‘bana biraz şarap verir misin?’ diye arkadaki odadan bir ses
duyuldu, Elif yerinden kalktı, usulca mutfağa doğru yürüdü. Mustafa, Elif’in
gidişine baktı, sehpanın üzerindeki paketten sigara almak için uzandı, işte tam
o sırada belli belirsiz iç çekti, bir şeylere üzülen insanların her şeyinden
belli düşünceli hali yüzüne oturdu. Elif dolaptan çıkardığı şarabı bir bardağa
koydu, İsmail şarabı hep su bardaklarında içmeyi severdi, Elif bunu iyi bilirdi
ve böyle zamanlarda en iyisi İsmail ne derse onu yapmaktı. İsmail’in odasının
kapısını açtı Elif, al dedi, teşekkür ederim dedi İsmail olanca kibarlığıyla,
birkaç saniye Elif’e baktı, seni de yordum dedi, Elif bir şey demedi, Elif çok
şey dedi, Elif gülümsedi bunu neden yaptığını bilmeden, Elif’in aklından onca
güzel zaman geçti, Elif’in aklı karmaşık bir takvim oluverdi.
İsmail yazmaya başladı.
“ ne diyeceğimi bilemediğim tüm insanlara; bir gün öleceğini
hiç düşünmemiş krallara, onların iyi kalpli kızları, nam-ı diğer güzel prenseslerine,
keşke ben de öyle el bebek gül bebek büyüseydim, olmadı; her şeyin hep kötü
yanını gören orta yaşlı teyzelere ki onlar bir gün söylenecek bir şey bulamazlarsa
hazin sonumuz gelmiş olacak; Türkçe dersine matematik defterini getirmiş ve
akşam evde her şeyi temize çekmek zorunda olan ilkokul üç çocuğunun, ilk
kasetini alıp defalarca dinlediği gece, işte ben o gecede sonsuza kadar dönüp
durabilirim; 1953’ün sonbaharından kalma bir fotoğrafın arka bir yerinde
yürürken, istemeden o fotoğrafa girmiş amca, bir ölü olarak başka bir insanların
salonunda öylece nasıl duruyorsa, ben senin hayatında öylece durabilirim;
uykuları giderek kısalan insanların yaşlandıklarını böylece anlamaları gibi,
sağ omzunda sebepsiz bir ağrı duyan kimseleri hep biriler terk eder, kimse bunu
bilmez oysaki işte tüm bunlar senin yüzünden, senin, yüzünden, bu kelimeler
yine sana yürümeye başladı, oysa daha, neyse.”
Ne yapacağız Elif diye sordu Mustafa bir soru işaretinin
eksikliğini çekerek. Artık içeriden susmuş daktilonun sesleri geliyordu. Bilmiyorum
dedi Elif, artık ben de bilmiyorum, sen de şarap içer misin? İçelim madem dedi
Mustafa, kaç senedir tanıyordu İsmail’i, on yedi mi, öyle bir şeyler, bu adam
dedi, bak düşündüm ortaokulda tanışmışız, o zaman da garipti, garipti yani,
bazen bir hafta bir şey konuşmadan gelir yanında durur, bazen durmadan ufak
tefek şeyleri anlatırdı, bir keresinde okuduğu bir kitapta bir kralı varmış
kralı diyorum, zannedersin kendisi binaltıyüzlere geri dönmüş, kızı varmış,
zalimmiş, on gün boyunca hiç bıkmadan bu adamın hikayesini anlattı, halkına ne
yapmış, kimlerin topraklarını elinden almış zorla, aslında kraliçeyi sevmezmiş
hiç ama sırf tacına laf gelir diye bir şey demezmiş falan filan, ne düşündüyse
artık, sırayla hepimiz küfrettik o krala, on gün boyunca bir kralı dinledik,
sonra dediğim gibi susardı zaten, o zaman da konuşmasını isterdik. Sen daha iyi
bilirsin gerçi, kime ne söylüyorsam.
Kime ne söylüyordu? Ah bu Mustafa’nın bazen her şeyi unutan
patavatsızlıkları.
Elif yine yerinden kalktı, uyumuştur, uyuyakalmıştır belki
diye düşündü, düşünmek umut etmenin yarısıdır, İsmail böyle yazmıştı bir
keresinde. Odanın kapısını araladı:
- - İyi misin İsmail ?
