20051130

f


Şehrimize kısa bir süreliğine teşrif eden Beatrice dedi ki: “yahu sen nasıl bir adamsın? Yazdıklarına falan da bakıyorum, hep aynı bok, bir titre bir kendine gel, nedir bu abuk sabuk moral bozukluğu, deli etme adamı”

Bunları şahsına münhasır arkadaşımdan başka birisi söylese idi muhtemelen ellerimi burnumun üstüne koyar sonra da parmaklarımı aşağı ve yukarı doğru hareket ettirirdim, evet bunu yapardım.

Beatrice dedim, beni iyi dinle: dünyadaki en güper şey nedir bilir misin? Yeni bir cüzdan almaktır, eskisinin içinden kartlarını, paralarını, kartvisitlerini, varsa fotolarını, gereksiz bir sürü şeyi çıkarırsın, sonra bööle misler gibi kokan yenisinin içine yerleştirirsin, derli toplu olur, işte hayat budur.

E hadi o zaman dedi, madem işler bu kadar kolay, kalk gidiyoruz.

Gittik, isim vermeyeyim reklam olmasın bir alışveriş merkezinde aptal saptal battal dolaştık, ben erkek reyonlarına bakarken, Beatrice de bir örnek giyinmiş kızlarla dolu mağazaları gezmiş, sinemaya gitceidik, istediğimiz film yokmuş.

Beatrice hanım şehrine dönerken dedi ki: evde masanın üstüne bak, ayrıca unutma bi daha geldiğimde seni böyle görürsem kafanı kırarım.

Peki dedim. güle güle zamanı, eve döndüm, o da şehirden ayrıldı.

yeni cüzdanımı elimde tutup hafifçe gülümsedim, şimdi herşey yolunda..güper diye birşey var ya, aha işte o Beatrice.. bazı kızlar iyi ki varsın falan der, bakın manası buymuş.

20051129

f

Çok kör kütük sarhoş olasım var., çokumun gidip azımın kalası var, uzun bir tatile ihtiyacım var aslında, genç yaşımda yorgun, bitap düştüm, tek dişi kalmış canavarım bugünlerde, saldırasım, saldırasım, gol atamayasım var. Hiçbirşeyim yok aslında, turp gibiyim, aslanlar gibi çıkar topumu oynarım, bambucyayım, içerim bir fanta gelir geçer herşey. Bize komaz, kırmızı ışığın en yeşil yerinde senden geçerim ben, bir cümlenin devrilmiş ağır yaralı halinde yüklemden önce gelir ismin, sokak lambalarının soğuk gecelerde üşüdüğünü bilirdin, çaktırmazdın ama, kanardım, içim kanardı seni düşünürken, bilmezdin.

Böyle kırık siyah yazılar yetmiyor artık, mesele bu, bir ara vaktin olunca anlatırım.

20051128

f

  • Benim bir jeep alacak kadar param yok lakin kırmızı ışıkta yanımda duran şahindeki amca bu yaşta nasıl böyle bir arabaya binebildiğimi düşündü.
  • Yürüyordum, yanımdan geçen ve güper olduğunun en az herkes kadar farkında olan kız bir saniyeliğine bana baktı ve hayatımın geri kalan yetmiş senesini bu yüzle nasıl geçireceğimi düşündü.
  • Oysa tam bir saniye sonra solumdan yeni evli ama çocuklu bir çift geçiyordu, birbiriyle şakalaştılar, güldüler, çocuklarına baktılar sonra, mutluydular, kıskandım
  • Sonra mağazanın birine girdim, bi hırka gördüm ama herhalde uzun zamandır birşeyi bu kadar almak istemedim, etiketine baktım, dışarı çıktım.
  • Derken bir teyze benim yarım saat önce traş olduğum yerde durdu, fiyat listesine baktı, kızına doğru dönüp bir fotoğraf çektirelim dedi, şaka gibi fiyatlar.
  • Derken ben eve dönerken harika bir evin önünden geçtim, acaba burada kalmak için geldiğimi söylesem ev sahipleri ne der diye düşündüm.

    Her zaman için daha iyi birşey var değil mi, neye sahipsen +1, sıçayım böyle hayatın içine.

    Lakin o yeni evli çift, onların +1 i yoktu sanırım.

    Evire çevire sıfıra alıştırıyorum kendimi, hayırlı olsun.

f

  • Benim bir jeep alacak kadar param yok lakin kırmızı ışıkta yanımda duran şahindeki amca bu yaşta nasıl böyle bir arabaya binebildiğimi düşündü.
  • Yürüyordum, yanımdan geçen ve güper olduğunun en az herkes kadar farkında olan kız bir saniyeliğine bana baktı ve hayatımın geri kalan yetmiş senesini bu yüzle nasıl geçireceğimi düşündü.
  • Oysa tam bir saniye sonra solumdan yeni evli ama çocuklu bir çift geçiyordu, birbiriyle şakalaştılar, güldüler, çocuklarına baktılar sonra, mutluydular, kıskandım
  • Sonra mağazanın birine girdim, bi hırka gördüm ama herhalde uzun zamandır birşeyi bu kadar almak istemedim, etiketine baktım, dışarı çıktım.
  • Derken bir teyze benim yarım saat önce traş olduğum yerde durdu, fiyat listesine baktı, kızına doğru dönüp bir fotoğraf çektirelim dedi, şaka gibi fiyatlar.
  • Derken ben eve dönerken harika bir evin önünden geçtim, acaba burada kalmak için geldiğimi söylesem ev sahipleri ne der diye düşündüm.

