yurtta kalırken banyonun çıkışında tam karşıdaki duvara bir sürü ölüm ilanı asmıştım. gazetelerin sonlarına doğru bulabileceğiniz siyah-beyaz ilanlardan bahsediyorum. bir zaman sonra garip bir hobi halini de almıştı, spor sayfasına bakar gibi ilanlara bakıyordum. çok zengin insanların klişe merhum laflarının yanında içten şeylere de rastlıyordum, bazen de isimsiz seni özlüyoruz gibi insanı durup düşündüren kısa metinler.
o ilanlarla düzenli olarak karşılaşan oda arkadaşlarım önceleri bu manyak gene ne yaptı derken bir vakit sonra rahatsız olmaya başladılar; duş aldıktan, tuvalete gittikten, dişlerini fırçaladıktan sonra, yani en doğal hallerini birkaç saniye geride bırakınca karşılarında onlarca ilan görüyorlardı.
aslında garip olan insanların ölümden çaktırmadan bu kadar çok korkmaları idi. birkaç ilanın kimseye zararı dokunmazdı netekim, sanırım kendilerinin o bahtsız gazete sayfalarını düşünmeye başladılar, günde birkaç defa.. her ne kadar 20li yaşlarda olsak ve ölüm romanlara renk katmak için kullanılan bir araç gibi gelse de ya da bir yaşlı akrabanın artık aramızda olmadığını telefonda öğrenmek, kabul edilmesi zor birşeydi.
zincirlikuyudaki mezarlığın girişindeki "her canlı ölümü tadacaktır" cümlesi de gazetelere bu yüzden konu olmuştu. arabayla neşeli bir buluşmaya giderken sağınızda ağır bir hatırlatma okuyordunuz, dikkat et bak öleceksin gibi. biraz kızar gibi aslında, adam gibi yaşa öleceksin, iyi birisi ol, çok hırs yapma öleceksin.
odadaki itirazlar birkaç hafta sonra isyan boyutuna ulaşınca ilanlarımı topladım, hepimiz rahatladık.
hala bile değişik birşey var mı diye arada göz gezdiririm.
6 yorum:
bir defterim var, günlük gibi değil ama günlük. sinema, tren, otobüs biletleri, şeker kağıtları, davetiyeler, sigara jelatinleri -tabii üzerine düşülmüş notlarla-, bazı mektuplar, bazı gazete küpürleri ve tanımadığım insanların ölüm ilanları. senin gibi şok edecek şekilde toplamadım o ilanları aslında. o defteri gören ya da benim bahsettiğim bir kaç insan dışında kimse bilmiyor bunu.
ancak insanlar genel olarak ölümün konuşulmasından hoşlanmıyorlar. (üzgünüm bu konu benim bataklığım, çenemi açınca kapamıyorum, kapayamıyorum, kapayasım yok.)
ölüm her zaman ilginç geldi bana. çok fazla ölü gördüm bu yaşımda. mesela ne ilginç geldi biliyor musun? o son ana kadar orada, önündeki yatakta, sandalyede, karşında nefes alan ve sadece nefes aldığı için bile yaşadığı varsayımında bulunduğun bedenin bir an sonra artık soğumaya başlayan yabancı bir madde olması. orada yatan, oydu buydu şuydu kim olduğu asla önemli olmadı, önemli olan bir an önce canım, kanım, sevdiğim olan insanın bir an sonra yok olması oldu.
biri demişti ki "ölümün olduğu bir dünyada daha ciddi ne olabilir ki?" kim demişti bilmiyorum. ciddi, korkunç ya da nahoş değil de ilginç ve merak edilesi geliyor bana.
tam da yukarıda bahsettiğim nedenlerden.
mesela çok ucubik şeyler yapan insanlar, ne bileyim timsahların ağzına kafalarını sokanlar, ya da olmadık yerlere tırmananlar, trafikte akrobasi yapanlar, aids bana bir şey yapmaz diyenler mesela... acaba gerçekten ölümü düşünmüyorlar mı? yoksa korktuklarını göstermemek için sahte cengavercilik mi yapıyorlar.
ben karşıdan karşıya geçerken korkuyorum mesela. uzun uzun bekliyorum. ölümü merak ediyorum evet, ama kolumun bacağımın kopmasını merak ettiğim söylenemez.
uzadı.
bitireyim.
Bir ameliyata girecekken, sakat kalma riskini düşünüyoruz, kağıtlar imzalıyoruz da o ameliyattan sağ çıkamama riskini hiç düşünmüyoruz nedense. Öyle bir korku ki bu, lafını ağzına dahi alamıyorsun. Hep aklının en gerilerine atıyorsun. Ölüm en son alternatifmiş gibi... Ölüm, yapmak istediğimiz her şeyi yaptıktan sonra gelecekmiş gibi. Bir acayip.
hayatın anlamı nedir gibi bir geyikte verilebilecek en yanıt olarak ölümü bulmuştum. o kadar kasıyorsun, o kadar seviyorsun ama öleceksin gibi..
öyle işte, kaçıyoruz..
ilk defa bir yorumu ciddiye alıp iki defa okuduğum için, thx clementine..
lisede Gide'in hayatini okurken, bir ulkeye gittigi zaman ilk isinin mezarliklari gezmek oldugunu ogrenmistim. mezarlik gezme meraki oyle basladi. mezarliklarda ölüm üzerine epeyce dusundum, yasamin tek bir gercegi varsa sayet bu ölümdür dedim. kisiler bilir veya hissederler nasil öleceklerini, Anna Karenina Kont Vronskiyle ilk karsilasmalarinda, o tren istasyonunda bunu nasil hissetmisse, iste biz de oyle hissederiz.
closer filmini animsadim, yazdiklarini okurken. baska gunlerde de bazen, Alfie'nin yaramaz ifadesi gozumun onune geliyor gozumun onune, yazdiklarina eslik eden. sana jude law'a benzedigini soyleyen olmus muydu hic?
gracias..
var ööle bi yaramazlık hali. hatta kimileri uyuz olur, for example julia ama o da biryerlerinde seviyor sanırım.
Yorum Gönder