20050530

whispering

Caponlar filmlerdeki gibi her selamlaşmada öne doğru nazikçe eğiliyorlarmış, masadaki en yaşlı kimse yemeğe başlamadan diğerleri birşey yiyemiyorlarmış, yeni tanıştıkları her insana kartvizitlerini uzatıp sizden de aynısını yapmanızı bekliyorlarmış, kendilerinin çinli ya da herhangi bir çekik gözlü ülkeliyle karıştırılmasına acayip bozuluyorlarmış, cuma akşamı bunu öğrendim.

Su’ya söyleyemediklerinden Sue dediklerini, Sue ile beni uzunca bir müddet evli bir çift sandıklarını, yalnızca arkadaş olduğumuzu belirtince şaşırdıklarını, şaşıran caponların bunu pek saklayamadıklarını ekleyebilirim.

Sue’yu o siyah takımlar içinde görünce neden sevdiğimi yeniden anladığımı, ingilizlerin “grace” kelimesini bu sebeple icat ettiklerini, kendisinin birkaç cümle ile konuşmaya başladığı caponca kelimelerle herşeyi, o an, o kadar insanın içinde söylemeyi ne kadar çok istediğimi yukarıdaki paragrafların yanına koyabiliriz.

Sue’nun altmış yaşlarındaki patronunun karetecilere benzediğini, her an bize birkaç numara gösterebileceğini sandığımı, uzunca bir süre şahsına italyan usulü girmeyi düşündüğümü lakin her seferinde gülümseyerek yanıma gelip o garip aksanlı ingilizcesiyle hava ve Su’dan konuşmaya çalışarak beni durduğunu da not düşelim.

Aynı altmış yaşlarındaki patronun “ Sue, Japonya’da çalışma teklifimizi kabul ederse sizi de yanında görmek isteriz” dediği an, o kocaman salonun üç yerine asılmış kocaman saatlerin durduğunu, koşarak gitmek istediğimi, gidip herşeyi birkaç saat öncesinin kahve içtiğimiz takviminde asılı bırakabileceğimi, bunları size söylemem.

Su’yun yanıma gelip “ birşey mi oldu? ” diye sorduğunda ceplerimin birinde kaybolmuş sigarayı hiçbir zaman böyle aramadığımı, “hiçbir şey” diye cevap verdiğimde sigaranın çoktan yandığını, hiçbir sigaranın böyle herşey gibi yanamayacağını, birşeyin aslında o herşey olduğunu, herşeyin öyle manasız gözüküp bir sigara gibi sönebileceğini, bunları hiç duymadınız.

Geri dönerken Su’yun “ sana önemli birşey söyleyeceğim ama sonra, şimdi değil “ dediğinde “ gitmeyeceksin değil mi? ” diye soramadığımı, arabadan inerken duyulmayacak kadar sessiz “niye bu kadar erken geldin ki” diye kurduğu cümleden sonra bütün harflerin yeriyle oynayarak sıkıca sarılıp onu bırakmadığımı keşke size söyleyebilseydim.

Su’sup su’sup yok olmak istiyorum.

20050526

çalışan fikirler..

böyle karanlık ve kasvetli havalarda, genel bir tatil ilan edilip insanlara eve gidip uyuma ya da salak kadın programlarını izleme hakkı verilmeli..

hafta içi çarşamba günü tatil olmalı, böylece insanlar daha dinlenmiş şekilde perşembe günü işe gelebilirler..

sabah uyanmakta zorlanan insanlar doktordan rapor alabilmeli ve bu raporu kullanarak saat onikide işbaşı yapabilmeliler..

haftasonu öğrenciler dahil hiç kimse çalışmamalı, yurt çapında mayışmışlık günü ilan edilmeli.. (biz öğrenciyken çalışırdık)

erkekler otuz sekiz, bayanlar otuz dört yaşında emekli olmalılar.. emeklilik fonları deniz kıyısında emekliler için dev tatil köyleri yaptırmalı, bedava..

iş yerlerinde duş olmalı, isteyen sabah ayılmak için gelsin duşunu alsın ya da istediği zaman alsın, orasını ben bilemem..

20050524

yemek

Su pazar akşamı söylediğinde şaka yapıyor zannetmiştim. Bildiğiniz üzere kendisi bir capon şirketinde çalışmakta, bu capon densizleri bir şirket yemeği yapalım demişler ve bu arkadaşların genelde yemeğe yalnız katılmamak gibi bir adetleri bulunmaktaymış. Bomba kısım geliyor sevgili italyalılar: Su dedi ki benimle o yemeğe gelir misin? (siz türkler eşlik etmek diyorsunuz)

Bir müddet güldüm, tabii ki hanımefendi şaşkın bir ifade ile neye güldüğümü anlamaya çalıştı.

Yemek cuma akşamı: 3 günüm var, hızlandırılmış dövüş sanatları dersi alıyorum, bruce lee filmleri izlemeye başladım, capon çatal pıçağı ile nasıl saldırılır onlara çalışıyorum.