    Her zaman için daha iyi birşey var değil mi, neye sahipsen +1, sıçayım böyle hayatın içine.

    Lakin o yeni evli çift, onların +1 i yoktu sanırım.

    Evire çevire sıfıra alıştırıyorum kendimi, hayırlı olsun.

20051127

( sünnet olacak silenzio)
İş için gidip geldikçe öğrendim, bu antalyadaki kocaman tatil köylerinde falan bir sürü yaşlı alman turist var, enterasan. Meğersem amcalar emekli olduktan sonra maaşlarını bizim otellere veriyormuş, burada tatil yapmak orada yaşamaktan daha bedava imiş çünkü.

Benim anam babam fransa’da churcavel’e kaymaya gittiği gün bu ülke AB üyesi olur, ey başbakan, duy sesimizi..

20051126

f

yazılacak cümlesi kalmayanlar için indirimli satışlarımız başlamıştır, elimizde bol miktarda aşk, ilk görüş, yalnızlık, güzel, ilişki, acı gibi kelimeler bulunmaktadır. toplu alımlarda 10 taneye iki tane bedava veriyoruz. otobüs diyene mola yeri bedava gibi..

satıyoruz çünkü artık bir işimize yaramıyor bari başka ihtiyaç sahipleri mutlu olsunlar. mutluluk dediğin şu dünyada üç beş harfin birleşmesiyle olacaksa biz destekleriz. bağımsız kelimeler birliğinin temel amacı bu olmuştur, bu olacaktır.

biz gidiyoruz, güper bir memleket bulduk oraya yerleşeceğiz, herkes gibi biz de kaçacağız yani. kaçacağınıza değiştirin kardeşim diyenlerin kafasına balyoz ile vuruyoruz. kaçmak kolay çünkü ama zor, ingiltereden yeni gelen arkadaşımız difficult öyle dedi.

altmış yaşında birisi bu yazıyı okusa der ki ah bu gencin kafası pek bir karışmış. öyle tabii, ne kadarcık sorumluluğum var ki şu hayatta benim, çoluk çocuk yok, ceketimi alır çıkarım yani. ama teyzelerin en güzeli her zaman o kadar kolay olmuyor, insan evladı bal börek içinde yaşasa da bulur birşeyler kendine, tabiat böyle, hem ben diyorum ki yalnızım, senin bilemeyeceğin kadar yalnızım, daha da ötesi yok. sen şimdi haplarını iç, yat, yarın sabah gezmneye gideceğiz.

meaning diye birisi geldi geçen, beni the life ile tanıştırsana falan diye. hayır sorun değil, the life benim kankam ama sen kimsin? olmaz, bizim de işimiz gücümüz var, koskoca fedarasyon böyle mevzulara bakmaz arkadaşım..

20051124

f

güper diye bir kelime yaptım.

güzel + süper = güper..

küçük ve büyük ünlü uyumlarının ellerinden öper, başarılarının devamını dilerim.

20051123

f


ben senin kayıp kelimelerinin yerini biliyorum.

sana söylemem, söylersen kendini acıtırsın çünkü, böylesi daha iyi, sen tokanı kaybet, bir kurşun kalem bulalım çekmecelerden, saçlarını topla, kalan cümlelerini ben yazarım.

hem şehre kar gelirse birazcık üşürüz, ne olacak? masal kahramanları değiliz ki biz korkalım, çok soğuk olursa daha sıkı sarılırsın, bir film koyarız içinde sakin hikayeler olan, mısır bile patlatırım sana, yeter ki bir kere gülümse, herşey dursun, boşverelim, dolularını kulağıma fısıldarsın. yorgunum, biliyorsun, artık gidelim.

aklımın z halisin sen, asal sayıların farkında olmadıkları kadar güzelsin, ondokuzun onyediden farkıyız biz, yutan eleman gelse bile birşey yapamaz artık, eski bir fotoğrafın -da halinde oturuyoruz, evimizin yanında ufak bir park var, çocuklarımız olacak birgün, yaşlanınca tonton bir nine olacaksın sen, yaşayıp gideceğiz.

seninle biz olmak için yaşıyorum ben.
yoksa manası yok,
varsa bana söylemediler,

20051122

f

bu akşam aliye'de nejat işler denyosu hocası karşısında madara oldu ya, nasıl mutlu oldum anlatamam, karizma asfalt..

ne buluyo bayanlar bu tipte anlamıyorum..

ho ho ho, nasıl rezil oldu ama..

nano


yeryüzündeki bazı insanların doğuştan süperman olduklarına, diğerlerinin ise onları izlemek için geldiklerini düşünüyorum. bunu düşünmek benim gibi salakcana insanlar için ağır olsa bile yapabilecek pek bişey yok, madem geldik, elimizdekinin bir fazlasına ulaşırsak mutlu olacağız..

steve jobs amca, apple'ın kurucusu, babası, herşeyi. dünyadaki en iyi tasarımlı elektronik aletlerin yaratıcısı tartışmasız bu elma arkadaşlardır. Steve amca defalarca bu güzide para basan firmayı ipten kurtarmış, oha artık denilen şeyleri yapmış, hayatının yarısından fazlasında sıfırdan başlamış. yetenek işte.. şahsen ben bütün varlığımın her an yıkılabilecek olmasından korkarım, sıfır o yüzden büyük bir rakam..

