20070131

f

birkaç yazıdır bahsi geçen yatak altı ped (ped deyince gülen ve aklına orkid gelen kızlar var aranızda) nihayet denenmiştir.

çoook faydalı birşeydir, 50 yeni ytl'e alınabilecek en bi güzel şeydir. arkadaşınıza doğumgününde hediye alacaksanız bu sefer kitap almayın, uyku pedi alın, vallahi sizi ömür boyu öper, öpmezse bu kutsal davranışınız ve uykuya olan saygınız nedeniyle ben öperim, masaj bile yaparım.

yuvarlanıp gidiyoruz be sevgili günlük, bakıyoruz da herkes öyle. gerçi ne olmasını bekliyorduk ki, hiç birimize uzaya gideceğimiz tarih söylenmedi sanırım. mesela ben missilence nedeniylen mutluyum en azından, işlerim de yolunda, işim gereği yakında hayvanlar gibi seyahat de edeceğim, dünyada en çok istediğim 12. şey olan guper bir müzik sistemim de var (gazeteyi spor sayfasından okumayanlar için bakınız harman kardon). e daha ne isteyeyim..

isteyecek yapılacak gidilecek alınacak bir sürü şey bulunur da neden yaşamak için başka bir şehir, gülmek için ufak bir neden kolayca bulunmaz.. virgülü eksik hayatların soru işaretlerini dinlediniz, bu sefer cidden herşey yolunda.

20070129

f

cumartesi akşamı, bizim evin ordaki taksi durağından bir amca, taksicilerin kralı abimiz ama harbi öyle, 45 yaşlarında, sigara içmiyor..

- abi arabanın kadran ışığı gözünü almıyor mu senin, biraz parlak geldi bana..
- şimdi ben yeni aldım bu arabayı, açtım işte, gösterişli oldu, dikkat çekiyor. güzel değil mi?
- güzel tabii.

gösterişli dedi abi, dedim tamam, bingo, inciler geliyor.

gittik bir müddet, elimde bardak var benim, ama cidden bardak çünkü tam çıkarken dedim ki ya birşey içeyim de bari kafam güzel olsun obarey, buz böyle çıngır mıngır falan ediyor, abi merak edip sormadı sen ne içiyorsun diye, takdir ettim. missilence'ı alıcaz, gidiyoruz, aldık, yola devam.

- valla arabaya da verdik elli milyar para, rahat uyuyamıyoruz.
- çok para abi, bizim gibiler için çok. hayatımız böyle be, anasını satayım. ama bak bu kızın ailesinde çok para var, anlamaz bizim gibilerin halinden.
- e sen de doğru birşey yapmışsın.

burda missmile'la gülüyoruz ama abiyi sevdiğimiz için yoksa kimse ile dalga geçmek gibi bir niyetimiz yok, iyi bir insanım ben, yapmam öyle şeyler, cidden yapmam. abinin ölçülü bir insan olduğunu tespit edince konuyu missmile'a da kaydırıyorum.

- doğru yaptık abi ama askere gitcem gelcem, beklemem diyor. hem sarışın bak kıymetli bayan, beklemez, ne diye beklesin ki, hem zengin hem güzel
- kadın parası yenmez ama
- yok abi doğru diyorsun, yenmez valla
- yok hocam, sonra başına kakarlar adamın
- kakarlar ama sen böyle güzel atıp tutuyorsun yenge yok diye yanında
- bekarım ben
- hayırdır?
- şimdi bekarım işte, eve gidince evleniyorum sonra bekarım

hohoho... biz şoka girdik.. abi de gülüyor. konuşuyoruz şeker şeker. ama en bombasını abi bizim için en sona sakladı.

- olsun hocam, hepsi hallolur, sen güle güle kullan arabanı..
- evet..

hhhaha, tek cevap kısacık, evet dedi ya, hayırlı olsun dedim ve evet dedi.

bardağın sonuna gelirken akm'nin de önüne de geldik. abiye çok teşekkür ettik. karanlığın içinde kaybolduk, yok lan ne karanlığı gayet taksim yani, bardağı da bıraktım kenarda bir yere. şahsen bu gece öğrendim ki dans federasyonu seçimi varmış, hakan peker basın açıklaması yapmış, asena falan. babyface hakan seçilmezse çeker giderim bu diyarlardan..

evet dedi ya, hayırlı olsun, evet..

