20050930

kraker,
her derde deva
günde tek doz
saçmalayanlara
kendisini kaybedenlere
yiyin
açılırsınız..

20050928

ds

küçükken, ilkokul kadar küçükken yani üst sınıftan kızlar gelir beni öperdi, çok şirinmiştim, teyzeler falan da pek akıllı konuştuğumdan aptal aptal sorular sorarlarmış, ben de salak salak yanıtlarmıştım. sonradan kafama saksı düşerekten bu hale geldim amca, acılar büyüttü beni, ellerinde soldum sonbaharda, pardon, bir bardak daha rakı alabilir miyim?

bir de "çok afedersiniz ama.. " deyip küfreden amcalar vardır, onlara bilahire hastayımdır ben, ulan bu kadar kolaysa koyun gitsin be..

onyedi yaşına kadar esmer ve kumral ayrımını bilmiyordum.

şirketimizde enterasan hobisi olana duyulan garip bir saygı durumu var, mesela timsah avcısıyım falan derseniz genel müdür olma şansınız daha fazla. tabii bir de "aslında pek belirgin birşeyle ilgilenmiyorum.. " diyenler var, onlara da su döküyorlar, yeşersinler diye.

mesela şöyle desem: "inansan da olmuyor bazı şeyler, ne anlarsın ki sen? benim seni anladığım kadar anlasaydın bu işlerden, böyle olmazdı.." bir işe yarar mı?

keşke yakışıklı birisi olsaydım, o zaman hayat daha kolay olurdu.

Houston'dan sevgilerle, birşey isteyen olursa haber versin, gelirken getireyim..

20050927

v2

Biz seninle hiç denize kenarı olmayan bir yerde yürümedik, yürüseydik belki balıklar gelirdi yanımıza, zaman ansızın durup garip bir ilkin son baharı olurdu, yanımızdan geçenler anlarlardı birşeylerin düz gittiğini, kendimize aynalardan yüz seçerdik, sen mutlu bir ilkokul öğretmeni olurdun, bense maliyede bir memur, yaşar giderdik.

Biz seninle hiç balık tutmadık, tutsaydık belki denizler kocaman orman olurdu, kestane gürgen palamut, altı yaprak üstü bulut, herşeyi unuturduk, herşey bizi hatırladığında hiçbirşeyin manası aklına gelirdi, o gelince palımızı pırtımızı toplayarak, büyükannemden kalma bir deyişle, biz giderdik.

Biz seninle hiç bulutlara bakmadık, baksa idik belki yağmur yağardı, o kadar çok ıslanırdık ki muson iklimlerinde güneyden esen bir rüzgar halimize gülerdi. Sonra kuytu bir yere saklanıp gelen geçene bakardık, birden güneş doğardı, ikiden sessizlik. Yerden para bulmuş çocuklar misali sevinirdim gözlerine bakınca, markete gidip sana balonlu sakızlardan alırdım, dokuz yaşının o haylazlığı, çeker giderdik.

Biz seninle hiç rüzgar olmadık, olsa idik belki iki dirhem bir çekirdek giyinip komşu ülkelere sert esen hava durumlarına çıkardık, spikerin yüzünde şaşkın bir ifade. çat kapı severdim ben seni, üşürdüm, zili çalmadan girdiğin hayatımın dağınıklığını anlatırdım, dinlermiş gibi bakardın sen de, aklın bahçedeki ağaçlardan kiraz çalmakta, usulca esip sana en kırmızılarından toplardık, temmuz köşeden görünürdü, basıp giderdik..

Biz seninle hiç kapıda karşılaşmadık, karşılaşsa idik anahtarımı bulamazdım ceplerimden, merhaba deyip dememek arasında tek kale maç yapardım bir müddet, gülümserdin, merdivenlerin dolmayan boşluğunda kısa bir tereddüt olurduk, bilmediğin soruları hemen geç evladım hepsi bitince geri dönersin diyen bir ailenin sınav maratonunda yanlış şıkkı işaretleyip, üç yanlış sen doğru, giderdik.