Julia'ya ipod nano alan annemi, bir sene sonra ipod mini'yi hayvanlar gibi geliştiren apple'i tebrik ediyorum. resme bakar mısınız ya, alet sigara paketi kadar ve yalnızca 3 kredi kartı kadar kalın, inanılmaz yani, dinlemiyorum, elime alıp seviyorum arada bir..

20051121

f

bana kalırsa, birgün cebimde bulursam yani, kaybetmezsem;

hayat boş bir telaş
aşk bulunmayacak kadar güzel
ölüm yanıbaşımızda
mutluluk biter
uyumak harika
uyanmak gerçek

sense aklıma her geldiğinde gülümsüyorum, derler ya, keşke böyle olmasaydı..

bu işte, hepsi bu.

20051120

sonra o aşağıdaki uçaklardan biri yere indikten sonra, paltosunu giyip atkısını takmaya çalışan bir kız gördüm, sakız çiğniyordu, sakız çiğneyen kızları sevmem ben aslında ama sevdim işte, saçları o kadar uzun değildi, dudağının sağ üst köşesinde de küçük bir ben vardı, o an o benin yerine beni koymak istedim, olmadı. annesi birşeyler söyledi, neden annesi var ki yanında, tabii olmasa ne değişecekti bilmiyorum, güldü, gülümsedim, birkaç saniye farketti baktığımı, aceleci yolcuların araya girmesiyle gözlerimi geri aldım, yavaşca ilerlemeye başladık. o kadar tatlıydı ki yüzünde zeki çocukların afacan hali duruyordu, dokunamadım. yavaşca ilerliyorduk lakin zaman hızlı geçer işine gelince, geçti.

bu işte, hepsi bu.

sanki

Uçaklar komik nesneler. Çok kocamanlar herşeyden önce, çocukken gemilerin nasıl batmadığını anlayamıyorsam şimdi de bu uçan gemileri algılayamıyorum. İlk bineceğim zaman pek heyecanlanmış, bir yerimize birşey olmasa bari diye düşünmüştüm. Tabii uçak deyince ultra lüks şeyler hayal ediyorsun, lakin gerçek öyle değil, kamil koç otobüsleri biraz genişlet, koltukları daha az yatar hale getir, olay budur. Zaten meytop isimli kekten dağıtıp çay kahve gazoz diye sordukları zaman bu tezimi kendime kanıtlamıştım. Ama ısa bir zaman içinde businessclass uçacam, o vakit olay renk değiştirir mi, bilemem, bilince söölerim size.

Bir kere aprondan geri geri çıkmaları başlı başına bir olay, yahu dikiz aynan mı var, neye güveniyorsun, şaka gibi, geri vitesi var yani aletin. Sonra yavaş yavaş piste doğru gidiyorsun, iyi güzel, arada bir sürü şamata, kaptan konuşuyor falan, yok efendim bu kadar vakitte gitcez, bu yükseklikte ucucaz diye, ulan dana ben anlıyor muyum ki o hesaptan, yirmi sekiz tane üç katlı apartman falan de olsun bitsin. Ardından uçak resmen geriniyor, böyle ıkınıyor falan, hoooop ver gazı. Bu aşama güzel, yerden kalkıyorsun, şehir küçülüyor, bulutların masucuktan orada durmadığını anlıyorsun, garip bir sakinlik..

İnerken kimse yalan söölemesin, herkeste bir huzursuzluk var, zaten alamanyada gelen türkish people bir vakitler alkışlarmış inince, çat diye bi ses duyuyorsunuz, geçmiş olsun.

Netekim bunlar basit mevzular, check-in ot bok falan sıkıcı. Bir otobüsün ardından el sallamanın yerini maalesef tutamaz bu aptal kocaman aletler. Muavin kalıyoruz der, yaşlı şoför amcanın bindiğini görürsün, sigaralardan son bir nefes alırsın, birileri varsa yanında bir sefer daha öpersin, sarılıp yanında götürmek istersin belki, izin vermezler.

Mekanik havaalanlarının sessiz yalnızlığı, oradan oraya sürüklenen valizler, yalancı vedaların sahibi uç uç böcekleri, sizi pek sevemedim..

20051117

g

çok mutlu olup şa la la laaa diye bağırarak sözlerini bilmediğim bir şarkı söylemek isterdim.

değilim, gecenin bu saati çalışıyorum, pişman da değilim, mutsuz da değilim, hayatımda olmayan şeylerin yerine saçma ve sapanla vurulabilecek kadar küçük şeylerle dolduruyorum, harikayım, çok başarılıyım işimde, param falan da var, bir sürü kıyafetim, bir sürü arkadaşım, çıkmak istemediğim bir evim var, sıcak, kalorifer aidatını düzenli ödüyorum.

yoksun ya hepsi bu yüzden. senden nefret etmem de bu yüzden, yazılabilecek en edebi cümle seninle sabahın öğlesinde uyanmak ya ve ben o kocaman yatakta tek başınalığımın çalar saatiyim, senin yüzünden, bana aşkın tanımını yaptırıp aklımın bir ucunda kayboluyorsun, ekmek taneleri atıyorsun yola, gelecek diyorum, elbet birgün, kapı çalacak, bıktım, seni beklemekten, yokluğunu sevmekten bıktım. artık bir ismin bile yok, ne kötü, önceden hikayelerimin karizmatik kadınıydın sen, onlar bile unuttu seni, yazık.

bu şehrin bir yerinde nefes alıyorsan, artık dayanamıyorum, biliyorsun..