Eğer Su hanım için önümüzdeki günlerde ayarlanmış yurt dışı gezileri varsa, o zaman ulusça saldırmamız gerekebilir. Geçmiş dönemde bana mücadelemde destek veren herkese sonsuz teşekkürler, daha fazla yanımda olmak isteyenler evlerinde sony'e ait ne varsa kırsınlar..

uyumayan insan icat ederlerse caponları affederim, yoksa acımam olmaz. (ya da Su'yun yanında uyuyan silenzio yapmayı başarırlarsa)

20050523

oh yeah

Çocukken otobüslerin insanlara çok benzediğini düşünürdüm. Otogarların peronlarında birbirleriyle konuştuklarını, aslında Kamil Koç’un Hakiki Koç’un amcası olduğunu, artık eskimiş otobüslerin en yeni modelleri içten içe kıskandığını. Yolculuklar başlı başına bir maceraydı zaten, gidilecek yol üzerinde ne kadar kasaba varsa isimlerini bir kağıda yazar, aralarındaki kilometreyi hesaplardım, sonrası camdan mavi tabelalara bakıp takip etmeye kalırdı. Eğer milyonlarca şair benzer uyduruk cümlelerle o yolculuklarda düşünmeye başladığını yazmasa idi, aynı cümlelerin basit bir tekrarını benden de duymuş olurdunuz ya da şu an ön koltuğumda oturan dengesiz teyze o ön koltuğu ikide bir öne arkaya yatırıp düzeltmeseydi belki daha güzel bir yazı okurdunuz.

Lakin zaman garip bir mesele, geri dönüşü olmayan geçişlere zaman diyorlar, artık biliyorum. Siz bu satırları okurken ertesi gün olmuş olacak, benim sakin ve yağmurlu yolculuğum da çoktan bitmiş. Ne kötü ki insan birkaç saniye öncesine bile geri dönemiyor, az önce mola yerinde içtiğim sigara izmarit olurken, yanından geçip durduğumuz ağaçlar fark etmeden aynı geçmişteki hatırlanmayacak yerlerini alıyor, biz de bir otobüs dolusu insanla istanbula gidermiş taklidi yapıp ne zaman olduğu matematiğin harika sihrinde saklı ölümlerimize doğru yaklaşıyoruz.

Bu yazıyı okumaya başladığınız an bile ne kadar geride kaldı.. geçmişinize el sallayın.

20050521

.

bir gün, iki hafta sonra, sekiz ay sonra, ondokuz sene sonra ama birgün; babamın anneme baktığı (o kaçak, saklı, kimsenin göremeyeceği an) kadar aşk ile birisini sevemeyeceksem bugün, birkaç saat içinde, mümkünse hemen, üç-beş saniye sonra ölmek istiyorum.

action de la kayahan

Starteve’de yayınlanan ve sanırım türüne “macera-gençlik” ya da kısaca maceracı gençlik diyebileceğimiz filmlere bayılıyorum. Netekim ben de gencim, ben de dağlara bayırlara gitmek, bir maceradan diğerine sekmek, kah arıların peşinde kah genetiği bozulmuş kobraların arkasından koşmak istiyorum, imkan meselesi tabii, olmuyor. Peki ne yapıyorum, hayatımdaki bu akıl almaz boşluğu harikulade tasarlanmış filmler ile dolduruyorum. Tabii belli kurallar söz konusu, öncelikle haylaz 3-4 genç kesinlikle olmalı, sonra bunları hafif ateşte ormana, dağ evine, kasabaya koyuyoruz, gençler alkol de alıp iyice sapıttıktan sonra ince dilimlenmiş bir gerilim müziği koyuyoruz, bu sırada anlıyoruz ki gençlerimizden biri kaşınmış, unutmayın illa ki birisi abuk bir şekilde ölecek, bu kaşınan arkadaşı artık o akşam konu neyse çat diye öldürüyoruz, vahşi koyunlardan kaçıyorlarsa koyuna yediriyoruz diye düşünün. unutmadan seksi öğeleri de eklemeliyiz, sağ kalan 3 gencimizden eşcinsel olmayan ikisini bir ara seviştiriyoruz ki biraz rahatlasın gençler, oh be desinler. Şerif, polis, vali bulursanız bir miktar onlardan da bulunmasında fayda var, dev karizmatik abiler bunlar, gençlere nasihat falan veriyorlar ama gençlerde tık yok. En sonunda efendim bir profesör olur, konunun uzmanı olur, ezik gençlerden biri olur sorunu çözüyor, aşık gençler de son birkez mutlulukla öpüşüyorlar, film bitti. Bunlar dururken insan neden başka bir film izlesin ki, anlamak mümkün değil..

Kayahan’ın kızı büyümüş, reklamda gördüm, kocaman olmuş. Hey gidi kayahan hey, ne günlerdi be.. çok iyi hatırlıyorum hazırlıktaydım o zamanlar anadolumun lisesinde, 93 falandı herhalde, hakem uzatmaları oynatıyormuş gibi (çok ince espri yaptım, dikkat çekerim, gerekirse sert konuşurum, benim tersim fenadır) kaset-walkman zamanları ama pek de küçüğüz, kayahan bomba tabii o zamanlar, ezbere biliyorum tüm şarkıları, sarı saçlarınla sen suçlusun gibi hit parçaların sahibi. Önerim şudur: kayahan bundan sonra kızını da alıp adidas, nike gibi sportif reklamlara çıksın, ne eksiği var, şarkı söylerken koşar, eşi de ona eşlik eder, kızları da onlara katılır, olay budur yani. Ailecek adidas almazlarsa insanlar ben de birşey bilmiyorum.

Kayahan starteve ile anlaşıp maceracı genç olsa, şaşırdınız değil mi? Aha da fikir..

