20091217

f

rakıyı çay bardağına koyduğunda dibinde biraz tortu kalıyormuş, sanırım rakısını fazlaca koymaktan, sanırım suyunu az, sanırım kimyasını bozmaktan, coğrafyasından sınıfta kalmaktan rakının, bazen hep aynı şarkının aynı melodisine takılı kaldığımdan, tüm bu olanlar aynı şarkıyı aynı kaçıncı kez dinlemekten, şarkıyı sıfırla çarpmaktan, sana izini kaybettirmekten kelimelerin, beni takip et diye hansel'in yaptığı gibi kafiyeler koyup gelebileceğin yollara, sonra yolun kenarında durup senin çok önemli birşeyin peşinden gidiyormuş bir ifadeyle yürüyüşünü izlediğimden, şimdi bu cümlenin sonunda bir parantezi kapatıp paragrafı başlatmıyorsam, aklının kaybolmuş halini sevdiğimden, rakı diyorduk sevgilim, Sait Faik diyorduk, hansel yazarken H'yi küçük yapmam Sait Faik yüzünden, tiyatronun gişesinde oturan yaşlı adamın gözlüğünün altından bize bakması gibi, tüm bu olanların sebebi belki evimize geri dönerken ara sokaklarda rastladığımız gençlerin koyu renkli deri ceketleri, oysa iyi çocuklardır onlar muhtemelen, senin annen nasıl seviyorsa seni, onlarınki de öyle bakıyordur yüzlerine onlar uyurken, lakin bu kadar virgül hep senin kaybolman için, saklambaç oynasak denizin dibine saklanırım ben, o kadar virgülü koyacak yer bulamam da çanak çömlek patlar sana olan aşkımın şiddetinden, beni o çocuklara sorsan bulursun halbuki, ki ile biten tamlamalara sorsan şıpdadanak gösterirler yerimi, rakı diyorduk sevgilim, rakı tüm soruların en şıkkı, bir kafiye beklentisi oluştu sende sözlerimden, devrik imparatorlukların sıradan sakinleriyiz mademki, 1433'te viyana'nın bir köyünde de olabilirdik şimdi, rakılı bir kafiyeden söz ediyorduk, sakın kaybolma sevgilim, unut Viyana'nın v'si neden büyüyüverdi aniden, zengini fakiri tüm kafiyeleri unut, bildiğin herşeyi teker teker unut, en başa dönelim, en başa dönmüşken bir paragraf açmamam söylesene neden, soracağım demiştim sana, oysa basit, herkes dağılınca bu yazıyı birkez daha okuyacaksın sen, yanında olurum olmam onu bilemem, yüzün bir ifade alacak en suçlu masumlardan, yüzün kafiyelerin en gözlük altından bakanı, aklının kaybolmuş hali, aklın nokta virgül koyu deri ceketli, aklın rakı balık rakı buz, aklın aklımda lades sevgilim, tüm bu olanlar aklını benimkinin yanına koyunca o karışık halini sevdiğimden, daha iyi bir sebebi olması da gerekmiyordu zaten.

20091130

f'latun

bazen hayatım film şeridi gibi gözlerimin önünden geçsin istiyorum, bunu öyle çok istiyorum ki gözlerimi kapatıyorum.

dokuz yaşındaki bir kız çocuğu babası okul çıkışına kendisini almaya geldiğinde nasıl mutlu olursa, diyelim ki kış akşamüstüsü erken kararan bir saat beş olsun aklımızın zil çalan okulunda, hava biraz soğuk aman paltonu sıkı giy zamanlar, o kız kadar mutlu olmak istiyorum.

