20050430

sus


sanki böyle her an kızacakmış gibi, git bi daha da gözüme gözükme diyecek gibi, benden daha fazla susuyor aslında, çok fazla şey bilmek istemiyor belli, aynı masanın iki iskemlesindeyiz oysa uzak, anlaşılmayacak kadar da yakın, gülümsüyor, güldürmeye çalışıyorum bilerek, sen çok küçüksün biz yaşlandık diyorum, o aradaki altı sene farkta neler oldu bir bilsen diyorum, bilirmiş gibi yapıyor. sıkıldın mı diye soruyorum, gazete okuyayım ben biraz diye cevap veriyor. yarım saat sonra bildi burcumu, terazi olmanın dayanılmaz hafifliği.

sonra cihangire gidiyoruz, söz vermişti bana, ben hiç gitmedim çünkü cihangire, meğersem taksimin dibi imiş (kandırıkçı mtlda), meğersem deniz dokunsan tutacak kadar yakınmış hülyaavşarın boş arazisinin üzerinde. ben çok seviyorum burayı diyor, etraftaki binalara bakıyorum. susuyor, silenzio o mu yoksa ben mi şaşırıyorum, herşeyi unutuyorum, unuttukça bilmediğim bir semtin sarı beyazlı kaldırım taşlarında sırayı şaşırmadan yürümeye çalışıyorum, mtlda sessizce dibimde, dönüyoruz artık geri, geri dönenler gitmiş sayılmaz demişti alberta, birazcık doğru.

garip.

az

Su, boş kutu kolaların içine boş yani yanmış yani bir daha hiç yanamayacak kadar bitmiş sigaraları yani izmaritleri attığımı görse idi kızardı. O’nun yanında yapmam zaten böyle şeyler, nasıl uslu bir çocuğum bir görseniz. On dört peçete ile yiyorum yemeğimi, şişe şişe parfümler sıkıyorum üstüme (olur ya sarılası tutar birgün), sustuklarımı öyle bir saklıyorum ki kuşlar bile anlamaz. Hepsi bahar yüzünden, ne sigaralardan vazgeçebiliyorum, ne Su’dan., hepsi yağmurlu bir bahar yüzünden.

Herşeyden nefret ediyorum, bir tek Su’yu seviyorum bu gece.
Azıcık içtim, çoktan az, azdan birazıcık çok.

20050428

Yazarların temelde düştükleri iki temel hata var:

1) karakterlerden en az bir tanesinin kusursuz olması: bu bahsi geçen karakterin özellikle senaryolarda yaşlı olanları tercih edilir (herşeyin çözümünü bulan süper dede, en cengaver olayları bir bakışta çözen dedektifer, ne anlatsan anlayacak baba, inanılmaz güçlü 70 yaşında teyzeler gibi, ayrıca bu yalnızca hollywood filmlerine ait bir klişe de değil) , eğer genç ise muhtemelen asıl kahramanımızın kendisiyle bir gönül ilişkisi vardır (sevdiklerimizin fabrika çıkışlı hatasız olduklarını düşünme eğilimi). Bunun genel bakınca tek bir nedeni var ki insanlar herşeyi bilen insanlardan hoşlanırlar, boşluk doldurmaca sorularını ne kadar iyi yanıtlarsanız o kadar harika olursunuz , dev karizmatik cevaplar verebilen, herşey tersine dönse yıkılmadım ayaktayım misali şahıslardan en az bir tanesini yanımızda görmek isteriz. (normal hayatta böyle tipler kendi alanlarına farklı bir açıdan girerlerse durum tersine döner, o ayrı bir chapter)

lakin nefes alınan oksijenli kısım buna benzemez, homo-sapiens'lerin en iyi ihtimalle bir kötü huyu vardır, olması da lazımdır zaten, yazarların bunu dikkate almama nedenlerinden bir tanesi de sevgili okuyucuların kendilerini bu süper kahramanlarla özdeşleştirmeye daha yakın olmalarıdır belki. Kötü kahramanlar ancak şeytani derecede zeki ve bunu iyi kullanabiliyorlarsa "aha bu da benim, işte ben adamı böyle yaparım" denir yoksa "allah belanı versin senin" der geçeriz.