20051116

v

bence en güzeli tanıdığın birilerini okumak, mesela suzanne hergün işe gelir gelmez ilk onun sayfasına bakıyorum. geçen gün ne yapmış, kimle yemek yemiş, hangi kitabı okudu, birisi var mı hayatında falan, pek eğlenceli, sonra karşılaşıyoruz, abuk sabuk utandırıyorum tabii, aşkın kızı suzanne falan diyorum, o şarkıları bana yazıyorsun de mi diyorum. deliriyor.

gerçi bu mevzu bööle, luigi bana romantik prens dese kafa göz girerim açık konuşuyorum. ama onun hayatı pek eğlenceli, hopla zıpla falan, arıyorum arada ne yapıyorsun diye, yok efendim bonus topluyorum, kaleye ulaşmama az kaldı, macera da macera. nereye kadar, sonuç yok, olsa bile bir işe yaramıyor.
v

20051115

beautiful kelimeler

Bu öylesine bir yazı, hatta neşeli olması için yazılmış kelimeler topluluğu, ben de başkanlarıyım, parti kuruyoruz, neşeli bağımsız kelimeler birliği, haftaya çok komik bir olağan kurul toplantımız var, uzak ülkelerden ingilizce kelimeler de çağırdık, sözlük bile davet ettik, gelip bize bazılarımızın hayatlarının anlamını açıklayacak, sponsorumuz bile hazır, türk dil kurumu, anlayacağınız bu sayfa benim ve değerli mesai arkadaşlarım alakasız kelimelerin sıradan bir buluşması, o yüzden fazla birşey beklemeyin, bekleseniz de biz gelmeyeceğiz, koskoca bir partiyiz biz, siz bize gelin..

Üzerimdeki sigara yorgunluğu, başka birşey değil, o kadar çok içiyorum ki içimi karbondioksit kapladı ve beni artık ancak amerikanyadan gelecek yakışıklı itfayeciler kurtarabilir, onlar kahraman olurlar, bense sıradan hayatıma sıradan bir ifade ile birşey olmamış gibi devam ederim, yapabildiğim en iyi şey bu çünkü, bırakmıyorum, bıraksam da çaktırmıyorum kimselere..

Bu öylesine bir yazı, akşamına hepsini unutacaksınız, evinize gideceksiniz, televizyondaki bir dizinin hiç beklenmeyen sonuna şaşırıp bir haftanın daha geçmesini bekleyeceksiniz, sonra gündelik koşuşturmalar, faturaları yatıracaksınız, sınavlarınız olacak, arkadaşlarınız arayacak falan filan fıstık.

Yolda güzel bir kız gördüğüm zaman sapık olduğumu düşünene kadar bakıyorum, cidden, uzunca bir müddet o kızla aynı şeyi düşündüm fakat değil. Bana kalırsa güzellik inanılmaz bir yetenek, doğuştan çok zengin olmak gibi birşey, bir adım önde başlıyorsunuz. Mesela siz çok zekisiniz, e nerde hani, göremiyorum, ispat etmeniz lazım. lakin güzellik öyle değil, her açıdan daha avantajlı, hem insanın canını acıtmaz (bu da nasıl fiks bir geyiktir) hem farklı birşey olursunuz. Parasını verip alırım derseniz bir yere kadar. Güzel insanlardan nefret ediyorum, onlar da beni pek sevmiyorlar galiba. (alakasız oldu ama kızdım ben birden ondan)

Bi tane manken okusun mesela şu blogu nobel almazsam serefsizim..

20051114

roberto'ya mektup

Sevgili roberto carlos,

Muhtemelen yazdığım bu mektubu okumayacaksın bile. Sana gelen milyonlarca hayran sayfaları içinde kaybolup gidecek. Neyse, zaten ben de canım sıkıldığı için yazıyorum, senden benim için de bir gol atmanı istemeyecektim. Sol ayağının hastasıyım o tartışılmaz ama daha ilk mektupta senden bu kadar büyük bir şey isteyemem.

Brezilya güzel bir yer olmalı. Etrafta esmer ve her an bir festivale katılıp akşam haberlerinin son on dakikasını meşgul edebilecek insanlar dolaşıyordur herhalde. Sonra o kadar da fakir olmadığınızı biliyorum mesela, gerçi bir italya’ya nazaran durumunuz çok kötü ama bu bizi futbolda yendiğiniz gerçeğini değiştirmiyor. Bense hep kendi kaleme gol atarım 3-5-2 benzetmelerinde. Bir zamanlar defansif yanım çok iyiydi, şimdi görsen nasıl atağa kalkıyorum.

Ronaldo nasıl? Umarım o da iyidir. Benim hayatım bok gibi roberto, sürünüyor bile sayılabilirim. Siz öyle antremanlar falan neşe içinde yaşayıp gidiyorsunuz, kazandığınız paralar da cabası. Benim yapabileceğim en iyi antreman kışın evde tıkılı kalma üzerine olan. Yani sanki kar varmış gibi uyuşuk bütün gün evde oturabilirim. Üzgün olduğum konular var, anlatmıyorum çünkü sizin maç öncesi gerilmenizi istemiyorum. Maazallah falsoyu yanlış verirsin gol olmadı diye, barajda kendisini korumaya çalışan arkadaşlardan biri ölebilir. En güzeli senin dikkatini dağıtmamak.

