20070527

f- işte öyle birşey

ben ve karşı apartmansı şeyin alt katında yaşayan zengin kızı komşum mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz. Kendilerinin ışıklarını görüyorum bazı geceler açık, bazen perdeleri açık olunca şöyle bir bakıyorum, ah gene o şen kahkahalar. Benim komşum mutsuzluk nedir bilmez zaten. Bir kere arabayı camının dibine dayayınca kızmıştı bana, evinin önü, kızcağız haklı, hemen mağcup bir ifade takınıp; bayan dedim, bilemedim, af buyurun. Komşu komşunun külüne muhtaçtır halbuki, bu günlerde kül dediğin oldu park yeri, gel de anlat, bizim garajımız vardı da park etmedik mi?

Sonra hep şen kahkahaları olan insanlar var, çok mu yolunda herşey, bir devrik cümleleri yok mu mesela bu insanların, olmaz mı paşam olmaz mı, hangi ucundan tutsan öbürküne devrilebilir bu hayat, maceraperest ruhlarımız şad olsun, tiyatrosal yetenekleri var demek ki bu kimselerin, hay hay, olsun, yapabiliyorsan gül geç, geç ve gül, gülüm sen bende takılı kal bitek, gerisi teferruat, gerisi yalan, gerisi faso fiso..

Oysa şenşakrak komşumla başlayan bu yazı şen kahkahalarla devam ederken anlıyorum ki kimileri daha bir meyilli süper baba film müziklerini dinlemeye. Hançer mi var, getirin bana diyecek kadar, bunlar boş işler dolusu bir bardak rakı bilecek kadar, e yavrum bu da birşey, farketmenin dayanılmaz herbirşeyi, bunu alana babayı veriyoruz yanında, babasını sever mi herkes, sever genelde, mesela pek özledim babamı, az buz değil bayağı özledim, konumuzla alakası yok ama neyle alakamız var, because i live by the river, i am sailing away, today*

Islıkla şarkılar söylemek, gecenin bir köründe denize atlamak, sabahın 5inde uyumak, ikiyüzlü bir kmde sürat yapmak, beni öpeceği anı bekleyerek sevdiceğime surat yapmak, televizyonun karşısında uyuya-kalmak, öylece kalmak, delice sevinecek birşeyler bulmak, mak-sat, bir maksadımız yok, dediğim gibi, iyi niyetli katilleriz biz.

* travis- new amsterdam

20070526

f

şahsen ben bu sayfaya bakan senin yerinde olsam derdim ki kendime "lan ben ne yapıyorum, bu deyus on günde bir yazıyor, ne diye giriyorum ben bu adi adamın sitesine" derdim. şahsen ben kendim kendime böyle diyorum, lan oğlum diyorum yazsana dötünü devireceğine, ama yoruluyorum dostlarım, bu iş güç vallahi aklımın bayağı bir kısmını alıyor, geri kalanı da sevdiceğime verince ahan da buyur burdan yak. gerçi ziyanı yok, oskar alacak değilim ya yazıp, bunlarla olmaz yani, ah haydar ah.

mtlda yetenekten bahsederken sergenin resmini koymuş, şimdi cidden inönü stadını bilmeyenler için bu sergen kimsesinin ne kadar yetenekli ama bir o kadar da tembel olduğunu belirtmek lazım. bu arkadaşımız için zamanında avrupanın her takımında oynar denirdi, oynardı da, o sol ayakla bir koyardı topa, frikik dediğin gol olurdu, çalımlar, paslar inanılmaz, hala bile fenere 90. dakikada attığı golü izlerim. amma velakin sergen antreman yerine istanbulun önde gelen gece kulüplerinde gezeyim, atlarım koşsun dedi. çok çektiler kulağından, aman evladım sen ne yapıyorsun, otur gollerine çalış dediler, dinlemedi. ne yaptı, gezdi, dolaştı, karı kıza verdi kendini. şahsen beşiktaşlı ve mal gibi çalışma yanlısı biri olarak hep kızdım, nasıl yani dedim, böyle bir yetenek nasıl kendini harcar. sonra bir arkadaşım dedi ki: hoca ne kızıyorsun, adam böyle mutlu, gidip chelsea'de oynasa ne olacak oynamasa ne olacak, çok bilerek bir seçim yapıyor, yoksa kör olması lazım dedi. doğru vallahi, adam dünya yıldızı olmak yerine daha ufak ama cebinde olan birşeye razı oldu, ne kasıcam lan dedi. böyle bir hikayedir bu, herkes olabildiği herşeyi olmak zorunda değil + yetenek için gift diye bir söz var ya ingilizce de, aynen öyle..