2) Tesadüfler: dünyanın en iyi romanından, en iyi filmine kadar kurmaca olan herşeyin içinde tesadüfler bulunur. kocaman aşklar kafenin birinde abuk bir tanışmayla başlar (normal hayatta böyle tanışıp evlenen varsa getirin öpücem), yan komşunuz inanılmaz birisi çıkar (bizimkilerin kalorifer borusuna vurmaktan başka bir olaylarını görmedim), arabanızın üzerinde bir not bulursunuz hoooop al sana babalar gibi macera (kesin dangalağın biri park ederken kaportanızı da kapsamıştır, o notu bulunca macera aramayın, yine de şanslısınız). bu uzaaar gider. .

bu konuda hala düşünüyorum, hayatımızın ne kadarı kendi elimizde, yüzde kaçını ise zarlara bırakıyoruz. ayrı bir parantez: tesadüflere dayanarak yazmak kolaydır, at gitsin, tesadüf işte, herşeyin kolay bir açıklaması.

-------------
Louis hikaye falan yazar, onunla konuşunca yukarıdaki mevzuları farkettim. yazdım rahatladım.

Sizi baymayayım diye Su'dan bahsetmiyorum bugün tabii bu kendisini düşünmediğim anlamına gelir mi, gelmez.

sakin

Yeniden bahar geldi. İnsan böyle nisan saatlerinde eylülü ne kadar sevdiğini unutuyor maalesef, sarı yapraklara vefasızlık, tatil olsun diye vermişsin aklını, yola çıkasım var, uzun gece yolculukları, istanbul pek sevmiyorum seni, sen yine de kimseye söyleme.

Dün Su ile öğle yemeği yedik. her zamanki gibi geç geldi, on dakika kadar, onbeş değil. Siyah bir takım giymişti (siyah, git artık), yeni aldığı saati farkettim, kocaman birşey, duvar saati gibi, radyosu var mı bunun diye sordum, gülümsedi. iş konuştuk daha çok, ne işimize yarayacaksa. Bir saniye ama yalnızca bir saniye gözleri beni seviyormuş gibi baktı, böyle şeyleri anlayabiliyor insan garip bir şekilde.

aramam gereken insanlar var, devrik cümleler kuruyorum, düzgünlerini sen bana söylersin.

dağınık, ğıankıd, kağdıın, aındğık

20050427

old



Siyah bu resmi görünce, biz de yaşlanınca böyle mutlu olalım demişti. Peki dedim. (19 Kasım 2003)

some

Jim Carrey isimli harika insan "somebody to love" isimli şahane şarkıyı söylemiş bir zaman, bir yerlerde, onu dinledim, gaza geldim. zaten eternal sunshine of the spotless mind'ı izledikten sonra kendisine duyduğum saygı artmıştı, ne yetenekli kimseler var ey yüce rabbim, neden beni yaratırken daha iyi tasarlamadın, bu şekilde nasıl idare edeceğiz 46 sene daha (70 sene yaşamayı planlıyorum)

Fado dinleyip şarap içesim var, beni ispanya'ya gömün. italya'ya da yakın, akşamları kalkar giderim.

