20080229

and all I'm doing here is just waiting for you...

bu şarkı:

http://www.jango.com/stations/3514946;tunein?u=0&song_id=126826&proxy_id=3795000

bu da sözleri:

http://www.lyricsmania.com/lyrics/jens_lekman_lyrics_27002/other_lyrics_57528/friday_night_at_the_drive-in_bingo_lyrics_742453.html

ve bu adam bu memlekete geldi de ben gitmedim, kendimi hiç affetmeyeceğim..

bir insan böyle bir konuda şarkı yazarsa ve bunu da benim hüzünlü melodilerimin içinde gülümseyen yanım diye yaparsa yanaklarından öperim, canım benim derim, jens lekman benim kardeşimdir bu saatten sonra, russell crowe ise abilerin en güzeli.

iki bira içince kendime gelmemin en basit nedeni ayrıca, kendimden biraz daha uzaklaşmam olabilir, ki bu kendimi gereksiz şeyler işgal ettiğinden, kurtuluş dakikalarım diye adledip her gece kutlayabilirim.

neyse, en güzeli şarkıyı dinleyin, başlık'ımızın manası da orada saklı..

20080227

g

belki de bu hayatın anlamı yarışma programlarından birine girmekte gizlidir.

a) kutumu açın
b) 10'dan geriye sayalım hep birlikte
c) içimden d geçiyor ama ben f diyeceğim
d) kapayın kutumu
e) önemli olan iç güzelliği
f) riske girmek istemiyorum
g) bir moral alkışı
h) yaşandı bitti saygısızca
i) ı şıkkını yediğim için mutluyum

insanların her sabah uyanıyor olması bir garip değil mi?

a) bir gün uyanmayacaklar
b) kutumu açın
c) açın da gideyim

20080222

f

Kötü adamlar çalar çırpar, gözünün yaşına bakmadan adam öldürürler, kalan sağlardan işine yarayanları seçer, yollarına devam ederler bir şekilde. Kötü adamlar çok konuşmaz, konuşurlarsa kötü sözler söyler, kırar dökerler, yalnızlıklarının tadını çıkartırlar boş vakitlerinde ve mutluymuş taklidi yaparlar kendilerine. İki ile iki buluşunca bir eder onların gözlerinde, noktalama işaretleri yalnızca nokta oluverir, o paragrafta anlatılmak istenen şey susuverir, birşey söylemez, birşey söylemez kötü adamlar.

Lakin ben iyi bir adamım, annem beni iyi adam olayım diye doğurmuş, yıllar sonra anlıyorum, onca çaba boşunaymış.

20080219

k'ar

Biz şehirden gidince kar gelmeye karar verdi ve uzunca zamandır beklediğimiz beyaz bunu mu demek istediniz diye sorarcasına orta yerine yerleşiverdi hayatımızın.

Hayatımız hayatım, spongebob squarepants gibi süprizlere açık. Bilerek imla hatası yapamayacağımıza göre, işin macerası yanılıp doğrularını bulmakla geçecek uzunca bir müddet. İki resim arasındaki onbirinci farkta her resmin ayrı bir güzelliği olduğunu anlayacağız, her mevsimin, her yeniden başlamanın, her yaşın, herşeyin. Nefes almak giderek daha sıradan bir hal alacak, bu böyle, kendimizi daha fazla bileceğimize göre bulmacaları çözdükçe; o resimlerden birindeki şarkının ismini gözümüz kapalı yazacağız.

Oysa kar bir sokağa yerleştiğinde mahallenin sakinlerine içten içe gülümser, evden çıkamamışlara büyük bir iyilik yaptığını düşünür haklı olarak, çocuklara bedavadan bir sevinç.

Yani bu kar, yanımıza iyi hatıralar olarak kar kalacak; a şapkasını unutacak bir yerlerde belli ve kar’ı da gördüğümüze göre bahar’ı beklemeye başlayacağız gizlice. Kış en büyük gösterisini artık sahneye koyduğundan yavaşça salondan çıkabiliriz, bis yapsa bundan daha iyi olamayacağı için kartoplarımızdan kardan adamlar, buzlarımızdan kaydıraklar yaparak artık gidebiliriz.

Lakin kar için gitmek, akıllarda kalmak demektir hayatım, öyle diyor, ben onun yalancısıyım.

20080214

bir

Trebuchet ile yazmaya başlamam hayatımda bazı şeylerin yolunda gitmediğini farketmediğimden değil.

Şu sigaralar ile olan ve üzerimde hiç üstemesem de şık duran sorunumu da seviyorum, vazgeçememek; geçip gitmeyi artık pek de beceremeyen vesikalıklarımın sağ alt köşesinde kimsesiz bir stüdyonun silik ismi. Caddenin bir köşesinde keşfedilmeyi bekleyen fotoğrafçıyım belki de, eğer resimlerinizde mutlu, mesut, bahtiyar gözükmek istiyorsanız bekliyorum. Vazgeçmelik iyi şarkılar da dinletirim siz kameraya gülümserken, Sondre Lerche diye bir adamı tavsiye ederim, isterseniz tabii, lakin eskisi kadar geç saatlere kalamıyorum, malum iş, güç, yorgunluk. Saat oniki gibi yatağa gidiyorum, beynimin büyük bir kısmı günlük gaile, rahmetli büyükannemin dediği gibi “bu dünyanın gailesi biter mi a oğlum”. Ne diyorduk; “dont spend all your time, it is only hit and run”

Kendimi eski istanbul’un eski bir sokağında buluyorum bazen. Oysa ben hiç gezmeyi sevmem bilmediğim yerlerde, elimden tutup götürülmezsem bir fotoğrafta farkederim oralarda olmak istediğimi, küçücük bir esnafın marketinde çırak oluvermek isterim de elimdeki bana ait poşetlerin içindekiler pek bir kıymetli gözükür. Ne yaparsanız yapın ama, o içinde yaşadığım mahalle, o içinde dönüp durduğum melodi, o tahta evlerden, o evlere çıkan dik taş merdivenlerden, orada yaşayan ve hiç ölmeyen yaşlı bir amcadan, o komşuluğa gelen teyzelerden, o teyzelerin yaramaz çocuklarından beni alamazsınız.