tatil gelsin diye bekliyoruz ama daha üstümüzden öyle böyle değil ağır geçecek bir haziran var. çocukken de böyle olurdu, bekleyecek birşey bulup takvime ona göre bakardım, o zaman günler daha bir kolay geçerdi, bu sefer de benzer metodu yapicaz artık. gerçi günler nasıl geçiyor, onu da anlamak mümkün değil. daha az önce yılbaşıydı şimdi yaz geldi, yaz da gider, yaşlanıyoruz. bu kadar kolay olmamalı, devlet bu işe bir çare bulsun.

20070521

f-hasan şaşırdı..

Kendinden 25 yaş büyük insanların, bir de akıllı tipler ise hayat mayat mevzularında fikirlerini dinlemek pek entrasan birşey. Farkediyorsun ki bildiğin şeyler gördüklerin kadar, geri kalanı boşluk doldurmaca. Bazen siyah ile beyaz yapıyorsun herşeyi, halbuki buz gibi bir gri varmış, gri de olurmuş yani, oldurabilirmişsin.

Şaşkınlıklarıma bir yenisi ise önünden epey geçmeme rağmen ilk defa girme şerefine eriştiğim riddim denilen yer. Öncelikle istanbulun hiçbir yerinde bu kadar çok eğlenen insanı bir arada görmediğimi belirtmek isterim. Hiphop falan çalıyor, sanırsınız amerikanya, uzun boylu basketçiler, zenciler, şapkayı ters takmış kimseler bolcana mevcut, tıklım tıkış. Yerin dibinde olduğu ve sıfır havalandırma ile de maşallah sıcacık. Kültür mozaiğisin vallahi canım istanbul, diyecek başka birşey yok ama onbeş dakika yeterli.

Bu haftanın en şaşırtanı ise gs taraftarı. Emektar bir beşiktaşlı olarak ömrüm boyunca üç büyükler arasında böyle bir rezalet görmedim, garip olan yalnızca fb’li fitbolcular önlerine gelince değil kendi topçuları o adamın yanında olsa bile su, koltuk atmaya devam etmeleri. Bunların hepsi de en başında ayarlanmış mevzular, belli yani. Yahu kardeşim, neye bu kadar stresin, neye bu kadar heyecanın, ne bu öfke celalettin, anlamak mümkün değil. Spor bu, altı üstü, yedisi, hepsi spor. Bu sene onlar şampiyon, bundan sonra biz, budur yani, bu kadarcık.

Bi de hafta içi marmaris denilen yerde idim, tatil güzel birşey sevgili dostlarım, yeşili maviyi bir arada görünce bir daha anladım. Amma velakin az kaldı, obarey, güberey..