20050520

9aısmy1

200174581-001
19 ilkbaharın en mayıs gününde Su hanım da 29. geleneksel kutlamalarımıza katıldı ve Louis manyağının öncülüğünü yaptığı “bayram varsa yerinde izlenir” temalı programımızda yerini aldı. Şimdi bu hasta arkadaşımız Louis, beş sene önce falan teretebir’deki stadyum görüntüleriyle yetinmemeye, direkman (ho ho ho) stadyuma gitmeye başlamış, okuldan kaytardıkları için sevinç kübü tribün dolusu gencin ellerindeki pankartlarla yazılar yazması harikaymış, yok böyle şeyleri chinliler zupper yaparmış da bizim türkler de fena değilmiş. Akabinde bu etkinliğe zavallı sevgilisi Alberta da katıldı, geçen sene beni de dahil ettiler. Değerli Su’ya kendisinin de gelmesini teklif ettiğimizde çok olağan bir şekilde “ aaa ben severim öyle şeyleri “ dedi, bir müddet dalga geçiyor zannetsem de kendisi oldukça ciddi imiş.

Sabahın köründe buluşup stadyumun yolunu tuttuk, neden geldiklerini hala anlayamadığım çoğunluğu ev hanımı serapezgüsel bir toplulukla gösterileri izlemeye başladık. İtiraf etmeliyim ki kahramansal şiir yazmakta yetenekli şairlere ihtiyacımız var (mtlda’cım hadi canım benim, bunu da yaparsın sen) Hakikaten türk gençleri çok bir yetenekli, maşallah nasıl bir kordinasyondur, nasıl bir takım çalışması anlamak mümkün değil, insan bir kere olsun hata yapar, yapmadılar, alkışlamaktan ellerimiz acıdı, gelecek emin ellerde. Teyzehanımlar da ah yavrum nidalarıyla evlatlarını selamladılar. Devletimizin büyükleri de yerini aldı, bu su’lulukla ben hiçbir zaman siyasi bir kişilik olamam, bir kere daha idrak ettim, suküt-ü hayal’e uğradım. Zaten benim üç ismim iki soyadım yok, bakanlığın ilk koşulunda sıçıyorum, olmaz yani..

Ben Su’ya bakıyorum arada, acaba eğleniyor mu yoksa nasıl manyakların arasına düştüm ben diye mi düşünüyor anlamak için (bu kesinlikle şahsı ile alakalı her bir ayrıntının hastası olduğum anlamına gelmiyor). Sonuç olarak biz mayısın en 19 gününde atlılar gibi şendik, bilseniz nasıl eğlendik, nasıl eğlendik...

20050518

hikaye

200174581-001
“ bana yalan söyleme, inanırım..“

misstrange’le öyle sıradan bir mevzuda konuşurken sanırım kendisi de farketmeden ağzından çıkıverdi. Böyle çaktırmadan söylenmiş sıradan sözler on panter gücünde oluyor, o on panterlerin sahibi ormanda dolaşırken anlamıyorlar, anlaşılabilen durumlarda bu kadar iyi cümleler söyleyemiyor zaten insanlar, panterler belki ama insanlar değil.

Oysa yalan başlı başına bir eşitsizliktir, herhangi bir denklemde, üçüncü dereceden bir integralin o kavisli işaretinde, sonsuza giderken yanından geçeceğiniz bir mola yerinde sizi bekliyor olacaktır. İnsan en güzel yalanları kendisine söyler. bildiğiniz herşeyin bir gün sessizliklik olacağını varsayarsak böyle de yapmalıdır zaten.

Hiçbir masal kahramanı yalan söylemez mesela, yalan söyleyenleri hikayelere gönderir büyükler. İnanmanın artı bir olarak tabelelara yansıdığı tek yer hikayelerdir çünkü. Aşkların sonunda sakin bir cümle duyulur, demek herşey yalanmış, ne zannediyordun ki? Sana daha iyisini vaad edemem. (unutma, bu aslında iyi bir hikaye)

20050517

magika

200174581-001
havada garip bir durum var sevgili basın mensupları, sanki mayısın ortası gelmemiş, yazdan daha yeni çıkmışız da soğumaya başlıyor gibi. sakın bana mayıs biraz da eylüle benziyor, ne bekliyordun ki demeyin, 22+2 sene boyunca öğrendim böyle şeyleri. mayıs eylüle benzeyemez ayrıca mayıs neşeli olmak zorundadır, takvime bunun için koymuşlardır, eylül ise kendisi gelip yerleşmiştir ağustos sonrasına, bir müddet kimse alışamamış, insanlar gülecekler mi yoksa hüzünlü mü olacaklar becerememişlerdir, dünyaya tam kaos hakim olacakken
Su hanım eylülü sarı yapraklardan ötürü hüzne daha yakın buldu, biz de itiraz edemedik.

Bir vakitler merve vardı, orta ikinin en çocuk olduğu yaz. Her gün uzaktaki yoldan gelişini beklerdim, siz aşkı bildiğinizi zannediyorsunuz, yazık. Sonra bir gün derslerim var benim dedi, gitti, çalışkan çocuklar olmalıydık. (ben sonra çok çalışkan oldum, geçtim onu össde o ayrı J ) Nasıl üzülmüştüm, dokunsan ağlayacağım, annemler ne oldu falan diye soruyorlar ama cevap veremiyorum, eve geri döndüm, resmini bulup hemen yırttım, (yaşınız ne olursa olsun nefret en iyi temizlik aracıdır) o gece biraz daha geç uyudum, yolda karşılaşmamaya çalıştım. Sonra eylül geldi, unuttum. Lakin bir gün fikrim değişirse o çocuk olup onu bulacağım, herşey daha güzel olabilirdi merve diyeceğim, kimse böyle olsun istemezdi, sonra kaldığım yerden gideceğim.

Bazen Su konuşurken dinlermiş gibi yapıp yüzüne bakıyorum. Karşımda kocaman kadınlar gibi oturup ağır cümleler kuruyor lakin yüzünün o görmediği kısmı küçücük kız, evcilik oynamış arkadaşlarıyla, birkaç sınavından beş yerine dört almış. O ciddi şeylerin arasında sesi aniden ondört yaşına dönecek sanıyorum. Aklımın başka bir yere gittiğini anlıyor (nereye gittiğini zannediyorsa ?) , Sen beni dinlemiyorsun galiba diye soruyor on dört yaşındaki birisi ne kadar kızabilirse, yastık falan etrafta ne varsa kafama atıyor, acımıyor ama.


”if I could take you away.. “ bir şarkı bundan daha iyi bir sözle başlayamaz.
Be be your love - Rachael Yamataga (capon ismi gibi ama değil, caponlar şarkı söyleyemez)
Bu şarkıyı almanyanın saarbrücken ülkesindeki Mahmut amcama armağan ediyorum, teyzecim sana da çok selamlar..

Çok dağınık yazdım, bir ara toplarım.

20050516

,.

200174581-001
bundan sonraki hayatımı noel baba olarak geçirmeye karar verdim, olayım budur, geri kalan saniyelerimin yegane amacı yılbaşının gelmesini beklemektir, hediyeleri kredi kartı ile 8 taksit yaparak alacağım, toyzarasla anlaştım, prensipte herşey tamam, geyikleri bulursak iki de odun keser kızak yaparız, kar da yağar, şiribom şiribom.. excel başında olmayacak böyle 30 sene...

Su geldi, bana caponyadan asyalı getirmiş, şaka bir yana harika bir kılıç getirmiş, bir ara kendimi kaybedip güzelim kızın kafasını uçuruyordum, sağa sola saldırdım, starwars öncesi bugünlerde jedi misali tehlikeli bir şeymiş kılıç, Su hanım ile beraber bunu tespit ettik. Caponlar filmlerdeki gibi ota boka eğiliyorlarmış, bi müddet sistemi anlayamamış kendisi, salak onlar dedim, ben de anlayamadım diye cevap verdi gülümseyerek, sonra peki o zaman o kadar icadı kim yapıyor diye sordu, italyanlar dedim. Sana önemli birşey söyleyeceğim ama bugün değil dedi Su ayrılırken, merakla bekliyoruz.

birisini özlemeyeli uzun olmuş, özlemeyi de özleyebiliyor insan demek ki, özlemenin karesini özlerse durup düşünmek lazım demişti Alberta, haklı imiş.

bazen başka hayatların sözlüklerinde ne manalara gelebildiğimizi, cümlenin içinde bir yerde yanlış dursak o hayatın anlamını nasıl değiştireceğimizi, virgül yerine nokta koyunca kaç gemi batırdığımızı farketmiyoruz.

hikayenin sonu yaklaşıyor: iyi ya da kötü, 0 ya da 2, virgül ya da .

20050515

details v1

haber bültenlerinde yıllarca gizli gizli öğretilmeye çalışılmasına rağmen kimse ama kimse "saat ondört" demez kısaca"saat iki" der, onsekizde buluşamazsın yani arkadaşlarınla altıda buluşursun.

ilkokuldayken kurşunkalemleri dişlerdim, bi kurşunkalemim olmayalı o kadar uzun zaman olmuş ki çekmecede bir tane bulunca direk dişledim, yahu bu rahatlatıcı bir duygu imiş. 0.5 basmalı kalemler çıkmıştı sonra, sarılarını hatırlıyorum en çok, tabii efsane rotringler geldi akabinde, sarı kalemleri kimse kullanmaz oldu, vefasızlık işte. rotring dişlenmez ki..

Kimse kimseyi sigara içmeye davet etmez, kahve olur, çay olur, tatlı yemek olur ama sigara olmaz. oysa ki sevdiğiniz birisiyle karşılıklı sigara içmek dünyanın en bi şeker şeyidir. Biri sigara içmeye davet etse ben aynen kabul ederim o daveti.

Albert Camus /Yabancı'dan öğrenilmiştir: iki insan birarada yüzebilir. birisi diğerinin beline tutunur, beline tutunulan kulaç yapar, arkadaki palet yapar, şıkır şıkır yüzerler, hem de denizde romantik ortam olur (mumsuz romantizm nereye kadar olacaksa)

Hep ranzada uyumak istemişim, yurtta falan oldu ama evimde ranzada yatmak harika olurdu. Ranza hem uzak hem yakındır çünkü, bana kalırsa bütün sevgililer ranzada uyusun, böylece birbirlerini daha fazla özler ve severler. (bunu da herkese söylemem)

Clementine'in hediye ettiği zupper bardakla su ve bira içmeyi denedim. Su içmek daha güzelmiş, misstrange buzlu su iç demişti ama bizim evde buz olmaz, çok fakiriz, alamıyoruz, buradan devletimizin yetkililerine sesleniyorum.

-----------------------------------------

Gelmesine çok az kaldı, çok az kalırken aklıma bunlar geldi, bunlar gidecek biraz sonra, dedim ya O'nun gelmesine az kaldı.

20050513

virgül

pazar sabahı Su geri dönüyor
tüm capon camiasından verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle kusura bakmamalarını istiyoruz
bakıyorlarsa da baksınlar, umurumuzda değil
biz italyanlar hala derin bir öfkenin içindeyiz
geçeceğini de pek sanmıyoruz
lakin ben;
uyusam
uyusam
uyusam
daha mı kolay geçer 39+2 saat

20050512

Su hakkında üç-beş şey

200174581-001
İguana nasıl bir hayvandır, hayvan mıdır yoksa bizi mi yer, o olgun ifadenin altında bir yanardağ mı yatar hiçbir zaman anlayamamışımdır. Belgesel kanalları hiç ilgilenmemiştir mesela onlarla, aslan gitsin birini yesin haber olur, kartal uçar farenin birini kapar, timsah bi bok yapmaz sudan çıkar, manşet. İguanın yüzünde ayrıca şaşkın bir ifade de vardır: ben her gördüğümde “ulan şimdi bişey diyecek hayvan ama hayırlısı...” diye düşünürüm, lakin iguana çok düşünmez, sakin sakin oturur, verirlerse yemek yer, vermezlerse fotosentez yapar, öyle tek başına takılır, ısırmaz, sokmaz. Hiç bir çocuk da anne eve bundan alalım diye sevmez kendisini, korkarsın çünkü, fare bozması hayvan beslersin ama sıkıyorsa iguana besle. (bir sonraki aşamada İtalya İguanaları Koruma ve Yaşatma Derneği kurup lokal açacağım, bira satacağım, lokallerde bira satmak serbest, yaşlı amcalar gelip takılsın)

çok büyük bir proce içindeyim değerli basın mensupları, özetle: bizim mahallede insana sigarayı döverek veren bir marketçi amca var, ama bu herifin olayı asık surat, 2 senedir bir kez güldüğünü görmedim, daimi bir öküzlük hakim, başka bir marketin poşetini falan görünce direk pis pis bakıyor mesela. olayım şudur: bu amcayı benim medyumsal güçlerim olduğuna inandıracağım; tam marketten çıkarken telefonu açmalısın diyeceğim, amca aptal aptal ne telefonu derken cebimden göstermeden çaldıracağım, şok.. yarın çok çikolata satacaksın diyeceğim, mahallenin çocuklarına para vereceğim sonra ertesi gün hepsi çikolata alacak. böyle üç beş daha sonra, neticede amca iptal.. yahu silenzio senin işin mi yok diye sorarsanız, sizin çok daha önemli işleriniz mi var hayatta diye cevap veririm.

böyle kapalı bahar günlerini seviyorum, insana garip bir huzur veriyor, misstrange anlıyor bu huzur işlerinden, lakin bana anlatmıyor, anlamam diye anlatmıyor herhalde, yoksa neden anlatmasın ki.

Ne yönden bakarsan bak, sipor olsun diye yaşıyorum. Durumum fantezi futbol anlayacağınız. 6-5-9 taktiğiyle oynuyoruz sahada ne kadar insan varsa. Bir o kale bir bu kale, şimdi ben köşe gönderinden orta yapacağım, siz de kafa vurun, gol olsun.

Caponlardan nefret ediyorum, kısa boylu aptal yaratıklar.

son olarak Su hakkında: 1+2 hiçbirşey, 3+2 hiçbirşey, şey ,.

20050510

iguanalar hakkında üç-beş şey

200174581-001
bu sıralar serapezgü ismi verilen ve iş dönüşü beni inanılmaz rahatlatan bir program izliyorum. buradaki kadınların hayat hakkında hemen herşeyde bilgileri var, harika sorunları var ve şıp diye çözüm buluyorlar (mesela benim hiç öyle büyük bir derdim olmadı, Siyah zamanları saymazsak) Seraphanım bir otoriter bir otoriter sormayın gitsin, sen yalancısın falan diyor herife, adamcağız 68+2 milyondan özür diliyor (bu 68+2 mio olayına da hastayım zaten) sonra olaylar o kadar karmaşık ki pulmaca gibi, pulabilene aşkolsun. kim kime ne yapmış, kim yalan söylüyor, anlamak mümkün değil, acayip kıskanıyorum, benim hayatım çok sıradan, bi bok olduğu yok. Uzun müddet düşündükten sonra Su'yu seraphanım'a şikayet etmeye karar verdim, bu kişi benim tabiatımla oynuyor diyeceğim, seraphanım elbet bir çaresine bakacaktır, bu onun görevi, süper bir insan kendisi. hergün saat 16+2 civarı showteve ekranlarında.. ayrıca sevgili okurlar (bakınız hemen moda giriyorum) bu sitede bir müslüman da demedi ki yahu silenzio istersen biz konuşalım Su ile, belki bir çözüm buluruz, belki herşey güzel olur, insanlık ölmüş, seraphanım gibiler de olmasa yaşanmaz buralarda. (bugünlerde seraphanım meşgul, çok meşgul, sen anlıyorsun)

lakin ben hep çiçekli nevresim takımlarını çirkin bulmuşumdur, geometrik desenliler ise nedense hep daha çekici gelmiştir, annem anlar bu işlerden, 22+2 senedir annem kendisi, tabii ki anlayacak. Geometrik desenlere bakınca insanın aklına çocukluk yılları falan gelir, açı hesaplamaya başlar, yok buradan çıkmaz bu soru falan dersin, matematiğin gizli bir huzuru vardır zaten, herşeyden eminsindir, bir üçgenin iç açıları hiç bir zaman 180 etmez mesela toplayınca. çiçek öyle mi, güller falan iğrenç, hem kimi kandırıyorsun ki kimse o kadar mutlu değil, sabah uyanınca gül bahçesi olsun her taraf. (devrik cümlelerin intikamı alınacaktır)

eylül mayısı takvimlerde hiçbir zaman yanında olamadığı için mi çok sever yoksa başında ilk bulunan bir baharı hiç görmediğinden mi bu kadar acı çeker, bilinmez. sarı daha mı güzeldir yeşilden yoksa kimileri kaybetmek için mi doğar, kaybetmek hiç mi bu kadar güzel olmamıştır, susmalı. bittiği için mi güzeldir yaz, başladığı için mi bitecektir yoksa, sen bir ara bana anlatırsın.