20070127

f

nihayet bir haftasonu hava kapalı ve yağmurlu ve karanlık.

kısa ve öz oldu ama bu yazıda anlatılacak başka birşey yok.

yoksa var mı?

aslında var. ama anlatmayacağım tabii ki. ya biraz anlatsana lütfen..

mesela söyledikleri her cümlenin sonuna "bence" ekleyen insanlar için kendilerini güvensiz hissediyorlar diye düşünüyorum.

bu mu yani?

bir de taksicilerin çok kafa adamlar olduğunu, bir kısmıyla acayip rakı muhabbeti yapılacağını da düşünüyorum.

aferim..

unutmadan bazı otellerde olur ya acayip yumuşak yataklar, hani öyle olması için de ped koyarlar ya ben o pedden buldum ama çok pahalı, ben diyiyim 323 milyon ytl sen de 328 ööle birşey. kırdım ama kafayı, takside giricem, sonra teker teker bana girecek.

bi konuş dedik susmuyorsun birader..

sustum.

20070125

f

türk sinemasının içinde bulunduğu durum garip değil mi?

bir tarafta birşeyler yapmaya çalışan insanlar didinip dururken; dondurmam gaymak, karpuz kabuğundan gemiler yapmak, uzak, gen, babam ve oğlum.. ve bunları çekerken içlerinden dolmayacak salonlara rağmen gelecek az sayıda insanı geriye mutlu göndermeyi başarı olarak kabul ediyorlar. başarı da bu zaten. bir filmin ne kadar seyirci topladığının dolan bir cepten başka manası sanırım yok onlar için. idealizm, birşeyi yapmayı çok istemek, istediğini ne olursa olsun en iyi haliyle yapmaya çalışmak böyle birşey.

bir yandan da televole kültürünün çocukları var. bunlar cin fikirli, gözlerini para bürümüş, hanimiş benim salaklarım diyerek sokaklarda dolaşan kimseler. emret komutanım, maskeli beşler ırakta, daha ismini hatırlayamadığım onca salak film ve son olarak çılgın dersane..

bu dersaneli filmin fragmanını görünce irkildim, anlayamadım, ne oluyor diye kendime sordum. izlemeyenler için kısaca özetlemek gerekirse: bir sürü bikinili manken, piç modeli onları götürmeye çalışan erkekler, bu arkadaşlar arasında gayet erotik sahneler, yakın çekimler, hoca denilen tipler birbirinden irenç zaten, ne kadar ezik unutulmuş müsvedde varsa burda.. youtube linkini vermiyorum, çok merak eden gitsin baksın.

açıkcası 25 yaşında sağlıklı bir erkek olarak bu mankenlerin götlerine başlarına bakmaktan muzdarip olmam, bu doğrudur. fakat bu dersane denilen yere kim gider: 18 yaş altındaki kimseler.. aslında oynayan mankensi terliksilerin 18 yaşında olmadığı da aşikar, belli zaten. bu mevzu değil.. fakat kendini bizi koruyacağız diye yırtan RTÜK'ün oraya buraya işaretler koyarak bir bok yaptığını düşünüp bu filmde sevişti sevişecek 18 yaş altında olması varsayılan gençleri bütün toplumun huzuruna açması çelişki değil midir? dolapta alkol depolayan bu gençlerin aslında bir eğitim içinde olması, winner-loser amerikan kültürünün bu derece dayatılması ne kadar doğrudur?

bu filmin hedef kitlesinin adından da anlaşılacağı üzere ergen gençlerimiz olduğunu düşünüyorum. bu kadar tepkili olmamın sebebi de bu. çok mu dar görüşlü, çok mu abartıyorum, bu sefer cidden comment edin.. uzunca düşündüm ama aklımdan bundan farklı birşey çıkmıyor.

20070122

f-l


Ne zaman wallpaper dergisini okusam, GQ’nun fashion sayfalarına baksam, Zegna vitrininin önünde her durduğumda, 30'unda bir kadının Louis Vitton çantasına gözüm takılınca kendimden geçiyorum.

