20071231

psy

Kendime yeni bir template yapma girişimim birkaç denemeden sonra yine hüsran ile sonuçlandı. Yaşlandıkça elektronik aletleri söküp takamaz, menülerini anlayamaz, bu html denilen fani dünyanın içinden çıkamaz olduğumu bir kere daha farkederek vazgeçiyorum. Zaten hala ziyaret eden müzmin okuyucularım aldırış etmeyecektir.

Bu hafta bana en çok koyan olay ise gazetede woody allen’in son filmi “cassandra’s dream” ilanının tepesine “match point filminin yönetmeninden” yazılması oldu. Woody Allen ismini aşağılarda bir yerde ara ki bulasın. Aslında bu memleketimizin saftorok halinden ziyade Woody amcanın amerikanya’da bile kendisine pek bir yer bulamamış olmasından kaynaklanmakta, okuduğum köşe yazısı der ki “Ama Avrupa, özellikle Fransa dışında koşa koşa gidenlerin sayısı pek fazla değildi zaten.” . Hal böyle olunca halkımıza yeni filmini eski filminden hareketle tanıtmak daha bir gişe yapıcı, Woody amcayı bu halde görmek ise üzücü, insanların iki bombalı aksiyona delirmelerine kelimemiz yok.

Bazen arabada birisini beklerken gözüm sıradan bir sokak manzarasına takılı kalıyor, ağacın altından geçen şapkalı amcanın elindeki ekmeğe bakıyorum, yol soran bir aileye işaret parmağını kullanarak itinayla karşıdaki binayı gösteren genci görüyorum, yaşlı bir kadın kendisini ezmeyeceğimden emin olmak için yüzüme bakıp önümden geçiyor.

Günler de böyle geçiyor, bir yılın sonuna daha geliyoruz, manalı olsun diye etrafı süslüyoruz ışıklarla, 10-9-8 yedi, hayırlısı olsun herşeyin.

Bir de kar yağsa, topluyor topluyor da yağmıyor, yağsa rahatlayacağız..

20071229

amcalar v1

En karizmatik bulduğum işlerden birisi yemekli ve düzgün mekanlardaki şef garsonlardır. Yaşları otuzun üzerinde olan bu abiler genelde siparişleri alır, sonra köşede bir yerde dururlar. Masanın üzerinde dolmuş kültablasını genç yetenek değiştirsin diye işaret ederler, gelen yemeklerin doğru kişiye ulaşması için yönlendirme yapar, sürekli müşterilere ismi ile hitap ederek başka bir arzuları olup olmadığını sorarlar. Genç yetenek garsonlar onların ağızlarının içine bakar ve hata yapmamak için etrafta fır dönerler. Kim bilir kaç senedir çalıştığı o restorantın farkedilmeyen bel kemiğidir bu abiler, yüzlerindeki o herşeyi bilen ifade ile sizi kapıdan uğurlarlar gecenin sonunda.

O herşeyi bilen ifade semtin esnaf amcalarının da yüzünde durur. Yıllardır yerde yatan puzzle’mizi götürdüğümüz çerçeveci amca gibi, daha derdimizi anlatmaya çalışırken ne istediğini sana söyler sonrasında da bak ama bunu böyle yapsak daha iyi olur der. Onca çerçevenin arasında kendisine ait eskimiş tek bir resmi asmıştır duvarına ama sebebini soramazsın. Arada sana çırak gelelim en güzeli dediğimizde gelin vallahi, ne güzel olur diye yanıtlar amca. Çay bile söyler bize istesek, istemeden çıkarız dükkandan.

20071221

g

annem "bu çekirgeli, arılı filmleri seviyorum ben" diye bir açıklamada bulundu. bana yazmak düşer. çok güldüm..

20071220

f- uzak

Bazen bu şehir bana times new roman gibi eski gelir, sokaklarında ufak tefek işleri halletmek için dolaşırken yabancılaştığımı farkeder, o kendimi biraz daha geride bırakabilmek için adımlarımı hızlandırırım. Berberin ortaokulu terk etmiş çırağı bunu bilir, tüm o yoksunluğun içinde yüzünde kocaman adamlara has bir ifade ile işini yapar, traş ettiği adamın aklından geçenleri sessizce okur, canını daha fazla acıtmamak için jileti eline çok da yakışmayan bir ustalıkla yüzümde gezindirir, “oldu mu abi” diye sorar, evet ya da hayır demem bütün dünyanın gidişini değiştirecek diye korkarım.

Gözüm rafların üzerinde duran eski bir müzik setine takılır, duvara monte edilmiş küçük televizyonun kırılmış yanını görürüm. Çok önceden alındığı kenarlarındaki tozdan belli olan çerçeveye bakarım, berber nehir resimlerini bu kadar çok sevdiğinden mi yoksa böyle şeylerin satıldığı dükkanda başka asacak birşey bulamadığından mı burada durur, onu düşünürüm. Berber neden burada durur, babası birgün çırak gibi onu da kolundan tutup getirdiği için diye bir hikaye yazarım aklımdan, sırasını bekleyen esnaf tuttuğu takımla alakalı takılır berbere o sırada, gülerler, onlar güldüğü için ben de gülümserim yabancı olduğum belli olmasın diye, onlar yenildiği için yenik sayılmam o saatte, ne de elimdeki zaferlerden onlara vermek zorunda kalırım ve elimdeki zaferler, bu şehre böyle uzak olduğu için değil, kendimi onlarla avuttuğumu farkettiğimden bana yalanmış gibi gelir. İçlerinden biriymişim gibi mutlu olmak isterim biraz yukarıdan bakarak, o yukarıdan kendimin bu haline kızarım, kızarım ama elimden birşey gelmez. Biraz yukarısında durduğum şeyler bana yine gülümseyerek iyi günler der, bu kez aradığı şefkati bulmuş kimselerin gülümseyişiyle iyi günler derim.

Bu şehirde hep birşeyler eksikmiş gibi gelir, ne olduğunu anlatacak kelimeler bulayınca kendimi suçlarım, benim dışındakilerin farketmediğini ümit ederim dışında kalarak, dışında kalmak işime geldiği için kaçarım, kaçarım, kaçamam. Birkaç sene önce yapıldığı halde sıvaları dökülmüş binanın, yanımdan geçerken elindeki sigarayı dertli bir şekilde içine çeken adamın, kendimi bildim bileli yorulmadan gidip gelen arabaları vapurun gözlerine aynı şeyi görebilirim diye çekinerek bakarım, çekinirim çünkü o aynı şeyi paylaşmak belki de hiç olmayan o eksikliği var etmek gibi gelir, belki de ortaya çıkmasın diye gizli anlaşmalar yapmıştır bu şehrin sakinleri, belki yalnızca balık tutanlar bunu biliyordur da onlar herkesten saklar. Dedim ya ben bir yabancıyım, uzağından baktığım hayatları rahatsız etmek istemem, bir sır vermek gerekirse, hiç balık tutmamış olmam bu yüzdendir diye kendimi kandırırım.

Sonra kahvehanenin birine girerim, çocukluğumda içinde neler olduğunu hep merak ettiğim bu yerde, büyümüş olmanın ve üstünden onca geçen yılın silüeti yanıma oturur. Yaşlı amcalar hikayeler anlatsın da dinleyeyim isterim ama nafile, birileri gelip ne aradığını sorsun isterim yabancıya, hikayelerdeki gibi, kahramanın anlatacak birşeyi olsun sonra, hiç kimselere anlatamadığı şeyleri bu yaşlı amcalara söylesin derim içimden. En azından dördüncü aranan bir oyuna dahil olmak isterim, “genç sen oynar mısın?”, oynarım, bu bir oyunsa ve yanında çay bile veriyorsanız siz, oynarım. Mahallede rastladığım işinde gücünde insanların neden evinde değil de burada olduklarını merak ederim, ağır sigara dumanı üstüme siner diye korkmadan. Anlarım ki ne yaşlı amcalar anlatır hikayelerini, ne yabancıların anlatamadıkları hikayeleri var, aslında herkes kendisine saklar en iyi hikayelerini. Çaylar içilir, televizyona bakılır, birşey olmamış gibi davranır herkes, sıradan bir gün basitçe öldürülsün diye toplanılmıştır buraya, adi bir cinayetten öteye gitmez aklımızdan geçenler.

Çırak “oldu mu abi” diye sorar, evet derim.

Oysa kimse böyle olsun istemezdi, çırak bilir, yabancı bilir, ben bilirim.

20071218

f

iki mevsim arasındaki en kısa mesafedeyim, dün sonbahardaydım bugün kışa geldim, insanoğlu kış misali..

oysa sıcacık evinden çıkmayanlar ya da bayramda giyecek yepyeni kıyafetleri olanlar, hatta ayakkabılarını uyumadan önce başucuna koyanlar içindir mutluluk. dinleyecek güzel birkaç şarkı bulanlar içindir, uzun zamandır görmediği birini görenler içindir, arabalı vapurun üst katındaki bekleme salonunda çay içenler için, yolun üzerine düşecekmiş gibi duran ağaç içindir, kalanlar içindir, denizi olan şehirler içindir.

20071210

f

Bir vakitler kaçıp gitme hayalleri kurardık; buralardan, kalabalıktan, bu insanlardan, böyle işlerden, bu şehirden.

Bir gitme isteği ki sorma gitsin. Sorma çünkü aklı evvel hayatımın duvarına şık duruyor diye asılmış belli ki, belki de biraz edebi. Nelerden yorulurdum o zamanlar ve nelerden arkama bakmadan kaçacaktım bilmiyorum. Ciddi de değildim zaten, ciddi olan adam kazılacak tünellerini düşünür çünkü, biz günü kahramanca kurtarmanın hesabındaydık, şimdi anlıyorum.

Hep böyle mi olur acaba? Geçmiş geçtiğinden mi kolay gözükür, kafana taktığın şeylere gülüp geçeceğini öğrenemez mi insan ya da öğrenmek mi istemez macera olsun diye.. hep gülüp eğlensen sıkıcı olur diye mi dertler icat ederiz sıfır kilometre, canımızı acıtmak canımız olduğunu hatırlamak için mi gereklidir, her insan biraz mazoşist midir hatta bu yüzden mi aşk cazip gelir günümüz dünyasında, acaba?

Oysa şimdi aynaya baktığım zaman farkediyorum ki gözlerim biraz daha yaşlı bakıyor, çocuklar daha bir çocuk gözüküyor o gözlerime, hatırladığım bazı şeylerin takvimine on sene önce diye ekliyorum, hepi topu 3 onluk yıl edecek nefes almam, olsun, belki gizliden hoşuma gidiyordur, yaşlı kurt olacağım ama çok daha iyi bir insan diyen aynı ben değil miyim emeklilik hayallerimde.

Bu iş yani eduardo, kendini kandırma meselesi. missilence’in dediği gibi herşey için bir bahanem var benim, iyi kötü her yaptığımın arkasında akıllıca yerleştirilmiş nedenler. Bir vakitler kaçmak duruyormuş o arkada, bazen eften püften dertler, birgün gelir gençliğim diye yazılar yazarım, ah şimdiki aklım olsaydı derim, yapabilirim. Vaktinde dediğim gibi; insan en güzel yalanları kendine söyler.

20071204

f

Benim erken uyumam lazım bu gece, bana bir masal anlat, bana kötü şeyler söyleme, bırak içinde biraz yalan olsun, biliyorum öyle bir prenses değilsin sen, olsun, bana güzel bir masal anlat, içinden dağlar aksın, içinde nehirden cümleler, içinde marul kafalı bir cunsen, çocukluğumun hiç görmediğim sarısı, yeşili, başka bir mevsim, kocaman bir sene olmuş o takvimde, o saatte, o sende..

20071203

f

medyamızın içinde bulunduğu duruma bakınca içimde bir yerler sızlıyor, mızlıyor.

en çok satan gazetemizin Posta olduğu gerçeği beni benden alıyor mesela, gerçi bu durum milliyet lehine değişti galiba son zamanlarda. neyse, posta isimli gazeteyi bilenler zaten anlayacaktır facianın boyutunu, uyduruk ama memleketimizin bam teline basacak, basmak ne kelime teli koparacak şekilde seçilmiş haberler, 3. sayfasında en güzellerinden facialar, arkada bikinili kız resimleri, tam bir kompozisyon. okumak için değil de bulunsun şöyle bir bakalım gazetesi. aslında daha elim olan şey, bir tabloid olarak nitelendirebileceğimiz ve bu haliyle hoş karşılayabileceğimiz postanın bu yapısının metamorfoz geçirerek Hürriyet abisinde tecelli etmesi. çok defa hakikaten birşeyler okumak adına ve inatla bu insanlar bu gazeteyi neden bu kadar ciddiye alır diyerek elime aldığım bu gazetenin sayfalarını on dakikada hızlıca geçiveririm, çoğu zaman spor haberlerine bakmak için arkadan başlarım. birkaç köşe yazarını okumak için ciddi çaba gösterdim, olmadı. (Oktay Ekşi'yi bu sınıftan muaf tutarım) Cumhuriyet okumayı da denedim, bana her seferinde çatık kaşlarıyla konuşan aksi bir adam gibi geldi, sürekli bir kızma hali beni kızdırdı belki. Zaman mesela entrasan gelmiştir hep, arada sırada çeşit olsun diye aldığımda bir sol gazetede okumayamayacağım yorumlar görmüşümdür, dizgisi de fevkalededir. Milliyet arada kalmış diye düşünürüm, sonra doğan medya grubunun segmantasyon yaparak o arada kalmış kimselere bu gazeteyi çıkardığını farkederim, ne cumhuriyet gibi sert ne de hürriyet kadar genel. ne okuyup seviyorum derseniz, tahmin etmek de çok zor değil, Radikal tabii ki. zaten bu memlekette biraz entel geçinen herkes radikal okur, cnbce izler, budur maalesef.

konuya fazla bir yanlı baktığımın farkındayım, herkes radikal okuyacak ya da her gazete radikal gibi olacak gibisinden bir dünyayı arzulamıyorum ama o herkesin içinde cidden şu memleket için iki gram kafa patlatması gereken benim etrafımdakileri hürriyet resimli mecmuasında kaybedivermeyi de pek hazmedemiyorum. kahvehanelerdeki kimseler postanın bulmacalarından farklı birşeyle ilgilensin istiyorum, uçakta bulunan 150 kişiden hepsi değil ama yarısı bir kitap okusun, elinde bir gazete tutsun diliyorum, iki saat boyunca uyumayan ama bir satır birşey okumadan boş gözlerle oturan o kadar çok insan gördüm ki.. dikkat ederseniz at değil, belediye otobüsü değil, en okumuş kimselerin bindiği uçaktan bahsediyorum.

bütün gezegende günde dört saat ortalama televizyon izleme süresiyle biz çılgın Türkler ilk sırada geliyormuşuz, kendimizi tebrik ederim. yüzde kaçımız bilinçli bir televizyon izleyicisi, en azından ben değilim, televizyon kapandığı zaman yatağa gidileceği saplantısını hala kafamdan atamadım maalesef, hiçbirşey izlemesem bile o çocukluktan gelen "ses yapsın" mantığı hala geçerli. hadi beni geçelim, sabah yayınlanan kadın programlarının hala delisiyim. geçen gün yine bir semra hanım faciasına şahit oldum. bu nasıl bir mantıktır, bu kadın ayan beyan çocuğunu öldürdü ama şimdi de inatla kızı için televizyona çıkıyor ve insanlar bu garip kadının hayatını merak edip saatlerce izliyor, nasıl bir eğitimsizlik, nasıl bir cehalettir bu. gelin ile kaynanaların kavgaları ve yıllar sonra buluşan kayıp kimselerin dramları bu kadar mı çekici gelir insanlara, bu insanların hayatları bu kadar mı boş ve macerasızdır, ne kadar yazıktır bir farkeden çıkmaz mı, o farkeden bu memlekette eğitimin ciddi bir kısmının bu ekranlardan geçtiğini görüp birşeyler yapmaz mı, reyting paraları uğruna yapmamak daha mı kolaydır, bilemiyorum.

