20050530

whispering

Caponlar filmlerdeki gibi her selamlaşmada öne doğru nazikçe eğiliyorlarmış, masadaki en yaşlı kimse yemeğe başlamadan diğerleri birşey yiyemiyorlarmış, yeni tanıştıkları her insana kartvizitlerini uzatıp sizden de aynısını yapmanızı bekliyorlarmış, kendilerinin çinli ya da herhangi bir çekik gözlü ülkeliyle karıştırılmasına acayip bozuluyorlarmış, cuma akşamı bunu öğrendim.

Su’ya söyleyemediklerinden Sue dediklerini, Sue ile beni uzunca bir müddet evli bir çift sandıklarını, yalnızca arkadaş olduğumuzu belirtince şaşırdıklarını, şaşıran caponların bunu pek saklayamadıklarını ekleyebilirim.

Sue’yu o siyah takımlar içinde görünce neden sevdiğimi yeniden anladığımı, ingilizlerin “grace” kelimesini bu sebeple icat ettiklerini, kendisinin birkaç cümle ile konuşmaya başladığı caponca kelimelerle herşeyi, o an, o kadar insanın içinde söylemeyi ne kadar çok istediğimi yukarıdaki paragrafların yanına koyabiliriz.

Sue’nun altmış yaşlarındaki patronunun karetecilere benzediğini, her an bize birkaç numara gösterebileceğini sandığımı, uzunca bir süre şahsına italyan usulü girmeyi düşündüğümü lakin her seferinde gülümseyerek yanıma gelip o garip aksanlı ingilizcesiyle hava ve Su’dan konuşmaya çalışarak beni durduğunu da not düşelim.

Aynı altmış yaşlarındaki patronun “ Sue, Japonya’da çalışma teklifimizi kabul ederse sizi de yanında görmek isteriz” dediği an, o kocaman salonun üç yerine asılmış kocaman saatlerin durduğunu, koşarak gitmek istediğimi, gidip herşeyi birkaç saat öncesinin kahve içtiğimiz takviminde asılı bırakabileceğimi, bunları size söylemem.

Su’yun yanıma gelip “ birşey mi oldu? ” diye sorduğunda ceplerimin birinde kaybolmuş sigarayı hiçbir zaman böyle aramadığımı, “hiçbir şey” diye cevap verdiğimde sigaranın çoktan yandığını, hiçbir sigaranın böyle herşey gibi yanamayacağını, birşeyin aslında o herşey olduğunu, herşeyin öyle manasız gözüküp bir sigara gibi sönebileceğini, bunları hiç duymadınız.

Geri dönerken Su’yun “ sana önemli birşey söyleyeceğim ama sonra, şimdi değil “ dediğinde “ gitmeyeceksin değil mi? ” diye soramadığımı, arabadan inerken duyulmayacak kadar sessiz “niye bu kadar erken geldin ki” diye kurduğu cümleden sonra bütün harflerin yeriyle oynayarak sıkıca sarılıp onu bırakmadığımı keşke size söyleyebilseydim.

Su’sup su’sup yok olmak istiyorum.

7 yorum:

bitkisel dedi ki...

Film izliyormuşum gibi geldi bir an.
Kızla oğlan hava alanında birbirine sarılmıştır,sımsıkı.Uçak kaçmıştır,seyircini istediği olmuştur.

simiole paris carnet dedi ki...

seyirciyim ve aoyd end'ini istiyorum: lutfen kacsin ucak, su gitmesin.

silenzio dedi ki...

sanırım yanlış yazdım, Su hala karar aşamasında, daha belli değil, yalnızca böyle bir teklif aldığını bana daha söylemiyor, hepsi bu.

Donna Quijote dedi ki...

silenzio yazsa hep.
hep yazsa.
o yazsa, ben okusam.
bir de,
su caponistana gitmesin.

şugibi dedi ki...

Su söylesin. desin ki böyle böyle bi teklif var ama... benimle gelir misin, gelmezsen ben de gitmem desin. havaalanına gidilmesin bile. evdeki kanepede oturulup konuşulsun.

bende böyle istiyorum.

mtlda dedi ki...

Su'yu sabah 5 uçağına Silenzio yetiştirsin. "İstersen git" desin, "ben seni hep seveceğim, ne olursa olsun."

Her şey, Cahil Periler'in bitiş sahnesindeki gibi olsun. Bardak kırılmasın; biz bilmeyelim.

clémentine dedi ki...

bir zamanlar bir şiir okumuştum başlığı "zorunlu tesadüfler bataryası"ydı. oradan oraya sekerken buldum silenzio'nun yazdıklarını. kalakaldım. her şey olacağına varır gibi iğrenç bir laf etmek istemezdim, ama su akar yolunu bulur. silenzio'ya sabır... :/