(( toplamı 1+1'e gitmeyen zamanlarda 0+0'ı tüketmeye çalışıyorum, hiçbirşey herşey kadar umrumda değil, herşeyi uzak bir tokyonun yakın bir yokluğuna veriyorum uyumadan önceleri, yazık ki herşey bıraktığın gibi. bilmiyorsun. ))

son olarak iguanalar hakkında: üç, beş ve şey,.

20050509

aveasyon

Su aradı, o irenç avea reklamındaki gibi uluslararası konuştuk, arada aşkın hatrı olmasa ben hayatta konuşmam caponyadaki biriyle, işim olmaz, direk italyaya bağlanırım.

Herşey yolunda imiş, caponlar çok saygılı insan evlatları imiş, işler de pek bir yolunda gidiyormuş şimdilik, otel odasında canı sıkılmış birazcık lakin the smiths öyle güzelmiş ki neden daha önce söylememişim, seni düşünürken dinliyorum canım ben onu, o yüzden haberin olmadı diyemedim tabii (dostlarım sordular o gitti diyemedim // peker soyadlı abuk biri vardı, delete tuşuna bastım zihnimin). Sen ne yapıyorsun diye sordu, hiçbir şey diye yanıtladım. Herşey bu paragrafın ilk cümlesindeki uzakta, ben hiç’li kısımlarla ilgileniyorum bu sıralar.

Caponya ile memleketimiz arasında tam 5+2 saat fark var, sanırım aralarda bir yerlerde vakit kayboluyor, mesela o arada yaşayanlar kollarına hiç saat takmamışlar, takvime gerek olmadığından hiçbir aztekli icat etmemiş, herkes yeteri kadar yaşlanınca ölüyormuş, istersen hep çocuk kalabiliyormuşsun, geçmiş geçemediği için yokmuş, hatıralarını yazmazsan aklında yalnızca boşluklar duruyormuş, yazsan bile hatıra defterinin sağ-üst köşesine tarih atamıyormuşsun. Çok garip yani, bildiğiniz gibi değil.

Su dedim, oralarda sokaklarda şarkı söylerek konuşmuyorsun değil mi benimle, arabanın içindeki çocuklara dil falan çıkarmıyorsun, köpeğinde yoktur şimdi senin, telefonunu unutsan kayboldu gitti yani. Güldü, hem de çok güldü. Sağolasın tarkan kardeş, bize yaradı yani senin saçmalaman, sağolasın avea, tez zamanda tarkanı dünyanın diğer köşelerinde görmek istiyoruz, bu sefer eski rol arkadaşı ayı ile ekranlarımıza konuk olsun. Su gülecekse, neden olmasın ??

Dünyanın bütün italyanları birleşin, caponya’ya saldıracağız..

20050507

başlık

200174581-001 Bebek parkında misstrange'i beklerken (ki bugün mayıs bize baharın aslında ne kadar yaza yakın olduğunu gösterdi sonra imla hatalarını rüzgarla hatırlattı) hep ortalarda dolaşan falcı kadınla sıkı bir pazarlıktan sonra falıma bakmasını istedim. çok ciddiyim, bir insanın geleceğini öğrenmesinin tek yolu faldır, yalnızca akıllı insanlar kendi geleceklerini belirleyebilirler, lakin ben o kadar akıllı değilim. Yaşlı teyze attı tabii, yok benim aklımda 3 kişi varmış ama bunlardan bir tanesi çok tehlikeli imiş, sürekli bana giydiriyormuş, yolumu kesmeye çalışıyormuş (açın silenzio'nun önünü). Teyze bir başladı, onun belasını versin, onun iki yakası bir araya gelmesin diye, aman dedim teyzecim, sakinlikte fayda var, boşver, prensip olarak şahıslarla uğraşmayalım. Bir ara kedi geçti, teyzenin atış kapasitesi konsantrasyonuyla (ohaa, bunu yazmak ne kadar zormuş) tükendi, aynı cümleleri tekrarlamaya başladı, üç kişi var....(bir ben bilmiyorum o 3 kişiyi, peşinizdeyim ama) tam o sırada ama tam o sırada misstrange gözüktü, bu manyak ne yapıyor diye düşünmüştür. (çimlerin üzerinde oturmuş teyze ve beni hayal edin), teyze açıkgöz çıktı, güzel kızım senin de falına bakayım dedi, misstrange hiç prim vermedi tabii, biz de başka bir sahil kıysına doğru yol aldık.

Misstrange bütün istanbulu biliyor, ben hiçbirşey bilmiyorum, insan geçtiği yerlerin isimlerine falan bakar, sen bu şehirde yaşıyorsun değil mi dedi, kız haklı, bu ne falan diye soruyorum, misstrange çat diye cevaplıyor, budur yani. beni starwars'ın dışındaki kurulmuş bilim alemlerine sokacak, öyle anlaştık, bu uzay işleri çok felsefik şeylermiş, olay astronotlu hikaye yazmakla bitmiyormuş, enterasan. bir öğle vaktinde, öylesine şeylerden konuştuk.

Güneşli birgünde sahilde araba kullanmak zevkli imiş, rüzgar herşeyi uçurabilecek kadar kuvvetli esebiliyormuş arada sırada, meğersem parkta kitap satan amca ile peçete satan çocuk baba-oğulmuş, fallar da yalan çıkabiliyormuş bazen.

Clementine'in o kadar çok uykusu vardı ki uyku bir insana bu kadar yakışır. görseniz, al sana yastık deyip uzatırsınız. Bu yazı bu kadar, gerisini okumanız hayatınızda virgüllerin yerini bile değiştirmeyecek.
---
İnsanların bu kadar sakin sesleri olmamalı ve giderken melekleri çalmamalılar. (sen anlıyorsun)

Su gitti, sanırım sessizlik birkaç cümleden daha fazla şey anlatacak.