Yakın zamanda Rio’ya gidersen şehrinizi koruyan melekten yeni yılın bana sağlık, mutluluk, para, huzur getirmesini isteyeceğim, başka birşey istemiyorum çünkü, istesem olur, pek temiz kalpliyim, mal gibi bir insanım İsa seni inandırsın.

Sen de böyle misin roberto, mağlubiyet alınca suçsuz bir sigara yakıyor musun? Boşver beni, sen yakma, sporcu adamsın hem sonra kim koşacak sol kanattan deli gibi. Senin için rüzgarın oğlu diyorlar, oysa şimdi kasım, mevsim yağmurların.

Düşünsene sen ileride birgün futbol belgesellerinde dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol beki olarak gösterileceksin. Attığın frikik gollerini ders diye okutacaklar, ben ne yapacağım, sabah akşam işe gidip döneceğim. Bir kere senin gibi vurabilsem topa hayatım değişecek ama nerede ben de o kabiliyet. Gerçi benim de sol ayağım fena sayılmaz, evde küçük bi top var, harikalar yaratıyorum gel gör ki seyircim yok. Olanlar da kafasına gözüne gelmesin diye beni engellemeye çalışıyorlar. Anlayacağın üstümde çok baskı var, çook.

Üstteki paragraftaki son iki cümle kafiyeli olmuş, gözünden kaçmadığını umut ediyorum. Umut fakirin ekmeği roberto, siz jipe falan biniyorsunuz, ben boktan bir arabaya. Olsun böyle de mutlu sayılırım, son paragrafa hızla girerken. Sana hayatta daha büyük başarılar dilerim, yolun açık olsun, sol kanattan bastır gidebildiğin yere kadar git.

Bir daha mektup yazamam herhalde, olur da 11 kişilik bir kafile ile buralara gelirseniz, sizi izleme şansına sahip olabilirim, gerisi ne söylesem yalan.

Ronaldinho’ya söyle çok güzel bir insan kendisi, hiç üzülmesin. Bizim buralarda Allah insana çirkin talihi versin diye bir söz vardır, kendisine iletirsin.

20051113

w

Zamansız, saati durmuş, bir adım ileri gitmemiş günler, mevsimler aylardan saklanmış, takvim yaprakları sonbahara özenip sarı, gece bitmemiş sonra, günün ilk ışıkları diye bir tanım var ya; olmamış, takılı kalmışız, aklıma takılmışsın, durmuşuz, herşey durmuş, resimler içinde yaşıyormuşuz meğersem, sen bana mutluluğun resmini çizmişsin uyumadan önce, lakin her vesikalıkta çirkinmişim, sen beğenmişsin ama, sigarayı yavaşca içtiğin bir güne denk gelmiş ilk karşılaşmamız çünkü, iyi ki karşılaşmısız senle, tesadüf, bilinmez bir matematiğin içinde duruyormuşuz, hesabı isteyip kalkmışız,

hani o sigarayı yavaşca içtiğin bir an,
ama sadece bir an,
sen gidiyorsun,
git,
o bende kalsın.

20051111

açf


aha bunlar aşkın çocukları, sağdaki hasan, soldaki emine. şimdi bu arkadaşlar markette çarpışarak tanışmışlar, hasan yerdeki kırılmış yumurtaları toplarken emine de gülümsemiş, sonra aşık olmuşlar, hasan zaten piçin önce gideni, yapar bööle şeyler, bi keresinde de elektrikçi de aşık olmuştu, olabilir, sonram bunnarın pek süper bi ilişkileri oldu, içtikleri su ayrı gitmedi, anneleri falan tanıştı, gıcır gıcır hayatları var yani, aşk bööle bişey işte, nelere kaaaadir, kadir de eminenin abisinin ismi, ben de bu aşkın babasıyım, kapatın şimdi bu sayfayı.

ayşegül kızım, sen de kapat..

20051110

f


gençken, pek gençken insanlar minnacık yani küçük şeylerden mutlu olabiliyorlar, sonra büyüyünce olamıyorlar, kötü oluyor, lakin hep de küçük kalınmıyor, büyünüyor, hayvan gibi olunuyor, tabiat yani, izin vermez, anahtarlar, sorumluluklar artıyor, kişiler artıyor demek ki herşey çoğalıyor, sahip oluyorsunuz, ismin en çekici halleri, yetmiyor, daha fazla, fazlalaştıkça daha bi pek düşünüyorsunuz, unutuyorsunuz, denizleri, dört tarafı yoklukla çevrili bir zenginliğin içinde oturuyorsunuz, robinson kim, cuma kim, siz kimsiniz ki,

bu hayatın manası ölümdür, boşuna aramayın arkadaşlar, geberip gideceksiniz, ne olursanız, ne kadar mutlu, ne kadar üzgün, ne kadar akıllı, saf, güzel, çirkin, müdür, memur, kapıcı, ölüyorsun işte, bu kadar, game over, hoşgeldiniz,,

fazladan virgüllerim vardı, harcayayım dedim,

20051109

f

yazıp da silinecek satırlar, içip de bitmeyecek sigaralar, halledilecek ufak mevzularım var. herşeyim var, bir şehrin bütün balıkçılarına yetecek kadar çok seviyorum yokluğunu. aşı olmaktan korkan çocukların ilkokul macerası gibi bizimkisi, kaçalım diyorum sana, öğretmene çaktırmayız, canımız çok acımış gibi yaparız anneme, sonra balıklar kanar sahtekar oltalara, yalancı balıkçılar, hani nefes almak çok güzeldi.