aylak dolaşan adamlar arasına karışıp şarap parasını denkleştirdiğimde büfecinin karşısına dikilmek istiyorum. ikimizin de birbirimizi anladığı bir bakışma, dünyanın bütün sorunları bir anda çözülüveriyor, büfecinin bir işareti ile tezgah arkasındaki çocuk şarabı gazete kağına sarıyor sonra, gazete kağıdı bizim sizden farklı olan her yanımızı örtüyor, güya, aranıza karışıyoruz eski ve kirli kıyafetlerimizle, aylak ama ayık adamların taklidini yapıyoruz, çok da umrumuzda ne düşündüğünüz, büfeci bir vakit sonra yeniden buluşacağımızı nasıl biliyorsa, siz de bunu biliyorsunuz. üstüne bir tel sigara da bulursam daha ne isterim'kiyi istiyorum.

içinden sadece yol geçtiği için şehir olabilmiş yerlerden birinde, ana caddenin hemen arkasında meyhanelerin olduğu sokağa yeni açılmış bir müzikholde canlı müzik dinleyen delikanlı olmak istiyorum, tam üç saat 23 dakika. bunu arkadaşlarıma anlatacağım yarın, hiç duymadığım türküler dinledim diyeceğim, çalan çocuk istanbulda da çalıyormuş, oralarda nereden para yetecek de gideceksin diye hava atacağım. eve sarhoş döneceğim velhasıl, sokağın başında o yalpalayan halimi düşmesin diye gözleyen seni görmek istiyorum.

bahsi geçen tüm kahramanlardan öncelikle kendim adına, sonra sahip olamadıkları neşeli zamanlar, sonra öylesine geçen zamanlar, son.

sonra gözlerimi açıyorum.

20091126

v.d

sonra ben bikaç güzel yalan söylerim. güzel dediğin kime göre neye göre sevgilim.

arabalar geçer sana olan aşkımın şiddetinden ve alakasız cümleler ve ben olur olmaz veda ederim. alelade kelimeler bulurum sonunu zor getirdiğim kitaplardan, birbirini fazlaca seven iki arkadaşın sıradan konuşmalarından kopya çekerim, bir teyzenin yeğenine hayat hakkındaki öğütleri, hepsinden çalarım üçer beşer, nasıl olsa, sana olan aşkım herşeyi sen affetmesen de affeder.

konuyu çarpıtmayalım sevgilim. ben veda edersem faili meçhul olur senin cinayetin, iz bırakmam ki şinaslı kafiyelerde peşimden gelesin. veda dediğin ağır mevzu çünkü, kırıcı, üzücü ve şemsiyen olsa bile kurtaramaz seni bazı yaralardan, oysa ben senin bazı yaralarından olmak istemem, beni unut git isterim, içinde ben geçen bunca şey söylediğim için bile suçlu hissederim kendimi, kendimi senden fazla sevdiğim için suçlarım avukatıma kendimi, kendimi ölü bulmak isterim bir gazetenin üç buçukuncu sayfasında, veda dediğin öyle olmalı zaten, veda dediğinin dönüşü varsa fasulyeden veda, ölmüş gibi veda etmeli insan, lakin ölüler adına konuşmam gerekirse bizim hiç umudumuz kalmadığından öldük a kuzum, bunu da eklemeliyiz bir kenara.

sana veda edersem, bikaç şehirden vazgeçmesi gerek dünyanın, içinde r olmayan'ları tercih ederim.

ps: tüm son sözünü söylemeden gidenlere..

20091122

Gültepe'de bir noelzio

önceden ne kadar çok yazarmışım, bu bloğu ne zaman açsam onu fark ediyorum. basit bir prensibim bile vardı, onu da hatırladım, haftada iki adet yazı gibi bir şey, hafta içi bir adet, hafta sonu bir tane, yatmadan önce. ben yazmayınca dünyada birşey mi değişti, hayır tabii ki, birkaç sevgili arkadaşımız biraz daha yazsana dedi, kızdılar, o kadar. fakat sonradan anladım ki onca yazı, aslında benim dünyaya farklı bir gözle bakmamı sağlayan yegane şeymiş, birşey değişmemiş ama yazmaya yazmaya, nefes alırken not tutmayı da unutmuşum; minik detaylar, yanımdan geçen insanlar, harikulade sıradan vakalar. hepsini yaşamışım da yazması eksik kalmış, yazmayınca uçup gitmiş söz, yazmadığım için öylesine oluvermişler, iç güveysinden hallice manalı kalmışlar, çok da kalmamışlar bile.

