20060531

f

Bu satrlar çiğ köfte, dürüm ve fındık lahmacun siparişi verilmiş bir anda, yani karnım fazlası ile açken yazılmıştır, silinmiştir, hayat böyledir, adımlar atılır, köprüler kurulur, acılar çekilir, gülünür, beyaz sayfalar siyah olur, garip bir silgi bulunur bir yerlerden, unutulur.

Unutulmaz aslında, bakıyorum mesela, kaç senelik tarihim var ki benim, 24 sene falan, otursam 100 sayfa çocukluk anılarımı, ilk aşkımı, eski sevgililerimi falan yazıcam, noktası virgülüne hatırlıyorum herşeyi, şehirler gözümün önünde, sokaklar, caddeler, sözler.

Babam derdi mesela: “insanlar kıyafetleri ile karşılanır, fikirleriyle uğurlanır “ şimdi bu gençliğin aklı fikri tommy, prada, gucci babacım.

Bi de bi abi vardı, bozuk türkçem der ki ii bi abi idi o, kouşurduk, komünizm kitapları okurdum o vakit, odtüdeydim, bana demişti ki bin sayfa okudun kötülemek için komünizmi, aferim sana. Hakkatten tam bin sayfa “komünizmin kara kitabı” diye birşey okudum, bir sürü de yanında şeyler. Belli işte, o vakitten satmışız kendimizi paraya.

terazi burçların en karizmatiği..

Uzun satırlar yerine çiğ köfteyi tercih edeceğim ot okuyucu, popüler şeyler koysam hemen atlarsınız comment diye, şunlara iki satır birşey yazın da bi boka yarasın.

20060528

f-e

Bak bu gördüğün ben değilim, okuduğun şeyler benim değil, soğuk bi r akşamda sokak lambasının altında hiç durmadım ben, yanmadığını farkedip yürüdüm sadece, sana hiç yanmadım, senin sevdiğin adam ben değilim, kültablası dolana kadar sigara içen ben değilim, sana sözler verecek kadar büyümedim daha, bu kadar virgül benim değil, hala yalanlarım var, ufak, tefek, beyaz, siyah, siyah-beyaz bir filmin ortasında yaşayan sessiz sakin kahramanın ben değilim, sıradan hayatımda hiç güneşi batarken izlemedim bilmek istersen, sana şiirler yazacak kadar yetenekli olmadım hiç, senin O’n ben değilim, panayırlarda halka atarak kazanılmış bir gülümseme yüzümde durmadı hiç, fazla hiç demekten çok şeyim olmadı, senim olmadı mesela hiç, o senden dünyayı durdurmanı beklemedim karşı dairedeki teyze çocuklarını okula uğurlarken, gözlerime bir baksan da bitse gitse herşey diyemedim, sana çok şey anlattım ama kendimden bahsetmedim hiç, yanında uyandığımda birkaç saniye güllük gülistanlık oysa ben hiç çiçek almadım sana, bozukluklarımı çingene teyzeye vermedim hiç, bu hiç sıkıcı bir kelime farkındayım, sana hep’li cümleler satın alamadım bakkaldan farkındayım, kirazı vişneden ayırt ettiğim gün gibi aklımdasın oysa, parka bile gittik seninle ama yanında o çocuk olamadım hiç, ağır şeyler bunlar, yokluğunu kaldırırım belki, beni acıtan şeyleri anlamadın sen hiç, sen demek ne güzel farkındayım, benim senim olmadı aslında hiç, pratikle ellerin teoride yalnızlıktın hep, hiç. Baharımız bile olmadı bizim, kırkikindi yağmurları bastırmadı sahilde yürürken- bir anadolu kasabasında, altı üstü birer sevgiliydik biz, hiç aşık olmadık yazık ki, kötü toplantıları erteledik bilerek, iyi düşmanlardık birbirimize, toplu tüfekli savaşlarımız olmadı ama ordularımız yenik. Ve tarih kitaplarında sırf büyük harfle bir kere yazılabilsin diye v ve ortaokul türkçe öğretmenimize inat, kimse konusunu çalışıp sınıfa anlatmayacak sen’le ben’in.