20070515

f-af

çocukluğundan, o şehirden çok uzaklaşmamalı insan. ilk kaybolduğu sokağı unutmamalı, dönüp geleceği yer orası olacak günün birinde. annesine sarılınca dünyadaki tüm canavarlardan kaçtığını bir zamanlar, harita metod defterinin kıvrılmış kenarına not düşmeli, çünkü birgün o kadar sert düşeceksin ki dizlerindeki kabuklara bakıp hatırlamalısın, eksik olan seni düzeltecek bir ataçmış; bir zamanlar okuldan kaçtığın kadar kolay kaçamayacaksın bazı şeylerden ve şeyler ağır ve şeyler ertesi sabah önlük giyilecek bir alarm çalışı, casionun ışıklı saati. masanın üzerinde hazırlanmış kahvaltılıklar, zeytin, peynir, ekmek ama hepsi o şehrin masasında sanki üstüne yamuk bir yazıyla önemsiz tarihler karalanmış takvimde, herşey devam edip gidiyor; o gün doğan kız çocukları için isim eylül, erkeklere kahramanlık yapana kadar yalnızca el sallıyoruz.

çok uzatmanın faydası dokunmayacak saçlar biliyorum ben, üstüne gelindikçe üssü alınacak cümleleri ödünç verdim, iki kere ikinin beş para etmediği devrin adamı oluyorum kimi vakit, dörde çeyrek yok'luklarından var etmeye çalışıyorum bazen bazı hikayeleri, bir de buzun içine düştüğü şey değil önemli olan, mevzu düşülen şeyin neyi bilip bilmediği.

20070513

f-a

bu çinliler fena geliyor hatta sanırım yandaki air china isimli dublex deniz manzaralı uçak ilen akın akın geliyorlar. haber bülteninde 25bin ytl'e cip geleceğini de söyledi. korktum; bizim magandalar bunlara biner, artık bize karada ölüm yok mantığıyla üstümüze sürer, teybe pardon cd'ye de one tu tri foro koyarsa şaşırmayalım. boston'da mesela bir çin mahallesi vardı, fakat öyle böyle birşey değil, bankaların bile tabelaları çince, nasıl bir nüfus varsa artık siz hayal edin. zaten öyle bir alfabeyle okuyup yazan insandan korkarım ben.





aynı insanların neden anlaşamadığı ya da bir karşı karşıya gelme anında neden geri adım atmadıklarını düşündüm son günlerde. vardığım sonuç default işaretlenmiş gelen bencil yaratıklar oluşumuzun yanısıra bunun bir loop haline kolayca dönüvermesi. x y'den pek hazetmiyorsa, y bunu farkedip x'e adım atmıyor, atmadıkça x daha bir kaçıyor, y zaten hazır, kaçan kovalanmaz diyor. tabii bu loop'un kırılabildiği yerlerden birisi iki taraftan birisinin dönmekten sıkılacak iyi bir neden bulması, çoğu zaman da zor olan bu.



bahar ve yaz günlerinde pazar gecelerinden, fenerin şampiyon olmasından, adres arayıp bulmaktan, ofis dışındayken işlerin devam ediyor olmasından nefret ediyorum.

gerisi iyilik sağlık ve iyi ki doğdun julia..

20070510

f *

İnsanların 75 yaşına kadar yaşamalarını bazen aklım almıyor. Biz daha yirmibeş+1’inde taca gönderiyoruz topu çoğu zaman, 1dokuz’luk bunalımları saymazsak sonrası iyilik güzellik aslında lakin insan denilen 2 ayaklı, içinden rakamlar geçirebilir dertlerinin ve alınması zor integraller, az buz değil çok pahalı denklemler bunlar sanırım, neye karşılık neyi feda ediyorsun; bir aşk için mesela sahip olduklarının yüzde kaçını verirsin sonra hangi yüzle bakarsın o x’in resmine ya da pek sevdiğin şeyleri kocaman bir şirketin kapısından girerken güvenlikte bırakırsan adama değil de kendine sormazlar mı, paşa nereye gidiyorsun sen diye, sorarlar bitanem ama sen yanıt verebilir misin, bilemiyorum.