Biz seninle hiç sormadık, sorsa idik belki kuşlar cevaplardı soru işaretlerini, kanat çırpmaktan yorulmuş bir martının sol kanadından vapurları takip ederdik, simit atan ev hanımı bir teyzenin akşam pişireceği yemekten yerdik sonra, canımız sıkılınca tepeden bakardık şehre, nokta insanların fani dünyasıyla dalga geçerdik, resim çektirip manzara resimci bir amcaya, uçar giderdik.

Biz, olsa idik, giderdik..

Çok uzaklara..

20050924

v

Fazladan içilmiş sigaralar hanesine yazılır mı adamın yoksa kültün kaybetmeye mahkum ablaları unutur gider mi her yanar döner sönüşte tüm olanları?

Soru işareti mi daha karizmatiktir cümlelerin “the end” yazılarında, bir noktanın yerini hiç bir sessizlik tutamaz mı, müsait bir yerde inerken bana anlatırsın.

Neden yanında şemsiye taşır bazıları, bu kadar korkutur mu her an yağabilecek bir su damlası, eylülün işi de bu mudur, kaç bulutun ağlaması lazım senin gülebilmen için, karışık.

Hangi otobüslerin mola yerleri çayı sevmez veya annem neden mercimek çorbasını geçiyorduk uğradık yerler kadar iyi yapamaz, içine hüzün mü koyarlar öyle yerlerde, muamma..

Kaç muammaya bedelsin sen, kaç çocuğun aklı senin yüzünden başka yerlere gider tenefüste sorulunca, yumurtalar mı tavuktan çıkar, sen nereden gelirsin gecenin bir saatinde, hiç gitmedin mi, tavuklar mı yumurtayı daha çok sever aslında, ne kadar daha duracaksın, neyse, öğretmen geldi, sen otur, herkes ayağa..

İçince daha mı hızlı geçiyor zaman, yelkovanın peşine takılıp sen mi daha hızlı dönüyorsun, dünya mı? Belki herşey olduğu yerde duruyordur, belki herşey bir televizyon dizisinin en heyecanlı yerinde değişiyormuş taklidi yapıp öylece bakıyordur bize, bu kadar basittir belki.

Sabahları uyandığında son gördüğü rüyayı mı daha iyi hatırlar insan, beni ne zaman uyandıracaksın sen, usulca, daha çok vakit var, kahve yapmışsın, odanın kapısından bakıyorsun, gazeteleri almışsın kapıdan, kahvaltı için herşey hazır, boşverip yanıma uzanıyorsun, geldiğini farkedip gözlerimi açarmış gibi yapıyorum, parçalı bulutlu bir havanın en uykusal sakinleriyiz o an, anlamak için sana sarılıyorum, gülümsüyorsun, dalıp gidiyorum, uyandırma..

Tesadüflerin bir matematiği var mı, formülde yerine koyarsak çıkar mısın sen, kaçıncı dereceden akrabası olur gözlerin pisagorun, bir üçgenin paralel kenarlarında oturup kesiştiğimiz açı bu kadar dik mi batar, bu kadar mı acıtır beni, x’in y’ye olan düşkünlüğü misali, seni özlüyorum.

Sonra yürümeye başlıyoruz, eski evlerin yanından geçiyoruz ellerin ödünç alınmış kar tanesi, bir tanesini çok beğeniyorsun sen, cebimdeki bozuklukları çıkarıp pazarlığa girişiyorum, dur diyorsun, biraz daha bakalım, belki daha fazla sevdiğimiz olur, olmaz, sonra o evin küçük pencerelerine en çok uyacak perdeleri bakmaya gidiyoruz, malum bizi göremeyecekler bir daha, ne kadar kalınını bulursak o kadar iyi.

