20050728


Sıkıldım ben, biz; yine yeni yeniden tatile gitmek istiyorum, istiyoruz. Bu şehir, istanbul; size, onlara kalsın. Bensiz, bizsiz de yaşıyordunuz ne güzel, harika. Bir tatil, güneş kasabasında hediyelik, küçük eşya satmak lazım, must. Olmaz, olamaz böyle şeyler diyor Lucio, alberta. Ama ya olursa, oldurabilirsek?

Ben çocukken reklamları izlemeyi pek severdim. Çocukların böyle bir modeli olur zaten. Koyarsın televisyon başına, anlıyormuş gibi izler, anladıklarını sanmıyorum ben tabii. Büyüyünce de izlemeyi sevdim, tabii arkadaşlarım da büyüdü, onlar da çocuk değil artık. İçlerindeki çocuğu öldürmemişlerdir umarım, böyle de bir geyik vardır, biz arada söyleyip söyleyip güleriz Su ile (ya da O bana hafifçe gülümser.)

Bu sıralar iki reklamda bariz bir salaklık söz konusu: bunlardan ilki renault’un terbiyesizliğin daniskası, yok canım daha neler dedirten reklamı. İnsan arkadaşını satar mı araba için, ne ahlaksızlık, ne düzeysizliktir bu.. Cadillac alınca tek başına mı dolaşacaksın uyuz herif, o çilli çocukla ne günlerin geçti senin, az mı macera atlattınız beraber, hiç mi ruhun yok, o kadar pahalı mı bu araba, alırken ruhunu da mı sattın? (buradan renocu arkadaşlardan böyle romantiksel şeyler yaparken törk halkının duygularını dikkate almalarını reca edeceğim, sıçarsınız bak)

Öbürküsü ise intihar komandosu böcük adamlar.. reklamcılıkta son nokta budur, millet otobüse binmeye korkuyor bişey patlar uçarız havaya diye, bütün gün gazeteler haberler bundan bahsediyor, hooop cin fikirli arkadaşlar yakalıyorlar gündemi.. ben mi manyaklaştım acaba bilemiciim ama aklıma hemen bu görüntüler geldi.

Bir de cemyılmaz reklamı var. Değerli arkadaşlar ben bu adamda ne bulduğumuzu anlamadım. Garip bir şekilde reklamı 20 kere falan izledim, öyle çok komik birşey de değil aslında ama değiştiremiyorum kanalı. Opetten benzin alır mıyım, sanmıyorum ama yine de enterasan.

Bu kadar, budur yani. Kendimi silenzio atıf üç ilan ediyorum. Kendisi durumu anlayıp tatilde karşılaşınca salak salak bakmıştı vallahi yüzüme, ne bakıyorsunuz amca diyecektim, demedim, demem, aile terbiyesi aldım ben, üç taksit.

20050727


Rachael Yamagata bir şarkısının başında der ki: “ if I could take you away, what would you say?” Ben düşünmeye başlarım, Su sessizlik, geri kalanları öldürürüz.

Oysa bana hep hikayelerde olur gibi gelirdi böyle şeyler, köşebaşında rastlaşırlar, mevsim değişir, birkaç kısa konuşma, neden olduğu bilinmez gülümsemeler, sonrasını siz de okumuşsunuzdur. Hikayeden masala nasıl gider böyle şeyler, bir ara anlatırım.

Rachael Yamagata bir şarkısının başından hemen sonra der ki: “I am still in the middle of nowhere..” Ben bağıra bağıra eşlik ederim, Su gülümser, geri kalanlar anlamaz.

Yaz aylarında daha bir gevşek yaşıyor insan evlatları. Kısa kollu hayatların çorap bilmez ayakları ile kendi kalene goller atsan ne farkeder. Hangi taraftar seni suçlayabilir ki uyumadan önce yeni transferini yalnızlığın yerine koydun diye? Yalnızlık bu kolay değil, kolaymış gibi geliyor adama.

Rachael Yamagata bir şarkısının ortasında der ki: “ would you please get out of my skin? ” Ben sigara yakarım, Su içme şunlardan der, geri kalanlar kültablası.

Manzara resimlerinde hep bir dağ olur, önünde nehir, bir de ahşap eskimiş ev. Burası neresidir, dünyanın neresinde durur ki bütün ressam bozuntuları bilir, bilinmez. Benim resimlerimi hep annem çizerdi okuldayken, sonra örtmen /doğruyu söyle, sen mi yaptın annen mi, beş vericem/ diye sorunca annem derdim. Annemin ziyaret etmişliği vardır yani orayı, ona sorayım en güzeli ben.

Rachael Yamagata bir şarkısının ortaikisinde der ki: “ all I really wanted is just a piece of you ” Ben Su’ya bakarım, Su gözlerini kaçırır, geri kalanlar gözden kaçar.