yazma işi böyle yani Lamia, kapatalım o bahsi, başka birşey anlatayım ben sana. Bugün, yaklaşan noeli eş durumundan heyecanlı bir şekilde karşılamaya hazırlanırken, madem meryem ana bizim de anamız, nerede bizim çam ağacımız diyerek ne menem bir dükkan olduğunu anlamadığım euroflora denilen yere gittik, aslında götürüldüm diyeyim, sevdiceğim mutlu olsun diye giderim ben öyle yerlere Lamia, benim de bu huyum işte. yalnız euroflora meğersem bu işin babası imiş, onu da öğrendik. iyi güzel de, benim için istanbulda kendi habitatım olan birkaç semt dışına çıkmak çiledir, derttir, tek dişi kalmış canavardır adeta. neyseki çok zorlanmadan euroflora denilen karmaşık tükkanı bulduk kağıthane'de. çam ağaçları, bilumum süsler, noel amcalı stensil bile var. bu garip dünya içerisinde bizim gibi hevesli birkaç kimseyi de görünce dedim yalnız değiliz, bu kadar insan daha bir ay önceden çam ağacı derdine düştü ise kesin uzaylılar vardır, neden olmasın. ayrıca Tanrı çinlileri korusun, onlar olmasa bizim gibi orta halli vatandaş nasıl alır evine kocaman ağaç, çekik gözlülere olan saygım ve kapitalizmin elle tutulur haline ikiyüzlü sevgim kabarıverdi.

bir de noel güzergahında Gültepe gerçeğiyle tanışmış oldum sevgili Lamia. dedim ya, ben kendi habitatımdan çıktım mı (hepsi güzide semtler çok şükür hakan şükür) biraz şaşırıveriyorum anlayacağın, Paris'te büyüdüğüm için (bonjour!!) sokaklara dökülmüş insanlar bana garip geliyor pazar günü. yolun ortasından yürüyen ve korna çalsan bile aldırış etmeyen kafası belli ki başka yerde yaşlı amcaları hayretle izliyorum. çocukların yüzündeki o masum ve mutlu ifadeyi, zenginlerde olmayan o garip saflığı gördüğümde normal hayatımdan biraz kaçmak istiyorum. mahalledeki esnafın zayıf olduğumuz için bana ve sevgilime takılmasına, üstelik bunu ilk tanışmamızda muhtemelen de son görüşmemizde yapması bana babamın neşeli arkadaşlarını hatırlatıyor, ufaklık zamanımdan. çekçek arabasıyla çöplerden birşey toplayan kirli sakallı adamın, çekçek çuvalına "mülk Allah'ındır" yazması manidar değilse nedir? google isminde internet cafe, snowy grosmarket diye market açan kimselerin arada kalmışlığı, o aranın yaratıcı havası, o havanın kendi içinde tutarlı hali, yol kenarındaki süslü boyalı ucuz çantalı kızlar, bütün bunlar sevgili Lamia, beni bazen kendime getiriyor da kaybolmuyorum herhalde.

daha yazacak şeyler var, yazmak gelmiş içimden o belli. cümle bazlı şeyler yazalım dedik o da yalan oldu, bundan sonrası için kendime ve okuyan birkaç kişiye söz verecek yüzüm de kalmadı, olsun deneyelim en azından, denemeyen kahraman olamaz.

yayınla kaydı Lamia, kayıtlara geçsin.

20090905

https://twitter.com/silenzio_

artık cümle bazlı minik blog'um var, you can follow it up baby.

20090821

f

sonu bu kadar belli basit bir hayat için çok komplike yaşıyoruz, söylemiş miydim?





20090814

aFrika

Afrika senin, istanbul benim.

