20060831

f

friday i am in love
in glasgow

20060830

fno

"dibini görmeyen kahraman olamaz."
osvaldo nartallo
1992
a tribute to o(29)ur & nartallo

20060829

f

i f eve ry ang el is te rrible
wh y do yo u wel com e t hem?

20060828

f


bu resimde 2 şey görüyoruz, silenzio'nun koca burnu ve beşiktaş maçındaki endişeli bekleyişini.

aşağıda olmayan resimde ise birşey görmüyoruz çünkü oraya bir resim koymadım, abidine koyayım, benicio del toro'ya koyayım, size birşey olmasın. ulan kafanıza birşey düşse benden bileceksiniz.

bu ekrandan yanıbaşımda duran absolut apeach ve şeftali suyu ikisini ise hiç göremiyoruz. biraz daha içersem önce boş bir bardak sonra da hiçbirşey göremeyecek olan beni de göremiyoruz. bu sıralar defter aralarında kendimize bakıyoruz da bulamıyoruz zaten.

salonumuzun içinde ise rio de jenario'yu koruyan ve şehre yukarıdan bakan bir melek posterine rastlıyoruz. biz ne zaman bu siyah beyaz resme rastlasak vay be diyerek rahatlıyoruz. arkadaşım nedir senin derdin, ne bu gerginlik, ne bu şiddet celalettin abi diyenlere ise gülüp geçiyoruz.

yarın işe gidecek olmak ise artık koymuyor, cuma akşamları sabah 5'te yatıyoruz da ne oluyor diyoruz, netekim artık boyumuz ne yaparsak yapalım bir santim dahi uzamaz, oysa bir santim tam on tane milimetre eder, biz ise milimetrik hesapların adamı değiliz, adamıyız da polis yakalarsa itiraf etmeyiz, tanımayız birbirimizi, sinemada yanıma oturan yabancı der geçeriz.

hocam kesseler acımaz, öyle diyim ben sana.

20060827

g

sigaraya karşı olan kendi aramızdaki zıtlaşmalarda bir sonuca varamayacağımı anladım. niye içiyorsun ki diyenlere "benim medikal yardıma ihtiyacım var" gibi saçmalarıma kendim bile inanmıyorum artık. bırakabileceğime dair inancım sıfır, bırakma isteğim +1, lakin +1 pek birşeyi değiştirmiyor. bu durumda içebildiğim kadar içmeye daha güzel bir ifade ile rahat ol arkadaşım, yakalım bir tane daha demeye karar verdim. bu insanlık için ufak benim içinse büyük bir adım. gelişmeleri merakla izliyorum.

morgan freeman gibi bir yaşlı olabilsem daha da birşey istemem. nedense yaşlandığım zaman nasıl bir adam olacağımı düşünmekteyim ara ara, bir zamanlarda çalışınca nasıl olacağını düşünürdüm, bok oluyormuş, umarım bu işin sonu da ona benzemez. bak yazarken farkettim orta yaşımda da kevin spacey olmayı isterim, bu durumda sevmediğim tek karakter kendiminkisi herhalde.

annemse baktırdığı falda yüzük çıkınca panikle arayıp -yavrum ne yapıyorsun sen orada? gibi bir sorular silsilesi ile devam etti. evleniyorum annecim, eşyaları aldık, yakında yüzük ardından çocuk. tabii bir arkadaşımın yalnızca yüzüne bakarak annesinin ismi dahil olmak üzere herşeyi bilen amcayı da huzurlarınızda alkışlıyorum. en kısa zamanda kendisini ziyaret etmeyi planlamaktayım.

pazar günü gazete alamamış olmanın verdiği derin bir acı içindeyim, bak alberta ne hallere düştük?

kimseyi sevemeyeceğini düşünen genç kızlar misali garip bir umutsuzluk hali bünyeye oturdu. istediğim şeye de karar verdim, bekliyoruz. uzun saçlı, siyah tercih sebebi, devilish, smart, shiny with the grace.

neden ölmüyorum ki ben neden?

20060825

f

bu kız için amerikan filmlerindeki oyuncak makinelerden üçüncü seferde o elindeki kırmızı şeyi kazandım. tabii rusça bilmediğim için ne dediğini anlamadım pek, utangaç gülümsedi, poz vermek için ayıcığı kaldırdı, bir kerecik de öptüm.