Bazen ismim ile hitap ettiklerinde şaşırıyorum. Diyorum ki demek cidden bir ben varmışım, kim olduğumu falan düşünmeye başlıyorum, gerekirse kimliğime bakıyorum. Edebiyat olsun diye değil, cidden böyle. nefes falan alıyoruz lakin farketmeden anlaşılan. Arada sırada da sen bundan hoşlanırsın falan diyorlar, ben hiç bilmiyorum neden hoşlandığımı, söylüyorlar, peki diyorum.

Rachael Yamagata bir şarkısının sonunda der ki: “ the days you came around, i feel good for me ” . Ben +2, Su +2, geri kalanlar sıfır.

20050726


Orta parmağı işaret parmağından daha uzun olan insanların pek bir aptalcana olduğunu söylerler, bende öyle (acaba bu –da ayrı mı yazılmalı diye düşündüğün o birkaç saniye), demek ben 20kaç sene aptal aptal yaşadım. Ama bunun bir önemi yok.

Bazen harika insanlar görüyorum. Yüzlerinde çok garip bir gülümseme oluyor, anlamaya çalışıyorum nedenini, mümkün değil, orta parmakları işaretten daha mı uzun diye bakıyorum, o da değil. Sonra düşünmeye başlıyorum, şu karşımdaki süper insanın da bir hayatı var falan diye, akşamları o da uyuyor, tatile gitmek falan istiyordur herhalde diye kuruyorum. Vedalaşıyoruz sonra. Ama bunun bir önemi yok.

Yağmur yağmasını özledim. Ansızın bastırsa şimdi ne güzel olurdu. Islanmamaya falan çalışsaydım, kaçsaydım, koşmaya başlasaydım, gidebileceğin yer ne kadar uzaktaki kendinden demişti bir keresinde Alberta, doğru. Ama bunun bir önemi yok.

Fazla sigara içmeye başladım. İnsan neden sigara içer, yalnızca alışkanlık mı, sanmam. Neden bırakamaz, irade mi, yok artık. Sigara her köşede peşinden gelir adamın demişti bir keresinde romanın birinde ismini unuttuğum bir kahraman, kahramanlar sigara içmemeli demişti ikincisinde. Ama bunun bir önemi yok.

Kariyer, para falan kandırıyoruz kendimizi. Sanatsal şeyler yapsan da aynı durum. Nefes alıp vereceksen her zaman bir fazlasını istiyor insan. Herşeyin daha iyisi var çünkü, yapıyor hain caponlar. Ne yapalım böyle bu işler demişti bir keresinde babam, haklı adam. Ama bunun bir önemi yok.

Bulmaca çözmek keyifli birşeymiş ama ben 3 harfli sekiz kelimeli şeyleri sevmiyorum, rakamsal takılmak daha bi güzel. Beynini zorluyorsun, işe yarıyor çünkü beyin yarın öbürgün, ayrıca da vakit nasıl geçiyor anlamıyorsun. Vakit nasıl bazen çabucak geçer, bazen geçmez, bunu da ben anlamıyorum. Ama bunun bir önemi yok.

Hiç kendime ait fotoğraf albümüm olmadı benim. Eksiklik. Eksiklik artıdan kaç fazladır ki zaten demişti bir kere, gitmeden önce. Ama bunun bir önemi yok.

Su; diğerlerinin bir önemi yok.

20050725


hayatımın geri kalanını turist olarak geçirmek istiyorum.

20050722

annem hakkında herşey

ailenizden uzak yaşayıp aylık periyotlar sonrasında kendilerini gördüğünüz zaman onların gözünde çok garip biryerde durduğunuzu farkediyorsunuz. üstüne para kazanmaya başlayıp gençliğinizde başarı semboli olarak görülmüşseniz, bütün sülalenizin büyük adam umutları da isminizin yanına ekleniyor. tabii bu durumda bütün yaşlı akrabalar ve anneniz sizi, Su köpeği Dark'ı nasıl seviyorsa benzer şekilde "aman da benim oğğğğluuum" nidaları eşliğinde öpücük yağmuruna tutuyor. kaç kaçabilirsen..

kendini önemli birşey gibi hissetmek isteyenler olursa lütfen mail atın sizi bizim aileye benim yerime gönderelim. acayip memnun kalacaksınız..