Sana gemiler tutarım, birkaç şiir atarım denize seni bulsunlar diye, boğaza manzarası olur tüm mutluluklarımızın, kelime oyunlarımızın ve öylesine günler. Kocaman şehrin ara sokaklarında, hiç bilmediğimiz bir semti elimizle koymuş gibi bulurum, mahallenin bakkallarını toplarım, yaşlı amcalar, gölgede oturan insanlar, yazık ki artık ölmeyi bekleyen teyzeler, hepsinden ufak bir hatıra alırım, bunu senin için yaparım sana söylemem, ses çıkarmazlar. Kar yağar belki fakir sokaklara ve büyük harfle yazılması gereken isim şehir isimleri gibi istanbul, aslında öyle demek istememiştim istanbul, seni bilirsin istanbul, aramızda bir kırgınlık mı var? Sonra herşeye inancını kaybetmiş on6’lık bir genç kız gibi, misketleri ütülmüş yaz tatili öğrencisi misali, yüzünün neden asık olduğunu bilemeyen insanları daha yakından görmek için yürümeye başlarım. Aniden bir şarkı başlar, yağmur başlar, hiç izlemeyeceğim filmin bir fragmanı başlar, bir yanlış yerde başlar, bir şehre kar yağar, bir istanbul üşümeye başlar, istanbul kalk gidelim der, ben senin yüzüne bakamam, istanbul kaç kişinin sevgilisi, istanbul eskitilmiş kafiye, istanbul benim, ben gidemem, benim senim var.

İstanbul senin, Afrika benim.

Ben Afrika’nın A’sını küçük yazamam, onca şeyi gördükten sonra yapamam. Senin için ufak cılız çocuklara süt veririm, hiç yemedikleri kurabiyeler, senin sevdiğin kağıttan oyuncaklar, onlara seni anlatırım dilim afrikancaya döndüğünce, anlarlar. Kartpostal gibi fotoğraflar çekerim ama birileri acır da ellerinden geleni yapmazlar diye minik bir aksilik sonucu film yanar. Kum kaçar ayakkaplarımın içine, yazları sıcak ve kurak, kışları ise sıcak ve kurak geçen bir çöl bulurum, susarım, öyle bir susarım ki bunları sana söylemem. Medeniyet dediğin çürük dişli canavar, farkederim ki hepimizi kandırıyorsun, farkederim ki kocaman bir oyun, yüzde elline kanarım, geri kalan yüzde ellisi sevgilim senin. Afrika büyük memleket, bir saklansam beni kesin bulamazlar, Afrika der saklan, Afrika kaç kişinin uzağında, Afrika iyi huylu bir yokluk, yüzümüzün gülemeyen parçası benim, çok kalamam, benim senim var.

20090727

.f

Bazı adamların kalbi hüzünlü atar; tik, tak, tik, tak ve çoğunlukla tek başına, sonra şehrin üzerinde (belki de bizim hiç göremediğimiz içinde bir yerde) bir rüzgar eser, belki de bir parantezin içinde, sanırsın eylül, yahu bu kadar erken beklemiyorduk seni, sen devrik cümlelerimizin kısmi şampiyonu, sen kelime oyunlarının gölgede oturan adamı eylül, pardon, kalbi hüzünlü atan adamı eylül, vadesi dolmamış ölümler gibi, çok bilip de hepsini unutmuş insanlar gibi, çok şey söylemek isterken susmuş gibi, son sigara gibi, bir virgülün peşine fazladan eklenmiş cümleler gibi, bazı adamların kalbi gibi, tik, tak, ak, rep, yel, ko, vans upon a time, ölüm gibi.

Bazı adamlar bir bardak viski içmek için yazı yazar, kendilerinin diğer yarısını kandırmak için, iyi bir şarkıdan aşırılmış ikilemeler, sana inanılası gerçekler.