BBG ve yetenek yarışmalarının o hezeyanlı dönemini atlattık, en azından buna sevinebilirim.

20071127

f

Derin bir gaflet, dalalet ve hatta kendime hiyanet içerisindeyim.

Düşüncesel kendimi rafların tozlarına kaldırdım, bir vakitler adanın birine düşsen yanına alacağın oniki şey ne olur diye sorduklarında farketme yeteneğim derkene yaklaşık bir aydır farkettiğim tek şey ne kadar boş beleş ve ofsaytta yaşadığım.

Bir sürü insan bilirim ki hayatlarını bu şekilde hiç düşünmeden, sorgulamadan, hayatlarına bakmadan geçirirler, bu da garip bir mutluluktur, düşünmemek hafifliktir nihayetinde. Ben tabii bu garip mutluluğun esiri oluverdim birazcık, akıllı adamlar böyle yapar, akıllı da demeyelim, pragmatist, tabii biraz da bencil. Ayağıma prangalar vurdum yani, bilerek, isteyerek.

Mesela bir oyun var, cm diye bilinir eskilerde, vay kamil sen de mi oynadın hocam, bu oyun pek bir vakit öldürüverir, zamanında hayatımızın sekiz bölü dokuzu da olmuştur. Şimdi ben hadi birşeyler yapayım dediğim pazar gününde mesela açıyorum bu oyunu, oooh 3 saat cm. Babam beşiktaş aşkım için derdi ki beşiktaş mı doyuracak senin karnını, haklı adam, cm oynamasak bu yazdıklarımız mı doyuracak karnımızı, yok vallahi.

Yaşlandıkça, az buz da değil 2yedisinden saat alıyorum ben, daha bir monoton insanlar oluveriyoruz, düşünmek bile böyle birşey aslında, herşeyi çok iyi bilmenin verdiği salakça bir duygu, öğrenecek ne kaldı, ne kalsın, kalmasın birşey. yaşa sen öyle mal gibi, yaşa çok yaşa inşallah.

20071121

f

şu karanlık, puslu, soğuk, çiseleyen, hafif rüzgarlı sabahlarda benim gibi garip çalışanlara uyuma izni verilmeli. hasta olmak gibi birşey çünkü bu..

20071119

f*

aslında aklımdan cümleler, elimden sigaralar, saatten zaman geçiyor ama aklımı başka bir yerde, ellerimi cebimde, saati eylülde bıraktığımdan yazamıyorum.

bu kadar çok yağmur yağdığı için yazamıyorum, sokaklar hep ıslak olduğu için aylaklığımı çaldığından, şemsiye taşıyanlara gıpta etmekten vakit bulamadığımdan, gece ile aram limoni olduğundan.

birimizin bu şehri beklemesi lazım dediğinden ve benim sonuna adam gibi kelimeler ekleyemediğimden yazamıyorum.

resimlerde iyi çıkmadığımdan, hiç resim yapamamış olduğumdan, resim ile fotoğraf arasındaki iki farkı bulamadığımdan, masanın üstüne biri bırakıp ikiyle beni çarptığından yazamıyorum.

dolabımı toplayamadığımdan, iyi bir şarkı bulamadığımdan, bulaşıkları yıkamadığımdan, bugün gülümsemedin diye yazamıyorum.

yeni rolüme adapte olmak için biraz kafamı dinlemediğimden, senaryoda birkaç yeri gereğinden fazla önemsediğinden, bu yapıma çok inandığımdan yazamıyorum.

hemen ardımdan fbi gelip delillere el koyar diye, maceraperest ruhum duruluverir diye, kötü insanlara birşey olmaz dedin diye yazamıyorum.

yer yer yersiz olduğumdan, topu taca atmaya olan meğilimden, nasıl olsa de'leri ayrı yazdığımdan, hala zihnimde çok sıradan bir insan olmak yattığından, çok sırası gelmediğinden yazamıyorum.

20071109

f

Ah yavrum, sen kıymetini bilmiyorsun seni sevmenin,

şimdi yüzümde portmantoya asılmış bir surat var ise senin yüzünden, cebimde üç beş kuruş yağmur varsa sayende, bir ile biri toplayabiliyorsam aklımdan ve çocukluğumun zihinden problemler’i seninle aynı anda geçebiliyorsa aynı aklımdan, aklım kaldıysa birazcık, aklım sende kaldığından.

İki kelimeyi yan yana koymak ne kadar zor bilmiyorsun sen.

İki kelimenin birini mavi kuşlar alır bir şarkının içinde, bir diğeri kamyonlar arkasında gider başka şehirlere, sana kalan bana kalmış sayılır bu savaşın içinde, sen yenik sayılırsan benim içim kıyılır ve cama başımı dayayıp elektrik direklerini saymaya çalışırım, hızlıca giden bir otobüsün orta yerinde.

Ve ben sana bir cümle daha kurmak istiyorum, pembe pancurları üzerinde j harfi olan bir ev belki de. komşularımız külümüz yerine bu harf ile meşgul, sen içeride birşeylerle ilgileniyorsun. Kapısını periler çalıyor aniden evimizin, açsam mı diye düşünüyorsun içinden, duyuyorum, bu periler diyorsun, çok oluyor bazen. periler gelip sigara içiyor rüyalarında, periler gelip yanıbaşıma oturuyor benim, periler bir cümle daha söyleyecek bana, hepsi senin hakkında.

Sen uzayan saçlarına alışamıyorsun bir türlü. Bazen fazla geliyor bu kadar sevmek, sana, bana, bize. bu kadar sevmek bu hayatta birşeyler sormak demek, sorsana, hangi denklemin içine koyabilirsin kendini. z’nin tersini düzünü alıyorsun her bakışınla, ne lazımdı, söyle verelim, kaç ordu görmek istiyorsun karşında silahlarını aldığın, çağıralım gelsin periler istersen, istersen çocukluğum gelsin bir yerlerden, istersen sana söylenmemiş sana ait cümleler, sorsana.

Bir soru daha sorsana. .

20071106

f*


Yağmurlu günlerde sokaklar evlere saklanır, ağaçlar bir kuytu bulurlar kendilerine, roman kahramanları sigara içer sıcak iklimlerde, şemsiyeler kayıp taklidi yapar gazetenin üçüncü sayfa ilanlarında ve ben senden başka yazacak kelime bulamam; yağmur kulağıma birşey söylemez, periler gelmez ıslanırız diye, öyle işte..


20071030

f

nihayetinde yeni bir hikaye yazabildim, isteyen varsa şu sağdaki linkten girip bakabilir ama daha draft, biraz daha oynarım belki üstünde, bilemedim, çok uykum var, cidden.

20071029

f

bu memleketin içinde bulunduğu durum mu yoksa memleketimin insan manzaraları mı beni endişelendiriyor, gecenin bu saatinde anlayamadım.

artık yeni adetimiz heryere bayraklar asmak, böyle yapınca terörü prostesto etmiş oluyoruz; facebukunda profilini bayrakla değiştirmek farz, kuzey ırak'a girelim demek vacip, girmişken musul ile kerkülü de alalım demek sünnet, hatta yeni illerimizin plaka kodları bile hazır. kaç askerimizi bırakacağız o topraklarda düşünmek yersiz, birkaç ay evvel "önce içeridekileri temizlemeliyiz" diyen bir başbakana içeridekiler bitti mi demek boş bir soru.

vatanı sevmek bunlar oluverdi birden, bunlara uymamak da vatanı sevmemek.

bir grup arkadaşıma bir konserle alakalı bir mail atıyorum, içlerinden bir tanesi, ki en az okuyanı, diyor ki: "gelen şehit mesajlarından sonra böyle birşey alınca şaşırdım". böyle bir cevap alınca ben de şaşırıyorum, çünkü biliyorum ki benden daha önde gidecek konsere, kaldı ki konsere gidince saygısızlık yapmış olabilme ihtimalimiz var, bu sıralar herşey saygı ve sızlık üzerine.

bir milliyetçiliktir gidiyor, şehitlerimize üzülmek, birşeyler yapılmasını istemek hepimizin hakkı, terörü tabii ki protesto etmeliyiz ama sakin ve usturuplu, şu aşağıdaki haber beni endişelendiriyor, biz kendi insanlarımıza afrikalısına da kürdüne de türküne de saygılı olmazsak yarın nasıl bir memlekette hangi milliyetle yaşamayı düşünüyoruz.

"Bursa'da sahipleri Mardinli diye mağaza yağmalandı. Ayvalık'ta, ataları Afrika'dan gelenler bile hedef oldu. Parti binaları taşlandı. Muğla'da tinerci adam bıçakladı, ülkücüler Doğululara saldırdı"

bu yazıyı yazarken çok düşündüm, düşündüm çünkü gelebilecek ve cevaplamayacağım birkaç tepki ile uğraşmak istemedim. şimdi okuyorsunuz çünkü yazmazsam içimde kalacaktı, hem belki başka birşey okuyan başka biri başka birşey düşünürse bu beni sevindirir.

20071026

deli

Eskiden etrafta ne kadar çok deli vardı, ananemlerin mahallesinde (anane nasıl yazılır acaba çok düzgün bir insan olsan) köşede deli ayten ile ziya otururdu mesela. Aslında ikisi de cidden deli ama garip bir şekilde kendilerine bakabiliyorlar, yemek falan yapıyor ayten, adam da kapıdan geçenlere bağırıyor, yaşayıp giderlerdi. Ziya her sene bağıra bağıra evlerini boyardı, her sene ama, tabii renkli kişilikleri boyaya da yansırdı, mor mu istersin, siyah mı, cart yeşil mi.. ayten kapısının önünü sulardı her akşamüstü, sulamak dediğim bayağı mahalleyi sel götürüyor, siz anlayın. Büyüyünce anlatmışlardı, aslında aytenin ablası çok zenginmiş ama almanyadaymış, bakkala her ay para gönderiyormuş istediklerini alsınlar diye, öyle geçiniyorlarmış yani. Tabii etraftan taş bulup kaldırımla kale yapan biz türk gençlerine de çok bağırdı ayten, taşla kovaladığı da bakidir. Hey gidi günler..

Bakıyorum da, gerçi baktığım yerler hep fanus, etrafta eskisi kadar deli yok, deli demek ne kadar o insanların özürlerini rencide edici gelse de bana kalırsa harika birşey. delidir ne yapsa yeridir yani, deli deli kulakları küpeli, bi de missilence demişti ki deli deliyi görünce değneğini saklarmış, ahahha, valla bu kadar laf bile eskiden ne kadar çok olduklarını gösterir. Herhalde şimdi ilaçlar, hastaneler, falan kurtardık sanıyoruz o insanları, bok var ya, biz kurtulduk, şu halimize bak.

Acaba ne oldu ayten ile ziyaya, merak ettim. Pek de severlerdi birbirlerini, kavga ederler ama sonra hemen barışırlardı. Deli gibi sevmek dedikleri bu olsa gerek.

20071023

f

Bir kitabın 18.7 sayfası, biraz kafa karışıklığı, biraz kırgınlık, herşeyin birazından, israf olmasın çektiğimiz acılar, mutlu olmak biraz, biraz vaktimiz var.

Bir kitap sayfalarını kaybetmiş, elinden annesi tutup parka götürmüş sonra, oyna demiş sen biraz burada, sonra oyuncakçıya uğrayıp sana yeni kelimeler alırız, kadın gülümsemiş ama naif, sanki başka şeyler biliyormuş gibi ya da yalnızca daha fazla şey bilenlerin verdiği gizli bir teselli, naif, bir kitabın 1.87 sayfası, ilk paragraf, son cümle, son’ra geri dönmüşler, sehpanın üzerinde öylece durmuş kitap, sayfalarının üstünde ise kayıp bir yağmur, ama naif.

Bir kitap bir şarkı dinlemiş bir gün, benim hiç böyle bir cümlem olmadı diye hayıflanmış, ah ne tanıdık bir yokluk, oysa sana neler anlatmak isterdim ben, bir kitabın 1.8.7 sayfası, kaç kelime sığar biraz sıkışık yazsan, biraz da sen anlatsana ne olursun, ne olursun sen, hangi kahramana benzersin isminin yalın halinde, aklın kaçıp gitmek isteyince ne yaparsın, hangi kırtasiyeden alıyorsun o noktaları, anlatsana, biraz vaktimiz var.

Bir kitabın iki tarafı denizlerle çevrili, iki deniz arasındaki en kısa yol bir virgül ve hiç anlamamış virgülün kaç gram farkı var noktadan, bir son ile devam edip kalmak bu kadar kolay olmamış hiç bir hikayesinde, bir kitabın 18’yedi sayfası, rakamla yazıyla anlamış tüm olanları, kendini kandırmaktan iki kere kapatmış sayfalarını, her yeniden başladığında bittiğinin altını çizmiş kurşun kalemle, bir sigara yakmış biraz, biraz ama, biraz vaktimiz var.

(okuduğumuzu anladık mı, anladık, gel gözlerimde dinlen. .)

20071021

f

bir haftadan fazla olmuş yazmayalı. bu bir hafta içerisinde çok işsel bir hafta geçirdim.

şimdi düşündüm düşündüm yazacak birşey bulamadım. sabahtan beri çalışıyorum pazar pazar, yorgunum bitkinim. ama yarın belki de öbürgün ama kesin bu iki gün içinde çok pis bir dönüş yapacağım. mim olayını anladım, eskiden sobeydi o. ona da cevap verebilirim, ne yapacağım hiç belli değil.

şu sağdaki resim pek güzel oldu.

yorgunum ben.