çok daha efsane aileler duydum ama bizimkiler de komiklik açısından fena değildir. bu sıralar kardeşimin aslında üvey evlat olduğuna dair gelişmeler yaşanmakta, dün akşam yaşanan olayı aynen aktarıyorum: annem odaya yattık mı acaba diye bakmaya girer, benim sağdan sola döndüğümü farkedince hamlede bulunup "aaah benim kara oğlum" (tatilde arap oldum ben çünkü) diyerek künde hareketi ile öper lakin kardeş Julia daha uyumamıştır, onu kimse sallamaz, annem çıkar gider. Julia ve ben koptuk tabii sonra, puhaaa annem seni sevmiyor tabii diye.

annemin vukuatları bunla da sınırlı değil: çalışan ve para kazanan bir türk vatandaşı olmama rağmen bana aldığı gözlük, kıyafetler, bilumum nakit para yardımı da gözlerden kaçmıyor, hatta ben eğlence olsun diye annem bana birşey alınca direk Julia'ya yumurtluyorum, sonrasında bir kenara çekilip sigara içerek bu tatlı dakikaların tadını çıkartıyorum.

sabahları benm yatağım toplanırken Julia gözyaşları içinde kendi kaderine terk ediliyor; benim suyum bitince (aslında bitmez, bilirsiniz) hemen konuyor, Julia intiharın eşiğinde bardağı boş; benim tişörtler yıkanırken ters çevriliyor, Julia'nınkileri güneşle başbaşa kalıp soluyor..

vallahi ne yalan söylüyeyim çocukken Julia doğunca inanılmaz kıskanmıştım. herkes onu seviyordu çünkü, sanırım uzakta yaşayan abi olarak intikamımı alıyorum :-) tabii Julia bir öss kahramanı olarak annemlerin yanından ayrılınca sanırım evin küçük kızı yeniden prim yapacak, bu sefer ben dahil herkes onun çıkarları için ter dökeceğiz. ehh ne yapalım artık :-)

ayrıca sevgili türk iş dünyası; organizasyonel açıdan herhangi bir sıkıntınız olması durumunda hemen annemi arayınız, kendisi bu konularda sekiz master, oniki doktora yapmış kaplan gücündedir. kimi ne zaman aramanız lazım, ne hediye alınacak, bilmemne teyzenin ne yaparsam pek hoşuna gider gibi bir sürü konuda bana insan kaynakları danışmanlığı yapmaktadır. aynı zamanda 14 senedir ehliyeti olup kullanmamasına rağmen demir içbükey kadar trafik kurallarını bilir, hızdan nefret eder, otoyolda makas olayına kesinlikle karşıdır. her türlü ilacın ne işe yaradığını, günde kaç kere alınacağını, neyin neyle içilmesi gerektiği konusunda da ihtisas yapmıştır.

bu hazineyi sizlerle de paylaşmak istedim:-) okusa beni oyar tabii lakin ben böyle şeyleri pek söyleyemem ama I love Julia and the mom muchos muchos gracias.. :-)

20050721


ühüüühü, bühüüühüh, büühüüüh

herhalde tatil dönüşünde yazılabilecek en yaratıcı satırları yukarıda okudunuz.

yediklerim, içtiklerim ben ve Su'ya kalsın. lakin ben çok dinlendim, hiçbirşeyler götürmedim sizin kocaman şehrinizden, iyi hatıralar koydum valize gelirken o kadar. (valiz Su için)

sonra uzun uzun yazarım, şimdi birazcık daha tatil, pazartesi hayat devam ediyor..

20050712

1

tatil nedeniyle önümüzdeki hafta salıya kadar falan herhalde kapalıyız, sonra yeniden açılırız, çünkü tatildeyiz biz, Su ile, yaz geldi çünkü, yazın tatil yapmalı insanlar, aşağıda bir yazı var, onunla idare edin, kitabım çıkacak yakında çok isterseniz onu da alırsınız :-)

s

Sonbahar gelmeli, Su ile deniz kenarında yürürken üşüdüğümüzü fark etmeliyiz, hırka olmamalı yanımızda, hemencecik eve dönmeliyiz.

Ev yerinde olmamalı sonra, bir müddet etrafa bakınmalıyız acaba nereye gitti diye, yağmur yağmaya başlamalı, ıslanmasın diye ağaçların üstüne çıkmalıyız birlikte.

Ağaçların yaprakları dökülmeli birden, baharın başında son olduğunu hatırlamalıyız, yağmur dinmeli, toprak kokmalı her yer pastoral bir şiirin en aşk yerinde.

Aşk sokakta dolaşmaya başlamalı, yerler ıslak gibi, peşinden gitmeliyiz, ara sokaklara saparak hiç bilmediğimiz

Sokaklarda çocuklar olmalı ardından, pencerelerinden yağmurun bittiğini görünce top oynamaya çıkmalılar, üç gol atan şampiyon olmalı sessiz sakin.

Sessiz sakin sevmeliyim ben seni, sen bana bir şey söylemeden anlamalısın, kuşlar uçmalı sonra şehirden.

Biz de gitmeliyiz arkalarından, buralarda durulmaz çünkü, buralar yorar adamı demelisin sen, sana kalırsa biz uzak bir güney ülkesinde uyanmalıyız yanımıza eylülü alıp.