İyi niyetli harika katilleriz biz, elimizde kurbanımızın neşeli bir fotoğrafı, ne zaman karşı karşıya gelsek bir sonraki sefere hazin bir ölümü erteliyoruz; bir fazla hatırası vardır yaşanacak, iki kere daha gitmelidir istinyeye, üçüncü kez karşılacaktır belki hayatının anlam ve önemiyle, izin veriyoruz..

Bazı insanlar şanslı mı doğar, kendi şansını kendisi mi çizer insan, ya resmin kötüyse ya bütün resim hocaların farkındaysa senin beş alamayacağının, o zaman ne yapacağız ?

Öylesine söylenmiş sözler gibi ama akşamına unutulmamış, en olmadık yerde, en olağan halinle çıkıp geliyorsun, seni bekliyorduk zaten kaç zamandır, saatlerimizi ayarlamıştık çeyrek kalalara, farketmiyorsun.

Amerikanya filmlerinde araba kovalamaya başlıyoruz birden, maksat macera olsun, dikkat et sağa döndü diyorsun, sola sapmamız gerek, anlıyorum. Aniden bir tezgahlı amca çıkıyor önümüze, amcadan sigara isteyip kaldırıma oturuyoruz, kaçtı mı diye soruyor, nereye kaçabilirsin ki diye yanıt veriyorsun.

Karanfilli sigaralar normallerinden daha fazla ses çıkarıyor içilmiş kutu kolaların içine atılınca, artık biliyorum.

Ve sen en yarım bir paragrafın giriş cümlesinde sonuç oluveriyorsun, hiçbirşey yapamıyorum.

Hiç, bir ve bildiğim bir şey..

20050923

yk

mail adresime gelen e-postaya dokunmadan alıyorum:

"slm ısmaıl abım senın en buyuk hayranın benım valla açıkcası benım lakabım yk butun herkes sana benzedığımı soluyo ve ben net te çok takılırım
orada senın ısmını kullanıyorum kızmıyosun demi ne guzel işte abım senın reklamını yapıyorum ama senın reklama ıhtıyacın yok çünkü çünküüüüüüüüüüü sen 1 numarasın ısmaılyk...mersın den mesut(I-S-M-A-I-L-Y-K)kısa bı tavsıye sana yk cankan ıle barış..."

olay bitmiştir, herhalde beni ismailyk sandı kıymetli arkadaşım.. nerdeee, ben basit bir devlet memuruyum, sabah sekiz akşam beş..

böyle insanlardan olmak istiyorum, satılıyor mu biryerde?

20050922


Hiçbirşey yazasım, hiçbirşey çizesim, hiç orta yapasım, hiç gol atasım, hiç gülesim, hiç somurtasım, hiçbir doğrum, ufak tefek yalanlarım, hiçbirşeyim, hiç inanasım, hiç düşünesim, hiç durasım, hiç gidesim, hiç okuyasım, hiç duyasım, hiç, hiç, hiç, yok, yok..

Bugünlerde yuvarlanıp gitmek denilen şey ne ise onu tatbik ediyorum, yuvarlanıyorum lakin hep aynı yerde duruyorum, garip,

Ya kazanmak için oynamalı insan ya da ağır kayıplar, bunun ortası yok, ortayolunu bulup kendimi kandırmaya çalışıyorum.

Eylül bile geçip gidiyor, neyine yaradı diye sorarsanız, o da yok, önceden en azından eskileri havalandırırdım, şimdi bakıyorum herşey tertemiz.. kirlileri çoktan yıkadım.

Su misali akıyoruz, takvim günler, saatler ay, haftalar kayıp. On sene sonra şu halime bakınca, o Su’yun dışında geri kalan herşeye yazık olmuş diyeceğim, not defterime görünmez harflerle uyumadan önceleri böyle yazıyorum.

