20080129

kar

Birki haftadır yoğunlu çalışmaktayım ve bu yoğunluk hali birden yorgunluk haline dönüşüveriyor perilerin geldiği gece vakti. Ben de uyuyuveriyorum. Yapıveriyorum bazı şeyleri, eskiden çok kal’e aldığım şeyleri yapıveriyorum da farketmiyorum artık. Geçen gün girdiğim dükkanın saf çırağına dünyanın parasına satılmış oyuncak kamera’yı farkedip üzülüveriyorum da o çocuk için, şu kar’ı neden böyle bekler dururum anlayamıyorum.

Bu meteroloji’nin ismini doğru dürüst yazıyorum da, onlar bizi kandırmaya neden devam ederler anlamıyorum. Çocukluğumun tatil kahramanı kar yolları kapasın diye bekliyorum, birkaç saat daha fazla uyku için, biraz evde hapsolmuşluk hissi, biraz televizyon karşısında battaniye, biraz pencereden yollara bakmak, bak, hala yağıyor, beyaz siyah’a karşı hep kazanır, kazanır da aldatıveririm kendimi.

Biraz bahar da geliyor aklıma. Güpegündüz hayalini kuruyorum; sabah 8 akşam beş bir işim yok, sahilde yürüyorum, baharın ya başı ya sonu, sakallarım uzamış, birşeylere mutlu olmuşum, mutluluk denizin dalgası, hava da kapalı, öylece yürüyorum. Bir insan neden böyle birşey’i hayal eder ansızın, onu anlayamıyorum, dediğim gibi, çok yoğunum.

Adam başka bir memlekette teknesinin adını “yorgun koymuş, öyle yazıyor gazetede. Yorgun; eksik, eski, eksi birşeylerin boş bırakılmış ikinci üstten virgülüne benziyor bu hayatta. Üstüne onlarca hikaye yazılabilecek aşklara benzemiyor mu ismi? Yorgun; yarım, yamalak, kırgın. Senin yanında uyanmasam nasıl olurdu, nasıl dayanırdım bilemeyiveriyorum bazen.

Sigaralar aklıma gelmiyor oysa, tekerlek bir kere dönmeyince eskisi gibi gitmiyor sevgilim, eskiden çok söylediğim bir sözü sana tekrarlayayım sen uyumadan önce. Demek herşey yalana kavuşabilirmiş en nihayetinde, yok olmaz dediğimiz işler oluverirmiş de senin bir gülümseyişini satın alamazmış; o yağmayan kar, o gelmeyen bahar, o yorgun hikayedeki aşklar.

Ve ben çoğu zaman ban’a öyle baktığında san’a; sen’i seviyorum diyemiyorum, neyse, biliyorsun nasıl olsa. .

20080117

puntolama

  • sigarayı bırakma operasyonum başarı ile sonuçlandı.
  • zaten içenlerin salak ve kro olduğunu düşünmeye başladım.
  • grip&nezle&abercrombie&fitch salgını var, çok emin kaynaklardan duyduk.
  • izmir, ankaradan 15 derece daha sıcak. yeminlen..
  • uçakta eğer bir hostes ya da pilot daha beni uyandırırsa, çok feci olur.
  • çok çalışkan olmalıyız, ben bunu anladım.
  • uyku bütün güzelliklerin annesi
  • bir Palahniuk okudum, garip oldum, rüzgar gibi geçti.
  • bu amcanın ismi gibi ayakkabı var diye hatırlıyorum
  • birgün küçük bir kasabada 3 ay geçireceğim, budur kararım (alaçatı in spring)
  • cemiyette, pişiyoruz cemiyette diye bir şarkı vardı.
  • bomba gibi yazılarla geliyorum, az sonra..

20080115

...'te...

Hangimiz gittiyse fransa’ya ve sokaklarında yürüdüyse gecenin bir vakti, ben orada yoktum, orada olsam değişir miydi birşeyler, çok mu yorgun olurdum, bilir miydim önceden olacakları, olur muydu o vakit, ayırır mıydım mıymıy duran sorumsu kelimeleri, kelimeleri adamdan sayar mıydım, kelimeler kalbimin gizli üçgenleri, bir kenarı sen, ben, diğeri biz; 3-4 ile 5’in akraba olması gibi uzaktan, paris’te, uzun bir kulenin ismini angel koyarız, yazıldığı gibi okunuyor bazı şeyler,, biliriz, oysa şeytan yazdığımızdan daha hızlı okuyor, gözden kaçar, gözlerini benden kaçırmazın, gözlerimin altında yaşlanmışlığım durur, biliriz; bir gün daha biter, bir gün daha doğar, birşeyler daha olur, olur öyle şeyler, hayat bu, birgün biteceğini bile bile yaşamak nasıl birşey ise ve aklımızın ucunda imla hataları, sig’ara vermedik, bıraktık biz demek’le aynı şey. Bıraktık, çok sevdiğimiz şeylerden vazgeçince bıraktık, isimlerini şey koyunca satır satır kaçtık kendilerinden, şimdi bu yabancı mevsimde komşunun çocuğunu oynuyoruz oskarlık, televizyonda çizgi film ile avutuyoruz kendimizi, hanife teyzenin börekleri anamızınkinden güzel, mutluyuz ve gittiğimiz evin kızı düpedüz kandırıkçı, kanıyoruz, satır satır, bir üçgen, 3-4 ile 5’in akraba olması gibi birşey, paris’te..