çocuklar kadar masum devirlerimiz geride kaldı, hangi resimde bu kadar mutlu çıkabilirsiniz ki, altı üstü bir oyuncak duran minik ellerinde, kocaman dünyamın basit ve manasızlığı, abidin, bana harika şeylerden bahset, çizdiklerin birşey anlatmıyor.

iyiler kazanır ihtimaline oynayamayacak kadar kötü, sigaralara bel bağlayacak kadar aciz, kaybettiklerinin yerine sıfırlar koyacak kadar yalnızlık. we have just landed, kaptan ve ekibi adına hepinize mutlu günler diler, umutlarınızı kabinde bırakmanızı önemle rica ederiz, şimdi gidin.

gitmek, yarım cümlelerin kapanış hali, buralardan gitmek, yalancı satırlar, yapamayacağın şeyleri vaat etme diyen büyükbabam bunları duysa, gideceğin çok yol var derdi, sonra hadi bana su getir diyerek beni mutfağa yollar, büyüyebilme ihtimalimi hesap makinesi olmadan aklından onla çarparak düşünürdü, azizler hepimizi korusun, inanacak başka birşeyimiz kalmadı, kapatıyoruz.

o ihtimaller, bu kadar zor mu, bu kadar mı yani, sen kaç kere resmine baktığımı biliyor musun, kaç kere seni düşünüp hadi lütfen dediğimi saydın mı, bu boktan cümleleri okuyabilmen için hangi alfabelerde dua ediyorum haberin var mı, yok, artık sana inanmıyorum, biliyorsun.

x=y ama sen z'den daha büyüksün.
sana bu soruyu hiç sormamalıydım..

20060821

f


buzdolabını klima olarak kullanmak iyi bir çözüm gibi gelmeyince on dakika kadar aralarla on saniyelik duşlara girmenin fena olmadığını farkettim.

birgün newyork'ta yaşayacak olmanın verdiği mutlulukla new ile york'un arasını açmıyorum.
yarın sabah antalyaya gidecek olmanın verdiği garip bir hisse sahibim.
oysa şu an tek ilgilendiğim şey absolut peach+ice+karışık meyve suyu.

oysa bir aralar ilgilendiğim daha önemli şeyler vardı, güzel günlerdi, güneşsiz kapalı havalar, evde oturmaktan daha manalı birşey bulamadığım vakitler ya da bir gazeteyi en köşesine kadar okuduğum zamanlar. zaman dediğin saatte durduğu gibi durmuyor.

kadınların erkeklerin kendileri kadar kompleks düşünmediklerini anlamaları kaç yüzyıl sonra hangi bakanlar kurulu kararıyla gerçekleşecek. deniz baykal ve ismail yk buna müdahale etsin, gerekirse ben de modern dans yeteneklerimi sergilerim ki bu hiç hoş olmaz.

bu gerçekten hiç hoş olmaz.

sana olan inancımı yitiyorum, ne kötü..

20060819

f

believing in miracles
hoping to see u again
losing words
confusing life
fucking the rest
waiting for u

20060818

f

bazen herşey o kadar hızlı olup bitiyor ki filmin sonunda the end yazısı çıktığında daha yeni başlamıştık diyorum. bazen ise fazla kırıcı olabildiğimi anladım, aslında iyi niyetimden ama bu pek anlaşılmaz. bu yaştan sonra da birşeyler öğrenebiliyor insan, tek tük, ufak tefek, yarım yamalak. tıngır mıngır. ikilemelerin içindeki yalnız betimlemelerin oysa iyi niyetliydik neden böyle oldu diye biten soru işaretleriyim.

tam alkolik olduğumdan şüphelenip bir psikiyatristin bekleme salonunda bilgilendirme broşürünü okurken (alkolik misiniz, bu dört soruya cevap verin diye başlayan) pek kıymetli bir arkadaşım dedi ki ben de her gece içiyorum, tabii abartmadan. rahatlamak kelimesi buraya uygun düşecektir. geçen sabah başım ağrıyarak uyandım, ah dedim, içtik yine bööle oldu, birkaç saniye sonra hatırladım ki çok uzun müddet sonra içmeden yattığım tek gece oymuş, olabilir bunlar neden olmasın..

yabancıların düğünleri bizimkilerden daha güzel. kız olsa idim kilise düğünü isterdim ama bir erkek olarak bunu aklımdan bile geçirmiyorum. konuşmalar var, yürüyüş var baba ile falan, açıyorsun tv7'i bizimkiler kına yakıyor, nasıl gireceğiz avrupa birliğine bu şekilde bilemiyorum. unutmadan bir de kır düğünü denen birşey var, türkler de buna hastadır, on kızdan dokuzu bunu ister. ulan kim benimle neden evlensin iki saniye gerçekci olalım.

sen hala o fotoğrafı saklıyor musun, paloroid ve yaşlı amcanın yüzündeki gülümseme kadar güzel. bana bunu yapmak zorunda mıydın, neyse, masal bitti.