dağınık odaları toplayasım, hayatımı dağıtasım var. bir mutfağın yıkanmamış bulaşıkları, atılmamış çöpleri gibi kapıcının almaya kıyamadığı kadar şirin poşetlerin içinde, kapıcının kapısının önünde bekliyorum. alıp kaçasın diye beni, ben inanırım sana, ne desen kara kaplı defterin ilk mısraları, okursun bir kere, iki kere iki beş eder sonra, sonrasını bilmiyorum, belki bilmediğim bir şehrin senin kollarında uyanırım, belki bütün cevaplar doğrudur, sorularda saklanırsın.

mesele iyi şarkılar dinlemek değil ki, bunu sen söyledin bana, mesele iyi cümleler yazmak da değil gecenin görme özürlü saatlerinde, bunu sen hatırlattın. mutlu olabiliyor musun reklamlardaki insanlar kadar, ne ki mutluluk içinde sen geçen romanlar yanında, içinden sen geçer misin geçtiğim yolların, çaylar şirketten bir otobüsün mola yeri olur muyuz birlikte, hani elimden tutsan, gelsen artık, çıka gelsen, olmaz mı?

körkütük sarhoş olsam, yürüdüğüm yolu bilemesem, kaybolsam, polis durdursa bir kavsağın en sapak yerinde, nereye gidiyorsun arkadaşım sen dese, kimliğimi görmek istese, daha fazla üstüme gelmeden herşeyi itiraf etsem, kaçıyorum desem, anlasa, anlatmasam, birine suç atmasak, hadi git dese, kaybolmaya devam etsem, elinle koymuş gibi bulsan beni, koyu yeşil boyalı bir komidinin ikinci çekmecesinde, gözlerim gözüne değip kaçsa, ebe sobe, görmemezlikten gelsen.

bu cümleler ağır, susup susup seni düşünmeliyim oysa, vakit dar, vakit bir kışın sonlu baharlı arifesi, kar yağdı yağacak, heryer beyaz olduğunda üşüyeceksin sen, içimi acıtacaksın, artık, yapma, ben balıklara kanıyorum, sen anneme yalan söyle..

20051108

d


Harika bira içerim, votka ile redbullun buluştuğu bardakları da pek severim ama biranın yeri ayrıdır, lakin bu birayı kalabalık yerlerde içmem, evde otururken içerim, o vakit hava karanlık olur, sigara da yakarım, bakmayacağımı bilsem de televizyon da aptal birşeyler bulurum, clementine’in bana aldığı koccaman bardağa arpa suyunu koyarım, lıkır lıkır içerim, sonra da uyurum, uyu, uyanmam.

Feci sürat yaparım, bunun için gerekli malzemeler bir adet araba, bir adet boşa yakın yoldur ama kesinlikle hatalı sollama yapmam, risk almam, param yetmez. Şoförsen bas gaza, aşıksan vur saza tümcesini aklıma getirip vites değiştiririm, sol şeritten gelen manyak olurum. 4 teker üstünde gidiyorsun koçum demem kendime, diyenlere nanik yaparım. Polis durdurunca da salak salak “abi, hatalı sollamadan mı yoksa aşırı hızdan mı durdurdun?” diye sorarım, polis de benim afacan olduğumu bilir, her uzun yolda illaki ceza yazar, umarım yakında kitabı çıkar, alır okurum, kitaplık.

Hiç yürümem, önceden yürürdüm ama artık yürümem, taksiye binerim, markete gitmem, marketçi amcanın çırağı bana gelir, yemekçi burgercı amcalar da bana gelir, işe de arabayla giderim, hiç başımı alıp soğukta yürümem, gençken yürürdüm ama o zaman da çok soru vardı, şimdi daha çok cevap var, yattığım yerden düşünürüm, ayağa kalkarım, geçer, içimden geçer, neler neler.

Ayakkabımın bağları hep çözülür, bağlamam, düşeceksin diye nazikçe uyaranları bağlıcam diye kandırırım ama bağlamam, bi daha açılır çünkü, bazen hemen ayakkabının içine sokarım, ucu sarkar, dikkate almam, yoluma devam ederim, ederim, merak ederim, etmem.

Bu yazı uzar gider, gitme, gitme, unuturum.

20051106

TTT


Beatrice ile çay bahçesinde eski günleri yad eden konuşmamızda garip bir noktaya takılı kaldık. Konuyu anlatıcam lakin Beatrice kimdir, neden onunla böyle şeyler konuşulabilir biraz bahsedeyim, aşağıda yazılanlar belirli şartlar altında (çay ısmarlama, cd ve kitap alma gibi) vardığımız ortak görüşlerdir.