Üstüne bir de durmadan geçen bir zaman var. Günler birbiri ardına giderken, sahi bugün günlerden hangi çekim ekindeyiz, kendimden üç yaş küçüklere abiymişim gibi bakıyorum. Abiler bilir herşeyi, abiler bir sorun varsa çözerler, abiler sizden bir adım ötede sizinle birlikte yaşlanırlar sessizce de size söylemezler. Bense pek birşey bilmiyorum, bildiklerimi saklıyorum saksıların içine, sonra keyifli çiçekler yetiştiriyorum çaktıra çaktıra kendime. Bu halim, yani böyle kaçar gibi kaptırmış kendini bu mutluluk hikayesine, içten içe hüzünlü insanlara özeniyorum, onlar gibi boş gözlerle bakmak istiyorum etrafa, hiçbirşey umurumda olmasın istiyorum siz mutlu insanlara ait, gitmek istiyorum kimselere haber vermeden, hakkımda konuşulurken hali kötü galiba densin istiyorum. tanrım beni neden böyle yarattın, böyle ise neden ortalıkta bıraktın, aklıma neden yollar koyup yürümeyi sevdirmiyorsun bana.

Anlıyor musun, ben sade söylenmiş bir kahveyi masaya getiren orta yaşlı bir garsonun yüzündeki hafif memnuniyetsiz ifadeyi farketmek istiyorum, yalan dolansız konuşan ufak bir çocuğun geleceğini hayal etmek istiyorum onun yarım yamalak cümlelerinde, bir oğlanın bir kızla mutlu olmadığını iki keimesinden anlayıp hayatlarının kesişen köşelerine yalın bir ayrılık yazmak istiyorum, tek başına yanımdan geçen genç bir kızın aklındaki onca şeyi tahmin etmek istiyorum, aynada kendime baktığımda aynasız kendime çeki düzen verecek iki çift lafım olsun diyorum. Çok şey istemiyorum, çok şeyin az şeyin karesi olduğunu anlayacak kadar gördüm, çok şeyden sıkıldığımdan değil, çok şey içinde kendimi bulamamaktan korktuğumdan tüm bunlar.

Sonra kendimi 1960’ların bir anadolu kasabasında buluveriyorum, üstümdeki kalın parka ile karlara bata çıka evime gitmeye çalıştığım bir akşamüstünde evimdeki sobanın zar zor yandığını düşünüp üşüyorum, perdelerini çektiğim vakit bu evde okuduğum kitaptaki sevimli kıza aşık olduğumu farkediyorum, hava biraz daha kararırken ve herkes işinde gücündeyken, benim bütün işsizliğimin tadını çıkarıyorum.

Trebuchet ile yazmaya başlamam hayatımda bazı şeylerin yolunda gitmediğini farketmediğimden değil, kadınların saçlarını değiştirmesine benzer birşey istediğimden belki, bende olmadığından topu sürekli attığım aşk yanıbaşımda olduğundan artık, topu kendi kafama atıyorum, kafam biraz dağılsın istiyorum, ondan, şimdi anlıyorum.

20080205

kuş

yazmak, uzun süre sonra yeniden yazınca ve hayatında bunları anlatabileceğin birileri olunca çok zor oluyormuş.

aklımda bir hikaye fazlası roman duruyor, geceleri uyumadan önce onu getiriyorum aklıma, birkaç dakika sonra bir masalda mışıl mışıl uyuyorum.

ve kapıdaki güvenlik abi tam çıkarken dedi ki: iyi akşamlar .... bey. Oradaki noktalı kısımlar benim ismim. şaşırdım. o kadar mühim biri değilim ben, neden ismimi bilir ki.

oysa, birkaçşeyvar buraya yazılabilecek ama sizin değerli vaktinizi de almak istemem. yeni kitaplarım geldi, onlara başlamak isterim de elimdekileri bitiremem, buna benzer bir çelişki.

en sevdiğim günlerin listesi ise hala değişmedi: cuma>perşembe>pazar>cumartesi. tembel birisi de sayılmam aslında.

parliement pazar gecesi kuşağı vardı bak, o aklıma geldi, annem yatırmazdı beni o bitmeden, iyi birşeydi o yüzden. polis akademisi 10'u vermişti, rambo vardı şimdilerde yeniden hortlayan, hep orada izlemiştik. tabii müziğini tek kalem geçerim bu yaşımda hala, o ayrı.

kafiyeli şiirler yazardım da ufak yaşımda, sevecek bir kız bulamamıştım platonikin karesi, buna da hala gülerim. önüm arkam sağım en çok da hayat bilgisi yalnızlığım sobe..

şimdi bir fanusun içinde yaşarken; çok mu kırılgan geldiğinden, çok mu saf, çok mu naif, çok mu içten, neden iki sol anahtarıyla açılıverir çocukluğum, bilmem.

artık beynimin onda dokuzuyla excel, geri kalanın 3te ikisiyle powerpoint alıyorum, geriye kalan sınıfın en büyüğü hasan ise tam fatihin istanbulu fethettiği yaşta hala ve havuzun dibindeki şerefsiz deliği tıkayamadık zamanında, o yüzdendir ki iflah olmuyor bu hallerim.

mutlusun mu diye sorarsan evet derim, şaka değil, sahicikten. ama daha mutlu olabilir miydim, bilmem.