20050426

rastlamak

seveceğiniz insanla küçük bir çocukkken karşılaşsanız ne kadar komik olur hiç düşündünüz mü? mesela ben Su'ya bir parkta falan rastlıyorum, annelerimiz getirmiş bizi (annemin doğumgünü bugün, mehmetalibey izin verirseniz sevgilerimi gönderebilir miyim?). Su salıncaktan daha yeni inmiş, benim bulunduğum kaydırağın başına geliyor, artık herşeyi söyleme zamanı:

- Su sana birşey söyleyebilir miyim?
- çocuğuz biz, böyle aptal sorular sormana gerek yok (Su o zamanlar da sevmiyor boş konuşmayı)
- uzunca bir süredir senden hoşlanıyorum ben
- git anneme söyle
- annen kızar
- kendi annene söyle o zaman, o benimkisine söylesin
- evlenmiyeceğiz manyak Su, hoşlanıyorum sadece
- evcilik falan da mı oynamayacağız? (sesi ağlayacak gibi oluyor, Su o zamanlar daha romantik falan herhalde)
- oynarız tabii ama, senden hoşlanıyorum dedim, birşey söylemeyecek misin?
- ne söylememi bekliyorsun? (Su burada küçük silenzio'yu kitler)
- ben de senden hoşlanıyorum falan de.
- sonra kayabilir miyiz peki?
- aman kay ya, ben ne diyorum sen ne diyorsun.. işin gücün oyun
- ben kayıyorum o zaman

bu işte, böyle hayali hikayelerde bile sonu hüsran diye birşey söylemiyorum kendisine, merak eden arkadaşlar varsa rahatlasınlar. sakın ama sakın bana birşey kaybetmezsin demeyin (sakın), siz Su'yun ne demek olduğunu bilmiyorsunuz.

Su bu sayfada yazdıklarımı okusaydı direk nefret ederdi benden, ben olsam öyle yapardım çünkü. ne bu böyle, bir tane edebi cümle falan kurar insan, kimsenin okumadığını bildiğimden. deseler ki sevgili silenzio aslında senin otuz yedi tane düzenli okurun var, bak o vakit nasıl oluyor işler. tribünlere oynuyorum ben, ahanda gol oldu, hakan attı, gol oldu. (hakan kazmasından süratle nefret ettiğimi de eklemek isterim)

iki tane film var evde: sideways ve after sunset.. ikisini de çok görmek istemiştim, buldum nihayetinde. Lilly verdi, onun da arkadaşınınmış, geri vermem lazımmış, Lilly saçlarını harika yapmış atrıca, yolda rastlaştık, rastlaşmak nasıl bir fillse artık, yazınca farkettim. isteyince yapamıyorsun, seninle saat onda rastlaşalım, garip..

bugünlerde etrafımdaki herkes birkaç günlüğüne de olsa yurtdışına gidiyor. iki ihtimal var: 1) herkes parayı buldu 2) avrupa birliğinin çok sayıda turist türke ihtiyacı var.

ekseni ilk dinlemeye başladığım zamanlar listelerinin en başında ours isimli grubun sometimes isimli bir şarkısı vardı. onu buldum, o zamanlar da güzel şarkıydı, şimdi de iyi. lakin öyle rock şeyler artık beni bozar, eksen yalan oldu. clubber olucam ben tren kaçmadıysa, giyiyorum pumaları, sürüyorum jöleleri, ey gençlik hazırlanın. (frou frou, bulursanız kesin dinleyin, paul van dyk: bu amca kılapçı, çalışırken falan kafasını mikiyorum milletin, muhahaha)

votka-redbull için sekiz kişiyi öldürebilirim, acayip ciddiyim.

smily hala tatilde-terbiyesiz smily
alberta yazdıklarımı okuyormuş-merhaba alberta, sana da merhaba
louis kaybolmuş ortalardan, öyle dedi alberta
Su ile yemek yiyeceğiz yarın öğlen, bu akşamki yemek iptal oldu kendisi çok fazla çalışınca(sanırım beni takım elbise ile görmeyi seviyor, daha bir ciddi oluyorum tabii)
Clementine de tatilde, kömürlü bir diyara gitti (şehrin ismini söylemem yoksa istanbul gider onu bulur)
zensea yine unuttu beni, aradığı sorduğu yok, bir vakit sekiz saat telefonda konuşurduk, ayıp, vefasız insan

budur benim olayım, hayırlı olsun..