I love luxury and aesthetics and style and design and smart people.

bir nike kramponun önünde 10 dakika kaldığım da oldu, gisele bündchen çıktığı zaman kalbime birşey oluyor da diyen benim, yan masada oturan kızın küpesi güzel diye çıldıran da ben oldum, sadece sesi çirkin diye ilgilenmediğim kimseler de biliyorum. sevebileceğim kimseyi önce kıyafetleri ile değerlendirecek kadar basit de olabiliyorum bazen. taksimin bir pasajından alınmış şeyleri kendine yakıştıranları da saygıyla selamlıyorum. marka giymek için giyen arkadaşlara da güldüğüm doğrudur.

yapabilecek birşey yok, iki açıdan da: yukarıda bahsi geçen şeylerin yarısından fazlasını alamadığım, almaya çalıştığım daha basitleri yüzünden battığım da doğrudur. asgari ücretle geçinen ailelere karşı yanlarından geçerken mahçup olan da benim, bu da doğrudur, inanın inanmayın.

ulaşılamayan güzellik adaletsizliktir. önemli olanın iç güzelliği olduğu da kısmen doğrudur, bunu bir bmw'den bekleyemezsin mesela. kimseye güzel doğup doğmamak istediği sorulmaz ya da zengin birinin kızı olup churcavel'de kayağa gitmesi tercihine bırakılmaz. bir dünya kurulur, içinde yerini alırsın, aldıklarınla mutlu olmaya çalışıp daha iyi bir tanesi için didinirsin, because there is always one better. daha iyi bir insan olmak için, daha güzel birisiyle birlikte olmak için, daha iyi anlaşabildiğin arkadaşların olması için, daha şık bir elbise giyebilmek için. kimileri bunu farketmeden yapar hepsi bu, bense salak gibi size anlatmayı tercih ediyorum.

neriman bi baileys koy da içelim hayatım? ne dersin şık olmaz mı?

ps: bu yazıya yargılayıcı bir comment gelirse muhatap olmayacağımı anlamış olmanız lazım.

f


bugün yani pazar günü yani bu boktan kış günü karşıya geçtim. karşı dediğin kime göre neye göre karşı. karşıda oturmanın mantığını da anlamıyorum, her sabah işe gelmek için onca çaba. neyse, karşı entrasan biryer, benim için karşı bağdat çarşı. çünkü kadıköyde işim olmaz, içerenköy nerde bilemiyorum. hem benim evden cadde diye tabir edilen yere dana olsa kaybolmadan gider, çok kolay, ikinci köprüden dümdüz gidiyorsun işte. neyse, entrasan çünkü orada çok birbirinin aynısı kızlar var, sarışın, genç, zengin insanlar bunlar, şaşırmamak elde değil, bunların hepsini aynı ana ve baba mı yaptı diyorsun, olabilir, bu onların sorunu. sonra karşı çarşı caddede bir sürü de cafe var, ben isim bilmiyorum, götürüyor sağolsun insanlar beni. bir sürü var ama bu cafelerden, güzel birde, boktan değil, iyi yemek, iyi mekan, entrasan. sonra açık alışveriş merkezi gibi, bissürü de dükkan var, dükkan olmaz, mağaza var, dünya markaları hatta, aaa ben neler de biliyorum. sonra burda insanlar sahil gibi yürüyorlar, bi bok yok ama yürüyorlar, ben de yürüdüm, yürümeyi sevmem ama burda yürüyorsun işte. trafik de tek yönlü, girişi kaçırdın mı sıçtın yani, geri dönmek gibi bir şansın yok. entrasan biryer yani cadde bağdat karşı çarşı.

ama bebek öyle mi ya, bebek tatlı bir kız gibi aslında.. biraz mesafeli, kibar, sakin, güzel, bilindik.

lakin bu çarşı karşı orospu olmuş..

20070120

f

vurulduk ey halkım,
unutma bizi..


this site has been closed for two days to protest.


nereye kadar.. ama nereye kadar..

20070119

f

hayatım boyunca balık tutmadım, bu adamlar tutuyor mu onu da bilmiyorum. bu resmi çektiğimde ne kadar mutluydum, bir resim çizip içinde yaşayamadığım için mi yazıyorum, onu da bilmiyorum.

ne biliyorum lan ben?

20070116

f-c

ben ikinci köprünün girişinde telefon şarzı satan adamların birincisiyim ve yalnızca z'yi fazla sevdiğimden sana hatalar yapıyorum. ucuza satıyorum bildiğim şeyleri, üstümdeki deri ceket kadar ucuza gülüyorum sana, aldığım fiyata veriyorum elimde ne varsa. Yanımdan geçerken biraz durursun diye, trafiği sen ve benim o birkaç saniyemiz durdurur belki diye. Akşamüstü, baharın daha başları, nisan, bilemedin mayısın soğuk bir günü, bilemedin, söyleyecek birşeyim olmadığından değil, gözlerine baktığım için sustum.