20071012

f

sanırsam bugün beynimi ciddi anlamda 15-20 dakika falan kullandım. sabah saat birde kalktım, üçte çarşıdan oyun aldım, belirli aralıklarla olmak üzere de sabah 3e kadar oynadım.

bu kadar. beyin yoksa ne yazmamı bekliyorsunuz okuyucu.

iyi bayramlar :-)

20071009

f

Çocukluğumun yaz gecesi akşamlarında, ki o yaz günleri nedense hep rüzgarlı olur ve denize gitmek için bütün misketlerinden vazgeçebilecek kadar istekli bir sekiz yaşını kırardı, işte biz o akşamlarda kordon denilen yerden dönerken tahta bir köprüden geçerdik. O tahta köprünün kollarında elimi sürüyerek yürürken içimde hep bir korku olurdu, kıymık batarsa diye; yıllarca insanları taşımış eski bir köprünün hazin intikamı ya da istemeyerek canını acıtması birisinin.

Lakin çok sonra anlayacaktım ki bazı korkulardan kaçmamak daha bir zevkli, daha bir maceraperest ve şimdi farkediyorum ki çocuk olmak bu yaşta böyle birşey demek.

Şimdi ise günler birbiri ardına, birbirine benzeyerek geçip gidiyor. Geçmek, gitmek hep sevdiğimiz eylül fiilleri, eylül sarı yapraklarını bırakıp gitmiş, ben bir şehirden diğerine sürüklenmişim, yerde yapraklar görmüşüm başka hayatların kentinde, başka bir şair yazamadığım şiirleri yazmış aynı saatin gecesinde, saatim en olmayacak yerde durmuş, durup sana bakakalmışım birkaç saniye, dakika, altmış, oniki, gün ve bir mevsim.

Sonra gençliğimizin fii tarihinde siyah bir tişört üstüne kaban geçirip yürürdüm, tek başıma, o vakitler asi ruhumuz severdi böyle şeyleri, yürü yürü yürümek, aklımda biniki düşünce, aklıma senin eskizin düşünce, aklımı yerlerden toplayarak yürürdüm, belki de sol ayağımın iki metrede acıması şimdi ondan, kim bilir, sana sorsam sen bilir misin, sen anlatabilir misin bana gizli tarihimin hafife alınabilecek mısralarını, hafif ağır tüy siklet bir geçmiş, geçmiş mi geçip gitmiş.

Bir paragraf daha var yazılması gereken, sonuna koyulacak noktalar, hani bazen birşey olur ya sizin hayatınızda da olan, hani yazsam buraya vay be ne çok benziyor diyeceğiniz, bir paragraf daha var, onüçdört kelimelik birşeyler, onüç yaşınıza ait dörtlü birşeyler, sizin de başınıza gelivermiş birşeyler, gelir ya öyle şeyler insanın başına,

Gelir
Geçer
Gider.

20071008

f

pek adetim değildir ama güzel bir yazı gördüm, en azından ilk defa bir camia denirse blogger camiasında ucundan da olsa politik birşeyler.
başka başka şeyler yazacaktım ama bu yazıya bir sayfa yorum yazınca pek kelimem kalmadı. şunu diyeceğim, kendi kardeşim de başta olmak üzere bütün gençlere aslında, nihayetinde 27'sinden gün alıyorum, bu kadar diyebilirim herhalde.
okuyun, ne bulursanız okuyun, ayırt etmeden okuyun, bir değil birden fazla gazete okuyun, tarih kitapları okuyun, politika okuyun, ama okuyun.
bu msn, facebook, internet, kızlar, erkekler, çıkmalar, aşklar, dedikodular, televizyon güzel şeyler, çok da güzel vakit öldürtür adama, ama suyu çıkıyor bakıyorum, kaptırmış giden bir güruh var. pek de hayırlı bir gidiş değil bu.
nacizane bir tavsiye olsun bu.

20071006

f1

Tanımadığım bir şehrin köşebaşında birşeyler içiyorum, tek başımayım, bahçesi olan barımsı birşey düşünün, kapının hemen girişinde masamsı şeyin taburesine beni koyun, bir de elime bira verin, uzaktan bakın şimdi, oldu.

Bi tane garson kız var, sağa sola koşuyor, her seferinde düşürecek kadar bardağı alıyor ama hiçbir seferinde düşürmüyor, fakat pek de gülümserek, kimi insanlarda olur ya ister istemez gülümserler, bu kız da onlardan, şeker birşey yani. Sigara da içiyormuş, bir ara boşluk buldu hemen yaktı, yaktı ama içirmediler, birisi bardan çağırdı.

işte o saniyede entrasan birşey oldu. Kız sigarasını kocaman bir saksının üstüne kültablası gibi bıraktı, içeri gitti, geri gelip kaldığı yerden devam etti. Bu çok entrasan birşey değil ama dünyanın başka bir kentinde, patenti tamamen bana ait gibi gelen bu hareketi, sıradan bir şeymiş gibi yapan başka birisini görmek garibime geldi, mağazaların vitrinine elimde sigara ile bakarken içeriye girmem gerektiğinde sigaramı kaldırımın usturuplu bir yerine bıraktığımı görse garson kız da şaşırırdı.

Şimdi bu hareketi yapan on kişi daha çıkarsa biz garson kızla beraber şaşırırız.

Anı bu, zaten anı olsun diye yaşadım, garip ama, kıza çaktırmadım tabii.

20071002

f-sağ sol

dün gece bu camiadaki ünlü blogger arkadaşlardan birine sinsice senin günde kaç unique visitor'un var diye sordum, çok karizmatik olduğum için ben bööle visitor falan bakmam, beni sevmeyeni ben hiç sevmem gibi bir durum, o yüzden sinsice sordum. bana dediği rakamın kabaca ve nazikçe benim 5 katım olduğunu farkedince çaktırmadım ama dedim ki vay annem vay, yaz babam yaz, bi müslüman okumasın. bu duruma içlendiğimi düşünen bayan blogger arkadaş teselli ikramiyesi olarak bana dedi ki: " senin kemikleşmiş bir kadın okuyucu kitlen var"

bu şimdi neresinden bakarsan bak entrasan bir durum. kendimi on saniye boyunca tiksindiğim tunakermitçi gibi hissettim, bir on saniye duvara baktım, bir on saniye durum değerlendirmesi yaptım ve dedim ki ne bekliyordun coni, sonuç 22.4 litre. yazarsan öyle kuşlar, ağaçlar, olacağı budur. zaten bu kemikleşmiş kelimesi başlı başına bir cümle, düşündüm, bildiğim birkaç tane arkadaş var böyle yakından takip eden ama diğerleriyle istatistiklerden "no referring link" olarak tanışıyoruz, beni de onlar var etti, hepsi benim evladım, hiç birini birinden ayıramam.

iyi güzel de, beni erkek adam hiç mi okumaz, romantik prens olma yolunda ciddi adımlarla ilerliyorsam bunu ben de bileyim, melankolik kızlar dışında giren bayanlar da başka blog mu yok, ne gireceğim bir daha diyorsa ben ne yaparım daniel?

türbülansa girmiş bir uçakta topkekini bekleyen yolcu gibiyim, göz kırpıkı efektiyim.

20071001

f

Senin gözlerinde bir cinayet var bebeğim. Bir aşkı öldürmenin sessiz sakinliği, tüm deliller saklanmış halının altına, mevsimlerden deniz seçilmiş fon olarak, kendine kısa bir not bırakmışsın, aynanın üzerine, kendine en fazla baktığın yere, “masumsun” yazmışsın.

Senin ellerinde kayıp bir şehir var bebeğim. Sokakları elinle koymuş gibi buluyorsun, harita metot defterine çizmişsin dersin arasında, taş bir evin önünden geçiyorsun biraz üzgün, saklı mektuplar asıyor balkona kadınlar, balığa kenar bir iskele kondurmuşsun, onlara bakıyorsun gülümseyerek, yürüyorsun, ellerin beyaz, ellerini tuttuğum vakitler mazi, aklına geliyorsun kendimizin, gitmesen, oysa o şehir daha güzel, kaybolmak sıkı bir macera filmi, anlıyoruz, anlıyorum, bir şehir, ellerin, ellerinle çizmişsin, gitmek için.

Senin saçlarında benim ellerim var bebeğim. Yeni uyanmışsın daha, yastık muzdarip, yastığa kokun sinmiş belli ki, habersizsin, saçına bir toka arıyorsun komidinin üstünde, bir filmin ilk sahnesi gibi geliyorsun aklıma, yavaş bir şarkı eşliğinde mutfağa yürüyorsun, saçların dağınık, tokan cebimde kalmış çünkü, cebimdeki üç beş kuruşun ortalaması ile ikimizi almışım iki kere, biri bana, biri kuşların, kalanıyla sana bir toka.

Senin mecburiyetin bir yağmur bebeğim. İki nokta arasındaki en kısa mesafede gidip geliyorsun, ne yapacağını bilemezken kendine haddini bildiriyorsun; oysa, bir yağmur temize çekecek bütün sevdiğin aşk şiirlerini, bir yağmurda ıslanmayacaksın sen, kaçacaksın, kaçtıkça peşinden gelecek eylül, başına koyduğun son’ların intikamı alınacak senden, böyle olsun istemeyeceğim içimden, mevzu bahis sen olunca ikiye sıfır veren tüm bahisleri kazanacağım, istemeden.

bir yağmur, beklediğin bir yağmur akıp gidecek içinden ve gözlerin bir cinayete tanık, ve ellerine bakamayacaksın kederinden, ve saçların sana kızacak benden fazla, ve bir yağmur seni benden alacak, biliyorsun.

20070927

f

lan top ercü, sana milyonların huzurunda sesleniyorum, unuttun buraları, napıyorsun bi haber et.

gözlerinden öpüyorum seni top seni..

f0f

çok değerli okuyucu, dün benim doğumgünümdü, lan hasan çok garip, yüz kişi aradı mesaj falan attı, abarttım, ama beni bu kadar insan aramaz normalde, sallamam çünkü ben doğumgünü falan. bi garip sevindirik oldum, hadi sana itiraf da edeyim. zaten giderekten toplumcu sevecen bir insan oluvericem gibime geliyor, herşeyin hayırlısı, artık 27 yaşımdan gün alıyorum, aldım verdim bi boka bazen benziyorsun hayat. ya hasan işte böyle..

sonra eski patronumuzun yeni bebeğini görmeye gittik, 10 günlük bişey, mintrik, el kadar, biraz hallice, esniyor, görsen pek bir birşey, bilemedim, çok güzel birşey ama. insanın çocuk yapası geliyor. benim çocuğum olsa öyle herkesin kucağına falan vermem, öptürmem, oynatmam, gitsin kendileri de yapsın, bir yerine birşey olur diye korkarım. işe falan da gidemem lakin öğrendim ki şirketler yalnızca üç gün izin veriyormuş babalara, ayıp be..

bu kadar, başka da birşey olmadı zati, daha ne olsun, birgünde bu kadar olay, yaşlandım ben. olmaz..

20070924

f-

evin içerisinde uçuşan birşey var, kelebek desen değil, koza, güve gibi bir sürü isim de denedim ama bulamadım, belki içlerinden c şıkkı, bilinmez. yine de kelebek diyeceğim, böylesi hepimiz için daha güzel.

bütün gece, okuduğum gazeteden başımı kaldırdıkça düşündüm ki bir kelebek ne yer?

hani beslesek, bizim evimizin kelebeği olsa, umursamaz umursamaz uçsa öyle, televizyonun önünden geçse, sehpanın üzerinde durup soluklansa biraz, duvarda asılı durup nasıl durduğuna kendi bile şaşırsa. bi isim taksak sonra ona, çağırınca öbür odadan gelse, fazla yüz vermeden bi gösterip kendini işinin başına geri dönse.

sonra bigün yavruları olsa, aile olsalar yani en afillisinden, torunlarımız gibi. arada bir balkondan çıkıp gezmeye gitseler, geri dönseler ama sonra, geleceklerini bildiğimiz için kapıları kapatmasak biz de. komşuları da bize gelseler, eee daha daha nasılsınız deseler birbirlerine, eee siz nasılsınız, havalar da pek soğudu, nasıl geçecek bu kış bilemiyoruz, hayırlısı.

iyi okullara gönderseler çocuklarını, gelip bana danışsa hangisini seçelim diye, devlet okulu mu özel mi diye tartışsak, o kadar para verilir mi yahu, verilir desem, çocuklar önemlidir, gerekirse ben veririm. uçsa gitse yine.

fotoğraf çektirsek gülümseyerek, bir çerçevenin içinde yer alsak uzunca yıllar, tatile giderken ev size emanet desem, nasıl olsa artık yabancı değiliz. olmayan çiçeklerimizi sulasalar, missilence onlara da yemek yapsa arada..

iyi de, bütün gece düşündüm, bir kelebek ne yer ?

20070921

f-s

her yazının başına bir f, her kelimenin içine bir z veriyoruz tenzilattan. üç tane alana bir kelime bedava, zararına satıyoruz paragrafları, bir hikayeye bir masal, bir masala destansı bir aşk. gel vatandaş, batan güneşin malları bunlar, eylülün soğukcana akşamüstünde usul usul, kimseye çaktırmadan; çekim ekleri 3 kuruş, yapım ekleri altıdan gidiyor bu aralar, iyelik eklerimizi bir kişi toptan satın aldı, maalesef yardımcı olamıyoruz.

bire kadar oturana 12'e kadar uyumak standart donanım bizde, çeyrek kalaları yuvarlıyoruz tam saatlere, 5 dakika geç kalanlara genel af, birisini severken saniyelerin hesabını yapanlara rolexler 97 taksit, birisini sevemeyenlerden nakit alıyoruz hayatlarını, trink para. veresiye bile yazarız kıymetini bilenlere vaktin. vakit yarım yamalak, vakit içinde 12 geçen bir saat, vakit şık durmuyor takvimler içinde.

divanlarda uyuyakalanların üstünü örtüyoruz itinayla, çok kişiyseniz resminizi çekiyoruz bir kişi açıkta kalmasın diye, özel anlarınıza en uygun müzikleri buluyoruz geniş arşivimizden, neşeli, pop, caz, alaturka. 2919'a bir mesaj atarsanız falınıza bile bakarız, üç vakte kadar iyi bir havadis, 2 kere 2 ne yapsanız bir eder, sıfırlarınız doktordan satılık, temiz, pazarlık payı var, bekleriz.

maksat ayağınız alışsın, hizmet için buradayız biz.