n'thing

bu bahar havasına alışamadım (24 yaşındayım, hala bir sürü şeye alışamadım). sıcak olacak zannediyorsun, kısa kollu zamanlar, sonra bakmışsın üşümüssün. üşümek kış olunca güzel ama yeşillerini giyip de gelmiş bir bahara pek yakışmıyor. ( behçet necatigil miyim neyim)

Akşam Su ile yemek yiyeceğiz. bir tek Su anlıyor beni (genç kız cümlesi gibi oldu), belki de iyi anlarmış taklidi yapıyordur. o da yeter, bu devirde öylesine rastlamak bile zor.

paragraflarda anlatasım var herşeyi,

sonra anlatırım cümle cümle..

20050425

pancu

böyle her gün yazamam bir müddet sonra ama feci gaza geldim, internet denilen canafarın bir yerinde bana ait bir sayfa var. Alberta (Lucio'nun sevgilisi) anlar bu işlerden, ona söyledim, fena olmamış dedi, harika bence. mtlda'ya nereden yaptın sen o browni'leri diye sordum (browni onun verdiği linkler, bana da vermiş hatta:) o da sen yapamazsın dedi, yaptım netekim ismini de amandaaman koydum, ne oldu mtlda, hani benimkisi ancak ıslak kek olurdu browni olmazdı..

Alberta, Su konusunda benim danışmanın. çünkü Su onun eski arkadaşı, benden daha iyi tanıyor yani. Su bugün seninle konuşmaz diyor, aramıyorum, daha birşey söyleme diyor, söylemiyorum. garip.. Lucio sallama sen Alberta'yı, anlamaz o dedi, bunun üzerine Alberta Lucio'nun kafasına yastık attı, kavga çıktı yani, görüyor musunuz Su hanım, bir ailenin yıkılmasına sebep olacaktınız az kalsın. kimseye bir fikir sormuşluğum yoktur evveliyatımda halbuki, bu aşk dedikleri üç harfli cümle insana neler yaptırıyor.

on parmak yazmayı öğrendiğimden beri hayat daha kolay. laylaralaaay..

şirketin terasından yan taraftaki okul gözüküyor, çocuklar top falan oynuyorlar, basket gibi. birgün ineceğim aşağıya onlarla takılacağım, bu business ortamları yalan çünkü. evin ordaki sahada gol kralı olmuşluğum var benim, öyle böyle değil yani.

bir keresinde de yurdun bahçesinde çocuklarla top oynuyorduk, o sırada Lilly vardı, (Lilly eski sevgilim, eskidi yani, bitti) ben gol attıkça formayı çıkarıp Lilly'i öpüyorum, gol atıyorum, elimi havaya kaldırıp Lilly'i gösteriyorum fitbolcu gibi, sonra koşuyorum senin için attım diyorum hop öpüyorum Lilly'i. tabii çocuklar dayanamadı bir müddet sonra, orta bir falanlardı herhalde, bi tanesi abi ben de böyle birini öpsem boyuna gol atarım dedi. gülmüştük, biz çok gülerdik Lilly ile. gül gül öldük zaten sonunda.

Su için bu sayfanın okunması giderek imkansız hale geliyor, Alberta'ya da söyledim, sakın birşey kaçırma ağzından diye.