Neden gitmez çocukluğum aklımdan, onu bilemem oysa ben, herşeyi bilirim de az çok, bunu aklımın ucuna getiremem. Kısa pantalon giymiş halim gelir, dayımın beni gezmeye götürdüğü zamanlar, bazen gece yarısı çorba içmeye, sineklerden kaçtığımız yaz akşamları, büyükannem cennette şimdi, o zaman da vardın sen istanbul ve istanbul bile aklıma gelirdi o vakitlerde de ben bu vakitleri niye bu kadar çok özlerim aklımın sağına getiremem. Bazı adamlar bilerek unutur bazı şeyleri, kendine karşı; tak, tik.

Bugün yani şu yaşadığımız an, yalan gibi, iyi güzel harika belki ötesi birşeylerin ama yalan gibi, fazla virgüllerimizi yukarıda sıkıldığınız cümlelerde kullandık bayan, sonuncu gibi'mizi de feda ettik az önce, eylül'ün daha vakti var ve rüzgarların ve sessizlik, bakınız 've' de bitti elimizde, ışıklar vardı onları da kapattık, malum tehlikeli zamanlar, karartma nedir bilir misiniz bayan, siz hiç aheste aheste yaşlandınız mı karartma gecelerinde, hayır değil mi, ben de, yine karanlık iyi güzel harika, karanlık ne yapar ki bazı adamlara, oysa bir takım sesler duyuyorum, vadesi dolmamış ölümler, erken, tabir-i caizse, saniyeler geçiyor da lisede müzik öğretmeni gibi geçiyoruz o aynı seslerin üzerinden, tik, tak, gerisini biliyorsunuz bayan ve tahtaya kalkıp notalar soruyoruz kendimize şimdi.

okuduğumuzu anladık mı, anladık ve ne zaman şefkatli bir el görsem biryerlerde, sen aklıma gelirsin benim bayan, bunu sana bir ara anlatırım, unutturma.

20090613

ae

Şahsen ben, öyle herşeyle dalga geçebilen adamları severim, imla hatası yapabilenleri, denize girince çocuklaşan 35 yaş üstü amcaları, bazen için edepsiz olan kadınları, rahmetli büyükannem gibi güzel ve usturuplu küfredebilen yaşlı kadınları da. Adamlar kadınlar ve sokaklardan ibaret gelir hayat bazen bana. Bir de gölgede oturan adamlar, iyi adamlar, sakin ve acelesiz, sakin amcaların sakin hayatları.

Bir de şunu söylemek istedim; çocukları anlıyorum; onlar bunalıp arnavutköy'le bebek arasındaki araziden hoplayarak denize girebilirler, donla bile yapabilirler bunu, paraları yoksa, olabilir yani.

lakin 45 yaşındaki kel amcaların güneş kremi de sürerek ve yere bir bez serip güneşlendikleri sonra da denize atlamalarını, sonra da o çocuklar kadar mutlu olmalarını. Bak bunu anlamıyorum azize, gerçekten. Hayatımı gölgede oturan adamlar gibi geçirebilirim ama denize atlamam, bunda anlaşalım. Bunda deyince; insana bir imla hatası var gibi gelmiyor mu?

Oysa ne dedik, ah biz ne dedik kuzum, imla hatası yapabilenleri seviyoruz, ve iyi müzik dinleyenleri ve onu bunu kafasına takmayanları ve iyi yalanlar söyleyebilenleri, bir de birşey düşünmeden yaşayıp gidenleri, onları cidden çok seviyoruz, sevgilerimizle

