20070429

f

geçen hafta 400 sayfa röportaj okumuş bir adam olarak uzunca bir müddet bütün monologlarımı röportaj gibi yaptm. zaten bu röportaj olayına hastayımdır, bir sürü kimseye de yap dedim ama sonuç pısır.bu durumda iş başa düştü, kendim pişirip kendim yedim, R-

R- nasıl başladı bu blog işi?
S- mtlda dedi ki bak benim böyle bir sitem var, yazıyorum arada. dedim ki benim neden yok?
R- pek gündelik hayatından bahsetmiyorsun ama?
S- vallahi böyle gündelik şeyleri yazmam gibi bir derdim yok lakin gündelik hayatımda iş dışında pek birşey olmadığından, insanlarla olan ilişkimi de buraya yazmayı saçma bulduğumdan yazmıyorum.
R- daha fazla tespitsel şeyler oluyor zaten?
S- doğrudur, bunları bulmak mesele zaten diye düşünüyorum, birisi okurken birşeyine benzetsin, bunu ben de gördüm ama adam yazmış desin, bir dahaki sefere dikkat etsin, aynı aşksal şeyi hissetsin bu yani.
R- aşk deyince; o eski yazılar gitti, missilence yüzünden mi bu durum?
S- evet, o yazıları yazmayı sevsem de o yazılardaki biri yanıma gelince o zaman daha gerçeksi şeyleri yazıyorum. bir de galiba içinde aşk geçen bir yazının hüzünlü olması lazım, elinde o yoksa yazamıyorsun.
R- daha az yazıyorsun, bu neden peki?
S- bunun işle alakası var, son zamanlarda pek yoğunum, tabii bir de vaktin çok kısmını başka şeylere ayırır olduk.
R- commentlere de bir cevap yazmıyorsun, kötü davranıyorsun insanlara?
S- kötü davranırım denemez ama, çok da iyi davranmıyorum, sıradan bir dille sen çok güzel yazıyorsun diyenleri sallamıyorum sadece. normalde bunlara cevap yazıp teşekkür de edebilirim, onu yapmıyorum, içimden ediyorum, hoşuma gidiyor tabii. ama yazdıklarıma birşey ekleyen, geliştiren birisi olunca onları pek seviyorum.
R- beğenilmek hoşuna gidiyor yani?
S- tabii ki, yoksa kendim için yazarım, kimseye göstermem ama bu beğeninin de şekilleri var dediğim gibi.
R- stat'lara da vakıyorsun öyleyse?
S- bakıyorum tabii ki.. (burada silenzio gülüyor)
R- kimleri başarılı buluyorsun blog camiasında?
S- o29ur büyük bir yetenek, jelatin okurum arada, bitkisel hayat diye birisi var onu da severim, çoğunlukla öyle geziyorum aralarında, onların linklerine falan bakıyorum, skkd de iyidir bak.
R- ama sen link vermiyorsun çok fazla.
S- uğraşmıyorum dyelim, yazıyorum çıkıyorum.
R- teşekkür ederiz..
S- yine bekleriz..

silenzio'ya bu keyifli sohbet için teşekkür edip ayrılıyoruz..

20070426

f

Yeşilliklerin insan üzerinde garip bir sakinleştirici etkisi olması garip bir noktaya temas etmek gibi birşey. Çimenlere çıplak ayakla basmak elektriğini alıyor kişinin ve birkaç börtü böcük sesi duymak, sankim national ceografik. Bu haftasonu onca ağacın içinde bunu düşündüm ki hep ormanda yaşasak şehir bize entrasan gelirdi muhtemelen, aaa binaya bak ne kadar huzurlu derdik, insan evladından korkulur mathias, ne bok yiyeceğimiz hep koşullara bağlı, if it is a book, then i will read you.

Bi de bakıyorum etrafıma, herkes birşeylerden şikayetçi. Oysa hayat o kadar zor bir iş değil. En azından nihayeti belli bir macera filmi. Sen ona vuruyorsun, o sana, yakından geçen birisine kim dövdü diye sorunca diyor ki: anlamadım, ikisinde de yara bere vardı, ikisi de gülüyordu biraz. Şikayet ettiğimiz şeyler de incir çekirdeğine malzeme olmaz, tabii işin bir yanı, aslında kimsenin farketmediği birşey, mutluluk iyi birşey olduğu kadar sıkıcıdır da, kendi başına var olamayan iyi bir masal kahramanı gibi, pamuk prenses dediğin elmalı cadı olmasa bahsetmeye değmez, cücelerin yedisi de heba.