20050424

hala pazar

az önce kapı çaldı, temizlikçi abla geldi, sizin evde oyuncak bir yılan var dedi, ben çok korkuyorum ondan iş yaparken, kaldırabilir misiniz diye sordu, güldüm, at gitsin abla dedim, yılandan değil yalandan kork sen ablacım dedim kayahan gibi, demedim tabi, kandırdım kim okuyorsa. yarın temizlik günü anlayacağınız, bok götürüyor evi, hepsini o adi plastik yılan yapıyor, yoksa temiz bir adamım ben.

bir sürü gazete alıyorum pazarları, 3 tanesinin başlıklarına bakıyorum bir tanesini de okuyorum canavar gibi, insan hergün gazete okumalı, piyano çalmalı, bale yapmalı, golf dersi almalı aslında,

Su aramadı bugün, dünden sonra bir müddet aramayacaktır da, böyle sessiz olunması gereken olayların ardından aynaya bakınca garip bir utangaçlık oluyor insanın yüzünde. keşke yapmasaydım demek gibi değil, daha farklı.

ben de mtlda ile konuştum. iyi bir kız, yaşı benden küçük ama iyi, bizi de Louis tanıştırmıştı, Louis pek konuşmaz genelde susar, ben daha neşeliymişim, mtlda öyle dedi, doğrudur o zaman.

smily tatile gitti, (o benden de neşelidir), biraz kafası bozuk bu sıralar, malum hayat zor, ben de bilgisayarını kullanıyorum, benim bilgisayarım öldü çünkü, 17 mart günü elim bir trafik kazasında kendisini kaybettik, yazık oldu. smily havuza falan girer yarın, ben de işte olurum deli eder beni.

yarın sabah yine iş var.. Su yok.

pazar

dün akşam Su geldi. kapıdan içeri girdi, merhaba Su dedim, merhaba dedi, hemen mutfağa doğru yürüdü, kahve içer misin diye sordu, içerim dedim ama korktum, sinirli gibiydi, garip yani, Su kolay sinirlenmez aslında.

sonra bir müddet kitaplarıma baktı, "Öp ve anlat"ı seçti, bunu okumuş muydum diye sordu (Su okuduğu kitapların ismini hatırlamaz) , milyon kere oku dedim ama okumadın diye yanıtladım. birazcık dizinde yatayım, sen de birazcık oku dedi. onuncu sayfada uyuyakaldı, uyanabilir korkusu ile uzak ama kendime dur diyemeden saçlarına dokundum. ölebilirdim.

sonra uyandı, yarım saat kadar konuştuk, sıradan şeylerden, sonra gitti.

Ben de Louis'i aradım, kendim de değildim zaten. Louis harika bir adam, uzunca anlatırım sonra, onunla buluştuk, birkaç yere girdik çıktık aceleci adımlarla, nişantaşında her taraf mutlu insan kaynıyor, gelmedi tabii bize, ne bekliyorduk ki. saat iki gibi ayrıldık, yarım saat televziyon izleyip uyudum, uyumak Su'yu gördükten sonra hiç bu kadar ağır gelmedi.

kötü..

20050423

piko

az önce Su aradı, gelecekmiş, zaten ben o mutlu italyan amcanın resmini o yüzden koydum. o amca da mutlu (hayat ayrıntılar da gizli sanırım) Su gelince ona sayfamı göstereceğim, o sevmez böyle şeyleri, senin başka işin gücün yok mu falan der, insanın cumartesi akşamı işi olmamalı derim ben de.

Sanırım Su'yu seviyorum.
bunu yazınca daha iyi farkediyorum ki garip.
ki yalnızca bu cümleler yüzünden Su bu sayfayı göremeyecek.
anlamıyorum bazen, Su anlıyor. (kandırıkçı aşk)
size neyse bunlardan.

Pikolata reklamı komik, çikolata mı diye soruyor, salak bir ifade ile yooo pikolata diyor aptal mankenler, O komik demişti, ben de sonradan fark ettim. bahsi geçen O, bahsi geçen Su değil, O Siyah'a daha çok benziyordu, Su sessizliğe benzer.

Su bunları okursa oyar beni.

"italyan olasim var" Posted by Hello

nasıl

bu benim ilk yazım, saçma ama öyle.
az önce Su aradı, bana gelecekti, gelmeyecekmiş. kötü yani
insanlar söz vermemeli eğer yapmayacaklarsa, bunu Su'ya söylemeliyim