20050506

hayır, vesile

sabahtan beri dört bardak su içtim. oha yani, bu ne ya, insan dediğin bir saat içinde en fazla bir bardak içebilir, öyle programlamışlar, sistemin dışına çıktım ben, matrix oldum. artık benim için çok geç arkadaşlar siz kaçın kendinizi kurtarın, kendinizi kandırmak daha iyi, matrix kocaman bir yalan aslında.

gerçi benim Su'ya karşı zaafım var, belki hepsi bu yüzden, belki herşey bu yüzden.

bu hafta hayırlısı ile biterse önümüzdeki maçlara daha bir güzel bakacağız, bu hafta bir abukluk var çünkü bünyede, anlayamadık. aslında anladık da anlamamazlıktan geliyoruz, (gelinebilecek en iyi yerlerden biri budur) bu bir hafta dahilinde içinde inciler barındıran dalgınlıklarımdan müsadenizle bahsetmek istiyorum.

  • arabanın kapısını bir akşam evin önünde, bir akşam da alışveriş merkezi otoparkında kilitlemeden bıraktım. (ruhsat falan da içinde, ilgilenen olursa haber vereyim, alsın götürsün, temiz, bakımları yapılmıştır)
  • televizyonu açık unutup işe geldim. (ilgilenen olursa evin de adresini vereyim, biri gelip izlesin, film falan da izlesin)
  • üzerinde iki saat çalıştığım meşhur exceli sigara içmeye inerken save etmeden kapattım, durumu anlamadım tabii, güzel güzel sigaramı içtim, sonra yukarı çıktım, excel yok, otur ağla, lakin yıkılmadım, ayaktayım.
  • asıl bomba budur: yer küçücük bir dükkan, birşey beğeniyorum, deneyeyim ben bunu diyorum, görevli amca veriyor, aha bunu dene diye, kabin sırası bekliyorum, böyle perdeli saçma kabinlerden, kızın biri çıkıyor içeriden, giriyorum, mis gibi oluyor bir insana bu kadar yakışabilir tişört ( amandaaman), çıkıyorum dışarı, bir de boy aynasında bakayım, orada 3 tane kız daha oturuyor, bana bakıyorlar falan zannedip geriliyorum (söyledim çok yakıştı diye hatırlarsanız), neyse buraya kadar herşey normal, gerilince tabii acele ediyorum çıkartıp gideyim diye, kabine doğru seri adımlar, insan bir düşünür değil mi kabinde biri var mı diye medeniyetsiz şahıs, taaa taaaa, perdeyi bir açıyorum, süpriz, liseli bir kızcağız içeride, değerli arkadaşlar böyle bir durumda kızlar hemen gögüslerini kapatıyormuş, yani bu gerçekmiş yalnızca filmlerde olmuyormuş, refleksmiş, bunu öğrendik, utandım tabii, kız da utandı, hayvanlık diz boyu, çok pardon falan dedim, hemen kapattım perdeyi ama ayıp yani, kızcağız gene olgun çıktı, bağırmadı falan, ben kız olsam direk koymuştum kafasına çantayı.. kaçtım gittim dükkandan, rezillik..

dün akşam da ütüyü bıraktım prizde (buna fişte diyenler de oluyor, dövelim onları, bakın ben de'lerin onur savaşına destek vererek ayrı bile yazıyorum, önemli şeyler bunlar) Louis uğrayınca bu odada (bakın bu da eki pitişik yazıldı) garip bir koku var dedi. şöyle bir bakınınca parkede duran ütünün parkeyi ütülediğini farkettik, Louis hayatımı kurtardı yani, büyüksün Louis, tabii parke de güzel bir ütü silüeti çıktı, umarım ev sahibi de (bunu pitişik yazdım sonra kendi ayrıldı, alıştılar artık) silüeti sever, benden sonra mutlu mutlu yaşarlar..

nefret ediyorum caponlardan.

sanırım aklım Su'da.. (sanırım bu da'nın yapabileceği bir şey yok)

20050504

the smiths, caponlar, Su

Bu bahar gününde ve mayısın 2+2’si iken, (ki ben bir vakitler eylülün sıradan bir akşam üstünü takvimde yaprağı koparılmamış kocaman bahara değişecek kadar çok severdim), sanırım hepsi geride kaldı, cümlelerde karizmatik duran hüzünlerin bir faydası yok, neşeli şarkılar dinleyip bütün yoklukların yerini bağıra bağıra söylenen nakaratlarla değiştirmek lazım.

smiths

buna benzer bir bahar günüydü, çilek falan almıştım, yurtta kalıyordum o zamanlar, çok da neşeli birgündü aslına bakarsan (aslına pek bakamıyor insan bazen). neyse, nereden bulmuşsam artık o vakitler the smiths bilgisayarın bir köşesinde duruyormuş, o gün dinleyisim tutmuş. “please please please” isimli güzide şarkı 1.57' sürüyor, bu kadarcık yani, iki gün başka birşey yapamadım, insan bir şarkıyı kaç kere üst üste dinleyebilir ki (good times for a change). Tabii sonrasında the smiths’e olan saygımız giderek büyüdü.


bugünlerde o muhteşem dağılmış smiths’ten morrisey’in “let me kiss you” isimli başka bir güzide şarkısını dinliyorum, siz bakmayın ilk paragrafa, pek değişmiyor insan ve pek değişmeyince söylenmesi gereken o neşeli şarkıların nakaratları da eskisi gibi kırık oluyor. Neyse, bu kadarının kimseye zararı yok.

capon2Su aradı dün akşamüstü, cuma akşamı caponya’ya gidiyor, caponca bile biliyor birazcık o, çekik gözlü çalışkan kimselerin şirketinde çalıştığından, bir hafta kalacak hem de. ben bırakacağım hava alanına, oysa ki vedalaşmayı hiç sevmem ama Su isteyince hayır olamıyor cevaplar, neyse ki bu uçaklar ruhsuz, nerede benim çocukluğumun otogarlarındaki el sallamalar.