Ben sana o ikinci defa gittiğin yerde içtiğin ilk kahveyi getiren garsonum. Üstümdekileri sen geleceksin diye ödünç aldım, yüzümdeki o ifade benim değil, herşey yolunda değil sandığın gibi. Arkadaşlarının arasında kimseye aldırmadan beni farkedersin belki diye dolaşıyorum masaların arasında. Öğlen üç, hava kapalı, bildin, sana ilk rastlayışım bu değil, bildin, sonunu yazamayacağın bir hikayenin neyse boşver karakterleriyiz biz, bilemedin, gözlerin en iyi yardımcı kadın oyuncu.

Ben mağazada beğendiğin ikinci elbisenin sana uyan bedenini getiren ilk adamım. X-small anıların içine sığmayacak kadar geçmişimiz var üç dakikalığına da olsa, üç dakika dediğin uzun zaman kısa hayatları durdurmak için. Kabinden çıktığında gözlerini senden alamayan benim, gözlerini senden almak için oysa bunca şey. Yakıştı merak etme, üzerinde güzel duruyor o uzak halin. İşten yeni çıkmışsın, yorgunsun, bildim, böyle olacağını, bilseydim, böyle yapmazdım.

Ben okuduğun kitabın ikinci sayfasındaki ilk cümleyim: “ biraz tedirgin, biraz yarım ellerini karşıdaki hayatın yüzüne götürmemek için öylece durdu”. Kelimelerini ben seçiyorum uyumadan önce, yastığının altında farketmeden tuttuğun benim, biz’inin eksik kalan tarafıyım ben. Parktasın, erken uyandın bugün, pohaça aldın fırından, aklım, senden başka birşeyi hiç yapıyor aniden, aklım, cebinin delik tarafından düşmüş aşağı, aklım, fikrim senin.

20070115

f

şu an itibariyle bu pazar akşamında hayatımda üç yeni şey var.

bunlardan ilki buz pateni. yaratıcı türk medyasının hayatımıza kazandırdığı son harika şey olan bu yarışmada ünlü simalar ve birbirinden rus insanlar kayarak dans ediyorlar. trt1'de küçükkene izlediğimiz, ortaokulda sapık zamanlarımızda vay vay diyerek kızların o garip kıyafetlerinden göründüğü kadarıyla bacaklarına baktığımız buz pateni bana kalırsa golften sonra en asil bir spordur. nadya komaniçi diye biri mesela bu sporu yapabilir ama okan karacan gibin bir küçük şişman neden yapar bilemiyorum. zeynep tokuş'u ilk gördüğümde yahu senin gibi süper bir insan neden katılır ki zeynebim diye düşünmüştüm, lakin bugün izlerken o maymunluğun içine hiç girmediğini, popüler olayım da ne olursa olsun demediğini farkedince rahatladım. çok rahatım şimdi, bana neyse..

ikincisi ise bu google'ın blogger'a yaptığı yenilik ve gaza gelip template'i değiştirmem. kifayetsiz birisi olarak kendi kodunu yazamayan, modifiye edemeyen bir müslümanım. fakat bu amcalar işleri çok kolaylaştırmış, tıkla bırak teknolojisi ile hemen herşeyi yapabiliyorsunuz. ama yukarıya nasıl bir resim ekleriz şu an onu bulabilmiş değilim, onu da bulurum kamilin internet kafesinde canavar gibi çocuklar var, kod'umu otuttururlar valla, counter da atarız birkaç el. Not: apple telefon yapmış, oha diyorum ya, oha.. http://www.apple.com/iphone/phone/

üçüncü şeyin gözlerinin bu kadar güzel olduğunu farketmemiştim mesela. yalnızca güzel demiştim, bu kadar güzel dememiştim hiç. o kadar güzelmiş yani.

şu aşağıdaki çocuğa nasıl yorum yapmadınız onu da anlamak mümkün değil, dağılın şimdi, gözüm görmesin ruhsuz insanlar sizi..