Bu kadar kolay mı gerçekten, sen hala farklı satırlar okuyorsun demek ki o not defterinde ya da bizim hocamız hep çalışmadığım yerlerden soruyor, dün akşam elektrikler kesikti diyerek geçiştiriyorum ve babam elinde birkaç poşetle eve geri dönüyor, kapıyı kilitliyoruz.

20050919

clementine isimli arkadaş beni sobelemiş, olayın iç yüzünü comment'lerden öğrendim. soru soruluyormuş, sen de cevaplıyormuşsun, sonra sen de sobe-ebe falan yapıyrmuşsun. olay bu imiş yani:

-kaç kitabım var?

70-80 tane

-en son aldığım kitap?

hatırlamıyorum. küçük şeylerin tanrısı idi herhalde, isim hafızam yok benim, çaldırdım. bi de bi sürü alıyorum alınca ondan bilemiyorum.

en son okuduğum kitap?

en son okuyamadığım kitap yaşama sanatı felsefesi, iş güç yüzünden, devlet memurluğu işte.

benim için anlamı olan ilk 5 kitap?

genç kız soruları bunlar, cevap vermem ben.

-----
görüldüğü üzere sıkıcı bir insanım, bazı durumlarda insan bile değilim, nereden baktığına göre değişir, hem bazı şeyler o kadar kolay değil, o kadar kolaysa o bazı şeylerden değildir değil mi?
buradan şanlı beşiktaş taraftarına saygılarımı yolluyorum..

20050915

patronum, (ki kendisi hakikaten harika bir insandır, şaka falan değil), -senin laptop eşek kadar olmuş, yenisi isteyelim.. dediği zaman pek bir sevinmiş, o zaman ben de sana çiçek alırım demiştim. derken zaman geçti, yeni gıcır gıcır laptop geldi.

burada bir parantez açıp daha sonra kaldığım yere döneceğim anneciğim. biz beyaz yakalı çalışanlar, şirket birşey verdiği zaman pek bi seviniyoruz, sanki babamızın hanesine yazılacak o bilgisayar, sana çalış sabahtan akşama kadar, giderken de yerinde bırak diye veriyorlar, anlamıyorsun tabii.

neyse teyzelerin en güzeli, bu bilgisayar güzel falan, incecik, pili yüz saat gidiyor, herşey harika, gel gör ki benim gibi çözünürlüğü karıncasal boyutlarda kullanmaya alışmış birisi için facia. uydu sistemlerinden anlayanlar için söylüyorum, screen resolution max 1024*768, ben 1600 kullanıyordum. bu yazıyı yazarken bile herşey gözüme kocaman geliyor, excelde hücreler bir oda büyüklüğünde falan. olmuyor yani.

iyi niyetli patronum ise arada başıma gelip, yakıştı vallahi bu laptop sana falan diyor. adamcağız çalışanına büyük bir iyilik yaptığını düşünüyor tabii ki. ben de; bu bilgisayardan bi ben de var, bi de genel müdür de diyerek gülüyorum, istemem ben bunu mu diyeyim. ah amcamın küçük oğlu hasan, pek bi dertliyim, işten istifa etmeyi bile düşündüm ama o vakit aç kalırım, rabbim kimseyi açlıkla terbiye etmesin, çok zor.

-----------
"Half of the time we’re gone but we don’t know where, And we don’t know here. " bunu sen düşün. Simon&Frunkel / the only boy living in new york.

20050913

Alberta her yemeğe başlamadan önce birkaç saniye duruyor ve:

- alberta için iftar vakti..

diyor. komik bir insan..
bence hasta olmanın en güzel yanı sağa sola naz yapabilmek. mesela değerli kardeşim julia artık bu husustan acı çekmeye başladı ama kendisi harika bir insan; bana masaj yapıyor, üstüme örtü getiriyor, ilaçlarımı gidip buluyor, masanın üzerinde duran ama bana yüzyıl kadar uzakta duran objeleri seri adımlarla yanıma getiriyor, muhteşem yani.