Lakin hapishane filmleri, dizileri hep bir adım önde başlar işe. Bu yazıyı okuyan hiç kimse hapishane görmemiştir, görmesin zaten ama bir hapishaneden kaçmak hep çekici gelir sıradan şehir sakinlerine. Kaçmak mı, hapishane mi, olağan dışı şeyler mi, olağanüstü günlerin sabah sekiz uyananları için hangi seçenek hepsini işaretlemekten daha değerli, hangisine 3 puan değerinde bir beraberlik yakışır mathias, sana söylerim kızım gelinim sen anla.

Ve bazen ama bazen, bazı saatleri geç kalmamak için beş dakika ileriye alıp bırakmak faydalı birşey olabilir.

Anlamadın sen, yok yok, anladın.

20070423

f

Çok sağlıksız bir hayat yaşadığıma karar verdim, hatta verdirildim.

-- Uyku düzeni denilen şey bende yok, ne kadar geç yatabilirsem o kadar mutlu bir adam oluyorum, bu çocukken de böyleydi, annemde hala böyle mesela. Uykuyu bu kadar seven bir bünyeye yapılmış hain saldırılar içindeyim.
-- Düzenli olarak yediğim şeyler: kfc, kokoreç, burger king, kebab ve arada işkembe çorbası. Oha yani, insan bi yeşil bişey yer yahu, ama nereden bulacağım o da var tabii ama mazeret değil, rezalet, içimden tavuk ve yağ çıkacak yakında.
-- Günde 10-15 sigara içiyorum, hay maşallah, kendimi 5-10 aralığı diye kandırsam da sayınca gerçekle kucaklaşıyorum, bi insan neden sigara içer kendime rasyonel birşey bulabilmiş de değilim, tamam bazen çok zevkli birşey ama hergün olunca suyu çıkmıyor mu kamil, ayrı parantez; iki tane içip durabilen insanlara hastayım, uyuzum.
-- Spor olarak yaptığım tek şey cümlesinin sonunu on defa düşündüm bulamadım, yok çünkü, eskiden halısaha maçı falan yapardık, o da yalan oldu. Yürümekten bile hiç haz etmiyorum, kas için yapılan şeylerden de nefret ederim. Feci bir haldeyim.

Tabii tüm bunlara rağmen şişko değilim, bi sıkıntım da yok ama yine de daha bir güzeli olabilir, bugün olmazsa yarın olur kötü birşey endişesi ile kederlendim.

“Hey dostum, kendine iyi bak ha”

Bakıcam bakıcam, "sweetness, sweetness i was only joking when i said i'd like to smash every tooth in your head”

20070418

f

www.stumbleupon.com
bana kalırsa gelmiş geçmiş en iyi zaman geçirgeci.

http://z19n.stumbleupon.com/
bu da benimki

20070417

f

Çok alternatif kızlar var, oğlanlar da var ama kızlar daha bi alternatif çünkü onlar beş milyona badi alabiliyorlar, badi nedir, ince kolsuz şeylere verilen isimdir, biz bi ayakkabı alamıyoruz ayağımıza, yazık, perişan durumdayım, biri hayrına gidip bana siyah bi çift ayakkabı alsın, parası neyse veremeyeceğim, hayır yapmış olursunuz işte, ben de size kontör alırım, 100 kontör, oha, konuş konuş mesaj at at bitmez.

Benim style anlayışım, neymiş efendim, iki abuk şey giyen kimselere amanin ne kadar stylish demekmiş, yok artık daha neler, bi de bunu diyen missilence. biz burada fashion için yaşayalım, design için kalplerimiz atsın, çok afedersiniz bu deyuslar benim kemerimle dalga geçsinler. Ulan bana yapılır mı be, ben uğraşıyorum iş dünyasına bir farklılık gelsin, şu rehavetten kurtulsunlar, yok. alıcaksın o kemeri, acımayıp dalacaksın koridorda sırayla.

Starbucks denilen birşey var bir de, trendy olmaktan çıktı, adamlar hayatımıza girdi, çay gitti kahve geldi. Birgün annem babama karamel makiato tall yaparsa şaşırmam, içeriden bir de bağırırsa orhaan beeeey kahveniz hazır diye, buyurup burdan yakarız.

Çok aradım ama bulamadım “ mutluyuz de mi sadık abi” videosunu, onun yerine bununla idare edin, insan çocukluğundan beri bi sahneyi aklında taşımışsa vardır birşey.