20070113

f

sabah 7.12 - ctesi - bebek sahil
bu gerçek olabilir mi?
me - you



öğle 16.49 - ctesi - bebek kahve
bu gerçek olabilir mi?
for me - you :-)

20070111

f

bazı günler sabah kadar the shins dinleyip sadece birini düşünmek istiyorum; herhangi biri, yüzünün, isminin, ne yaptığının, ne dediğinin, ne istediğinin, neyi bildiğinin, neyi unutmak istediğinin, hangi şehirde uyandığının, hangi masala inandığının, kimi özlediğinin, kiminle az önce telefonla konuştuğunun, nerede uyanmak istediğinin önemi yok.

birini düşünmek, sıradan olmayan birini düşünmek istiyorum.

böyle işte.

20070109

f

bana kalırsa uykunun en garip yani çorapları çıkarmaktır. temizlik imandan gelir o ayrı ama uyku çorapları denilen bir kavram eğer yoksa yatağa çıplak ayakla girmek garip bir şekilde hoşumuza gidiyor demektir. bu aslında bütün günün stresi, gerginliği, saçmalıklarını yatağın bir kenarında bırakıp uyku denilen o muhteşem buluşa kendini bırakmak içindir. pijama da çizgili olanlar dahil bu amaçla icat edilmiştir gavurlar tarafından. röptaşambırı ne bok yemeye buldular onu bilemiyorum.

neyse; ankarada o irenç günlerde bir tane saatim vardı. tabii o günlerin irenç olması nedeniyle ankaradan bazen bahsi geçen küçük kasabaya gitmek yapabildiğimiz en güzel kaçıştı. lakin o vakitler ufak birşey keşfetmiştim. saatimi ankarada kesinlikle çıkarmıyor, kasabaya gecenin 3'ünde gitsem bile sehpanın üzerine bırakıyordum. ve o saat o koldan çıktığı zaman ankara tamamen geride kalıyordu. bu basit ama temiz bir oyunun tüm hayatı ise başka bir şehre gittiğim zaman değişti, eğer saati çıkartırsam tüm ihale ankaraya kalacak, çıkartmazsam kasabaya ayrı bir anlam ithaf edecektim. durdum, düşündüm, saati masanın üzerine bıraktım.
şimdi anladınız mı ankara ile aramızda bitmeyen bu nusibet neymiş, ne kadar büyükmüş?

çorap ve saat birden yakın şeyler gibi gözüktü bana, ondan yazdım.

20070107

f


bu fotoğraf ufak sayılabilecek bir kasabada bildiğiniz kahvehanelerden (kıraathane bile denilebilir) birisinde çekildi. nasıl denk getirdim bilmiyorum ama içtiğim ince belli bardak bile resmin içine girmeye çalışmış, ki fiyatı 300binliradır. bu amcaların baktığı yerde duran asılı televizyonda ise bir macera filmi devam etmekte, silahlı ve arabalı adamlardan kaçmaya çalışan birkaç atlıyı konu alıyordu diye gördüm göz ucuyla baktığımda, "yok canım nereye kaçıyor bea, kuş gibi avlanacak şimdi salaklar" dedi mavi gömlekli olan, biz de öyle düşündük ama her filmde olduğu gibi kahramanlarımız bir vakayı daha sağsalim atlacaklardı, o yüzden ciddi gibi duran amcanın bu yoruma bir cevabı olmadı sanırım. kahve halkı ön masada oturmuş yabancıya göz ucuyla baktı, birisinin oğlu falan olmalıydım ya da birisini alım-satım işleri için bekliyorumdur, öyleydim muhtemelen, bilemiyorum. gecenin bir saatiydi, birilerinin okey oynar mısın genç diye sormasını bekledim, olmadı, buruk bir şekilde bozuk parayı çay tabağının köşesine bırakarak çıktım.

dudağımın sol kenarında belirmiş ve "beyler uzatmayın" lafına karşın inatla dalaşarak kocaman bir hal aldırdığım uçukla sanırım vedalaşıyoruz. oysa her kabuk bağladığında kaçak dövüşerek önce bır kısımını koparıyordum, sonra geri kalanını yavaş sessiz sakin adımlarla; canımın acıyacağını bilerek, ertesi sabah kalktığımda kendimle alakalı normal olmayan birşey olduğunu aynada farkederek, hemen kaçmanın mümkün olmadığını, sabretmem gerektiğini anlayarak. biryerlerden tanıdık geliyor değil mi? ne garip..

bir tatilin sonuna daha gelirken bu tatilde emeği geçen kendime teşekkürlerimizi iletiyoruz. çünkü bu özgürlüğü satın alabilmek için aylar boyunca çalışan bendim, bu tatilde istediklerimi yapıp kollarımı bacaklarımı açıp saatlerce uyumayı peşin peşin ödeyen de bendim. şimdi sıra temmuz ayının taksitlerinde, hadi canım, hadi yavrum, pamuk eller cebe.