20070920

f*a

yer bir bankanın hemen girişi, sağ tarafta müşteri yetkililerinden bir demet kadın, karşısında oturan ben. yüzde düşük bir faizle ihtiyaç kredisi alacağım, çok ihtiyacım var. bir şeyler soruyorum, kadın da cevap veriyor oysa kadın sormuyor ki kardeşim sen ne yapıyorsun dünyanın parasını kazanıp nasıl battın böyle, nezaketen sormuyor, yer bir bankanın hemen girişi olduğu için bankalar böyle absürd sorular sormuyor, mutlu musun diye de sormuyor mesela, onun gibi.

tam o sırada tam karşıda duran bir adam farkediyorum; güvenlik görevlisi, 45-50 yaşlarında, gözlüklü, beyaz saçlı, bir boyu uzun masamsı şeyin arkasında. kadın bir şeyler daha soruyor, cevaplar taklidi yapıp adamı düşünüyorum, benim iki katı yaşımda aldığı maaşı, bakmak zorunda olduğu insanları, canı sıkılıyor mudur acaba bütün gün. adam masamsı şeyinin yanında duran telefonun tozunu alıyor, başka yapabileceği bir şey yok çünkü, üzülüyorum çok haddimeymiş gibi. bir an hırsız olup hayatının bir gününe heyecan katayım istiyorum, zaten fakirim, ama vazgeçiyorum, ikimizin iyiliği için. şimdi ona benim hikayemi anlatsanız, neden o bankada olduğumu, anlamaz, kızar bana, anlatmayın.
diyeceğim şu ki, sahip olduğum şeylerin pek kıymetini bilmiyorum, sana söylüyorum kızım, sen anla ey genç nesil. şansla mı doğdum, aklımı mı kullandım, iyi okullarda eğitim mi aldım, manası yok. herşey para mıdır, ne kadar kazandığın ne harcadığın mıdır, değil tabii ki, bu yazının bir anafikri var mıdır, yok, adam mutlu mudur, bankacı soramadı ben sorayım, muhtemelen benden daha fazla.
gökten on elma düşse, aynı yere bakan bir kişi anlayacaktır bu mısralardan bir şey. nedense yazmak istedim, nedense içimde bir yer o adam için üzülüverdi birazcık, belki de ondan.

20070916

f*y

isveçli bir indie müzik grubunun babasının sözünü dinlemeyen asi solisti olmayı düşünüyorum, bundan sonraki hayatımda kimsenin ne işe yaradığını anlayamadığı bir adam olarak; saksıda yaşamak, gündüzlerimi aylak, gecelerimi part-time sarhoş geçirmek istiyorum. dakika on ikide sağdan gelen bir ortaya gelişine bir vuruşla ağlara gitmek niyetindeyim, yanlış alınmış aslında pek de üzerinde kafa yorulmamış bir kararın kurbanı gibi hissedeceğim bundan böyle, ikilemelerin orta yerinde geçen alakasız bir kelime gibi davranıp yadırgamayacağım kendimi, istisnaların kaideyi bozduğu bir ilişkinin ayrılık anı taklidini yapacağım, çok ciddi olacağım, biraz üzüntülü, biraz bipolar.

geri döndüğümde beni hayal meyal hatırlamanı rica ederim. çünkü kendimle masaya oturup masaya yumruğumu vuracağım, elim acıyacak, acısın, cillop gibi olacağım, randevusuna hep çeyrek saat geç kalanların kısa bir pişmanlığından üç yıl hapiste kalacağım, cezamı çekip çıkacağım, çıkıp bir silah bulacağım biryerlerden, önce sağımı sonra solumu sonra tekrar sağımı vuracağım, etrafta ne kadar ben varsa hepsine seni soracağım, resmin cüzdanımda olacak, peşinde olacağım anlayacağın, kendimi kaybettiğim yerde seni sora sora ikimizi bulacağım.

bir kitabın on üçüncü sayfasında zarfmışım gibi yapacağım, yüklemden sonra gireceğim salona, türlü sıfatlarımdan kurtulacağım, yazarımın adını beyaz lambaların altında itiraf etmeyeceğim, sigara olup yanıp sönüp duracağım, mi ile fa arasında bir yerde sol çilingiri, solcu bir pankartın tam ortasında, yeni bir defterin boş sayfasında, bir uçurtmanın ipinde, baharın son kısmında, eylülün yağmuru, sehpanın üstünde, öylece duracağım.

öylece duracağım.

20070915

şu de'leri ve da'ları ayrı yazın gözünüzü seveyim.
virgülleri de adam gibi yerlere koyun
sinir etmeyin adamı, hadi canlarım

20070912

f*

Benim bütün gömleklerim çizgili, pantolonlarım ütülenmiş iz bırakarak, kemerime fazladan bir delik açılmış tutsun diye, ellerinden, ayakkabım eskidi eskiyecek, eskici.

Her sabah bir devlet memuru gibi gidiyorum işe söylenerek, sen olmasan, yanında uyanamaz çalar saat, çoktan geç kalmış olurdu, eylül, yastık yorgan sen, bir ufak öpmek seni, iyi bir şarkı dinlemek gibi sabahın iyi saatte olsunlar bir vaktinde.

Bir sigara içsem, sigaram, kibritlerden çalınmış ufak bir kaçamak lakin rüzgarlara küs ve yıldızı hiç barışmamış seninle, masana koyduğun resmi saymazsak, birkiüç vakte bırakıyorum, böyle şeyler düşünmeyi.

Benim bütün senlerim gülümser, kolların sakin bir kasaba, eski zaman resimlerinden kalmış gözlerin, kızdığın vakit annem gelir aklıma, akıllanmamış çocukluğum yaramazlık yapar, ama bu kadarı hakkımdır, hakkım var, sana tapan memleketimde.

İçinden geçtiğimiz şehirlerde insancıklar yaşar sevgilim, iyi olduğunu düşündüğümüz kimseler, yaşlı teyzeler kapının önünde oturur, genç delikanlılar duvara yazı yazar, amcalar kahvede. Kırmızı bir ışıkta durunca bize bakarlar belki, arabanın içindeki insancıklar oluveririz, cinaslı bir kafiye, kimseciklerin aklına gelmeyecek bir hatıra, başka bir şehirde görüşmek üzere, esen kalırız.

Benim bütün gömleklerim çizgili ve senin yüzünde oltasına balık gelmiş bir gülümseme. .

20070910

e

eylül geliverir, kapıdaki davetsiz misafir, ani bir yağmur, ucundan kenarından yalnızlık, sonra şehirlerarası yollar, eylüle bir çay koy, içmez, acelesi var, sarı yapraklar, ağaçlı bir yolun taşları, hafif üşümek, keşke seni alsaydım yanıma hırka yerine, eylülün uykusu var, ağustosla kavga etmiş, biraz durgun, birazdan anlayacağız rüzgar, takvimin sol anahtarı eylül, kırık bir şarkı, sahipsiz bir masal, biraz gülüversene, olmaz, bi bildiği var, toprak kokusu, dalgalı deniz, dışarıda oturmayalım soğuk, insanlar kaçar, geçiyorduk uğramıştık zaten eylül, sen bize bakma, seni görünce cıs, içimizdeki bir yer, üstümde bir kırıklık var, dikkat etmek lazım, malum havalar, otursana eylül, bütün gün oturuyor zaten, yerinden kalkar, kasabanın kahvehanesi, falında kuşlar çıkmış, üç vakte kadar eylül, jeopolitik açıdan önemli, mütevazi ama bir o kadar, siyah birşey, sessiz, bilir ama söylemez, anlatsana eylül, olmaz, dinlesek ne değişecek, haklılığın hatıra defteri, sevgili eylül, eski bir arkadaş, hanidir görmemişsin, tam alışveriş yaparken rastlar, bir ara buluşalım eylül, aramaz, meşgul çünkü, daha gidecek kentler var, bekleyen insanlar, yaz bitti, öyle söyleme, arkandan ağlar, zaten ben bunları eylül olsun diye yaşadım, aklımdan bir sayı tutup, dokuz, bıraktım, şu tuzluğu uzatsana eylül, denizi değil, ve ara verilmemiş paragraflar, boşluk, kayıp, eylül.

hoşgeldin eylül, biz de seni bekliyorduk.

20070906

f

yazasım var ama ne hakkında yazacağımı bilememekteyim. beyaz sayfa sendromu gibi birşey icat edeyim mesela. şöyle ki az buçuk eli kalem tutan herkes beyaz birşey görünce üç beş kelime yazası gelir, lakin o ilk cümle çıkmaz, ya ekranla ya kağıtla uzun bakışmalar yaşanır, kesişmeler, düşünmeler, gidip yanına konuşamazsın gibi bir durum olur, hahayt, nasıl bağladım. neyse, bundan böyle bu işin bir ismi var işte "beyaz sayfa sendromu" , çok havalı. gidip arkadaşlarınıza, ananıza babanıza söyleyin, bende sendrom var falan diye ama anneye söylemeyin, doktora falan götürmek isteyebilir, posta gazetesindeki aşk doktoruna yaz yavrum diyebilir, olabilir böyle şeyler.

bir sonraki yazımızı eylül'e ayıracağız. eylül dünyanın en güzel 6. şeyi. ikincisi ise bengü'nün şarkısı, senin olmasını becerir gibiyim ama en soğuk yaz günündeyim demiş serdartaç, güzel yazmış valla.

insanın birşeyi özlemesi garip birşeymiş yahum. ben eskiden hiç özleme yeteneğim olmadığını düşünürdüm, öyle değilmiş. bazen gaza gelip bir saat falan özlüyorum, on dakika dinleniyorum, bi daha özlüyorum. hem özlemek kelimesinin içinde z harfi var, sempatik. içinde z geçen herşeyi seviyoruz.

dün dedi ki birisi, bi milyon dolarım olsa hayatta bi daha çalışmam, yarın emekli olurum, ohaa, yaş daha 30 emekli olurum diyor. kaldı ki missilence bilir bi milyon dolar bitiverir mazallah, o herşeyi biliyor, bi milyon dolar yetmez de mi hayatım, yok yok. ayrıca canın sıkılır, kahveye git git nereye kadar, sıkılırsın yahum, benim bi milyon dolarım yok zaten.

bu mudur, bu.

20070829

f5

Hafta içlerinde, hatta daha memursal bir tabirle izinli olduğum zamanlar dışında, eve erken gelince garip ve kaotik bir durum söz konusu oluyor. Çünkü ne yapacağımı bilemiyorum. Alışmadık dötde don durmazmış gibi hoş bir tabir sanırım böyle vakitler için birebir, ikiye iki.

Salı günü bir haftadır çalışmayan internetimi azimle uğraşarak gelip halledecek bir telekom yetkilisi amca buldum. Aradım, dedi ki sen kaçta evde oluyorsun, dedim ki kaçta olayım, dedi saat 5 gibi evde ol. Oldum. Amcayı beklemeye başladık. Bu ne yapacağını bilememe durumu hasıl olunca startvde yayınlanan bir kadınsal programı açtım ve o an dünyam değişti.

Genç bir adam eşinin sabah kalkınca yanında olmadığını, sonunda yalnızca iki defa evine gelen bir yakın arkadaşı ile kaçtığını öğrendiğini salak salak ekrana bakarak anlatıyor. Hadi bu amca bir niyetle anlatıyor fakat dinleyen 60 yaşlarında bana kalırsa canavar teyzeler de boş durmuyor, sorularıyla saldırıyor. “erkek adam nasıl farketmez” , “bu çocuk birşeyler saklıyor” gibi gibi. Bir müddet sonra iş çığırdan çıkıyor, adam diyor ki o gece alkol alıyorduk, allaaaaa, sıçtı, acaba eşiniz alkol yüzünden mi kaçtı, çok mu içiyorsunuz benzeri bir beş dakika yaşıyoruz. Sorgulamanın en sonunda adamın sosyal içici olduğuna hocalar eşliğinde kanaat getirildi de hepimiz rahatladık.

İşte tam o sırada efsane telekom amca kapıyı çaldı. bir hışımla geldi, merhaba genç dedi, nerede bunun kutusu. Birlikte aşağıya indik, amcaya telefon kutusunu gösterdim, tabureye çıktı, o an anladım ki amca işini yaşayarak yapıyor ve ne yaparsa kelime kelime sanki anlıyormuşum gibi anlatıyor: “ 10 numaranın jakını bağladım, tüh olmadı, 5 numarayı deneyelim, sizin sistem çok eski” tarzında herşeyi naklen dinliyoruz. Tbaii en bombası ise benden hala ismini bilmediğim bir alet isteyince oldu ki amca ben bilmiyorum deyince “yok artık, nasıl bilmezsin yiğidim, kaç yaşında adamsın” diye yanıtladı. Adam bilse ben ne kadar kifayetsiz bir insanım ağlayacak o ayrı.

İşte böyle, sonra internetimiz evimize geri geldi de rahat ettik ve işsiz güçsün bir saat 5 çayı böylece geçiverdi.

20070826

f

bilgisayar der ki 47 dakikalık şar(z)ım kaldı. televizyonda ise bin defa izlediğim ve memleketimize gelse astronomik rakamlar verip konserine gideceğim robbie williams konseri var, umarız ki bu bininci seferin birinde bizim danalar izler de ders alırlar.

ohhhh, 30 ağustosta gene çeşmeye gidicem ben, 3 gün daha yatalım bari, sonrası malum zati, iş iş iş. ağlamak yok, dedim çünkü kendime, yarın istifa etsen ne yapacaksın oğlum, oğlum dedim otur sen şöyle dedim, iki de çay söyledim kendimize, anlat bakalım, konuştuk düşündüm buldum ki hiçbirşey, e güzel kardeşim sen bu kadar malsan, bi tane yapacak iş bulamıyorsan, yok ben jet uçağımdan vazgeçmem diyorsan çalışırsın tabii seneler boyunca. neyseki seviyoruz şimdilik, severiz gibim de duruyor, hayırlısı, hep aynı şeyi saçmalıyorum, neyse kapattık konuyu.

bi de facebook die birşey icat etmiş gençler, bu şimdi entrasan birşey, yonja'yı bilir misin hasan, şimdi bu onun daha bir gelişmiş hali, aranızda alternatif tipler var ve bunlardan tiksiniyor olabilir, ben severim ama pek de bööle manyakı değilimdir, neyse, bunun gelişmişliği herkesten haberiniz oluyor, tuvalete gidince bile. bir de yonja gibi irenç tipler pek yok, en azından şimdilik, o da iyi. iki de uzun zamandan beri görmediğiniz arkadaşlarınızı falan buluyorsunuz, mesela bir ortaokul arkadaşım puldu beni.

silenzio esen bir odadan bildiriyor..

20070817

f- 0

bir A4 sayfası ne büyüktür, ne de küçük. Eline aldığın zaman rahatsız olmazsın, masanın üstünde dursa birşeyler karalamak istersin, yere düşse belli belirsiz kirlenecek diye üzülürsün. Resim de çizebilirsin, iyi bir yazı da şık durur, uçak bile yapabilirsin ya da cafcaflı bir gemi. Hangisi işine gelirse, iki bulut çizsen sonbahar olur, bir parça güneş neşeli bir yaz, yeşil renkli kalemin varsa en güzelinden ilkli bahar, sana kışlar uzak, sana kışlar gereksiz bir ayrıntı, sana karlar fazla beyaz; diğerleri yeter, kışı boşver, bende kalsın.