Tüm olan biten bir reklam filminde yaşanmıyor halbuki, köşeyi dönünce ölüp biteceğiniz birisi ile karşılaşmıyorsunuz mesela, oysa deodorant fabrikası alacak kimseler tanıyorum orta halli bir aşk için. Üstümüze dökülen şeylerin bazı lekeleri kaç derecede yıkarsan yıka çıkmıyor, uyumadan önce beş dakika çitiliyoruz her gece, nafile. Neyse canım, canını acıtsa bile çok sevdiğin bir şarkıyı on defa üst alta dinlemek değil mi çok aranan manası hayatın, et ve kemikten başka birşeyler de var bende dediğin zaman, diline pelesenk olmuş birkaç cümle, neşeli yahut hüzünlü, 360, daire, gidiyoruz.

Aklıma bu akşamüstü sahilde sigaramı yakmaya çalışan midyeci geliyor, istediğim bir kibritsel ateşken ve rüzgar tüm bu hikayenin hain kahramanı, gülümsedi, “abi, yakamıyorum ben, al sen çakmağı”. Teşekkür edip midye sevmeyen sevdiceğimin yanına doğru yürürken, şimdi nasıl anlatılır ki bu, bütün o midyeleri alıp mutlu mesut evine gitmesini mi geçirdim içimden, onun kadar mutlu olmayı mı istedim, oturup bi beş dakika konuşsamıydık acaba havadan denizden, memleketini çok özlüyor mudur, kaç kardeşi vardır böyle çalışan, anlatsa rahatlayacağı birşey vardı da dinlemedim belki..

Kimliğimi o midyeci amca ile değiştirsem, senin dışında, hatta midyeleri hiç sevmediğin için karşımda bir saniye bile durmayacağın sen hariç, hani olur ya çok yeni bir deodaranttır bu, sana midyeciyi bile sevdirebilir belki bir reklamda, hani diyorum param yetmese o deodorantı da alamasam, yani her olasılık senin dışında,

ne kaybederdim?

20070506

f

amerikasyondan geldim ben. ve derim ki her insan hayatının bir portakal diliminde yabancı bir memlekette yaşamalı. amerika dahilinde bu boston olursa daha iyi olur tabii, bir yanı avrupa gibi ama amerikanın o gigantic şeysileri de gayet mevcut. tabii şehirdeki kimsenin birşeye acele etmiyor oluşu, kibarlıkları da artı birşey. nasıl araba kullandıklarını görseniz yavaş çekim falan zannedersiniz, yayalar kırmızı da geçse bile bekliyorlar ve korna sesi yok. harvard ve mit'i de gördüm tabii, mit eh işte ama harvard pek harika bir okul, benim bile yeniden öğrenci olasım geldi.

jet lag denilen şeyi giderken anlamadım ama dönüşte mahvetti. 7 saat kesintisiz uyuyarak dönsem de daha iner inmez bu sarhoş gibi oldum, biraz da evde uyudum ama olacak gibi değil sayın seyirciler, umuyoruz yatcaz kalkcaz normal düzenimize döncez. bir gece klübü çıkışı makyajsız çıkıp kameralara yakalanmış gibiyim.

çok iş var çook.. yaz gelsin, tatil olsun..

20070505

f

beni pek süper dile getiren iki şarkıyı buldum.
birincisi tom jones- it is unusual. ikincisi regina spektor- on the radio

No, this is how it works
You peer inside yourself
You take the things you like
And try to love the things you took
And then you take that love you made
And stick it into some
Someone else's heart
Pumping someone else's blood
And walking arm in arm
You hope it don't get harmed
But even if it does
You'll just do it all again

20070502

f

bu amerika vallahi rafetin dediği gibi macera dolu bizim köylüler.
ben ise şimdim bostondayım. burası da pek güzel bir şehir, avrupa ile amerika kırması bir yer.

sonra uzun uzun yazarım.

sanki arkadaşıma not bırakırmışım gibi oldu, bi taneniz dedi mi sesin soluğun çıkmıyor diye, anca açıp okuyun, yok babam yok, yazmayacaksın bunlara.

:-)