20090220

kar

yarım yamalak soğuk havalardan, kastettiğim böyle açık, güneşin yüzünü gösterdiği, bulutların işini iyi yapmadığı öğleden sonraları, üç gibileri, işte o zamanlarda öyle havalardan bayağı hazetmiyorum. 

kış dediğin kış'lığını bilecek, yaz dediğin şort terlik'liğini, ben'liğim sen'liğime armağan olsun. 

kamil koç 1926'dan beri hayatımızda, biz bi blog yazmışız 4-5 sene olmuş, çok mu? değil, hakiki blog bu deyip ince göreyim, sonra da gidip yatayım. 


20090217

bahche

Şehrin bazı yerlerinde kaçak bahçeler var; evlerin girişlerinde köprülü merdivenlerin altındaki boşluklarda, kimi dükkanların hiç görmediğimiz arkaya açılan ve çoğu zaman bir sürü lüzumsuz betonla çevrilmiş kısımlarında, apartmanların hep önünden geçtiğimiz kaldırım kenarlarında (çoğu zaman bakımsız, çoğu zaman göz göre göre unutulmuşluğun satın alınmış sakinliği)

Fotoğraflarını çekebilmeyi isterdim ama ben öyle tutkulu bir adam değilim, düşünür geçerim. 

20090216

foto-şipşak

Ben fakir insanların çirkin fotoğraflarını görünce üzülürüm, onların poz vermeye çalışmış ama bana göre hatta bize göre komik olmayan halleri içimi burar, bırakmasaydım sigara içmek isterdim. Bir zamanlar kaliteli bir çantası olmadığı için kız arkadaşına hep uzaktan uzağa üzülmüş, ileride ona en güzellerini alırım demiş bir arkadaşım vardı ki gitti başkasıyla evleniyor şimdi, o aklıma gelir ama sigara içemem, içmeyi çok istediğimden değil, adetten.

Yazılarım bile inci gibi bir beyaz sayfada eğri büğrü gözükür, kar’ın yanında hangimiz beyazız, bir sen, sen anladın sen, sen anla zaten.

Sonra o sıradan insanların gülümseyen resimlerini de görürüm, resim ile fotoğraf arasında ikinci sınıftan yatay geçiş yaparım, sonra onların bira yerine madensuyu içen halleri, sonra onların çok da paraları olmadığından alışveriş merkezlerinde buluşan halleri ve bunu dert etmeyişleri..

Yani paranın faniliği, bir gün ölecek olmamız, ertesi gün kanıp gitmemiz, bazen kanayıp gitmemiz, neyin önemi var ki, sen anladın, sonra büyük ekran bir televizyon, sonra eski bir kanepe, sonra iyi kazanıyorum çok şükür, sonra neşeli bir şarkı, malum iş güç, sonra herkes kendi yoluna.

Sonra sepette yumurtalar, sonra birine birşey olursa, sen üzülürsen, üzülürüm. 

20090206

edepsiz komedya

“biz çoktan unuttuk dünya dediklerini”

 

Yani, herşeye yani diyen bu sebeple evet demeyi unutmuş bir çocuk vardı askerde, sen nasıl evleneceksin diye sorardı bana, nedense beni pek evlenmeye yetecek yaşta göremedi, en son giderken, yani sabaha karşı, bari dedi, madem evleneceksin, kasımda evlen, haziran iyi değil, yani dedim, yani bazı şeyler nasip. yani bu dünya dedikleri neye göre kime göre, yani hep aynı cevapsız sorular, sigarayı yeni bırakmış insanların kırgınlığı, bir sevgiliden vazgeçiş gibi, bu dünya dedikleri, daha da gelmem biryer, daha da manasını bulamadım, daha da sormam, yani.