ankarada üst düzey temaslar yürütmek için bulunan sevgili sevgilim Su hanım ise babasının da aynı şekil bir insan olduğunu, yüce rabbimizin julia'ya sabır vermesi gerektiğini söyledi. ben de şu mühim ve meşhur soruyu sordum: benim için ne yapardın, çorba yapar mıydın? yaparım dedi ve bir kere daha gönüllerde taht kurdu. haftasonuna kadar iyileşmeyi planlıyorum ama iyileşemezsem ki muhtemelen ölmüş olurum, Su için harika planlarım var :-) kendimden uzaklaşıyorum süratle..

tabii ki tüm bunlar insanlık ve garbın afakının küçük oyunları: insanoğlu olarak maalesef hepimizin biraz şımartılmaya, ilgiye, şefkate (şefkat kelimesi bana nedense hep çok acıklı gelmiştir) ihtiyacımız var. herhalde insanın kendisine değer verildiğini hissetmesinin yollarından bir tanesi de bu. cüzdanınızda sizin adınıza yapılmış ne kadar fedakarlık taşıyorsanız, o insan sizin para biriminizde o kadar değerli oluyor. böyle yani bu işler, aaaa ben öyle değilim diyecek bir delikanlı var mı, sanmıyorum. yok ben inanılmaz bir insanım diyen herkese öpücükler.. unutmayın, insanın design aşamasında tanrı ayrıntılara pek girmedi, biz yapacak iş olsun diye kendimiz uyduruyoruz.

bu işin bir ötesi de "salla ve mutlu ol" felsefesidir, onu da başka zaman anlatırım, bir başka bahara sevgili dostlar.. (TRT1 mode on)

20050912


bu sabah milyonlarca gencimiz o ilk heyecanla ilim ve irfan yuvalarının yollarını tuttular. tuttular da ne oldu, trafik boka benzedi, sabahleyin erkenden uyanmak zorunda kaldılar, gecenin bir saatine kadar oyun oynayamayacaklar, bu işin sınavı var, quizi var, otu var,, felaket yani..

akademik dünyanın kazandığı en büyük değerlerden birisi olan ben bunları söylüyorsam birşey biliyorum da söylüyorumdur. o kocaman kitapların kimseye bir faydası yok, hergün gazete okusanız daha iyi, bakın ben örneği endüstri mühendisliğinden ne öğrendin sorularını direkman boş bırakıyorum, birşey hatırlamıyorum çünkü.

bu dünyayı bilim ileriye götürecek diyenlere ancak nanik yapabilirim, gerizekalılar hergün yeni birşey bularak hayatımızı ne kadar kompleks ve gereksiz bir hale getirdiniz, neyse, bu ayrı bir chapter.

Ayrıca sevgili gençler, böyle okulun ilk günü pek güzel olur, ama sonradan feci bayar.. bu da size silenzio abinizden öğüt olsun.

bu harika platform sayesinde sevgili ilkokul öğretmenim Adile hanım'ın yollarına çiçek deriyorum, ellerinden öpüyorum. hakikaten kendisi adile naşit'e manyakça benzerdi. bir kere bana yumurta aldırmıştı, yarısını kırmıştım, azıcık kızmıştı ama çok değil, azıcık, haklı.

(her zaman tek doğru olmuyormuş değil mi, bu haftasonu bunu öğrendik)

20050909


şimdi sööle bir durum oldu. sanki ben yüzyılların çalışanı gibi garip bir yorgunluk durumu içine girdim, girerken de içim bayıldı, yerde baygın yatarken patron silenziocum şu işi de yapalım bir ara dedi. hangi ara, hangi ikişeyin arasında diye sordum, bir müddet bakıştık, kitlendi tabii kendisi, dedim müdür olmuşsun ama adam olamamışsın, nihayetinde şirkette bütün operasyonlar durdu, oturuyoruz şimdi hep birlikte, piknik yapıyoruz, allahaşükür pek mesuduz, dolabımızda çikolata var, çay ocağından muzlu süt (atlaaa) falan..