İyi çalışmalar

Kind regards

Best wishes

20090524

ff

böyle bir zamanlar televizyonda sevdiğim amcaların, teyzelerin, genç ablaların; tabii o umut vaat ettikleri iyi günlerinde, hani gelecekte birşey olur beklentisi, aslında gizli bir menajerlik içgüdüsü de var serde, beğenmişiz ve iyişeyler yapacak o kişi, güveniyoruz. işte o vakitler sonrasında yani, pek birşey olmayıp kıytırık reklamlarda, üçüncü sınıf dizilerin ikinci karakterleri olarak gecenin bir yarısında, kendilerine rastladığımda garip bir huzursuzluk ve tanıdık bir mutsuzluk hissediyorum. üzülüyorum, kendimi onların yerine koyuyorum birkaç dakika, ben uzaktan o hayatın 4-beş dakikasını izlerken pek iyi düşünmüyorsam, onlar geceleri uyumadan önce kaybettiklerine nasıl üzülürler, iyi kaybedenler midir onlar ve ne kadar dert ederler böyle şeyleri, bunları merak ediyorum. 

örnek vereyim desem, ismen değil simaen tanıyorum hepsini, o kadar meşhur olamamışlar yani, ama bak sevgili dostum, benim derdim meşhuriyet değil, tutunamaması, onu da belirteyim. 

gecenin bir vakti, aklıma geldi.. 

20090515

f-1002

çocuk olmak istiyorum, bir sürü şeye umudu olan ufak bir oğlan çocuğu, kavruk, güneşte iyice yanmış, kaybettiği yegane şey misketler, sokak arası, mahalle teyzeleri, amcalar, gece evin önünde çay içmeler, dedikodu, anlamadığım işler, muhabbetler, biraz daha paramız olsa lafları, biraz daha, herşeyin birazından daha, hayat, bak, aslında çocukken bile, hayat, biraz daha, misket, para, mutluluk, aynıymış. 

ve sana, sarılınca, virgüller, noktalar, noktamsılar yalan olur, garip, pazar akşamı, kolların sevgilim, pazar akşamı, hadi alıştık artık, başka akşamları geçelim, ama pazarlar dursun, kolların, imla bozukluğunu düzeltir hayatımın, sokaktan geçen insanlar, kalabalık, büyük şehrin dertleri bitanem, unutalım, kolların, ne kadar çok derdi var o hayatların, unutalım, kolların, yaşayıp öleceğiz, öleceğiz, ne ağır geliyor bana bilsen, unutalım, sana iyi şeyler söylediğim söyleyebildiğim yegane zamanlar, sana sarıldığım vakitler, o pazar akşamları, onbir sonrası saatlerin, kolların, uyku öncesi kolların, iyi güzel de, güzel bitanem, seni sevmek güzel ve kolların. 

oysa bugünlerde, önce cümleler gidiyor aklımdan, malum, meşgulüz, meşguliyet her türlü mazereti geçen hayatımızın, kafa yorgunluğu, neyse, oysa bugünlerde, ne olan o ise yani, yani, biraz boşvermek lazım demek ki, herşeyi, çünkü kıymeti yok, sensiz bu manzaranın, ki sen anladın, bu geçen zamanın, ki bunu daha iyi anlayacaksın. 

bir ara bana da anlat, nasıl oldu da 3-2 öne geçti hayatıma karşı hayatın ve çocukluğum sana versin misketlerini, razıyım. 

20090220

kar

yarım yamalak soğuk havalardan, kastettiğim böyle açık, güneşin yüzünü gösterdiği, bulutların işini iyi yapmadığı öğleden sonraları, üç gibileri, işte o zamanlarda öyle havalardan bayağı hazetmiyorum. 

kış dediğin kış'lığını bilecek, yaz dediğin şort terlik'liğini, ben'liğim sen'liğime armağan olsun. 

kamil koç 1926'dan beri hayatımızda, biz bi blog yazmışız 4-5 sene olmuş, çok mu? değil, hakiki blog bu deyip ince göreyim, sonra da gidip yatayım. 


20090217

bahche

Şehrin bazı yerlerinde kaçak bahçeler var; evlerin girişlerinde köprülü merdivenlerin altındaki boşluklarda, kimi dükkanların hiç görmediğimiz arkaya açılan ve çoğu zaman bir sürü lüzumsuz betonla çevrilmiş kısımlarında, apartmanların hep önünden geçtiğimiz kaldırım kenarlarında (çoğu zaman bakımsız, çoğu zaman göz göre göre unutulmuşluğun satın alınmış sakinliği)

Fotoğraflarını çekebilmeyi isterdim ama ben öyle tutkulu bir adam değilim, düşünür geçerim. 