20070416

f-num

50 gibi yuvarlak rakamdan ne iş olsa yaparım abi diyen 24 çıkınca 26 kalması garip. 26 dediğin neresinden bakarsan entrasan bir sayı zaten. 13’ü iki ile çarpıyorsun, onüç denilen uğursuz şeyden iki tane alıyorsun yani, bir alana bir bedava gibi birşey ve insanlar Pazar akşamları erkenden uyuyor, word ise Pazar yazınca gayri-ihtiyari bir şekilde büyük harf yapıyor P’yi, p ile başlayan rakam yok, rakam ile sayı arasındaki farkı bilenlere ise büyük ikramiye.

Asal sayıları ilk öğrendiğimizde, ne vakit olur o, ilkokul üç-dört gibi birşey, neyse, pek şaşırmıştım. sonrasında asil sayılar bile dedim içimden, herkesin birşeyle çarpılıp bir sürü şeye bölündüğü bu devirde herkesten uzak bir hayat.

Ve ne zaman birşeyin karesini, kübünü, pılını pırtısını alsam haksızlık edermişim gibi geldi, otuz6 mesela, yazık, marstan yeni bir sayı gelse, ona bile bölünür, bir duruşu yok yani..

Sonradan büyüyünce anladık ki herşey bu asal sayılar üstüne kurulu, matematik dediğimiz deniz derya birşey, sigara sağlığa zararlı, uçaklar nasıl havada kalıyor, bunu anlamamız mümkün değil.

Ve hala düşündüğümde 19 ile 29 arasında sıkışır kalırım. ondokuz dediğin biraz daha yakın gelir, yine de mesafeli, seven ama kızar gibi. 2irmido9uza manalar yüklenebilir alfabeden, sıfıra biraz daha uzak, biraz daha yabancı, korkarak sevmek gibi birşeyi, hiç senin olmayacakmış gibi.

Oysa sıfır, adı üstünde üç oda bir salon daireden ibaret, herşey sıfırdan başlar ve biter, bir şarkının dediği gibi 0’a pek bir uyar: “ i wont be following, you are just borrowing me” . ve biz rakamla da yazsam harfle de: 0 vs O; bir değişiklik farketmeyeceğiz, bu sırada arka sırada oturan teyze söze karışır, işte bu kadar basit.

Üçün 5in hesabını yapmayın da, gerisi teferruat..

20070414

f-a

neyi yazabilirim diye düşünüyorum, sizin aklınıza gelmemiş ya da benim aklıma gelince vay anasını dediğim herhangi birşeye bakıyorum. aslında ufak tefek şeyleri hala farkedebiliyorum, garip bir şekilde o yetenek hala az da olsa sabit, ki bana kalırsa bu yetenek pek üstüne gitmeyince gidiveren bir yetenek ya, neyse. velhasılı bulamayınca, her oturduğumda birşeyler karalıyorum sonra word sayfasını kapatıyorum (word + ctrl c + ctrl v metodum var) sonra bir daha açıyorum sonra sıkılıyorum ve kapatıyorum.

Tabii ki gündelik hayatımı da yazabilirim, biz de ot değiliz yaşıyoruz, bak mesela dün malatyadaydım, anlatsam ne maceralar var, ona da şu bahaneyi buluyorum, ulan diyorum, bu genç kız günlüğü değil ki, bugün bunu yaptım, aa terbiyesiz hasan bak bana ne dedi falan diye gireyim mevzuya.

Aşksal mevzularda yazayım desem ne yazıcam, farkettim ki insan sahip olmadığı şeyleri sahipmiş gibi yapabilmek ya da bundan kurtulmak için yazıyor, e şimdi missilence’i seviyorum ve that’s enough. Siz de birini bulun, çok sevin, çünkü geri kalan herşey manasız yazsam hepi topu bi cümle, kurtarmaz yani.

Bir de işler güçler var, ayılar gibi kafa yorarak çalışıyorum bu sıralar, hikayesel birşey düşüneceğime işsel şeyler düşünüyorum, maddi vs manevi savaşında pragmatik bir insanım, kolaya kaçarım arka yollardan, boku da sağa sola atarım.

İşte bu uzunca bir müddet yazmayışımın kısaca hikayesi, ayrıca yazmanın disiplinli bir iş olması gerektiğini de ekleyebiliriz, blog için bile, bunu da anladım.

-------------------------------
Haftanın şarkısı: my alcoholic friend / the dresden dolls
Haftanın filmi : the last kiss / zach braff
Haftanın takımı : beşiktaş
Haftanın içkisi : rakı
Haftanın ili : malatya

İyi haftalar türkiye..

20070406

f-a

Bazı şehirler yağmur yağınca daha güzel olur, bazılarını güneş kurtarır, bazılarının kar örter ayıbını, kimisinin kalabalıklar, kimisinin kocaman binalar. istanbul baharlarda bulur mesela kendisini bana göre, benim istanbulum, ne iddialı bir laf, kimin istanbulu: benim, üstüne onca şey yazılmış satırlar istanbul, okusan bi daha okunacak şiirler, yok, bu kadar sevilmiş bir şehir bi daha sevilmez, sizin olsun.