İsmail durdu bir müddet;
- - İyiyim, düşünüyordum sadece, fazla bile
düşündüm, ama ne yazacağımı düşünüyordum, başka şey değil, seni de yordum yine,
sağol ama, bak şimdi ben bu daktilonun başında öyle mutluyum ki..
Öyle mutluydu ki. Öyle yazacaktı:
‘ bazen zamanın durduğunu hissediyorum, yelkovanla akrep
arasında sıkışıp kalmış zaman nasıl böyle hareketsiz kalmaz zaten ona hayret
ediyorum. Bazen dik bir yokuşun başına gelmiş, yavaş yavaş merdivenlerden
yukarı çıkacak gücü toplamaya çalışan ihtiyarlar gibi hissediyorum, hissetmek
de iyi bir şey anasını satayım, hani çıkamayacağımı da biliyorum, öylece
duruyorum, öylece durmak, bir şeylerin kıyısında öylece durmak, mutluyum
sanırım, birisi sorunca cevaplamak kolay değil, insan ne hissediyorsun diye
sorulunca mutluyum demekten utanır mı? Ben utanıyorum. ‘
Elif biraz daha şarap ister misin diye sordu Mustafa’ya.
Elif’in başka bir şişe daha açacağını marketteki çocuklar bile biliyordu da, böyle
sorulunca, Mustafa sadece kafasını sallayarak evet diyebildi ve tüm cesaretini
toplayarak bir soru daha sorabilirdi:
- - Dilara aradı mı Elif?
- - Aramadı.
- - Ne dedin sen ona?
- - İsmail dışarıda dedim, Mustafa’nın evinde, gelip
gör istersen dedim. Gelirsen ara dedim, aramadı.
Şimdi biz insanoğlu adli vakalara suçlular ararız, her şeyin
bir sebebi vardır, bir cinayet varsa katil her zaman vardır İsmail’in dediği
gibi. İsmail işte bu şarap içen iki insan açıkça söylemese bile kendi katilini
kendisi seçmişti. İsmail bir gün gelip Elif’e başka birisinin varlığından
bahsettiğinde ve o bahsi geçen Dilara’yı cümle içinde, gözlerinin içinde, sesinin
o çok da aşina olunmayan tınısı içinde saklayamadığı zaman, Dilara’yı kendi
elleriyle teslim ettiğinde, onca İsmail’in intihar teşebbüsleri boşa çıkıvermiş,
uzun zamandır aranan suçlu cezası neyse çekmek için kendi kendine teslim
oluvermişti. Şimdi kimse Dilara’nın masum bir köylü olduğuna, kralın kendisine
dertlerini anlattığı bir gece, sadece kral olduğunu anladığı için, belki de
hayatında ilk defa bir kral görüp masum kız çocukları gibi dinlediği için bu
hikayenin bir parçası olduğuna ihtimal dahi vermezdi. Çünkü kral o köylü kızın
haberi bile olmadan onun peşinden gitmeye karar vermiş, olan kraliçeye olmuş,
kral tüm açık sözlülüğü ve kendisine söylediği yalanlar ile birlikte bu
lüzumsuz masala inanıvermişti. Dilara bilmeden ucundan dokunduğu garip bir
şeyin içinde şimdi en iyi yardımcı kadın oyuncu gibi durmak zorundaydı. Elif’in
bilmediği, İsmail dışarıda dediği zaman, Dilara’nın İsmail’in neyin içinde
olduğunu bilmemesiydi. İçeriden daktilo sesi yeniden duyuldu:
‘ sana hezeyanlarımdan bahsetmek isterim, içimdeki o sesin
bana ne yapmamı söylediği, benim de karşı koyamadığım ve bundan da anlamsız bir
zevk aldığım zamanları söylemek isterim. Bunlar seni korkutabilir. Maalesef
sana bunları anlatıyorum, anlatıyorum ki kendim de duyabileyim. Sana bunları
beni sadece sen kurtabilirsin diye söylüyorum. Bu iş ne kadar ilgini çeker
ondan da emin değilim. Seni benim kurtarıcım olabileceğin için mi seviyorum,
seni seviyor muyum, ne kadar biliyorum ki seni, işte bunlar dönüyor kafamda,
korkma, ben sekiz yaşından beri böyleyim. Senden de bir şey istemiyorum,
