: jean baudrilliard // tüketim toplumu
Gidin: gidin buralardan // biz el sallarız arkanızdan

(velhasılı julia’ya da söylemiştim bir zamanlar, hayat sandığımız kadar zor, bildiğimiz kadar kolay değil ama bazen göremeyeceğimiz kadar güzel.. yani sen uyurken bebeklere benziyorsun, küçücük ellerinin beyazlığından anlıyorum, sağdan sola dönerken usul hareketlerinden, ufacık öpünce gülüyorsun, bir saniye, o bir saniyede: ilk cümledeki zaman, bir sonrasındaki hayat, bir diğerindeki bildiklerim, hepsi, herşey, tümü yalan.)

Ayrıca buradan dün gece itibariyle psikolojimin otuzbeş derece sağa kaymasına neden olan saadettinnettinteksoy’a en içten dileklerimi iletiyorum. Şuursuz amca anlatıyor; Yok evin altında yatır mı var, bu sesler nereden geliyor falan. Hayır bende salaklık, ne izliyorsun, kapat git işte. Netekim kapattım, gittim, yattım. Evden salak salak sesler gelmeye başladı, korktum değerli arkadaşlar, ayan beyan korktum, ışık falan açıp ööle uyudum. Gene salaklık işte, ışık mı koruyacak seni ruhani varlıktan, olayı ışık zaten ruhani amcaların. İnanma böyle şeylere, ilahi silenzio sen de alemsin diyen olursa, demesin, kırıcı konuşurum, yaparım, yes i can.

(then i breathe for you..)

20050803


Eylülü bekliyoruz dört gözle ve yapraklardaki o hain sarıyı.. Su dedi ki: “Haziran gülümser, temmuz yalancı, ağustos geçmek için durur takvimde, doğruları söylemek için eylül gelir”, su’stum.

Sezen aksu’nun son parçaları güzele benziyor. (lütfen bir kere fazla göreyim seni, aniden karşıma çık, gözlerim sende kalsın, bana bırakma.)

Royskopp isimli arkadaşların “only this moment” isimli klipleri herhalde izlediğim en iyi klipsel aktivite şimdiye kadar.. (seninle arabada coca-cola light reklamı yapmalıyız bir ara, sen coca ol, ben de cola)

Sence cumartesi akşamı anlattıklarıma garson gülmüş müdür? (öyle boş şeylerden bahsediyorum ki bazen, yok hayatımın şu mevsimi depresyondu falan diye ve sen o kadar güzel dinlermiş gibi yapıyorsun ki)

Ahmetçakar nasıl bir kendine güven abidesidir, bu arkadaşın babası bunu nasıl beslemiştir, ne yer bu amca, hayret doğrusu, ezik’im herhalde ben.

Depresif olan arkadaşlar için söylüyorum: 1) hap için, herşeye birebir gelir, şahsen ben süper bir insan olduğum için kullanmam ama siz kullanın 2) değmez

Ayrıca bazen, farketmediğin o birkaç saniyede sesin öyle bir değişiyor ki, unutuyorum, neyi unuttuğumu unutuyorum.

Ve ben de dedim ki Su’ya: “Eylül gelir, yağmur yağmaya başlar, yapraklarda hain bir sarı, garip bir hüzün biner otobüslere köşebaşlarından, sen bir sonraki durakta inersin, peşinden gelir. “

20050801

hayatımın geri kalanını ahmetçakar olarak geçirmek istiyorum.