Ne kadar çok insan var, bazen şaşıyorum, diyorum ki bu dünya daha fazlasını kaldırmaz, oysa hergün yeni çocuklar doğuyor, bebekler yani, yeni evler yapıyorlar sonra, okullar açılıyor, hastaneler, hapishaneler, iş yerleri. bunlar büyüyüp evlenip yenileri yapıyorlar yetmezmiş gibi, şaşılacak iş doğrusu.

Biz günümüz insanı da diyoruz ki herşeyin daha iyisi yapılabilir, yapıyoruz da, yapıyoruz ama bakmışız bize bile yorucu gelmiş bu kadar iyilik güzellik, çok komplike bir hale sokuyoruz hayatı, geçen gün eski patronumun farketmeden dediği gibi 1950’lerde domates yetiştirecektik biz, eve gelince yorgun argın olacaktık ama kafamızda dert tasa kilosu 500bin, ucuz yani, satılabilecek kadar ucuz.

20070404

f

Biz gecenin birinde ailecek melankolik şarkılar dinleyen kimseler olduk bu gece, “beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın..” kaçınız bilir bunu, az değil mi, ah ah pek yazık..

Şu sıralar seferi bir hal aldım, oradan oraya gidiyorum, hosteslere daha uçak kalkmadan uyuyan ve yalnızca durunca uyanan arkadaş kim diye sorarsanız beni bilirler, dizi filmlerdeki gibi ışık koruyucusu bantı taktığım için gizlice gülen konyalı amcalar da bilir. Kabin personeli kalkış için yerini alsın diyor pilot, yol boşsa daha hızlı gidiyor sonra, bunu hepimiz biliyoruz.

Bi amca yirmibeş sene çalıştığı şirketten ayrılırken bizim çocuklardan birine demiş ki: gençler biz fazla çalıştık, ailemizin kıymetini bilmedik pek, şimdi bakıyorum da üzülüyorum, siz böyle yapmayın.. yirmibeş sene, o kadar yaşadım işte ben, amca o kadar çalışmış. Yirmi beş sene pişman olmak, kaybetmek için ne kadar geç birşey. Üç sene kurtarır belki ama yirmibeş bu, yirmi ile beşi ayrık da yazsan bitişik de ağır.

Glasgow rangers 1- hepimiz 0.

20070402

f

Yazmak sanırsam aslında bir alışkanlık. Ne kadar oldu bilmiyorum ama bu blog denilen ıvır kıvırdan uzaklaşınca işler, güçler, seyahatler derken aklıma bile gelmez oldu. Öncelerde duyduğum o belli belirsiz suçluluk da yerini boşvere bıraktı, aman canım herşey yolunda, iki satır yazının hesabını yapamam şimdi dedim ve ekledim: “mutluyuz de mi sadık?”

Mutluyuz, akıp giden ve zannımca böyle devam edecek zamana karşı mutluyuz, asık suratlı ciddi işler içinde mutluyuz, birkaç kimse başıma birşey gelse cidden beni düşünecek diye mutluyuz, mutsuz olacak bir sebep yok diye mutluyuz, eskisi kadar düşünmediğimiz için mutluyuz, daha ne olsun?

Neyse, prag denilen yaban eller pek güzelmiş, estetiğe bu kadar az önem veren biz türklerden sonra her yabancı şehire gittiğimde geri dönmemeyi düşünüyorum. Sokakta yürürken sıradan insan ortalamasının bu ülkeden on kat daha yukarıda olmasına özeniyorum. öylesine bir heykeli binlerce turist çekmek için nasıl kullandıklarına şaşıyorum. Menüsünde yüz tane şey olan bir cafenin kahvaltı var mı sorusuna bizi kazıklamamak için hayır demesindeki dürüstlüğe imreniyorum. İnsanların ellerinde içki ile poz yapmak için değil gerçekten eğlenmek için bara gittiklerini görünce budur diyorum.

Derslerine çalışması gereken ortai ki öğrencisiyim ben, ki bu daha fazla ama daha fazlasını istemek demek hep, gerekli hamlelerin şah matıyım, bazen truva atıyım iyi niyetlisinden, aslında harika bir adamım, sparta’lıyım çoğu vakit, kimbilir japonyaya her an saldıracak bir italyanım bile, sabah uçağında 8F koltuğuyum, uykuyum, senim, seninim, gerisi teferruat..