20090216

foto-şipşak

Ben fakir insanların çirkin fotoğraflarını görünce üzülürüm, onların poz vermeye çalışmış ama bana göre hatta bize göre komik olmayan halleri içimi burar, bırakmasaydım sigara içmek isterdim. Bir zamanlar kaliteli bir çantası olmadığı için kız arkadaşına hep uzaktan uzağa üzülmüş, ileride ona en güzellerini alırım demiş bir arkadaşım vardı ki gitti başkasıyla evleniyor şimdi, o aklıma gelir ama sigara içemem, içmeyi çok istediğimden değil, adetten.

Yazılarım bile inci gibi bir beyaz sayfada eğri büğrü gözükür, kar’ın yanında hangimiz beyazız, bir sen, sen anladın sen, sen anla zaten.

Sonra o sıradan insanların gülümseyen resimlerini de görürüm, resim ile fotoğraf arasında ikinci sınıftan yatay geçiş yaparım, sonra onların bira yerine madensuyu içen halleri, sonra onların çok da paraları olmadığından alışveriş merkezlerinde buluşan halleri ve bunu dert etmeyişleri..

Yani paranın faniliği, bir gün ölecek olmamız, ertesi gün kanıp gitmemiz, bazen kanayıp gitmemiz, neyin önemi var ki, sen anladın, sonra büyük ekran bir televizyon, sonra eski bir kanepe, sonra iyi kazanıyorum çok şükür, sonra neşeli bir şarkı, malum iş güç, sonra herkes kendi yoluna.

Sonra sepette yumurtalar, sonra birine birşey olursa, sen üzülürsen, üzülürüm. 

20090206

edepsiz komedya

“biz çoktan unuttuk dünya dediklerini”

 

Yani, herşeye yani diyen bu sebeple evet demeyi unutmuş bir çocuk vardı askerde, sen nasıl evleneceksin diye sorardı bana, nedense beni pek evlenmeye yetecek yaşta göremedi, en son giderken, yani sabaha karşı, bari dedi, madem evleneceksin, kasımda evlen, haziran iyi değil, yani dedim, yani bazı şeyler nasip. yani bu dünya dedikleri neye göre kime göre, yani hep aynı cevapsız sorular, sigarayı yeni bırakmış insanların kırgınlığı, bir sevgiliden vazgeçiş gibi, bu dünya dedikleri, daha da gelmem biryer, daha da manasını bulamadım, daha da sormam, yani.

 

“gözlerin ya vardı aklımda”

 

Gözlerin güzel senin, senin aklından neler geçer anlamıyorum bazen. Bazen boş bakarken etrafa ve söylediğim şeylere yalandan gülümsemeler, aklın biryerlerde gezer senin, senin gözlerin güzel, benim değil, ben o yüzden sana bakarım boş zamanlarımda, sen nasıl uyursun, neler anlatırsın bana onu dinlerim, dinlerim ki bir cümlen beni koltuğumdan kaldıramasın, öylece durup bi daha düşüneyim, seni neden sevdiğimi, neden seveceğimi, seni, senin kareni.

 

“ seni sorana her yanım derim”

 

Seni bana kuşlar sorar, yan gözle baktığım mutlu insanlar, belli belirsiz yağan yağmur, toprak kokusu, alalede acılar, uykusuz bir kış sabahı sorar, günaydın, eski acılarım ellerinden öper ve sorar, hanımefendi nasıllar, bir genç kızın büyüme telaşı sorar, saçlarımı nasıl kestirsem diyen ve bunu pek önemseyen bir arkadaş sorar, iki dirhem bir çekirdek süslenmiş deri montlu mahalle delikanlıları sorar, yenge nasıl, afiyetler şeker bal, şu siyah sekizliyi atsan bitiyordu şimdiye aşkımız, isterseniz herşeye kırık bir cevabım var, sana değil. Seni sorana sağım solum sobe ve armut diyorum sessizce, aklımdan çıkma diye.

