20051019

a

Bundan yüz yirmi sene önce lise öğrencisi falan iken kanun hükmünde bir kararname ile yatağa gitme saatim saat onbir olarak belirlenmişti. Saat onbuçuk olunca başbakan demeçlerde bulunmaya başlardı, hadi kalk artık falan diye. Çok kaçırılmayacak bir dizi, futbol maçı olduğunda ise cumhurbaşkanının izni ile daha fazla uyanık kalabilirdim. Saçma gibi gelen bu uygulama aslına bakarsanız oldukça haklıydı (cumhuriyet gazetesi, 14 kasım 1976) çünkü halk olarak ne kadar uyumamız gerektiğine karar veremezdik, bıraksalar sabaha kadar uyanık kalırdık, cumaları da en fazla bu yüzden severdik zaten. Şimdi rejim değişti, diktatörü olduğum hayat oniki deyince gözlerini kapatmak zorunda kalıyor.

Sen yoktun tabii o zamanlar, benim kafam ancak derslere çalışırdı, ders çalışırdım.

O vakitler yanımızdaki külüne muhtaç olduğumuz daireyi üniversite öğrencileri işgal etmişti. Yukarıdaki saat onbir olunca, yattığım yerden gürültülerini dinlerdim, iki erkek kalıyorlardı, iki de kız arkadaşları geliyordu, çarpsan da toplasan da dört kişi. Garip bir aşk hayatları vardı, en azından ikisinin, kavga falan ederlerdi, ertesi akşam ise şuh kahkalar duyardım, genelde gülerlerdi, hiç gitmediğim o evde dünyanın en süper vakitlerini geçiriyorlar diye düşünürdüm, aklımda c şıkkını işaretlemek takılı kalırdı.

Tabii sen yoktun zamanlar o, benim ondokuz doğrum bir boşum bir de senim yoktu.

Üniversite kazanılması gereken birşeydi, kazanıldığı zaman pek eğlenceli oluyordu çünkü, tabii bazen bokunu çıkarttırdı örnek abi ve ablalarım, ben de yattığım sırtüstü şekli bozmadan rövaşata pozisyonu geçer, ortak duvarımıza tekme atardım, yetmezse de cumhurbaşkanımız kapılarını çalar darbe yapardı. Ben uyku, onlar sessiz ööle takılırdık.

Sen yoktun o zamanlar tabii, ben de çocuktum zaten, çocukmadığımda seni arardım.

Akademik başarılım ise hala okulun koridorlarında konuşulur, hey gidi günler hey, hocalarımın gözlerinden öperim, ne söyleseler not alırım.

Hiç yorum yok: