20060719

f

giderek daha fazla real madrid'li olduğum, otel odasını evim zannettiğim, consierge'deki çocukla "naber abi" muhabbetine kadar ilerlediğimiz bu günlerde garip bir haleti rukiye içindeyim.

madrid'in sokaklarında yürürken, kafamı gothik, etik, laik ama amazing mimarisine bakmaktan alıkoyup gelen geçenlere çevirince şunu gördüm ki aşk değişmiyor; yanlarından geçerken kıskanarak baktığım, mutlulukları hiç sevmediğim el ele tutuşma ritüellerinden bile belli olan o çiftlerden burada da var, they smile, they live for each other, they are rich..

ya da ben öyle hayal ediyorum, hatta daha doğrusu öyle olsun istiyorum. the one var mıdır, yok mudur tartışmalarını geçmişimizin bulutlu günlerinde bıraktık, vardır elbette birileri, günün birinde gelmesini isteriz, bekleriz hasretle, siz ispanyolların dediği ve bütün italyanların bildiği gibi yegane korkumuz her an alzheimer olabilecek yaşa geldiğimizde ve bir sabah (yağmurlu bir pazar olsun mesela) uyandığımda yanımda yatan o kimseyi hala seviyor muyum, bak kadın bu kadar yaşı senin için yaşadım ben, bu dünya orospunun evladı bir yer sen olmasan diyebiliyor muyum; sorular.. (sen yanıtlarını yastığının altında sakla)

oysa günümüz kapitalizminde herşey bir tık mesafede; yeni giysiler, bilgisayar, sex, araba, evler, herşey. para tüm kötülüklerin anası, babası hatta çocuğu oldu, gimme money and take your new world. alamayacağın şey iyi tasarlanmış bir aşk aslında: çiçekleri doğru yerde alınmış, seni seviyorumları içini acıtacak zamanlarda söylenmiş, acıları yüklemden hemen önce gelmiş zarflar içinde, 1+1 taksitle güzel bir aşk.

ok, bu kısımda el sıkıştık diyelim ama en azından şunu kendime soruyorum, bu alınmayan, bulunmayan şey benim dengesiz ve ne istediğini bilmez, bilir ama beğenmez halimden mi? sanırım değil, farklı yerlerden arkadaşlarımı venn şeması ile gösterince iki kümeye ayrılıyorlar; 1-) acayip mutlu hadi çocuk yapalım ilişkileri olanlar 2-) rober hatemo'dan ben aşksız prensim söyleyenler. daha garip olan da bu şarkıcı kimselerin hakkatten yiyecek ekmekleri yokmuş gibi içli bir şekilde bunu söylemeleri, akıllı, aptal, farkında ya da değil, herkes iki kadeh de alkol ile dokunsan ağlayacak gibi, yalnızlık ağır mevzu, o kadar insan var ama benim kalbim boş, iki oda bir salon ve mobilyalar, öylece bekliyoruz.

3-5 sene önce ki o vakitler muhteşem hikayelerin yazarı genç bir delikanlı iken bahsi geçen aşkı bulabileceğim, herşeyin yanında yalan olacağı graceful kimsenin ismini "siyah" yapmıştım, hala da öyledir zaten. bir "siyah" bekliyorduk, hala pencerenin kenarındayız, bir adayımız oldu o da seçimlerde biz böyle zulüm görmedik diyen silenzio demokrasisi tarafından tahtından indirildi. farkettiğim şey ise şu: siyah aynı siyah değil, mesela önceden az konuşan, çok zeki, karizmanin kraliçesi, bütün gereksiz hayatsal ayrıntı sorularına küt diye cevap verip beni dumur eden siyah giderek neşeli, çok zeki (hehehe :-) , daha sosyal, iyi giyinen, güzel, şeker ama tersi ters olan bir hal aldı, netice de değiştik, değiştik diyorum çünkü yazarken de farkettiğim gibi aslında yukarıdaki sıfatların kapsamı tamamen benim geldiğim yer ile alakalı, kısıtlarım artıp azalmadı (yaş ilerledikçe daha zor teorisinin aksine, gerçi bunu da destekleyebilirim), yalnızca aşkın doğal ve entrasan hali ile benzerimiz ya da benzemeye çalıştığımız şeyi seviyoruz.

yine aynı soruya dönecek olursak bu kadar mı zor bu şeyi bulup sevmek? birkaç yetenekli kimse dışında sanırım zor, onbeş günde bir aşk değiştiren ayayay kızlar da biliyorum ama diğerleri için kişinin özelliklerinden bağımsız olarak zor. daha mı az insanla görüşüyoruz ki içlerinden seçmesi bu kadar kolay değil, aksine akşam dışarıya çıkmaktan tutunda, gelişmiş kişisel networkler hatta internet ile çok daha fazlasına sahibiz. peki sorun nerde?

devamı başka yazıya, buraya kadar okuyan oldu ise madrid'den boğa getircem boynuzundan tutup..

ne yazdım ulan, vay be, birikmiş demek ki.. (abi şu parayı uzatabilir misin öne, iki öğrenci, bir tam..)

çok güzel paralel park yaparım, aklınızda bulunsun..

5 yorum:

ahhbuben dedi ki...

paralel park aklımızda olsun da benim asıl merak ettiğim şu; hız 200ün üzerindeyken titretmeden nasıl bu kadar net fotoğraf çekebiliyorsun. ben denedim olmuyor.olduğunda da hız 100ün altına düşüyor.

bu arada
-yaş ilerledikçe daha zor- çok sağlam bir teori.
ve yalnızlık çok pis bir alışkanlık
ve insanın yaş ilerledikçe tersi daha bir ters oluyor, tahammülü azalıyor, üşeniyor, amaaan be diyerek silkeleyip atabiliyor.

aslında biliyoruz ki
-sevgi nedir? sevgi emektir.-
ama olmuyor işte.
cemşitler çok sıkıcı, ilyaslar çok gelirgeçer gözüküyor.

ömür ilyasları çemşitleştirmeye çalışmakla geçiyor nitekim.

bak yazdım ben de rahatladım şimdi. emeği geçen vesile olan herkese teşekkür edeyim bari.

sickprincess dedi ki...

tekrardan super yaziyorsun. bir kere cok kisa konusmustum seninle; belki zor begenmiyorsundur, ama zor olsun istiyorsun.
yalnizlik buraya yakisiyor ama, eminim sana yakismaz. Dilerim gozlerine actiginda gordugun en guzel renk siyah olmaz, en guzel kiz o olur.

silenzio dedi ki...

hasta prenses, sen okumasana beni mumkunse..

sickprincess dedi ki...

:O internet senin mi? Bence bloggerla anlas, bir yama hazirla ben yorum yazamayayim. Ben giderken sen de dusun bakalim, neden sadece sen birilerini istemiyorsun, hi su?

hera dedi ki...

bi boga reca edecem mumkunse