20090205

f-a

Yazmak zor çünkü ben bir tembelim, çünkü ben eve geldiği zaman yorgunluğunu televizyonu açarak ve birşeyler içerek geçirmeye çalışan sıradan bir insanım. Sıradan bir insanım çünkü nasıl diğer “colleagues” trafikte yanıbaşında duran motor üzerindeki iki genç adamın eğlenmesine dikkat etmiyorsa, yoldan geçen kızların bir vitrin önünde durup indirimdeki elbiselere az buçuk özenerek bakmasına gülümsemiyorsa onlardan biriyim. Onlardan biriyim çünkü sabah sekiz akşam beş memurları gibi beynimi yalnızca işime verebiliyorum. Maalesef işim, benim böyle yaşamam için yani böyle lüks içinde, lüks kime göre neye göreyse bana göre öyle olduğu biçimde yaşamam için yani hayat gailesi için gerekli, onlar gibi. Onlar gibi sabah çıkıp akşam kürkçü dükkanı evime geri dönüyorum, kendi fanusum içinde. Ah zenginlik, sen benim iyi bir şarkı dinlediğim ya da iyi bir cümle okuduğum zamanlar kadar neden basit değilsin her zaman? Daha açık soracak olursak babam neden zengin değil böyle bir evde yaşamak için, bu kredi kartlarının bir devlet memuru maaşını ödemek için ve ben neden böyle vazgeçemez hala geldim tüm bu fazla’lardan, yeni bir ayakkabı, yeni bir gömlek, yeni bir geçici ben?

Anlatamaz oldum, üzücü olan bu, kendimi kendime anlatamaz, laf geçiremez oldum, düşünemez oldum, en ağırı da bu. 

Çünkü ben bir tembelim. Bu cümle iyi, başa dönelim, başa dönüp gidelim, tembel olmasam belki eve geldiğimde bunları düşünmez yazardım, belki kahramanlarım arasında kaybolurdum ki askerlik, bir başka deyişle kaç kaç kaç herşeyden, işte o vakitler uzunca bir romanı yazmaya bile başlamıştım, işte ben yazardım, üç beş cümle de olsa da bir gecede yazardım.

De’lere bakmayın, hepsi yerli yerinde kullanılmış ve birinci el ve’ler fazla sayısında, şimdi bir virgül eksik, sakince boğazdan geçen bir geminin noktası, güzel bir şarkı istanbul. Son olarak, hepimizin son’u olarak, ölecek olmamız kötü değil mi, hepimizin, teker teker? Toprak, kara yazı.

20090110

asker döner

askerlik denen garip olgu bir hafta sonra geri kalıyor. bakınız blog yazmayı bile biraz özlemişim. bir not: internet cafede garip müzikler duyarken ve aklınızda birazdan giyeceğiniz yeşil şeyler varken birşey yazılmıyor.

kolay ve rahat bir askerlik yaptım desem yalan olmaz hatta işi bütün ayrıntısıyla anlatsam dersiniz hocam sen gidip 5 ay tatil yapmışsın, ben de gıgımı çıkarmam. böyle bir deyimi bile ilk defa kullandım bakın. durum garip yani, ne diyor urfalılar, weird..

ve bulunduğum internetli yerdeki sobadan kömür kokusu yükseliyor ve bu kömür kokusu pek tanıdık bir hale geliyor bunca vakit sonra ve hayatımdan 5 ay geçiyor ve sizinkinden de. sonra zaman hiç bu kadar yavaş ve hiç bu kadar hızlı geçmemişti, sonra bir sürü insan, insanlar bir iki üç garip.

garip vallahi, şimdilik bu olsun.