20060817

f

haftanın şarkısı: nouvelle vague - heart of glass.. herhalde dinlediğim en iyi coverlardan bir tanesi, annesinin bir tanesi, bitanem, ah yavrum benim..

mesela 100 dolara ruslar gibi 100 dolara gelip sana iki saat şefkat gösteren, gülümseyen, birşeyler anlatan dinleyen kimseler de türese zengin olurlar. bu işi de satın alınabilecek bir metaya dönüştürme girişimimden ötürü kendi elimi sıkıyorum.

"kapalı havalar > shiny sunny days" , if not "seaside". bu da benden bilgisayar camiasına kod olarak hediye olsun. sıcaklardan, klimanın çarpan kısmından, çalışmaktan, sigara içmekten, alkolden, serdar ortaç'tan sıkıldım. on bir ayın sultanı eylül, seni bekliyoruz. kurtar bizi..

arabayla kırmızı ışıkta durunca yandaki şoförle kesiştiğin bir saniye var ya taksici ise yorgun olduğunu anladığın, genç adamların hızla gaza basacağını, bir kızın evden çıkmadan ne kadar önce makyaj yaptığını, yaşlı amcaların hiç acelesi olmadığını, takım elbise giyenlerin aklının başka bir yerde olduğunu gördüğün birkaç saniye.

mucizelere inanıyorum. hala..

20060815

f

Ah be yavrum biz ıskaladık, biz hayatın onikisine aylar varken ıskaladık. Şimdi haince gülümseyen gözlerle gidenlerin arkasından timsah gözyaşları, böyle olmasını istemezdik, kime sorsan istemezdi zaten, ah aşk, ismimin başına hiç gelmeyen, buralara pek uğramayan aşk, yokluğunun kaçıncı yıldönümünde şanlı mazimizde kanaması durmuş ağır yaralı bir hasta bırakıyorsun sedyenin üzerinde, o ıskaladığımız yere biraz daha uzak, sevebilme mevsimlerinin yerini yoğun ajandalarımızda ayırırken bize öylece bakıyorsun, napıyor bunlar, bunlar ne yaptıklarını biliyor mu be fikrimin ince gülü, sence bir fikrimiz var mı bizim olan biten hakkında, beklediklerimize artı artı özellikler yazarken içimiz sızlamıyor mu zannediyorsun, zanma, bak alberta, bizler ebedi-edebi yalnızlığın yolcularıyız, gözlerimin içine iyi bak ve düşün, ne çok acıyı ne kadar sessiz-sensiz taşıyorum bagajımın polis kontrolünde yakalanmayacak kadar gizli bölmelerinde, oysa tüm hepsini ellerinle sen oraya koymuşsun.

Lakin bir şarkının üçüncü mısrasında unutuyorum bildiklerimi, aklımdan gitmiyorsun aslında, hesabı sorulacak tüm bunların, soruyorsun, cevaplarını bildiğin sıkıcı konuşmalar, bana vermen gereken şeyleri teker teker geri alıyorsun, bize beraberlikler yetmiyor, ikiyi nasıl bir yaparız diye uğraşıyorsun, sana koyim hayat, cennet annelerin ayakları altında ve sigara içenler öleceklermiş, biliyorsun.

Oradan bakınca nasıl görünüyorum, biraz sağa kaysam daha iyi çıkar mıyım fotoğraflarda, yaşlı bir amca ile siyah beyaz bir kare nasıl olur, kimsenin umrunda olmayan bir sergide iş yapar mıyız ne dersin, kurtarmaz, bizi kimse kurtaramaz be kahpe felek, belgesellerde yok olmayı bekleyen bir türüz biz, orospu ruhlarımızın gecesi ufak gülümsemeler, filmlerde dedikleri gibi aşk mı, unut onu güzelim, sen o yolun yolcusu değilsin, nereye gittiğimizi yukarıdaki paragrafın içinde kaybettik, harita?, dümdüz gidip sağa sapıyorsun dedi bir fotoğraftaki yaşlı amca, oysa ben az önce o sağa kaymıştım, hala mı iyi değil* değil, boşuna uğraşma..