Beatrice insanı benim liseden arkadaşım olmakla beraber ömrü billah tanıdığım en zeki kızdır, ölçmüşlüğüm vardır, atmıyorum. Kendisi ile ilim irfan hakkı mevzularında farklı şehirlere hatta ülkelere ayrılan yollarımız küçük kasabamızda ritüel olarak birleşir ve kanal7 programları gibi deniz kenarında çay ismiyle senede birkaç kere yayımlanır, ben size banttan aktarıyorum.

Beatrice ile asıl üzerinde durduğumuz konuya sonra geleceğiz ama önce birkaç tanım yapmakta fayda var.

Ezik demeyelim ama sıradan olanları saymazsak temelde insanlar (bu araştırma erkek denekler üzerinde daha etkindir) ikiye ayrılır,

-- Zeki, bencil, tehlikeli olanlar
-- Akıllı, iyi, güvenilir olanlar

Bu zeki arkadaşlarımızın en büyük özelliği kızların bir erkekte ne ararsın sorusuna düşünmeden verdikleri ilk yanıt olmalıdır, çoğu aptal kızımız bu zekanın tanımını, espri yapmaktan başka ne işlere yaradığını bilmez, lakin bunu çekici bulur. Kız ya da erkek için zeka garip bir şekilde çekicidir çünkü, mesele leb demeden fıstık olayından daha fazladır, bilemezsiniz, gelirken yanında ne getireceğini, aklından tam olarak ne geçtiğini, neye dikkat edip neyi salladığını bilemezsiniz ve bu bilinmezlik içinde yerine koyduğunuz sayıların x’e eşit çıkmasını beklemek size cazip gelir, özellikle çıtır diye tabir ettiğimiz kimselerde bu safe&secure olmayan modeller pek bir satar. Maalesef bu kadar zeka kübüne zarar, bencildirler, ben’leri için yaptıklarını siz’leri için yapmayı pek sevmezler, taa ki siz o benler için pek bir kıymetli olana kadar, kendilerini sizden korumaya çalışırlar çünküm kendisi dışındaki herkes potansiyel tehlikedir, aynaya baktıklarını düşünün. Genellikle huylarına gidildiğinde ve silahsız olduğunuzu farkettiklerinde iyi insanlardır, çok planlı hareket ettiklerini savunsalar da her zaman edebi kısım hayata uymaz, arada sırada sıçarlar, zeki olduklarından sıçmayı pek sevmezler, herşeyin bir karşılığı vardır, gerekirse öderler.

İkinci gruptaki kimseler ise biraz daha muallak, bu kişileri tespit etmedeki temel ayıraç toplum tarafından kendilerine verilmiş birkaç sıfattır: abi, baba, adam gibi adam, çok olgun kız, o başka bir tür yaaa.. falan gibi. Aptal değillerdir, gözleri çakmak çakmaktır ama çoğu zaman ilk kısımdaki arkadaşlar kadar kıvrak zekaları da yoktur, kafaları puştluğa pek çalışmaz, çalıştırmazlar. Sağa sola iyilik yapıp denize atarlar. Zarar vermezler, bunu bildiğiniz için de sizin zarar vermenize izin vermezler. Az ve öz kızarlar, çok güzel dert dinleyip çözüm bulurlar, heyecansızdırlar, sabit bir çizgi üzerinde hareket ederler, çok fazla konuşmazlar, konuştuklarında sahip oldukları kredi ile direkman dikkate alınırlar, hayatın hiç bir evresinde sihirli futbolcu, takımı kurtaran adam olmazlar ama defansı kime emanet edeceksin deseler tüm teknik direktörler bu arkadaşların isimlerini verir. Çıtırdan kıtır olmaya geçmiş kız camiasında evlenilecek koca, çocuklarımın babası modeline pek uygundurlar, lakin ilk türden daha az bulunurlar seçkin kırtasiye ve marketlerde.

Sınıflandırmamızı yaptıktan sonra Beatrice ile öncelikle ikimizin de ilk türe mensup sürüngenler olduğuna karar verdik, fakat dikkatimizi birşey çekti, yüz kişiye sorsak yetmiş ikisi ilk türden birisi olmayı tercih edecekti, neden? Tüm felsefe öğretilerinin kabaca ulaşmaya çalıştıkları netice insan olan (olsa bile) ikinci tür kendi içinde garip bir sıkıcılığı da barındırıyordu çünkü, her zaman iyi olmak biraz iddiasız olmakla eşdeğerdi ve maalesef yirmili yüzyıllarda iyiler hep kazanmıyordu, biz ise kazanmak istiyorduk, mümkünse hemen.

Peki ikinci tür insan domates gibi yetiştirilebilir miydi yoksa doğuştan mı olacaktı böyle şeyler şahsın içinde? Vallahi uzun tartışmalardan sonra eğer iki türden başka bir yol olmadığını varsayarsak insan evlatlarının ilk seçeneğe daha yatkın olduklarını tespit ettik, bu da bizi doğuştan olur arkadaşım bazı şeyler sonucuna sevk etti.