20080114

sigarankara

Ben sigara hakkında yazacak adam değilim. O uzun süreli, bir bakıma seviyeli birlikteliğimiz sırasında ikimiz de biliyorduk ki ayrılacağız. Ayrılmak zorundayız, böylesi ikimiz için de daha sağlıklı olanı. Bu Cuma günü ani bir kararla, belki de word’un Cuma yazdığımı görür görmez, c’yi büyük yapması kadar ani biçimde ayrılıverdik. Herşeyin hayırlısı, şaka bir yana, sigara cidden bir sevgiliye benziyor, başlarda aklınıza geliyor, tabii ki hep iyi vakitleriniz, sonra sıradan bir yokluk oluveriyor, sonra ki aşamada kubbede hoş bir seda olarak kalmasını bekliyorum, şimdilik yapabildiğim bu. Zor mu? Hangi ayrılık kolay ki eğer içinize çekiyorsanız.

Aynı Cuma günü ankarada idim. Daha havaalanında yanımdaki arkadaşa dedim ki bu havaalanını söküp götürelim buradan, çok güzel olmuş, fazla bu şehre. Ankara 10 derece daha soğuk istanbul’dan, insanın içine işleyen garip bir yanı var o soğukluğun, belki de ben kötü hatıralarımın yanına eklemişimdir boş kalmasın diye, bilemem. Bütün gün, o şehirde dolaşırken yüzümde kırık gülümseme, o şehir ki beni ellerinde büyüttü, inkar edemeyiz, karşılığını ziyadesiyle aldı, sorsanız inkar edemez. İnsan bir şehre kızgın ise bu kolay geçmiyor, bir kere daha anladım. Günün birinde birbirimizi affederiz belki. Ben söylediğim bunca lafı geri alırım, o zaten mağrur “isteyerek yapmadım, beni bilirsin” der, barışıveririz.

Dünya göt hastanesi evimin hemen dibinde açılıverdi. Ortalık birde öğrenciyken pek özenirdim ki gözlüğüm olsun. Çabalarım sonuç verince doktor efendi 0,5’lik birşeyler yazıvermişti de gidip almıştı çaresiz bizimkiler. Pek maymun iştahlı olduğumdan bir sene kadar sonra gözlük unutuldu da, unutulanlar unutanları hiç unutmazmış. Arada sırada başımın ağrısından ya da görmüyorum düpedüz deyişimden takmışlığım vardır ilerleyen saatlerinde hayatımın. Bu gece, okuduğum yazı eciş bücüş gelince, nerede olduğunu unuttuğum hayırsız dost gözlüğü buldum. Gözlükün benim üstümdeki etkisi yazıları bold yapmak onu farkettim, komik geldi bu, digikürt gibi birşey bulmak gibi komik geldi, belle&sebastian’ın çikolatası çıksa yerim, bazen country şarkılarını sevdiğimi farkedip korkuyorum ve gördüğünüz gibi her an saçmayalayabilirim.

Birçok şeyi yapabilirim.

20080108

hazin intikam

türk dizi tarihinin fantasya dünyası, hatta gördüğüm kadarıyla izlenebilecek olan yegane dizisi bıçak sırtı da bu gece itibariyle karizmatik laflar, som som suratlar, gaipten gelen heyecanlı konuklar kervanına katıldı. bu beni pek ilgilendirmez, memleketimizde mehmet ginger & nejat nasılişler'i aynı karede oynuyor diye izleyecek pek çok hanım kızımız mevcutken en fazla başka kanala geçip giderim olur biter, gelmişim 2yedi yaşına, bu dakikadan sonra tv eleştirmeni olacak değilim ya kuzum lamia.