20070106

n

bunu 6 sene önce yazdığıma inanamıyorum..



(n-2) denklemim var
daha çözülecek.
(n-1) sebebim var gitmek için.
ve sen kaybettiklerimin
(n)
güzelisin
.

20070105

f

Garip bir dünya içerisinde yaşıyoruz. Annem eve bilgisayar almak ve oradan tavla oyanayabilmek için babamı kandırıyor, babam digiturkte salak oyunlar kanalına giriyor, sonra ailecek hava durumunu kontrol etmek için interaktif bir kanala bağlanıyoruz, cep telefonu ile çekilen resmimiz wallpaper oluyor, olana kadar da başımızda bana da öğretin diyen annemiz bizi bizden alıyor. böyle saçma bir durum söz konusu.

Teknolojinin yaşlı insanların elinde şık durmadığını düşünen bağnaz bir evlat olarak hayretler içerisinde izliyorum, ki bizimkiler de ortalama 50 yaş ile çoğunuzun anasını babasını koşuda geri bırakır.

Lakin bu yalnızca ebeveynlerime has bir özellik de değil sanırım. Beş sene önce eline aldığı her türlü caponsal şeyi beş saniyede çözen ben şimdi mal mal bakar duruma geldim. Last fm denilen aygıtın neresinden ne çıkar onu keşfedene kadar yarım saat harcadım, internet üzerinden oynanan abuk oyunlardan birine üye olup on dakika sonra yok hocam bu beni aşar deyip bıraktım, hadi bunları da geçtim ikea’dan alınan herşeyi kurarken hala acı çekiyorum.

Herhalde tüm bu zorlanmaların sebebi yeni olan herşeye alışana kadar geçen sürenin uzaması. Yeni olan şeylere kendinizi eğer dana değilseniz kapatmıyorsunuz ama o yeniyi tanıdık hale getirene kadar da göbeğiniz çatlıyor. En azından basit bir mantıkla bu yukarıdaki durumları böyle çözdüm.

Laf arasında geçtiği üzere yaşlandığımı da farkediyorum, baba beni okula gönder, hadi baba, valla bak böyle olacak gibi değil..

20070103

f

Yedi senedir uzağında yaşadığın bir apartmanın kapı anahtarının sağ yerine sola döndürülerek açılacağını hala hatırlamak, ara sokaklarında kaybolmak yerine sanki geçen hafta o yollardan geçmiş gibi bilmek, başka bir şehire aitken üzülmesin, beni unuttu diye sadece böyle düşünmesin diye başka bir şehri sevdiğini çaktırmamaya çalışmak, ben ne zaman bu kasabaya dönsem öyle hissediyorum.

Yarım yamalak hissediyorum, kendisine aynalardan bakmayı bu kadar seven birisi için ağır cümleler kurup farkediyorum ki kendime uzaktan bakıyorum aslında, yakınıma gelmeye gerek yok diye boş veriyorum, sonra bir ara uğrarız, uğrar mıyız miguel ne dersin, sanmıyorum, artık o uğramaların faturası ödemeye ödemeye kabarmıştır, boşver, altından kalkacak ne vaktimiz ne de kocaman bir kalbimiz var.

Kaçıyoruz yani, kaçabildiğimiz yere kadar da böyle olacak anlaşılan, sen anla diye sana anlatacağım olan biteni, bana birşey söyle, beni bi adam et diye anlatacağım, gözlerinin içinde kaybolmayı isteyeceğim üç iki bir yok olacağım, yok olmanın dayanılmaz hafifliği. Dayanılmaz bir hafifliğe ihtiyacı olan ağır adamlar gibi satırlar yazacağım sana. Yalnız senin anlayacağın kadar karmaşık olacağım, diğerleri gördüğünde sıradan bir cumartesi öğleden sonrası.

sana böyle anlamlar yüklemeden, bu yeni halinle, yani sana Siyah demeden, seni sevmeye çalışıyorum. bu zor, bu çok zor..