Gerisi iyilik, güzellik..

20060810

f

moda kişinin kendine yakışanı giymesidir.

pantolonunu çok sevdim çıkar onu bebeğim, hadi gel bize gidelim ise modacı bir insanın cinselliğe yaklaşımını sergiler.

bu saçma vakitlerde kışı özlüyorum demek sana hiçbirşey katmaz sabahın körlerinde.

bırakılamayacak sigaralaradan bir tane daha yakmak ise, ah louis beni hiç anlamayacaksın sen. sen hep kafanın doğrultusunda giden hasta ruhlu bir adam olacaksın. yalnızlık'ı sevdiğini farkettiğin gün en büyük sevgilin seni terkediyor be yavrum, bu kadar zor mu bu işler..

ama bu saçma vakitlerde, bir otobüs yolculuğunda küçük bir kasabadan geçerken uyuyor olduğunu düşünmek işe yaramaz. birgün sana birisi "çay, kahve, gazoz?" diye sorarsa boş seçeneği işaretle, bardağını ben doldururum.

20060806

f

uyuz ev sahibimizin oscar cordobaya benzeyen afilli oğlu alamanyadan tatil için memleketimize geldi. şaka gibi ama kadın cidden oğlum gelecek deyip bizi evden çıkarsa haksız sayılmaz. lakin bu genç yetenek julia gibi bir güzelliği keşfedip evimizin kapısını: pizza için telefon, market için adres gibi eften püften sebeplerle aşındırmakta. en son geldiğinde dışarı çıkıcaz buralarda bir yer diye sormuş, julia da beni çağırdı, dedim gençler ne istiyorsunuz, cevap bomba: atmosferli bir yer olsun.. hocam hoşgeldin, ismail yk hepimizin içinde değil mi zaten..

klimaları öpücüklere boğduğumuz bu güzide ve bir işe yaramayan yaz günlerinde aynı klimalar bir haftadır akan burun, sersem kafa, şişmiş boğaz şeklinde bana geri döndü. kış bööle değil mesela, sıcak hasta hasta yapmaz adamı.

blog yazmaya değecek kadar iyi bir hayatım yok, bunu farketmiştim zaten, revize ediyorum. eski yalnızlık ve hüzün dolu, çoğunuzun önceden daha iyi yazıyordun dediği satırlar geride kaldı, şimdi çok mu mutluyum, cebimde kalanın paranın üç bölü ikisi kadarı neye yetiyor ise o kadar.

antakya abartıldığı kadar bir yer değil, medeniyetler buluşması falan, hikaye bunlar. isteyen medeniyet varsa ben buluşurum saat on ikiye beş varken. mezeleri güzel ama hakkını yemicem.

beşiktaş bu senede acı verecek bize, bunu anladık bu akşam, delgado kurtar bizi..

20060803

f

bu sayfanın yazarı boş beleş bir hayat yaşamanın bedelini zaman zaman ağır ödemektedir. sonuç budur ki: farketmemek bir insana verilecek en güzel yetenektir, az da olsa sonradan kazanılabilir.

bu sayfanın yazarı uzun zamandır gitmediği, aslında pek de hazetmediği taksime gidip avare dolaşmak istemektedir.

belki de dünyadaki en güzel iş gizli ajanlıktır ya da otobüs muavinliğidir, belki de elmarmut satmaktır, kim bilir..

güzellik göreceli bir kavramdır, önemli olan iç güzelliği falan da değildir, bu çirkin insanların uydurması hatta bok yemesidir.

yolunu kaybetmiş insanlar tanıyorum, benimse yalnızca burnum tıkalı, başım ağrıyor, olabilir birşey bu.

keşke 80li yıllarda türk filmi çevirebiliyor olsa idik, hoş olurdu, olmaz mıydı, alkışlarla yaşıyoruz.

kimileri şanslı doğuyor bunu kabul edelim. ben de fena değilimdir.

tanrı isteyenlere veriyor, bunu da unutmayın.

bugün gözlerin için ne yaptım?