neyse, bu dizimizin bir sahnesinde mehmet ginger, genç avukat kızımızı evden almaya gelir, kız bu sırada ütü yapmaktadır. tamam geliyorum'a benzer bir laf eder, tam kapıdan çıkacak gibi olur. dikkatli izleyicilerimizden benim yanımda olanı " ee, ütü.." der, işte tam bu sırada, genç avukat kızımız geri döner ve ütünün fişini sade bir hareketle çeker, akabinde de kapıyı kapatıp giderler.

bu sahne bütün yazarların aldığı hazin bir intikam gibi geldi bana. hatta yanımdaki dikkatli izleyici ile bayağı bir eğlendim, pek güldüm ve ona dedim ki; " mandalin olsa da yesek", öyle demedim tabii, dedim ki: " herhalde bunu yazan adam, bunu izleyen 2 milyon kadına aynı tepkiyi verdirip şimdi bu sahneyi izlerken sigara içiyordur keyiften". ciddi anlamda gerçekçi ve yaratıcı bir senaryosal dokunuş olduğunu da ekleyelim tam olsun.

peki yazar adamın amacı, birçoğumuzu şaşkınlıktan garbın afakında yenik düşürmek midir, benim hazin intikam diye nitelendirdiğim nedir?

beş-altı sene önce hep astronot'lu hikayeler yazardım, bu o günün sözlüğü ile şu demek; olaylar gelişir, değişink kahramanlar vardır normal hayatta göremeyeceğiniz, hayatta böyle bir kahraman göremezsiniz yani, sonra olaylar biraz daha gelişir ve bir kinder sürpriz olur, hikaye biter. yalnız lamia sonradan anladık ki bu pek çocukca bir uğraş, bu hikayelerin bir sonu var ve bir yerden sonra artistik patinajdan öte birşeye benzemiyor.

yani şaşkınlıktan tavşan yapmak asıl amaç olamaz. hazin intikam, onca insanın salak yerine koymaya can attığı ve belki de sadece o sahneye değil, bütün senaryosuna bok atmasına ramak kaldığı yazarın usta bir çalımla, o sahneyi daha önceden görebilmesidir. evlerde böyle şeyler olur, birileri birşey unutup geri döner, bu da onlardan biridir yalnızca ve yazar asisti iyi değerlendirmiştir.

peki bu durumda orhan pamuk nedir, ronaldinho mu?

normalde bir kitabı okurken yazarın on cümlesinden yalnızca birinde benim farketmediğim birşeyi gördüğünü anlayınca o kitap iyidir diye değerlendiriyorum. geçen gün bitirdiğim pamuk'un istanbul'u ise hala aklımı kurcalamakta. mevzu pamuk'un oldukça basit paragraflarda sıraladığı farketmeleri değil, onlar da kurtarır ama mevzu o değil. on cümlesinin yedisinde o anın içine girip debelenen, kendince bir sonuca varan, insanı dürten birisiyle bu ilk karşılaşmam. şimdi ise merak ettiğim, kendi hayatını anlatırken zaten yaşadığı tüm bu detayları çatır çatır anlatan kendisinin kurmaca bir düzen içerisinde de o gerçekliği ne kadar verip veremediği, hatta daha ileri bir tabirle, her yazarın kendisini yazdığını düşünürsek, o kendisinden çıkıp kahramanlarını ne kadar yarattığı ve o boşlukta az önce bahsi geçen debelenmeleri ne kadar yapabildiği. en seçkin kitapçılarda kısa zaman sonra karşılacağız pamuk efendi, o vakte kadar saygı duyuyoruz şahsınıza.

20080104

kelime

Sen bana bir kelime söyle, söyle ne olsun; yazımız birşey hakkında olmak zorunda değil, sen bir kelime söyle, yeter ki söyle; bulut ve dediğin gibi ben hiç beyaz kelimesini kullanmıyorum, sen şimdi bunu farkettin ve bulut. Bulut olur, bulut beyaz bir kelime, bulut nereden baksan başka birşeye benzer, bulut geçer gider çünkü, durmaz meselelerin üzerinde, ve sen bu yazı nereye varacak diye beyaz sayfaya bakıyorsun. Sen bulut dedin diye yazmak zorunda değilim, biliyorum, beyaz dedin diye kar da yağıyor bu şehre, ve sen pencereden şimdi yağıyor mu diye bakıyorsun, yağmıyor, gitmiş, bulut..

Başka bir kelime söyle, bu sefer gitmeyeninden olsun, yanımda oturuyorsun, saçların birkaç santim ötemde, gözlerini dikmişsin tavana, ve bana birşey soruyorsun; masalları seviyorsun sen, bir hikayenin sonu var diyorum sana, aynı hikayenin masal kahramanları oluyoruz bir anda, saçların birkaç santim ötemde ve seni ufacık öpüyorum.