Bir sokak lambası fazla hayalperest, altında oturup sigara içebilirsin, dumanın ışık altında dağılmış, yoldan geçenler içlerinden el sallamış sana ve farketmeden lambaya; aklın uzakta bir sahilin sakin kasabasında, aklın bir sokak lambası aslında, yanar döner söner bir takvimin şahsına münhasır yalancısısın, eskisinden daha masumsun artık, içinden geçenler el sallamış sana ve farkedip oturduğun kaldırımdan kalkmışsın, nafile, nafile, lamba oracıkta bekler, bir daha görüşene kadar esen kalın.

Bu şehir yer yer, zaman zaman. Sıfatını kaybetmiş bir istanbul, zarflar içinde gitmemiş mektuplar, bir önceki cümlenin unutulmuş yüklemi, devrik bir zamir. Acelesi var, daha yapacak birçok şeyi, dilinin ucunda birçok şey, nezaketen ayrılamamış sevgilisinden, sırf kalbi kırılmasın diye, boğazında düğümlenip öylece kalmış. Pek hoşuna gitmemiş bu kadar sevilmek, onca şiirin kafiyesi yarım, yapacak birşey yok, ikinci el cinaslı şeyler yedi tepenin birinde saklı kalsın.

Bir sigara yarım yamalak kültablası, biteceğini anlamışsın daha başından, elin pek gitmek istememiş kibrite, yürüyüp gelmişsin şöyle bir, git gel, gel git, dayanamamışsın. Sana ve sigaraya zararlı yaptığın, bunu bilmek ne kötü, böyle olsun istemezdi kimse lakin yapacak birşey yok, içine çektiğin her saniye bitiyorsunuz yavaştan, içinden birşeyin havaya karıştığını görüyorsun, dursana, ne olursun dursana diyorsun kendine, bir nefes daha. Söylemem birşeyi değiştirmeyecek ama son sigaran o, bırak sende kalsın.

20070813

beb


bu şehirde, bu şehir istanbulda, bu istanbul şehrinde, şehrin en istanbul yerinde bebek diye bir yer var. ki ben sevmem öyle bir yere adledmeye kendimi, yanlış kullanılmış fiiller gibi, övünülecek birşey değil hiçbirşeye ait olamamak, ucundan azıcık kelime oyunu abisi, vallahi acımayacak, diyeceğim şu; bir pazar öğlesinde bebek, sahilde yürürsün istersen, parkta oturursun, kahvede gazete okursun çay içip, adaçayı da olur, su bile olur, iyi birşey bu, bebek iyi birşey. bu şehir istanbuldan gidersem bu bebeği özlerim ben diye düşündüm, pek başka birşeyi özlemem herhalde, pek iyi birşey değil bu.


oysa sevmek bazen kafa karıştırıcı, bilerek kaybetmek, kaybettiğini geri istemek kasadaki çocuktan, hesabı alabilir miyiz sorusunun bu kadar param yok yanıtı kimi vakitler, kimi vakitler sabaha karşı. sevmek garip bir iş, sabah sekiz akşamları dinlenmek yok, işimi seviyorum diyen insanların işi anlaşılan, müdürünün tüm hatalarını bildiği bir iş ama seni tutar belli ki, sana birşey demez yani, içinden der, dedim ya kafa karıştırıcı, karıştırdığın kadar sevdiğin birşey sevmek, aşkın cümle içindeki hali, aldım verdim ben sana yenildim, uzatılan mikrofona yenildik ama mutluyuz diyebilmek sanki, önümüzdeki maçlara bakacağız, baktık, baktık, kazanmanın kimseye faydası yok, biz oyunu seviyoruz.


sehpanın üzerinde tokan olduğu için seviyorum sanırım seni, bir oyuna benzediğin için sanırım ve o birkaç saniyede ufacık bir kız oluveriyorsun.

20070811

a

bu aşk denilen meret pis bir üçkağıtçı, kime göre neye göre basit bir yalancı..

yazık ki tüm hikayelerin sonu mutlu değil, sonu olan şeyler mutlu değil belli ki. son, ayrılıyoruz, bitti, buraya kadarmış, kolay cümleler değil. kapatın dağılıyoruz gibi, bendeki şeylerini yollarım sana, uğrar alırsın bir ara ya da hatıra olarak saklarım. bende bir sen vardı bir aralar, ağır bir sen, bana ait bir sen vardı, onu da alsana, alabiliyor musun, aşkın sen-den hali, olmamış ama, denemişiz ama olamamış, denemişiz en azından, iyi vakitlerimiz olmuş, çok sev(er)mişiz gibi olmuş, ol-mak bir ara senle beraber olmuş, biz olamamışız.

senin bildiğin en ikili cümle ben, benim sessiz sedasız kırık şarkılarım, ne ben okumuşum, ne sen duymuşsun aslında, aslında bir mağazanın indirim kısmında rastlamış iki yabancıymışız, aşk yalancı, aşk sahtekar, aşk vardı bir zamanlar.

sanırım uykulu olduğun zaman ilkokul çocuklarına benzediğin için seviyorum seni ve o birkaç saniyede beni ufacık öpüyorsun.

20070808

noope

bir maskeli balo içerisinde olmak eğlenceli birşey. bu resim 3 sene öncesinin merak edenlere. yazının geri kalanında yeni türkünün o parçasına referans vermeyeceğim, bu da merak edenlere. ne meraklı şeyleriz bizleriz, herşeyi merak ediyoruz, herşeyin ucundan bir bilmek hevesi, bilsek bazı şeyleri değiştirmek, bilsek birşey olacak sanki, bilmek ne büyük kötülük kıymetini bilene, bilmek en azından bir öznesini bekleyen fiil, bilmek iki ucu tehlikeli değnek, içi seni dışı beni yakar bir paradoks, bilmek aklının beş bölü üçüyle matematik almak bakkaldan, bilmek iyi kurgulanmış macera filmi..





anladık ki insan kolay kandırılabilir birşey, birkaç zaman sonra herşey rutin, herşey sıradan, herşey bilindik, bu yuvarlak çember, içindesin, dibine kadar çevresi 2xpi, çıksana, olmaz, alıştın artık, en güzelinden alıştın, alışkanlık yavaş bir ölüm biçimi, rahat bir intihar, temiz, suçlanacak kimse yok, geriye kalan mektubunu tahmin ettiğimiz için okumuyoruz sayın ölü, sayın ölü size en içten sevgilerimizi sunarız, bu idealist işler için yazılmış paragraftan anlıyoruz ki sizin cesaretiniz yok, düzenin müzmin bekçisi olarak yeni işinizde başarılar dileriz, amin..

daha ne yazılabilir ki..

20070805

araba, hafıza ve bizim çocuklar


bir insanın araba sahibi olması entrasan birşey. çünkü araba satın alabileceğiniz en büyük şey sanırım. ev gibi değil, ev alırsanız içine girer oturursunuz, koltuk için de aynı şey söylenebilir, abartalım arsa alın, en fazla gider üzerinde tepinirsiniz bu benim arsam diye. oysa araba hem pahalıdır, iki günde bir araba alınmaz, hem de en basitinden bir eşyadır, nasıl saçınızı taramak için tarağa ihtiyacınız var ise bir yere gitmek için de arabayı kullanırsınız. daha da garibi bu kadar para verdiğiniz bir eşyayı sokağın orta yerinde bırakırsınız, kitlersiniz falan ama hak getire.. sıradaki parçamız yeni araba kokusunu sevenler için regina spaktor söyler, "us"..

insan hafızası beni her zaman şaşırtmıştır, genelde şöyle işlemesi beklenir, yeni birşey öğrendikçe geçmişteki önemsiz şeyler silinir, çok da mantıklıdır ki yenilere yer açılsın. peki bu mantığın içerisinde biz neden ilhan iremi unutamayız, bu adam bize ne yapmıştır, bir konser çıkışı posterini görünce aaa ölmemiş dememizin sebebi nedir, bu adam çocukluğumuzun neresinde ne gibi kalıcı bir hasar bırakmış hatta patronumun "başka aklınıza takılan birşey var mı" diye sormasının ardından klasik bir espri ile "peki ilhan irem'e ne oldu?" diye sormama neden olmuştur. seyyal taner de böyledir, yoncimikin abone şarkısını hala ezbere söylebilmem de bunun gibidir, grup vitaminin fatoş almış orağını da ekleyerek biri beni durdursun diyorum.

bugün ağustos eylül taklidi yaptı. ahmakıslatan bir yağmura bakarken balkonda oturuyordum, anladım ki kapalı bir havada balkonda saksı taklidi yapabilirim ve bunu o kadar uzun yapabilirim ki komşular bile farkına varamaz. babam da böyle benim, onu da balkona koysan orada yaşayabilir. birşeyler okuruz, hava yağacak mı arada sırada kontrol ederiz, sandalye kıçımızı acıtınca ayağa kalkar balkon sınırları içinde bir tur atarız ama duruşumuzu bozmayız ailecek.

pazartesi sendorumunu anlıyorum da bu iş giderek salı sendromu, çarşamba korkusu diye yayılırsa o arkadaşlar için üzgün olduğumu düşünürüm. staj yapan gençlere ise bilahire başarılar diliyorum, yani bok varmış gibi bu sıcağın gözünde, vallahi anlamak mümkün değil.

sanırım su bardağını iki elinle tuttuğun zamanlar için seviyorum seni ve o birkaç saniyede gözlerini gözlerime değdiriyorsun.

20070804

a

Eski bir mahallenin ayakta zor duran evleri arasında geziniyorum. Yorgunuz, ben, evler, çocuklar, kapının önünde oturan teyzeler, işten dönen amcalar, o evlerin boyaları, merdivenler, yerdeki taşlar, köşedeki bakkal. Yorgunluk bir abidin resmi, nasıl varsa mutlu insanlar, onun gibi birşey. İyi çıkmamış bir fotoğrafın siyah beyazını da istemek gibi, birşeyleri beklemek hep, her ayın eylül olması gibi, bir yanın hep hüzünlü olması, yorgunuz.

Çoktan seçmeli bir yokluğun bir bardak çayını içiyoruz, kalkacağız birazdan, çok kalamıyoruz zaten, bekleyen şeyleri saatlerde zapt etmek zor çünkü, en iyisi siz bize gelin, öylesine söylemiyorum cidden gelin, pohaça yaparız size, sıcak börek, otururuz, birbirimizin hatrını sorarız, iyisiniz değil mi, iyiyiz inşallah, iyi miyiz?

Oysa sen şimdi karşımdaki divanda uyuyakalmışsın, uykun divanda kalmış, aklım senin aklının bir yerinde, uykundaki bir masalın içindeyiz. Oysa uyanıverirsin diye seni öpemiyorum, üşüdün mü acaba diye ikide bir bakıyorum sana, sesini kısıyorum hayatın rahatsız olma diye, seni uyandırmadan yanına uzanmanın cebir işlemlerini yapıyorum hesap makinesi kullanmadan. Uyuyakalmışsın, saçların yastığın üzerinde, vakit gecenin üçte ikisi, elimdeki senin geri kalanını düşünüyorum, öpemiyorum, uyanıverirsin. Zor birşey bu.

20070731

aa

Bazen yazacak bir kelime, üst üste konacak iki dört kelime bulamıyorum.

O kadar yetenekli değilim, o kadar görmüyorum hayat denilen şeyden, o kadar acı çekmiyorum, o kadar da farkında değilim anlaşılan, meşgulüm, yarım saat sonra geliyorum. Camın üstünde asılı bir bekletme kağıdıyım bu aralar, geliyorum, bir yere kadar gittim, hemen geliyorum, beklesenize..

Bir adam bir kadını çok sevmiş bir vakitler, o kadar çok sevmiş ki şaşırmışlar, ne yapacaklarını bilememişler, bilecekleri saate kadar dolanıp durmuşlar öylece. Masallarda olur böyle şeyler, hikaye deseniz sonu var derim, sonu olan şeyleri hangimiz sever ki zaten, demem o yüzden, masallarda denmez öyle şeyler, sus, ayıp, iki minik çocuğa anlatıyoruz aşkı, kocaman kadınların anlamadığı bir dilden ve neşeli bir oğlanın gülmesini sağlayacak kadar basit.

Aşk, üç kontenjanlı harfler topluluğu, neyi neden yaptığını bir türlü bilemeyen, üstüne kitaplar yazılmış aşk, mantık derslerinde sınıfta çakan aşk, iyi bir şarkının akla takılan nakaratı, on defa izlenen film, kapatıyoruz, haydi dağılın..

Nasıl olsa teker teker geri geleceksiniz, iki kişisniz topu topu, düşünürsünüz ara sıra, iki’lemelerin tekil halisiniz her halükarda, cin fikirli kafiyenin şinaslı uyumu, daha fazlasını vaat etmedik zaten, biliyorsunuz, biz size, ben sana hiç yalan söylemedim.

Dedim ya, bir ile biri toplarsan iki eder ancak, çarparsan yazık günah..
f

20070727

bozburun

Bozburun diye bir yerdeyiz, Bozburun nedir diye soranlar için c şıkkı şunu söylüyor, kimselerin bilmediği ufak bir sahil kasabası, toplam nüfus kasabanın sakinleri + temmuzun o takviminde tatile gelmiş olan 50 kişi, bu 50 kişinin bir kısmı da biziz. Ufak bir pansiyonumuz var, sabah akşam yemek çıkıyor; sabahları kahvealtıdan gol, akşamları balık balık rakı. Pansiyonun oğlu fırlama bir çocuk, at kuyruğu saçları, sorsan herşeyi anlatmaya hevesli, turist kızlarla çektirdiği fotoğrafları bile gösteriyor isterseniz, pek bir misafirperver. Sonra ismini şimdi hatırlayamadığım ama benim nedense kont dediğim bir köpek, şımarık daha 3-5-8 aylık, koz maça, yerinde duramıyor. deniz, doğa gibi şeylerden bahsetmenin manası yok herhalde, çok güzel olmasa gitmezdik zaten.

Öğlen gözleme yemeye gittiğimiz yerde bir amca var, hopdediks gibi bir amca, yalan değil, gidin görün, sağ sol yapa yapa yürüyor, pantolonu bir karış havada, bıyıkları var beyaz. Çay bahçesi işletiyor işte, ne yapsın, herkes tanıdık zaten etrafta, bir biz tanımadıkız, yabancıyız yani, herşeye yabancı, böyle bir memleket nasıl olur diye bakıyoruz etrafa. Peynirli gözlemelerin hesabını alırken amca diyor ki söğüt diye bir yer var burada, oraya gidin, çok güzel saç kavurmaları vardır, hemen beş dakika buraya.