Ya ilk türdeki birisi sıkılıp, kitap okuyup falan ikinci türün daha doğru, daha iyi olduğuna kanaat getirerek evrim geçirmeye çalışırsa, işte çanlar tam bu noktada çalıyor, bu o kadar kolay değil. Zekanın akla dönüşmesi (aptal bir tanımla: bilinçli bir şekilde kullanılır olması) uzun bir kişisel eğitim süreci demek, ki böyle birşeye de genelde yaşlandıkça rastlıyoruz, örnek: dedeler genelde hınzır falan olsa bile ikiye daha yakındır. Birden ikiye giderken daha çok şeyden vazgeçmek, düz çizginin şahıs için daha iyi olacağına iyice inanmak lazım. Hakikaten zorlu bir iş yani, çok az insanın böyle tür değiştirdiğini biliyoruz, şahsen ben yalnızca bir tane tanıyorum ki kendisi de ciddi miktarlarda acı çekerek bunu becerebildi, bunu yapabilmek için de rusyaya gitmesi gerekti.

Genelde en süper, bitmez tükenmez ilişkilerin ise çaprazlama olduğunda ortaya çıktığını da farkettik. Diğer kombinasyonlar: iki tane birinci tür karşılaşınca kendisi gibi birşeye rastlamanın verdiği şevkle güzel başlıyorlar ama devamı da pek gelmiyor, çünkü birinci türün aslında aradığı şey sakinlik. İkinci türün salakcana versiyonu, genelde sıradanlar ilk türe rastlarsa çıtır kızlar hesabı harika oluyor, fakat bu salakcana kısmı ise ilk türün “yahu ben bu ilişkiden birşey almıyorum ki” demesine yol açıyor, sonuç salakcana ikinci tür için facia. İki tane ikinci tür rastlaşır ise ki bu çok zor, yine güzel devam ediyor, lakin ilişki bir yerde tıkanıyor, çünküm helecan yok. Neşeli kimselerin sessiz sedasayansız kişilere olan yatkınlığını da bu modelle açıklayabiliriz.

Bu teorimizin ismi “t.t.t. : the two theorem”.

Beatrice ile vedalaşırken başka bir buluşmada insanlığın başka bir kanayan yarasına çözüm bulmaya karar verdik, hatta o vakit ikimiz de evlenmemiş olursak (fiks geyiği yaparak) evleneceğiz, malum artık yaşımız geldi, askere gitcez, gelcez, evlencez, çocuk.

Bu hikaye yaşayan kişilere dayandırılarak özetlenmiştir, hayırlısı olsun.



20051105

s ve c

suç



ve ceza..

20051102

k

"o benim hayatımın aşkı" diye ağlıyorsunuz, gecenin bir vakti, aman kimselere söyleme falan diye, bana neyse, " yok olmaz, benimkisi platonik ama çok seviyorum" diyorsunuz, eyvallah. sonra ongün geçiyor, bu sefer yeni birisi, bu sefer de onun için katliamlar, e ne oldu o uğruna kafamı şişirdiğin, ulan yazık be kıza dediğim şahsa, anlamıyorum.

evet diyorsunuz, hoşgeldin yani, çok geçmiyor, ufak bir aksilik, yani sizin gözlerinizin göremeyeceği kadar ufak bişey, hayır diyorsunuz, bitti, buraya kadarmış ben yapamam. yapamazsın tabii sen, senin derdin o gün aklından geçenler yalnızca, bu kadarsın işte.

bi bok anlamıyorsunuz ya aşktan, bi bok anladığınızı savunuyorsunuz ya bir de, the one falan yardırıp gidiyorsunuz, diyeceğim şu ki, ki sinirliyim, ki yazık günah:

siktirin gidin..

t

Beatrice & Silenzio presents with honor


this winter, you will divide evertyhing into 2
@monday

20051101


TRT 12345 kendini aşmış, iftar saatinde yaptıkları program bana kalırsa dünya televizyonlarına örnek olarak gösterilmeli, öyle böyle değil.

şimdi sevgili müslümanlar, sağ taraftaki ezan çizelgesi muhteşem, şehirler iftar saatlerine göre sıralanıyor, sırası gelen şehir hopşiribom kayboluyor, liste yenileniyor, pek heyecanlı, bi de tutuyorsanız süper, önce sizin şehrinin menzile giriyor, vakit geçtikçe listenin üstlerine doğru ilerliyor, sonra bingoooo

hoca efendi falan var doğal olarak lakin bu sefer tüm olay vapurda geçmekte, izleyen varsa bilir, dekor falan değil, bildiğin vapur. ulan ne alaka derken vapurun bacasına görüntü yansıttıklarını farkettim, ambiyansa gel vatandaş, vapurun bacasında amcam ilahi falan okuyor.

bu da yetmiyor, amcalar röportaj, özlü sözler gibi kısımları vapurda dışarıda yapıyorlar, düpedüz manyaklık, insan donar, hayır girin içeride yapın bu işi, yok efendim ambiyans. sonra cümle cemil sübyan sahneye çıkıyor, onlar da vapurun ara katlarında el ele tutuşup ilahi, şiir olayına girmişler, koca herifler hasta olacak bişey demiyorum da çocuklara yazık be.

yetmiyor bosna herseke bağlanıyorlar, orada bir türk hoca buluyorlar, adamla konuşuyorlar lakin adam susmak bilmiyor, en son mikrofonu çekiyorlar adamın önünden zorla, sen sağ ben selamet.

oruç tuttuktan sonra ilk sigara olayı var ya, kendimden geçiyorum . sevap için mi bu sigara için mi tutuyorum orucu, araştırma safhasındayım.

ooooooof, hiç geri dönesim yok, çok çalışmam gerekecek çokk, ne güzel yatıyorduk be.