Kelime mi diye soruyorsun, giriş gelişme sonuç, yani ihtiyacımız olan bir tane daha kelime, öncekilerle alakalı mı olsun diye soruyorsun, olsun mu, aklından kaldırım geçiyor, oysa kaldırım geçmez böyle cinaslı kafiyelerde, sen o kaldırımda oturmuş ikimiz adına kocaman laflar ediyorsun, bir yerlerinde kırıldı kırılacak ufak bir kız, kaldırım büyükannemlerin mahallesini getiriyor aklından aklıma, çekirdek yenilen şilteli akşam muhabbetleri, komşunun kızı olsan belki farketmezdim seni, sırf bu yüzden onca vakit bekleyip başka bir kaldırımdan hayatıma giriyorsun, yüzünde neden olduğunu anlamadığım kırılgan bir ifade, ufak bir kız çocuğu gibi, saçların birkaç santim ötemde, bana bakıyorsun.

Sen bana bir kelime söyle, ya da sen dur, iki kelime; seni seviyorum..

20080101

200yedibuçuktansekiz

her sene giderek gereksizleşen bir geri sayım akabinde, geleceği pek de süpriz olmayan 200sekiz umarım hepinize lo lo lo yapar, sizi gidi fındıkkıranlar, binlerce dansöz var diyorum. aldığım birkaç içten teprik mesajının dışında bir önceki cümleden daha manalı bir kutlama öbeği de bilemiyorum zaten, bahsi geçen içten teprik mesajlarından birini de ilkokul örtmenim yolladı, bahtiyarım.

bu akşam beş dakikalığına da olsa "bir hayalim var" isimli harikulade yarışma programını izledim, birkaç yazıda okuduğum bu vakayı kendi gözlerimle görüp kendimden geçtim. sedasayar'ın dediği gibi bu yarışmanın amacı acı çekmiş insanların şarkı söylemesi, karga sesli olmalarının bir önemi yok. bir nevi "benim acılarım seninkileri döver", "senin annen öldü ama benim hem annem hem babam hem de halam öldü" yarışması. konuklar ağlıyor, sunucular ağlıyor, yarışmacılar fenalık geçiriyor, pek güzel. bu memlekette yaşanmaz mirim, bu memleketi adam edecek g.t de bizde yok, ancak böyle giydirerek rahatlıyorum hepsi bu.

pek sevdiğimiz bir arkadaşım da amerikayandaki okul macerasını yarıda bırakıp geri döndü. böyle insanlar var, gidiyorlar, tutunamıyorlar. hiçbir yere ait olmayı tam anlamıyla beceremeyecek şekilde talim edilmiş bünyem anlamıyor tabii. tutunamamak bir eksiklik ya da ayıp diye düşünmüyorum ama bu durumun ismi bu. köfte ekmek yemeyi özledim, fener maçını kankalarla izlemeyi özledim diyor adam, kendi içerisinde tutarlı, hayatta hepimizin bir önceliği var, kimileri kariyer, kimileri arkadaşlar, kimileri için boğazda bir yürüyüş. bir de bu istanbul, garip bir yaratık, evlatlarını çağırıyor bir zaman sonra, ben bunu farkettim.

2007 senesinin en'lerini de yazayım, olsun bitsin. aşağıdaki ödüller tamamen benim ve değerli iç komitemin oylarıyla on dakika içinde belirlenmiştir.

en iyi şarkı: blonde redhead - dress
en iyi grup: Tegan and Sara (gözlerinizden öpüyorum)
en iyi albüm: amy winehouse - back to black
en iyi oyuncu: al pacino, ver pacino (her rolüyle iki defa kazandı)
en iyi kitap: saatleri ayarlama enstitüsü
en iyi senaryo: stranger than fiction
en iyi film: 300 & match point
en yaratıcı hamle: annem - evde itiraz ettiğim dekore işinin güper olması
en güzel vakit: tatildeyken sabah beş
en büyük asker: çağlarım, öpüyorum
en iyi giriş yapan: missilence --> to my life
en iyi golcü: bobo
en iyi blogger: http://amaaman.blogspot.com/
en hayvan: missilence'in apartmanının altında yaşayan ve her sabah havlayan uyuz hayvan
en iyi sokak lambası: bizim sokakta bizi görünce sönen (kişisel torpil)
en vahim vaka: kışın havanın açık olması, karı yağmuru geçtim
en büyük değişiklik: arabam, artık jaguar oldu, rahatladım
en hayırlı gelişme: missilence'in yaptırdığı mali devrim, artık batmıyorum..
en teknolojik şey: artık durarak çalışmaya başlayan kahırtop'um
en güzel şehir: kalbim Roma'da kaldı

bu liste uzar gider, esen kalın..