Dedim ya sessiz sakin biryer, ne kadar olabilecekse değişiklik olsun, gidelim, gidiyoruz, lakin yol sormak gerekli, bir ağacın altında bekleyen dört yaşlı amca görüyoruz, bir ağacın altında öylece oturmuşlar, birşeylerden konuşuyorlar belli ki. Gülüyorum, ama bu yazılacak birşey değil, bir an onların arasına karışmak istediğim için, çok sevdiğim için böyle temiz kimselerin ağaç altı sohbetlerini, çocukluktan kalma, beni de alsalar arasına, Bozburun’da kalsam öylecek, buralara dönmesem hiç, döndük ne oldu, ne olacak.

Camı indiriyoruz, içimizden biri soruyor, amca söğüt nerede, nasıl gideriz? Dördü birden ayağa kalkıyor, görseniz hayat memat meselesi, parçalıyorlar kendilerini anlatacağım diye, eller kollar havada. Sonra içlerinden biri bütün o hayretle izlediğimiz karmaşanın arasında elindeki poşeti havaya kaldırıyor ve bağırıveriyor:

“ badem”

Badem satıyor amca, bizim gibi yoldan geçenlere belli ki, bir torba badem. O kadar tatlı ki, bütün o sözleri kesip, bütün o elleri kolların arasında, badem diyor. Diğer üçü beş dakikalık yolun tarifinde, o ise bademin, badem, daha önemli ne olabilir ki, ne olur olmasın.

Söğüt’e gidiyoruz, yarım saat yoldan sonra, hopdediks amca yanıltmış bizi, bir mahsuru yok tabii. Saç kavurmacıyı bulamıyoruz üstüne, Söğüt denilen yer birkaç çay bahçesi ve evden ibaret çünkü. Bir mahsuru yok dedim ya, geri dönüyoruz.

Dönüşte bizim amcalar hala oturuyor ve araba yakınlaşınca muhteşem dörtlünün içlerinden az önceki ayağa kalkıyor:

“ badem”

Hayatın sırrını arayan arkadaşlar bence bir daha okusun, okuma bilmeyenler sorar ise tek bir kelime yeterli: badem..

Ortaçgil’in şarkısında Bozburun için dediği gibi: içim kıpır kıpır / deniz kıpırtısız

20070726

fa

Yalancıktan sevilmiş sigaralar gibi, söneceğini biliyorsun, içmesen daha iyi aslında, duramıyorsun, karşıdan karşıya geçmeye çalışan güzel hayaller, önce bir nefes sonra yemekten sonra, sonra alışkanlık ve kültablası. İnsan kibritleri sevemiyor yalnızca, kibrit kıskanç bir sevgili, artık anlıyorum.

Oysa mizahtan anlar hayat, eşeğini kaybettirip bulduruşu da o yüzden, seni eşek yerine koyuşu da zaman zaman, yersen. Olan biten; iki geri bir ileri mehter marşı, çocuksun daha, yaşın kaç olursa olsun bakkalın rafında gördüğü herşeyi isteyen bir çocuk, annesinin tek kızı belki, babasının gözbebeği. Dokunmasan bile ağlayacak, öylesine, maksat ağlamak olsun, masum.

Kendini kaybetmiş ve ne anlattığı paragraf altı edilmiş bir cümleler dizisi bu yazı. Bu yazıda yazar, eğer sorarlarsa, pek birşey anlatmıyor dersin, anlatacak pek birşeyi kalmamış, imla kurallarına uygun olsun diye yazmış hepsini, virgül hesabı, noktayı düşünmeden, durduğun heryer sol anahtarı, olmadı, baştan başlıyoruz.

Uyumak gibi birşey, uyku mağmurluğu gibi, güzel şeyler görmüşsün rüyanda, karşıya geçebilmiş hayaller, yastığın soğuk yüzünü çevirmişsin defalarca, yalancıktan. Yataktan kalkıp su almaya gitmek ile sol tarafa dönüp devam etmek arasında kalmışsın, kalakalmışsın, lakin kalakalmak o büyüdüğün küçüçük yaşında eskisi kadar korkutucu değil, geçer diyorsun, geçmiş çünkü bir sürü şey, şeylerin dünyasında olur böyle şeyler, şeyler geçip giderler, birşeycik olmaz, uyanmışsın.

20070725

buka

insan oğlu bukalemun misali, geçen hafta bu saatler tatilsel işlerin orta yerinde ve onun daha da ortasında derin bir uykudayken şimdi ofiste ciddi işler peşinde koşuyoruz. şort ve terlik yerini pantalon ve gömleğe bırakırken günde on saat yatarak gazete kitap okumalarda yalan oluverdi. alışıyoruz tabii, o yüzden ofis ortamına uyum gösteren bukalemunlarız zaten, pazartesi faciaydı, dün biraz daha iyi, bir ay sonra sorduklarında yok canım ben tatile falan gitmedim diyeceğim. bu mudur, bu olabilir..

insan oğlu kuş misali, bunu otobüsler için söylerdik vakti zamanında, sabah bir yerdesin akşam bir yerde. oysam uçaklarda kuş değil de uzay yolunda ışınlanmış mr. spock müsvettesiyiz. müsvette kağıtları vardı saman kağıttan, sarı, her an yırtılabilecek kadar narin, kalemin ucu içine takılıp giriverir, öyle işte, nereden aklıma geldiyse.

lakin mutluluk bazen tanımlanamayacak kadar basit, bazen bulunamayacak kadar uzak, bazen neşeli bir şarkı, bazen uzun bir yol, bazen orada, bazen burada olmak. yazamadığım hikayenin başını aşağıya kopyalayayım bari de belki bir müslüman birkaç cümle ekler.

"1967 yılının soğuk bir ocak gününde, hatta birazdan kararacak havanın saat dört sularında, esrarengiz bir adam olarak kaldırımda yürümedim, siyah bir paltom yoktu, evde beni bekleyen birileri yoktu, bir sevgilim, karım, çocuğum yoktu. Bir sigara yakmadım, sigaraya yeniden başlayacağımı bilmek ne kötü, bir sigara almak için yanından geçtiğim şen bakkaliyesi’ne girmedim oysa, gidiyordum, buralardan, iki sene ondört günün geçtiği bu kasabadan, gidiyordum ve bir sigara yakmadım. "

20070722

f*-

bundan sonra tatil dönüşlerimi seçim olduğu günlere getireceğim. hiçbirşey anlamadım çünkü, ne bitti ne başlıyor, baskın da olmayacak mecliste, hayırlısı herbirşeyin artık.

fekat yediklerim içtiklerim benim olsun, böyle teker teker şunu yaptık bunu yaptık da yazmayacağım tabii ki genç kızlar gibi ama, en bir süper tatilimi geride bıraktığımı belirtmek isterim; aksiyon, kafa dinleme, sebaha kadar dens, gün görmedik denizler, bu kısımda erol evginden işte öyle birşey isimli parçayı arka plana koyabilirsiniz.

bu 15 gün boyunca, şu bitmekte olan talihsiz pazar gününe kadar bilgisayarımı bir kere açmadım, işi hiç aklıma getirmedim, maillerime hiiç bakmadım. mutluyum, gururluyum, babalar gibi tatil yapıp herşeyden uzakta kaldım, öğrencilikten geçmiş çalışan arkadişlerime da tavsiye ederim. sanırsınız ki bir aydır burada yoktum çünkü.

yarın sabah onca aradan sonra yeniden erkenden uyanacağım, herhalde bütün işin en can sıkıcı kısmı bu, püff diye bir terim var ya, ondan bir demet.

neyse, artık daha bir yazar olacağım, öyle karar verdim tatilde, bir de sigarayı bıraktım, tam öyle değil ama bayağı bir bırakır gibi oldum, bu macerayı da anlatırım.

20070705

f

o mutlu gün geldi çattı, silenzio tatil için on dakika sonra yola koyulacak. bu işler böyle, çalışırsın, çalışırsın, hopicik tatil sonra.

sonrası dönüşte..

20070625

f-r

geçen hafta 400 sayfa röportaj okumuş bir adam olarak uzunca bir müddet bütün monologlarımı röportaj gibi yaptm. zaten bu röportaj olayına hastayımdır, bir sürü kimseye de yap dedim ama sonuç pısır.bu durumda iş başa düştü, kendim pişirip kendim yedim, R-

R- nasıl başladı bu blog işi?
S- mtlda dedi ki bak benim böyle bir sitem var, yazıyorum arada. dedim ki benim neden yok?
R- pek gündelik hayatından bahsetmiyorsun ama?
S- vallahi böyle gündelik şeyleri yazmam gibi bir derdim yok lakin gündelik hayatımda iş dışında pek birşey olmadığından, insanlarla olan ilişkimi de buraya yazmayı saçma bulduğumdan yazmıyorum.
R- daha fazla tespitsel şeyler oluyor zaten?
S- doğrudur, bunları bulmak mesele zaten diye düşünüyorum, birisi okurken birşeyine benzetsin, bunu ben de gördüm ama adam yazmış desin, bir dahaki sefere dikkat etsin, aynı aşksal şeyi hissetsin bu yani.
R- aşk deyince; o eski yazılar gitti, missilence yüzünden mi bu durum?
S- evet, o yazıları yazmayı sevsem de o yazılardaki biri yanıma gelince o zaman daha gerçeksi şeyleri yazıyorum. bir de galiba içinde aşk geçen bir yazının hüzünlü olması lazım, elinde o yoksa yazamıyorsun.
R- daha az yazıyorsun, bu neden peki?
S- bunun işle alakası var, son zamanlarda pek yoğunum, tabii bir de vaktin çok kısmını başka şeylere ayırır olduk.
R- commentlere de bir cevap yazmıyorsun, kötü davranıyorsun insanlara?
S- kötü davranırım denemez ama, çok da iyi davranmıyorum, sıradan bir dille sen çok güzel yazıyorsun diyenleri sallamıyorum sadece. normalde bunlara cevap yazıp teşekkür de edebilirim, onu yapmıyorum, içimden ediyorum, hoşuma gidiyor tabii. ama yazdıklarıma birşey ekleyen, geliştiren birisi olunca onları pek seviyorum.
R- beğenilmek hoşuna gidiyor yani?
S- tabii ki, yoksa kendim için yazarım, kimseye göstermem ama bu beğeninin de şekilleri var dediğim gibi.
R- stat'lara da vakıyorsun öyleyse?
S- bakıyorum tabii ki.. (burada silenzio gülüyor)
R- kimleri başarılı buluyorsun blog camiasında?
S- o29ur büyük bir yetenek, jelatin okurum arada, bitkisel hayat diye birisi var onu da severim, çoğunlukla öyle geziyorum aralarında, onların linklerine falan bakıyorum, skkd de iyidir bak.
R- ama sen link vermiyorsun çok fazla.
S- uğraşmıyorum dyelim, yazıyorum çıkıyorum.
R- teşekkür ederiz..
S- yine bekleriz..

silenzio'ya bu keyifli sohbet için teşekkür edip ayrılıyoruz..

20070622

yaz-f

Yaz demek o eski kasabadaki eski bir mahallede kapının önü demekti. Rahmetli büyükannemin bir köşede şiltesiyle oturduğu bir akşamüstünde güneşin geri gitmeye çalıştığı gölgelikti yaz. İşten evlerine dönen o insanların dinleneceği bir zamandı ama kapının önünde, demlenmiş çaylar, komşunun başına gelenler ve geçmiş zamandan bol kahramanlı hikayeler, kimisi mutlu son, kimisi yarım kalmış, kimisi öylesine, kimisinin kimi hikayeleri ama artık akşam olmak üzere.

Sonra iki küçük ev arasındaki küçük bahçede yemek yerdik, ananemin yemekleri. Hiç bir zaman sevilememiş yemekler, garip ve bunu söylerdim tabii, anlarmış gibi mana bulurdum, yok suyu fazla, yok tuzu, yok yağı çok olmuş. Kadıncağız üzülür, birazcık savunur lakin ne yapsın. Tabii o yaşta anlaşılmıyor bazı şeyler, kırıyorsun işte kadını, sus yemeğini ye, olmaz. Bir de küçük televizyonda haberler izlenirdi. Pencerenin arkasına konmuş küçük televizyonda bütün gün atari oynardım ben ve dayım derdi ki şort giyip sokağa çıkmadığında büyüyeceksin, büyüdük, fazla büyüdük hem de, hayatımızın paçaları kısa gelir oldu.

Misketler vardı, gazoz kapakları, bir de tasolar. Ütülmek denilen bir fiilin gazabına uğramış asık suratımı unutmamak lazım. Işığın gücü diye de birşey keşfetmiştim, olacak gibi değil çünkü, mahallenin çocukları beş dakika yeniveriyorlar, büyükannemin paralarıyla alınmış gıcır misketler yalan. Işığın gücü tam oyun için dışarı çıkmadan önce florasanı açıp avaz avaz ışığın gücü diye bağırmak, bu yani. O bana güç verecek de kaybettiklerimi geri alacağım, aldık tabii sırayla hepsini, bir bardak da soğuk su.

Akşamları kordona giderdik, bu kordon kelimesini pek paylaşmaz izmirliler ama buz gibi kordon denirdi o küçük kasabadaki sahile de. Çay bahçesi, kola, gazoz, salıncakların ihmal edilemez egemenliği. Uykulu gözlerle geri dönersin. Geri dönmek o zaman da var.

İşte yaz öyle masum birşeydi, uzar gider bu..

20070621

f

coming sooooon..

çok olmuş yazmayalı..

20070607

f-atları da vururlar

herşey neresinden bakıp ne görmek istediğinle alakalı. bu bir aşk için de geçerli, yaptığınız iş için de, bir arkadaşınızın kusuru için de. çok sevmek neye göre kime göre bir kavram, her sabahın köründe kalkıp gittiğiniz işinize iyi ki var ve şunlarının hastasıyım diye de bakabilirsiniz ya da lanet olsun böyle firmaya deyip küfür de edebilirsiniz, kıymetini bilmek diye bir kavramı tüm hayatınıza uygulayabileceğiniz gibi +1'i de var bunun deyip onu da arayabilirsiniz.

mesela ben öğrencilikten oldum olası hiç hazetmedim, şimdi anlıyorum ki hayatımın en yatay zamanları imiş, o vakit bunu görmüyorduk tabii, görmek istemeyip nasılsa gelecek olan businessboy günlerinin sevdasına düşüp o staj senin bu benim fink atıyorduk. tabii daha abartılı bir örnek ile şu Allah diyen kargayı alabilirsiniz, karganın biri abuk sabuk davranıp bir kelimeye benzer birşey dedi diye oldu, ulan Allah kelimesinin fonetik dışında yüklediğin manası asıl pahalı olan şey, onu da sen verdin zaten o kelimeye, ya miyav aslında Allah demekse ve biz bunun farkında değilsek, işte o vakit bi daha düşünmek lazım, bütün kediler sabahtan akşama ne diyor, anladın sen onu.

bu yazıda yazar ne anlatmak istemiştir, elindekini bileceksin arkadaş, kendini de bileceksin, sonram şöyle bir bakınıp mutlu oluvereceksin.

ismini değiştiren yabancı futbolculara ise bilahire hastayım, şahsen ispanyol olsam pedro ismini alırdım, silenzio de pedro..

20070606

f-tv

Memleketimin televizyonları pek bir entrasan. Anladığım kadarıyla bu sıralar töre, köy dizileri pek bir moda, şöyle bir kanalları geçince isimlerinden anlıyorum, en son gemilerde talim var ismini görünce dedim oha lebron james. daha birkaç ay önce ise 150.000 dolarlık bir ablanın hayatını izlemiştik, tabii ona o kadar para veren öküzü de bilahire de öpmüştük, hatta beşiktaş çarşısı harika bestesinde o paraya aksarayı alırsın diyerek yanıt verip bizi yardı, herneyse..

Zati bu işlerin bir arası yok, yurdum insanı asgari ücretle zar zor geçirdiği hayatında acaba istanbulun altını üstüne getirsem, “alemlere aksam” nasıl olur gibi şeylerin derdinde herhalde, yoksa neden izlesin. Onu da geçtik, alıştık daha doğrusu, deniz akkaya’nın kiminle beraber olduğu muhakkak ki önemli, bir de zenginlerimiz-orta hallilerimiz için açılış cümlesindeki töreler köyler var, deneysel insancıklar, hiçbir zaman karşılaşmayacakları, karşılaşmak istemeyecekleri, beğenmeyecekleri, daha fazlası düşünmeyecekleri anadolu insanını ekrandan izlemek çok keyifli. Kezbanın aşkı pek bir doğal çünkü, mecnun ise her an yeni bir dağ delebilir, ekrandan izle, sen çok kirlendin çünkü, nasıl olsa böyle birşeyi yapamayacaksın, herhalde böyle bir mantığı var.

Bunları yazarken ekranda özel hat isimli güzide duran programı açık. Böyle şeyleri gerizekalılar için yaptıkları için seslendirme yetmez gibi daaan diye ekranda kocaman da yazıyorlar, ki anlayabilelim. Hatta ünlü filozoflarımız da bomba gibi açıklamalar yapıyor, “seven insan aldatmaz”, “benim derdim yalnızca kendimle”. Bir de filozoflarımızı birbirlerine düşürmeleri var ki anlatılmaz yaşanır, en muhteşem kısmı da orası, “bu şerefsiz sizin hakkınızda bunu dedi, ne diyorsunuz?” hayırlı işler..

Magazine karşı falan değilim, tabii ki bir kesim ilgili için olmalı, bu da bir tercih, benim anlamadığım açıp bir gazete okumayan halkımızın bu işe giderek artan ilgisi. Bu bir pazar, alıcısı salaklığından memnun, satıcısı kazandığı paradan, bize bok yemek düşer tabii, bana giren çıkan da yok, şıkır şıkır yaşıyorum zaten, ne diye uğraşıyorsam, üzülür geçerim, elimden de birşey gelmez.

O değil de, gülben erken feraye ile samimi olmuş hülya teyzeyi kıskandırmak için, içime kurt düştü şimdi..

20070604

f


yaz geldi, yaz o kadar aniden geliverdi ki neyin gittiğini anlayamadık. mevsimlerin birşeylere acelesi var anlaşılan; kış bu sene başka bir romanın konusu, ilkbahar oldu bitti bir yeşillik, yaz korkutucu. sahi sonbahar, o da bu oyunun içine girerse hani sarı yapraklar olmaz ya yollara düşmeyiverirse, eylül sonra, eylül ihanet ederse yağmurlara, bunu kaldıramayız, herşey olur ama bu olmasın.

bazı insanların garip bir yanları var, herşeyi bilen sinema kahramanları gibi bir yanları ama gerçeğinden, sanki sizinle oynamıyorum ama sizi seviyorum der gibi, hani bi derdin olsa gidip anlatacaksın, gençliğimizde sıkça kullandığımız aşmış tabirinden, boşverin herşeyin ben dolularını da gördüm der gibi. bu yetenek gibi god-gift birşey midir yoksa birgün onlardan biri olur muyum bilemiyorum, ne yapmak lazım öyle olmak için, zaman mı, onu bile bilmiyorum, herşeyin hayırlısı.. (bu paragraf murat belge'yi yalı gezisinde görmenin ardından tribute olarak yazılmıştır)

bazense çok bilmek tehlikeli ama daha kötüsü çok bilmeyi bildiğin zaman çok bilemediğini anlayınca oluyor sanırım. Louis kendisi için "arada kalmışların en büyüğüyüm ben" derdi, o vakitler smiths dinlemenin dibine vurmuştuk, sabah üç-beş . anladın sen onu, anladın cidden.

bu f birşeyin birşeyi değil ey meraklı kimseler, öyle manalı şeyleri öylece harcamayacak kadar akıllandık en azından. bu f öylesine dokulmuş bir harf. bir kere bulunmuş ve anlamlı taklidi yapan bir kaçamak. sizler için beck'ten geliyor, lost cause..

"there’s a place where you are going
you ain't never been before
no one left to watch your back now
no one standing at your door
that's what you thought love was for"
bu kadarcık..

f -a

is it monday?
is it you?
is it possible?
? is it all a question mark.

20070601

f- bu f neyin neysi

bakkalın çırağı saçlarını uzatmış, kafası kadar saçları olmuş çocuğun, akşamüstü, işten dönüyorum, yanımdan geçti. mahalle gibi bizim buralar, çocukluk mahallesi gibi birşey, araba geçmez insan az, sakin birşey, bakkalın çırağı zaten çocuk. o mahellenin farklı ip-uçlarından yürüyoruz, birazdan 180 derecelik bir açıyla keseceğiz birbirimizi, elindekileri kapısını çaldığı bir eve götürecek ve saçlarıyla mutlu. bi top olsaydı, belki maç bile yapardık, gol atan kaleye geçerdi, gol atmakla atmamak arasında kalırdık o vakitler, kalecilik beklemek demek çünkü, gizli bir kahramanlık, birisi topa vuracak, panterleşip topu yakalayacaksın, vurmazsa öylece duracaksın ama ya vurursa, işte tam o sırada saçlarıyla meşhur bakkalın çırağı yanımdan geçer, derece olur 270, ikimiz de arkamıza dönüp bakmayız.

bir de rüzgar var, öylesine esen birşey, bir sürü ismi var o işin ama benim bildiğim soğuk ise poyraz, sıcak ise lodos olur, gerisi kandırmaca. rüzgar yağmuru ne kadar sever mesela, aslında hep hayalini kurduğu şey bir sonbahar mıdır, gece ile gündüz var olmak arasında fark var mıdır acaba, hafif ürpertmek mi hoşuna gidiyordur insanları yoksa üşütüp üstüne birşeyler mi aldırmak mı? kimbilir, kim niye bilsin ki zaten, aklına eserse açıp okursun biryerlerden.

şeyler ve birler'in çok geçtiği bir-şey-in içindeyiz şimdi, mutlak bir belirsizlik hakim, garip olan ise ne mutlak olanları belirleyebilmemiz ne de belirsizlikleri pek dert edişimiz, kafa karıştırıcı halet-i ruhiyelerimizle tutunup gidiyoruz, gitmek zorundayız çünkü, tutunarak gitmek zorundayız, gitmek tek başına geçmemeli fiillerin içinde, gitmek giderek kocaman bir yalan oluyor, gitmek o başımızda kavak yelleri vakitler kadar kolay değil, gitmek, seni de alıp gitmek, bak artık bir de sen varsın, sahi sen varsın, biraz daha duralım, ben kollarında durayım mesela biraz daha, bırak, öylece durayım.

bu kadarcık..

20070527

f- işte öyle birşey

ben ve karşı apartmansı şeyin alt katında yaşayan zengin kızı komşum mutlu mesut yaşayıp gidiyoruz. Kendilerinin ışıklarını görüyorum bazı geceler açık, bazen perdeleri açık olunca şöyle bir bakıyorum, ah gene o şen kahkahalar. Benim komşum mutsuzluk nedir bilmez zaten. Bir kere arabayı camının dibine dayayınca kızmıştı bana, evinin önü, kızcağız haklı, hemen mağcup bir ifade takınıp; bayan dedim, bilemedim, af buyurun. Komşu komşunun külüne muhtaçtır halbuki, bu günlerde kül dediğin oldu park yeri, gel de anlat, bizim garajımız vardı da park etmedik mi?

Sonra hep şen kahkahaları olan insanlar var, çok mu yolunda herşey, bir devrik cümleleri yok mu mesela bu insanların, olmaz mı paşam olmaz mı, hangi ucundan tutsan öbürküne devrilebilir bu hayat, maceraperest ruhlarımız şad olsun, tiyatrosal yetenekleri var demek ki bu kimselerin, hay hay, olsun, yapabiliyorsan gül geç, geç ve gül, gülüm sen bende takılı kal bitek, gerisi teferruat, gerisi yalan, gerisi faso fiso..

Oysa şenşakrak komşumla başlayan bu yazı şen kahkahalarla devam ederken anlıyorum ki kimileri daha bir meyilli süper baba film müziklerini dinlemeye. Hançer mi var, getirin bana diyecek kadar, bunlar boş işler dolusu bir bardak rakı bilecek kadar, e yavrum bu da birşey, farketmenin dayanılmaz herbirşeyi, bunu alana babayı veriyoruz yanında, babasını sever mi herkes, sever genelde, mesela pek özledim babamı, az buz değil bayağı özledim, konumuzla alakası yok ama neyle alakamız var, because i live by the river, i am sailing away, today*

Islıkla şarkılar söylemek, gecenin bir köründe denize atlamak, sabahın 5inde uyumak, ikiyüzlü bir kmde sürat yapmak, beni öpeceği anı bekleyerek sevdiceğime surat yapmak, televizyonun karşısında uyuya-kalmak, öylece kalmak, delice sevinecek birşeyler bulmak, mak-sat, bir maksadımız yok, dediğim gibi, iyi niyetli katilleriz biz.

* travis- new amsterdam

20070526

f

şahsen ben bu sayfaya bakan senin yerinde olsam derdim ki kendime "lan ben ne yapıyorum, bu deyus on günde bir yazıyor, ne diye giriyorum ben bu adi adamın sitesine" derdim. şahsen ben kendim kendime böyle diyorum, lan oğlum diyorum yazsana dötünü devireceğine, ama yoruluyorum dostlarım, bu iş güç vallahi aklımın bayağı bir kısmını alıyor, geri kalanı da sevdiceğime verince ahan da buyur burdan yak. gerçi ziyanı yok, oskar alacak değilim ya yazıp, bunlarla olmaz yani, ah haydar ah.

mtlda yetenekten bahsederken sergenin resmini koymuş, şimdi cidden inönü stadını bilmeyenler için bu sergen kimsesinin ne kadar yetenekli ama bir o kadar da tembel olduğunu belirtmek lazım. bu arkadaşımız için zamanında avrupanın her takımında oynar denirdi, oynardı da, o sol ayakla bir koyardı topa, frikik dediğin gol olurdu, çalımlar, paslar inanılmaz, hala bile fenere 90. dakikada attığı golü izlerim. amma velakin sergen antreman yerine istanbulun önde gelen gece kulüplerinde gezeyim, atlarım koşsun dedi. çok çektiler kulağından, aman evladım sen ne yapıyorsun, otur gollerine çalış dediler, dinlemedi. ne yaptı, gezdi, dolaştı, karı kıza verdi kendini. şahsen beşiktaşlı ve mal gibi çalışma yanlısı biri olarak hep kızdım, nasıl yani dedim, böyle bir yetenek nasıl kendini harcar. sonra bir arkadaşım dedi ki: hoca ne kızıyorsun, adam böyle mutlu, gidip chelsea'de oynasa ne olacak oynamasa ne olacak, çok bilerek bir seçim yapıyor, yoksa kör olması lazım dedi. doğru vallahi, adam dünya yıldızı olmak yerine daha ufak ama cebinde olan birşeye razı oldu, ne kasıcam lan dedi. böyle bir hikayedir bu, herkes olabildiği herşeyi olmak zorunda değil + yetenek için gift diye bir söz var ya ingilizce de, aynen öyle..

tatil gelsin diye bekliyoruz ama daha üstümüzden öyle böyle değil ağır geçecek bir haziran var. çocukken de böyle olurdu, bekleyecek birşey bulup takvime ona göre bakardım, o zaman günler daha bir kolay geçerdi, bu sefer de benzer metodu yapicaz artık. gerçi günler nasıl geçiyor, onu da anlamak mümkün değil. daha az önce yılbaşıydı şimdi yaz geldi, yaz da gider, yaşlanıyoruz. bu kadar kolay olmamalı, devlet bu işe bir çare bulsun.

20070521

f-hasan şaşırdı..

Kendinden 25 yaş büyük insanların, bir de akıllı tipler ise hayat mayat mevzularında fikirlerini dinlemek pek entrasan birşey. Farkediyorsun ki bildiğin şeyler gördüklerin kadar, geri kalanı boşluk doldurmaca. Bazen siyah ile beyaz yapıyorsun herşeyi, halbuki buz gibi bir gri varmış, gri de olurmuş yani, oldurabilirmişsin.

Şaşkınlıklarıma bir yenisi ise önünden epey geçmeme rağmen ilk defa girme şerefine eriştiğim riddim denilen yer. Öncelikle istanbulun hiçbir yerinde bu kadar çok eğlenen insanı bir arada görmediğimi belirtmek isterim. Hiphop falan çalıyor, sanırsınız amerikanya, uzun boylu basketçiler, zenciler, şapkayı ters takmış kimseler bolcana mevcut, tıklım tıkış. Yerin dibinde olduğu ve sıfır havalandırma ile de maşallah sıcacık. Kültür mozaiğisin vallahi canım istanbul, diyecek başka birşey yok ama onbeş dakika yeterli.

Bu haftanın en şaşırtanı ise gs taraftarı. Emektar bir beşiktaşlı olarak ömrüm boyunca üç büyükler arasında böyle bir rezalet görmedim, garip olan yalnızca fb’li fitbolcular önlerine gelince değil kendi topçuları o adamın yanında olsa bile su, koltuk atmaya devam etmeleri. Bunların hepsi de en başında ayarlanmış mevzular, belli yani. Yahu kardeşim, neye bu kadar stresin, neye bu kadar heyecanın, ne bu öfke celalettin, anlamak mümkün değil. Spor bu, altı üstü, yedisi, hepsi spor. Bu sene onlar şampiyon, bundan sonra biz, budur yani, bu kadarcık.

Bi de hafta içi marmaris denilen yerde idim, tatil güzel birşey sevgili dostlarım, yeşili maviyi bir arada görünce bir daha anladım. Amma velakin az kaldı, obarey, güberey..