Bir keresinde falcı teyze 26+2 yaşında caponya’ya gideceğimi hatta orada evlenebileceğimi falan söylemişti, Su da ilk tanıştığımızda bu capon meselelerini açınca dedim ki olay bitmiştir, abla biliyor. Kahve fincanı yalan söyleyecek değil ya.

Hem unutmayın italyanlar caponları her zaman dövebilirler, bunu Su’ya da söyledim, gülümsedi.

capon




Empiüç cdsi yapacağım bir tane, caponya’da sıkılmasın diye Su hanım. O’nun uzak bir şehrin capon caddelerinde tek başına dolaşırken the smiths dinleyen halini düşünüyorum, aklının ucuna kaç metreden geçerim acaba ya da o haliyle benim aklımdan kaç santim uzağa gidebilir..

20050503

uyu

Çocukken uyku saati yaklaşınca annem hadi yatağa falan derdi, anne işte, anneler hep fazla düşünürler çocukkenleri, baktı ki bende hareket yok, evin cumhurbaşkanı babama bir şey söylesene yatsın talimatı gelirdi, tabii babam yülsek bir merci olduğundan emrin bana ulaşması için imzalı bir kağıt beklemezdim. Saat onbirbuçuk falan olurdu diye hatırlıyorum, ben uyuduktan sonra dünyanın en güzel filmlerini gösteriyorlar diye düşünürdüm televizyonda, Cuma akşamlarını da bu yüzden severdim zaten, uyumayabildiğin kadar uyuma, büyük özgürlük.

Bu business ortamlarında yoruluyor insan, babama benzedim, eğer eve gelirsem iki sayfa kitap hoooop gözler gidiyor, haber izlerken uyuyakalınca babam olarak uyanacağım zannediyorum bazen. Babalar hiç çocuk olmaz oysa.

Uyku en kıymetli bir şey günümüz türkiyesinde, işe başladıktan sonra cumartesi sabahları kurulmuş saat gibi kalkmaya başladım, olacak gibi değil, zaten geç yatmışım dımtıs dımtıs, sen bi de sabahın sekizinde uyan, buyur buradan yak (meğersem o kadar kolay yanmıyormuş hiçbirşey), tabii büyük türk olarak çözümü buldum, alkolün üzerine içiyorum sakinleştiriciyi, sen bir sakin uyu, bir sakin uyu, saat öğlen iki olmuş, pireler bıkmamış uçmaktan. Lakin Elmayra dedi ki bu senin mideyi bitirir sevgili silenzio, aaaa sakın bir daha yapma dedi. O öyle şaşırınca ben de aaaa tamam yapmam dedim, kandırdım tabii, aynen devam..

Emekli olunca öyle bir iş bulacağım ki onikide başlayacak, böylece bir taş:düzineyle kuş. Anlam bozukluğunu bulan üç şanslı gence öss’de iki türkçe neti vereceğim, hadi yine torpillisiniz.

Süper de rüyalar görüyorum: Su ile evlenmişiz, iki tane turuncu kafalı kızımız olmuş falan. Hadi evlenmeyi anlıyorum da kıvırcık saçlı çocuk ne alaka, onu bulamadım. Düz siyah saçlı bir adam ile esmer bir kızdan olmaz öyle şeyler, Su beni sütçü ile falan da aldatmayacağına göre. Sonra bir de seçmeli rüya durumları var, bu şöyle oluyor: şimdi maceralı bir yolun başına geliyorsunuz örneğin, mışıl mışılken tabii, biliyorsunuz ki yolun içinde bok püsür ne ararsan var, sonra girsem mi falan diyorsunuz, bi saniye geçiyor, jeton paraşüt, ulan bu rüya ne olacak ki aksiyon olur işte deyip kılıcı çıkarıp dalıyorsunuz, budur yani, gazi alana battal veriyoruz.

Bir de uyandırılma olayları vardır ki feci meseleler:

- Louis uyudun mu?
Ses yok. On saniye sonra
- Louis uyudun mu oğlum?
Gene ses yok.
- Oğlum uyuduysan söyle boşuna kasmayayım, ben de yatıcam.
Louis homurdanır, uzaklaşıyorum ben o sırada yakın mesafesinden:
- uyuyordum, uyandırdın şerefsiz..

ah afacan Louis, insan hiç arkadaşına şerefsiz der mi, gel de anlat.

Alberta da durmadan konuşurdu rüyasında, mesela kanepede sızmış ama ortalıkta hayvani bir gürültü, top atsan topa yazık. Alberta kalk geldik falan dersin, dur ben geliyorum beş dakika sonra diye yanıt gelir. Televizyon açıksa haber spikeri ile konuşur, spiker çok ciddi bugün bilmemnerde gerçekleşen trafik kazasında üç kişi hayatını kaybetti diyor, Alberta bunu duyunca üzülüyor tabii kızcağız, tüüüh yazık falan diyor, nasıl bir uykuysa artık. Sen karpuz gibi gülmekten yarıl biz, hey gidi gençlik heey.

Alberta’cım bitanecim kızma, yabancı değil arkadaşlar, anlattım öylesine.

Su’yun yanında uyanmak dileğiyle, yıldızınız parlasın..