 

“gözlerin ya vardı aklımda”

 

Gözlerin güzel senin, senin aklından neler geçer anlamıyorum bazen. Bazen boş bakarken etrafa ve söylediğim şeylere yalandan gülümsemeler, aklın biryerlerde gezer senin, senin gözlerin güzel, benim değil, ben o yüzden sana bakarım boş zamanlarımda, sen nasıl uyursun, neler anlatırsın bana onu dinlerim, dinlerim ki bir cümlen beni koltuğumdan kaldıramasın, öylece durup bi daha düşüneyim, seni neden sevdiğimi, neden seveceğimi, seni, senin kareni.

 

“ seni sorana her yanım derim”

 

Seni bana kuşlar sorar, yan gözle baktığım mutlu insanlar, belli belirsiz yağan yağmur, toprak kokusu, alalede acılar, uykusuz bir kış sabahı sorar, günaydın, eski acılarım ellerinden öper ve sorar, hanımefendi nasıllar, bir genç kızın büyüme telaşı sorar, saçlarımı nasıl kestirsem diyen ve bunu pek önemseyen bir arkadaş sorar, iki dirhem bir çekirdek süslenmiş deri montlu mahalle delikanlıları sorar, yenge nasıl, afiyetler şeker bal, şu siyah sekizliyi atsan bitiyordu şimdiye aşkımız, isterseniz herşeye kırık bir cevabım var, sana değil. Seni sorana sağım solum sobe ve armut diyorum sessizce, aklımdan çıkma diye.

20090205

f-a

Yazmak zor çünkü ben bir tembelim, çünkü ben eve geldiği zaman yorgunluğunu televizyonu açarak ve birşeyler içerek geçirmeye çalışan sıradan bir insanım. Sıradan bir insanım çünkü nasıl diğer “colleagues” trafikte yanıbaşında duran motor üzerindeki iki genç adamın eğlenmesine dikkat etmiyorsa, yoldan geçen kızların bir vitrin önünde durup indirimdeki elbiselere az buçuk özenerek bakmasına gülümsemiyorsa onlardan biriyim. Onlardan biriyim çünkü sabah sekiz akşam beş memurları gibi beynimi yalnızca işime verebiliyorum. Maalesef işim, benim böyle yaşamam için yani böyle lüks içinde, lüks kime göre neye göreyse bana göre öyle olduğu biçimde yaşamam için yani hayat gailesi için gerekli, onlar gibi. Onlar gibi sabah çıkıp akşam kürkçü dükkanı evime geri dönüyorum, kendi fanusum içinde. Ah zenginlik, sen benim iyi bir şarkı dinlediğim ya da iyi bir cümle okuduğum zamanlar kadar neden basit değilsin her zaman? Daha açık soracak olursak babam neden zengin değil böyle bir evde yaşamak için, bu kredi kartlarının bir devlet memuru maaşını ödemek için ve ben neden böyle vazgeçemez hala geldim tüm bu fazla’lardan, yeni bir ayakkabı, yeni bir gömlek, yeni bir geçici ben?

Anlatamaz oldum, üzücü olan bu, kendimi kendime anlatamaz, laf geçiremez oldum, düşünemez oldum, en ağırı da bu. 

Çünkü ben bir tembelim. Bu cümle iyi, başa dönelim, başa dönüp gidelim, tembel olmasam belki eve geldiğimde bunları düşünmez yazardım, belki kahramanlarım arasında kaybolurdum ki askerlik, bir başka deyişle kaç kaç kaç herşeyden, işte o vakitler uzunca bir romanı yazmaya bile başlamıştım, işte ben yazardım, üç beş cümle de olsa da bir gecede yazardım.

De’lere bakmayın, hepsi yerli yerinde kullanılmış ve birinci el ve’ler fazla sayısında, şimdi bir virgül eksik, sakince boğazdan geçen bir geminin noktası, güzel bir şarkı istanbul. Son olarak, hepimizin son’u olarak, ölecek olmamız kötü değil mi, hepimizin, teker teker? Toprak, kara yazı.