emekliliğim hızla yaklaşırken neden saat daha bi yavaş geçer dördün kırkıikincibuçuk dakikasında, entrasan. maaşım neden ayın ortaşut karışımı bir gününde bitiverir ki.. sigara içmeye inince üç saniye kafa dinleyelim diye peşime nüçin ama niçün birileri de takılır, o işi nasıl yaptık diye sorar, kafa mı atmalı. hiç corporate günümde değilim, tüm beyazyakalı kardeşlerimi sevgiyle kucaklıyorum..

ve sen nasıl bu kadar güujzel kokabiliyorsun sahi, sahi misin sen?

20050907








annual z special thanks awards goes to:::



  • geçen akşam gecenin yarısı ofiste çalışan bana sigara veren güvenlikçi amcaya
  • vitrinlerinde yarım saat durarak köpeklere bakmama izin veren ah yavrum petshop dükkanına
  • evi boyayıp beni 3 gün deli edecek olan babama
  • felsefe doktora mülakatında "yahu para önemli birşey.." diyen değerli prof amcaya
  • uzak diyarlara göç edecek kıymetli ev arkadaşıma
  • bir aylık parasını vermesek de gelip evi mis gibi yapan ablaya
  • canım meyva çekince imdada yetişen bizim evin oradaki kazıkçı manava
  • kitaplarımı istemeyen tüm süper arkadaşlarıma
  • şirketin karşısına kahveci açarak batmama sebep olacak değerli amerikan emperyalizmine
  • sabaha karşı çalışırken desteklerini esirgemeyen düşünceli kimseye

gracias okus pokus.. heyoooo diyorum, susuyorum sonra da..

20050903

k

kendini kaybedip buralardan giden insanlar, kendini kaybedip bulamayacak kimseler, kendinden vazgeçip geri dönmeyecekler, kendisini uzaklarda bırakan neşeli çocuklar tanıyorum.

(ve sen bana gülümsüyorsun)

parantez içi, yarım ekmek arası cümleler kuruyorum sana, duymadığın vakitlerde kulağına yarım yamalak anlatım bozuklukları fısıldıyorum. çoktan seçmeli bir sorunun e şıkkında,
)herşey(
senin anlamını işaretliyorum ilkokula dönüp.

(ve sen bildiğim tek doğru cevap oluyorsun)

sonra yürümeye başlıyorum, derken arkamdan eylül geliyor. köşebaşındaki yaşlı amca gülümseyerek fazla sigaram var mı diye soruyor, gülümsüyorum, sigaralar yanıyor, ince bir yağmur, eylül mutlu, fazla sigaralar sana yanıyor, amca herşeyin farkında,

(ve senin elini tutuyorum)

böyle bu işler, yaşayıp gideceksin işte diyorsun, peki diyorum. 20 sene sonra geriye baktığımda ne olacak diye soruyorum, bakma diyorsun, bakmıyorum. çay içiyoruz, sahilin denize en yakın kıyısında, dört tarafı denizlerle çevrili bir masa bizimkisi, ve yalnız başıma buraya gelse idim, yanıma alacağım iki şey: sen, sen.

(ve sen gözlerini kaçırıyorsun)

yaz bitiyor, çoraplar hep bu vakti beklemiş meğersem, üstümüze alacağımız hırkalar kahraman. bulutlar neler değişmiş acaba diyerek tepemizden bakıyorlar, güneş biraz küs, geceye saklanıyor o yüzden, bu sefer daha erken. uyuyoruz, sabaha karşı uyanıp üstünü örtüyorum usulca, usulca sarılıyorsun bana, uyku sersemliğinde seni bir parça daha seviyorum.

(ve sen..
gençler, Mandalay'e gidiyorum gelen var mı?

(robbie williams F1--the road to mandalay) dinleyin..