20070515

f-af

çocukluğundan, o şehirden çok uzaklaşmamalı insan. ilk kaybolduğu sokağı unutmamalı, dönüp geleceği yer orası olacak günün birinde. annesine sarılınca dünyadaki tüm canavarlardan kaçtığını bir zamanlar, harita metod defterinin kıvrılmış kenarına not düşmeli, çünkü birgün o kadar sert düşeceksin ki dizlerindeki kabuklara bakıp hatırlamalısın, eksik olan seni düzeltecek bir ataçmış; bir zamanlar okuldan kaçtığın kadar kolay kaçamayacaksın bazı şeylerden ve şeyler ağır ve şeyler ertesi sabah önlük giyilecek bir alarm çalışı, casionun ışıklı saati. masanın üzerinde hazırlanmış kahvaltılıklar, zeytin, peynir, ekmek ama hepsi o şehrin masasında sanki üstüne yamuk bir yazıyla önemsiz tarihler karalanmış takvimde, herşey devam edip gidiyor; o gün doğan kız çocukları için isim eylül, erkeklere kahramanlık yapana kadar yalnızca el sallıyoruz.

çok uzatmanın faydası dokunmayacak saçlar biliyorum ben, üstüne gelindikçe üssü alınacak cümleleri ödünç verdim, iki kere ikinin beş para etmediği devrin adamı oluyorum kimi vakit, dörde çeyrek yok'luklarından var etmeye çalışıyorum bazen bazı hikayeleri, bir de buzun içine düştüğü şey değil önemli olan, mevzu düşülen şeyin neyi bilip bilmediği.

20070513

f-a

bu çinliler fena geliyor hatta sanırım yandaki air china isimli dublex deniz manzaralı uçak ilen akın akın geliyorlar. haber bülteninde 25bin ytl'e cip geleceğini de söyledi. korktum; bizim magandalar bunlara biner, artık bize karada ölüm yok mantığıyla üstümüze sürer, teybe pardon cd'ye de one tu tri foro koyarsa şaşırmayalım. boston'da mesela bir çin mahallesi vardı, fakat öyle böyle birşey değil, bankaların bile tabelaları çince, nasıl bir nüfus varsa artık siz hayal edin. zaten öyle bir alfabeyle okuyup yazan insandan korkarım ben.





aynı insanların neden anlaşamadığı ya da bir karşı karşıya gelme anında neden geri adım atmadıklarını düşündüm son günlerde. vardığım sonuç default işaretlenmiş gelen bencil yaratıklar oluşumuzun yanısıra bunun bir loop haline kolayca dönüvermesi. x y'den pek hazetmiyorsa, y bunu farkedip x'e adım atmıyor, atmadıkça x daha bir kaçıyor, y zaten hazır, kaçan kovalanmaz diyor. tabii bu loop'un kırılabildiği yerlerden birisi iki taraftan birisinin dönmekten sıkılacak iyi bir neden bulması, çoğu zaman da zor olan bu.



bahar ve yaz günlerinde pazar gecelerinden, fenerin şampiyon olmasından, adres arayıp bulmaktan, ofis dışındayken işlerin devam ediyor olmasından nefret ediyorum.

gerisi iyilik sağlık ve iyi ki doğdun julia..

20070510

f *

İnsanların 75 yaşına kadar yaşamalarını bazen aklım almıyor. Biz daha yirmibeş+1’inde taca gönderiyoruz topu çoğu zaman, 1dokuz’luk bunalımları saymazsak sonrası iyilik güzellik aslında lakin insan denilen 2 ayaklı, içinden rakamlar geçirebilir dertlerinin ve alınması zor integraller, az buz değil çok pahalı denklemler bunlar sanırım, neye karşılık neyi feda ediyorsun; bir aşk için mesela sahip olduklarının yüzde kaçını verirsin sonra hangi yüzle bakarsın o x’in resmine ya da pek sevdiğin şeyleri kocaman bir şirketin kapısından girerken güvenlikte bırakırsan adama değil de kendine sormazlar mı, paşa nereye gidiyorsun sen diye, sorarlar bitanem ama sen yanıt verebilir misin, bilemiyorum.

Tüm olan biten bir reklam filminde yaşanmıyor halbuki, köşeyi dönünce ölüp biteceğiniz birisi ile karşılaşmıyorsunuz mesela, oysa deodorant fabrikası alacak kimseler tanıyorum orta halli bir aşk için. Üstümüze dökülen şeylerin bazı lekeleri kaç derecede yıkarsan yıka çıkmıyor, uyumadan önce beş dakika çitiliyoruz her gece, nafile. Neyse canım, canını acıtsa bile çok sevdiğin bir şarkıyı on defa üst alta dinlemek değil mi çok aranan manası hayatın, et ve kemikten başka birşeyler de var bende dediğin zaman, diline pelesenk olmuş birkaç cümle, neşeli yahut hüzünlü, 360, daire, gidiyoruz.

Aklıma bu akşamüstü sahilde sigaramı yakmaya çalışan midyeci geliyor, istediğim bir kibritsel ateşken ve rüzgar tüm bu hikayenin hain kahramanı, gülümsedi, “abi, yakamıyorum ben, al sen çakmağı”. Teşekkür edip midye sevmeyen sevdiceğimin yanına doğru yürürken, şimdi nasıl anlatılır ki bu, bütün o midyeleri alıp mutlu mesut evine gitmesini mi geçirdim içimden, onun kadar mutlu olmayı mı istedim, oturup bi beş dakika konuşsamıydık acaba havadan denizden, memleketini çok özlüyor mudur, kaç kardeşi vardır böyle çalışan, anlatsa rahatlayacağı birşey vardı da dinlemedim belki..

Kimliğimi o midyeci amca ile değiştirsem, senin dışında, hatta midyeleri hiç sevmediğin için karşımda bir saniye bile durmayacağın sen hariç, hani olur ya çok yeni bir deodaranttır bu, sana midyeciyi bile sevdirebilir belki bir reklamda, hani diyorum param yetmese o deodorantı da alamasam, yani her olasılık senin dışında,

ne kaybederdim?

20070506

f

amerikasyondan geldim ben. ve derim ki her insan hayatının bir portakal diliminde yabancı bir memlekette yaşamalı. amerika dahilinde bu boston olursa daha iyi olur tabii, bir yanı avrupa gibi ama amerikanın o gigantic şeysileri de gayet mevcut. tabii şehirdeki kimsenin birşeye acele etmiyor oluşu, kibarlıkları da artı birşey. nasıl araba kullandıklarını görseniz yavaş çekim falan zannedersiniz, yayalar kırmızı da geçse bile bekliyorlar ve korna sesi yok. harvard ve mit'i de gördüm tabii, mit eh işte ama harvard pek harika bir okul, benim bile yeniden öğrenci olasım geldi.

jet lag denilen şeyi giderken anlamadım ama dönüşte mahvetti. 7 saat kesintisiz uyuyarak dönsem de daha iner inmez bu sarhoş gibi oldum, biraz da evde uyudum ama olacak gibi değil sayın seyirciler, umuyoruz yatcaz kalkcaz normal düzenimize döncez. bir gece klübü çıkışı makyajsız çıkıp kameralara yakalanmış gibiyim.

çok iş var çook.. yaz gelsin, tatil olsun..

20070505

f

beni pek süper dile getiren iki şarkıyı buldum.
birincisi tom jones- it is unusual. ikincisi regina spektor- on the radio

No, this is how it works
You peer inside yourself
You take the things you like
And try to love the things you took
And then you take that love you made
And stick it into some
Someone else's heart
Pumping someone else's blood
And walking arm in arm
You hope it don't get harmed
But even if it does
You'll just do it all again

20070502

f

bu amerika vallahi rafetin dediği gibi macera dolu bizim köylüler.
ben ise şimdim bostondayım. burası da pek güzel bir şehir, avrupa ile amerika kırması bir yer.

sonra uzun uzun yazarım.

sanki arkadaşıma not bırakırmışım gibi oldu, bi taneniz dedi mi sesin soluğun çıkmıyor diye, anca açıp okuyun, yok babam yok, yazmayacaksın bunlara.

:-)

20070429

f

geçen hafta 400 sayfa röportaj okumuş bir adam olarak uzunca bir müddet bütün monologlarımı röportaj gibi yaptm. zaten bu röportaj olayına hastayımdır, bir sürü kimseye de yap dedim ama sonuç pısır.bu durumda iş başa düştü, kendim pişirip kendim yedim, R-

R- nasıl başladı bu blog işi?
S- mtlda dedi ki bak benim böyle bir sitem var, yazıyorum arada. dedim ki benim neden yok?
R- pek gündelik hayatından bahsetmiyorsun ama?
S- vallahi böyle gündelik şeyleri yazmam gibi bir derdim yok lakin gündelik hayatımda iş dışında pek birşey olmadığından, insanlarla olan ilişkimi de buraya yazmayı saçma bulduğumdan yazmıyorum.
R- daha fazla tespitsel şeyler oluyor zaten?
S- doğrudur, bunları bulmak mesele zaten diye düşünüyorum, birisi okurken birşeyine benzetsin, bunu ben de gördüm ama adam yazmış desin, bir dahaki sefere dikkat etsin, aynı aşksal şeyi hissetsin bu yani.
R- aşk deyince; o eski yazılar gitti, missilence yüzünden mi bu durum?
S- evet, o yazıları yazmayı sevsem de o yazılardaki biri yanıma gelince o zaman daha gerçeksi şeyleri yazıyorum. bir de galiba içinde aşk geçen bir yazının hüzünlü olması lazım, elinde o yoksa yazamıyorsun.
R- daha az yazıyorsun, bu neden peki?
S- bunun işle alakası var, son zamanlarda pek yoğunum, tabii bir de vaktin çok kısmını başka şeylere ayırır olduk.
R- commentlere de bir cevap yazmıyorsun, kötü davranıyorsun insanlara?
S- kötü davranırım denemez ama, çok da iyi davranmıyorum, sıradan bir dille sen çok güzel yazıyorsun diyenleri sallamıyorum sadece. normalde bunlara cevap yazıp teşekkür de edebilirim, onu yapmıyorum, içimden ediyorum, hoşuma gidiyor tabii. ama yazdıklarıma birşey ekleyen, geliştiren birisi olunca onları pek seviyorum.
R- beğenilmek hoşuna gidiyor yani?
S- tabii ki, yoksa kendim için yazarım, kimseye göstermem ama bu beğeninin de şekilleri var dediğim gibi.
R- stat'lara da vakıyorsun öyleyse?
S- bakıyorum tabii ki.. (burada silenzio gülüyor)
R- kimleri başarılı buluyorsun blog camiasında?
S- o29ur büyük bir yetenek, jelatin okurum arada, bitkisel hayat diye birisi var onu da severim, çoğunlukla öyle geziyorum aralarında, onların linklerine falan bakıyorum, skkd de iyidir bak.
R- ama sen link vermiyorsun çok fazla.
S- uğraşmıyorum dyelim, yazıyorum çıkıyorum.
R- teşekkür ederiz..
S- yine bekleriz..

silenzio'ya bu keyifli sohbet için teşekkür edip ayrılıyoruz..

20070426

f

Yeşilliklerin insan üzerinde garip bir sakinleştirici etkisi olması garip bir noktaya temas etmek gibi birşey. Çimenlere çıplak ayakla basmak elektriğini alıyor kişinin ve birkaç börtü böcük sesi duymak, sankim national ceografik. Bu haftasonu onca ağacın içinde bunu düşündüm ki hep ormanda yaşasak şehir bize entrasan gelirdi muhtemelen, aaa binaya bak ne kadar huzurlu derdik, insan evladından korkulur mathias, ne bok yiyeceğimiz hep koşullara bağlı, if it is a book, then i will read you.

Bi de bakıyorum etrafıma, herkes birşeylerden şikayetçi. Oysa hayat o kadar zor bir iş değil. En azından nihayeti belli bir macera filmi. Sen ona vuruyorsun, o sana, yakından geçen birisine kim dövdü diye sorunca diyor ki: anlamadım, ikisinde de yara bere vardı, ikisi de gülüyordu biraz. Şikayet ettiğimiz şeyler de incir çekirdeğine malzeme olmaz, tabii işin bir yanı, aslında kimsenin farketmediği birşey, mutluluk iyi birşey olduğu kadar sıkıcıdır da, kendi başına var olamayan iyi bir masal kahramanı gibi, pamuk prenses dediğin elmalı cadı olmasa bahsetmeye değmez, cücelerin yedisi de heba.

Lakin hapishane filmleri, dizileri hep bir adım önde başlar işe. Bu yazıyı okuyan hiç kimse hapishane görmemiştir, görmesin zaten ama bir hapishaneden kaçmak hep çekici gelir sıradan şehir sakinlerine. Kaçmak mı, hapishane mi, olağan dışı şeyler mi, olağanüstü günlerin sabah sekiz uyananları için hangi seçenek hepsini işaretlemekten daha değerli, hangisine 3 puan değerinde bir beraberlik yakışır mathias, sana söylerim kızım gelinim sen anla.

Ve bazen ama bazen, bazı saatleri geç kalmamak için beş dakika ileriye alıp bırakmak faydalı birşey olabilir.

Anlamadın sen, yok yok, anladın.

20070423

f

Çok sağlıksız bir hayat yaşadığıma karar verdim, hatta verdirildim.

-- Uyku düzeni denilen şey bende yok, ne kadar geç yatabilirsem o kadar mutlu bir adam oluyorum, bu çocukken de böyleydi, annemde hala böyle mesela. Uykuyu bu kadar seven bir bünyeye yapılmış hain saldırılar içindeyim.
-- Düzenli olarak yediğim şeyler: kfc, kokoreç, burger king, kebab ve arada işkembe çorbası. Oha yani, insan bi yeşil bişey yer yahu, ama nereden bulacağım o da var tabii ama mazeret değil, rezalet, içimden tavuk ve yağ çıkacak yakında.
-- Günde 10-15 sigara içiyorum, hay maşallah, kendimi 5-10 aralığı diye kandırsam da sayınca gerçekle kucaklaşıyorum, bi insan neden sigara içer kendime rasyonel birşey bulabilmiş de değilim, tamam bazen çok zevkli birşey ama hergün olunca suyu çıkmıyor mu kamil, ayrı parantez; iki tane içip durabilen insanlara hastayım, uyuzum.
-- Spor olarak yaptığım tek şey cümlesinin sonunu on defa düşündüm bulamadım, yok çünkü, eskiden halısaha maçı falan yapardık, o da yalan oldu. Yürümekten bile hiç haz etmiyorum, kas için yapılan şeylerden de nefret ederim. Feci bir haldeyim.

Tabii tüm bunlara rağmen şişko değilim, bi sıkıntım da yok ama yine de daha bir güzeli olabilir, bugün olmazsa yarın olur kötü birşey endişesi ile kederlendim.

“Hey dostum, kendine iyi bak ha”

Bakıcam bakıcam, "sweetness, sweetness i was only joking when i said i'd like to smash every tooth in your head”