Sana kalmalı herşey, senden arta kalanlar yetmeli cümlelere, senin yalanlarına inanmalıyım ben o güney ülkesinde.

Cümleler kurmalıyız isminin çoğul hallerinde, ellerinden tutup manzara resimleri göstermeliyim sana –miş’li geçmiş zamanlarda.

Zamanı saatlerden çıkarmalıyız bir yolunu bulup. Biz istiyoruz diye geçmeli denizlerden takvimler,

O güney ülkesinde, ben, sen, kuşlar, yaprakları daha yeni çıkmış o ağacın gölgesinde, ıslatsa Su olmayacak bir yağmur, susmuşuz.. eylülü beklemeliyiz.

20050708

yok artık

durdum, düşündüm ve caponca şiir yazdım.
tüm insaniyete barış, mutluluk getirmesi dileklerimle..
seni unutmadık shakespeare, unutmayacağız.
bu ülke seninle gurur duyuyor.


losing my meaning,
in your sentences.
fading away with your silence,
you can't hear me..
anymore.
23 Aralık 1952
Kanlıca
(buna hep özenmişimdir)

20050705

Uzun

acaba; hatıraların bir son kullanma tarihi var mı?

insan unutulmuş hatıralarını nerede saklar mesela, tavan arasında eski karton kutulara mı koyar, divanın altına mı kaldırır kış gelmeden önce, halının hiç süpürülmeyen tozlarına mı emanet eder? otobüslere sormak lazım.

20050704

lakin

Su ile aşk hakkında pek konuşamadığımızı farkettim. Aslına bakarsanız bunun sebebi basit: henüz seni seviyorum’lu cümleleri yüzyüze kurmak için vakit erken, erkenliğin bir ölçüsü var mı bilmiyorum. Garip olan şu ki herşeyin yolunda gittiği vakitlerde bile aşkın açıklanamayan bir korku durumu var; reddedilme. Örnek basit, Su bana seni seviyorum derse ve ben onun hayallerindeki kadar iyi bir cevap veremezsem bu ciddi bir sorun olur, aynı şey benim için de geçerli (de’ler mtlda’ya hediye olsun). Daha garibi, herşeyden (o yolunda giden herşeyden) vazgeçmenin doğru yol olduğu aşkın içinde bile insan diye tabir ettiğimiz yaratık olanca bencilliği ile kendisine kaleler örmenin peşinde (kaleler o sessizliğe hediye olsun). Oysa kaybetmek hiçbir zaman aşk’ın tek cümlesindeki kadar güzel olamaz, bunu bilirsin, yapabilirsen bronz madalya. Altına koşmak için kendini aşk ile aynı cümlede bırakmaman gerekir.

Felsefenin aşk karşısında yetersiz kalmasının nedenlerine bakınca ise aklıma gelen ilki mantık sorunudur. Felsefe çaktırmasa bile 0 ve 1’lerden oluşur (0’lar yokluğun için geçen zamana) aşk ise 2’den ibarettir. Mesela hiçbir zaman bir positivist aşkı anlayacak doğru bilgiye gidemez, epirüküsçüler ise aşkın acı yanlarından kaçmak zorundadır, stoacılar o kadar yorgundurlar ki bir de 2’nin peşine düşemezler. Psikologlar ise yanıtı vücudumuzun garip kimyasallarında, beynimizin nevrotik harketlerinde bulmaya çalışırlar, bulurlar da. Ne boka yarar bilinmez.

1+1 ne vakit, nerede, ne yaparken karşılaşınca 2 olurlar, yoksa herşey güzel bir aldatmacadan mı ibarettir, o kısım biraz karmaşık (paketi dikkatli aç misstrange). Mesela ben bir daha kesinlikle görmek istemediğim miss lilly’i düşünüyorum, şimdi dikkat; ben şahsının yanında iken bir vakitler ne kadar mesut bir insan idim, ne değişti, bana ne yapmış olabilir ki aşk denilen mucizeden böyle vazgeçilebildim, bu kısım uzun ve gereksiz bir hikaye, edebiyat öğretmeniniz anafikrini sorarsa demek herşey koca bir yalanmış diyebilirsiniz.

Peki insan koca yalanları farketmekte bu kadar yetenekli ise neden on dakika önce telefonda uçarak konuştuğum Su üzerine aynı şeyleri düşünemiyorum:
1) düşünmek istemiyorum. (30%)
2) Su böyle şeyleri düşüneceğim son kişi (70%)

Diyorlar ki hava o kadar sıcak ki her an yağmur yağabilir. Yağmur bulutları mı sever, bulutlar gökyüzünü mü, gökyüzü geceyi mi, gece karanlığın mı peşindedir hep, hep böyle mi olur bu işler, hep neden sen yoktun ki hayatımın pisagor üçgenlerinde, o yüzden mi yağmur yağdı hep, (hepsi senin olsun)