dediğim gibi beni sadece sen kurtarabilirsin, ben böyle inanmak istiyorum, belki
bir kurtuluşum olduğuna inanmak istiyorum, bilmezsin ama ben son derece
bencilim. ‘
Uyuyakalmıştılar. Daha fazla dayanamamıştı Mustafa, Elif ise
şaraplar. Bir yerde kalacaksan en iyisi uyuyakalmaktır diye yazmıştı İsmail. Elif
gözünü açar açmaz içeri koştu, İsmail yerinde yoktu. Masanın üzerinde bir sürü
kağıt kalmıştı, daktilonun sesleri. Geriye dönerken masanın üstüne kısa bir not
buldu:
‘ hastaneye geri dönüyorum, bir taksi çağırıp giderim
birazdan. Hala nasıl nazımı çekiyorsunuz anlamış değilim. Bir müddet ziyarete
gelmezseniz bu hepimiz için en iyisi olur sanırım, deliliğin ucunda duran bir
adamı normal sayılabilecek hayatına onca uğraşarak bir gece de olsa
çıkardığınız için teşekkür ederim. Merak etmeyin, orada benim gibilerden çokça var,
çoğu da iyi insanlar, muhtemeldir ki ben de arızalı olduğumdan geçinip
gidiyoruz, belki bir gün aranıza başka şekilde dönerim ama ihtimaldir ki bu da
pek mümkün değil, şu an hiç de önemli değil. Böyle sabaha kadar yazmak iyi oldu
benim için, çocukken annem babam televizyon izlerken nasıl uyumayı seviyorsam
siz içeride iken yazmayı da o kadar seviyormuşum meğerse. Elif, beni affet, beni
bir değil, defalarca affet; Dilara dediğin mutsuz bir masalın olmayan
kahramanı, bunu da bilmeni isterim, bu bildiğin bizim hikayemizde nokta,
virgül; önemlidir ama, sana söylediğim onca şeyden sonra, o kızın masum
olduğunu bilmen önemlidir; bu seni hala sevdiğim anlamına gelmez, işte bu da
delilere bahşedilmiş açık sözlülük olsa gerek ama en azından bir kişiyi daha
aklamak demektir, insanın düşünecek çok vakti olunca kendi katilini bile
kendisi seçiyor, benim ki benim, sen elinden geleni yaptın ama kurtarmaya gücün
yetmezdi zaten, bunu bil istedim. Bazen gerçekler benim bile hoşuma gitmiyor ki
bilirsin ben deli gibiyim, ama gerçekleri bilmek iyidir, güzeldir, acıdır; bu o
kadar acı da değil, delinin biri bir yalan uydurur bazen, işte ben o yalan- ne
kadarı yalansa artık, seni o kadar acıtmasın istedim.’
Sonra Dilara aradı Elif’i öğleye doğru, dedi ki Elif’e, Elif’in
bu hikayede kim olduğundan habersiz, geleyim bir yardımım dokunacaksa dedi,
insanların olanca masumluğu. Yok dedi Elif, seni de rahatsız ettik kusura bakma,
senden bahsetmişti İsmail, bir an panik yapıp aradım ama merak etme. İsmail dışarıda
demiştin diye sordu Dilara, onu anlayamadım, dışarıda ne demek, beni uzun
zamandır aramıyor, başına bir şey gelmedi umarım. Elif biraz düşündü, biraz
daha düşündü, yok yok merak etme, her şey yolunda dedi.
‘Sonra içeriden daktilonun sesi gelmedi. ‘
Böyle yazdı İsmail.
2 yorum:
ya ben sana teşekkür ederim. böyle telepatik bi şey gibi eskiden yazacağın zamanları biliyordum ve yazdığın günler mutluluk getiriyordu sanki.
son bi aydır arasıra aklıma geliyordun ha bi de demin yine düştü ve bakiyim dedim belki yazmıştır. ama burayı unutmuş koyvermiş olma ihtimalin de yok değildi ne biliyim ölmüş yahut değişik neden sonuçlar gibi, tahmin yürütemeyeceğim şeyler...
ama yazmışsın; bi nevi içime doğdu ve yine mutlandım. hayatın nasıl bilmiyorum ama, umarım iyisindir.
yeni gordum yorumu. cok tesekkur ederim.
Yorum Gönder