Yitip gideceğiz sevgilim.

20060524

f

taaatil diye okunup tatil diye yazılması her ne kadar komik olsa da, daha gelmesine bir aydan fazla var.

hayal ettiğim öyle sakin bir yere gidip kafa dinlemek değil, dedim ya gayet boş bir insan olma yolunda emin adımlarla ilerliyorum, allah yolumu açık etsin. gideyim şöyle, şıkıdım şıkıdım hop biri hopbiri eller havada, oh ne güzel, gündüz plajda istakoz gece barlarda balina olayım, kurtlarımı dökeyim, hayvanlar alemi olayım, dönmeyeyim mümkünse..

bu havalarda çalışması zor, gerçi dışarıda yürümesi de zor, insanın klimayı cebinde taşıyası, yolda su satan insanları öpesi geliyor. bu yaz olayı karışık, anlaşılması zor bir rehvet, bir adam sendecilik, yok efendim n!olcakcılık, güzel yine de, gönüllerin sultanı eylül gibi olmasa da yaz iyi birşey..

yaz iyi birşey, yazmak o kadar değil, çok bilindik bir cümlenin tekrarı, ellerim kırık satırlara giderken farkediyorum ki bu sefer sebebim bile yok. geyik alemlerinden cümleler kurmak da bir yere kadar. magazin ve normal dünyayı da ancak ntv kısa mesajlarından takip eden biri için, farkındayım, çalışan bir adam olaraktan bayık ve sıkıcıyım.

tabii bu on tane a'yı yanyana koyarak tatil deme gerçeğini değiştiriyor mu, sanmam.

20060521

f

düşündüm de o kadar resmim var mesela ama seç bakalım küçük pikasso hangisi aslında sensin, kendini bir resimle ifade et deseler bu yukarıdakini seçerdim. pırıl pırıl çocuklar neden bu resim olduğunu beş aşağı üç yukarı elde var iki bulacaklardır. sevdiceğimin deyişiyle a mı desem b mi desem yoksa hiçbirimi.

aslına bakarsanız yine ağdalı cümleler ile başlayan ve azıcık hüzünkar bir yazı yazacaktım, çünkü bugün günlerden pazar ve garip bir şekilde yıllar yılı o pazarın şu saatlerinde sessiz bir suskunluk gelir, biraz da kırık şarkılar dinlersem çoğu zaman sebepsiz bir yüz asıklığı hasıl olur bana, önceden daha çok olurdu ama çok afedersiniz mala bağladığımdan yani daha az düşünür olduğumdan beri daha kolay uyur oldum, kafayı koydum mu uyurum.

kırık şarkılar dedim de, cebimde bir bilet durmakta, bak hele bak, morrisey geliyor. konser nasıl olacak ya da katılanlar nasıl kimseler olacak bilemiyorum, beklentim elele tutuşmuş ve ağlamak istiyorum diyen yüzlerce insan. şimdi bu kimseler let me kiss you'yu dinlerken nasıl dans edecekler ya da sevgilisiyle nasıl pıtırcık olacaklar, kesin yabancı biri gelmiş neden gitmiyoruz diyen the smiths'ten bihaber arkadaşlar da olay yerinde boy gösterecek ve lan bunların hepsi manyak diyerekten şaşkınca evlerine geri döneceklerdir. az kaldı, ve bu paragraf sona erirken morri dayı the more you ignore me çalmakta idi: "you are wasting your time"

keşke hergün ikea'ya gitsek, paralarımız hiç bitmese, boş vakitlerimiz saatte sabit dursa, kataloglardan sınav yapsalar, ah be george, olmaz mı yahum? her hafta yeni bir koltuk alsak, eskileri kapının önüne koysak, çocuklar üzerinde evcilik oynasalar, gürültü yapsalar birazcık, biz yine ikeaya gitsek lamba falan alsak ya da puflara kılıflar, çerçevelere resimler. hepsini kurup öylece otursak evde, ah ne güzel hayal kamuran, ne güzel değil mi?

bu ibo garip adam, söyle bir on dakika baktım ama hep alakasız tipleri çıkarmış, unutulmuş türkücüler falan, hayır izlemem dinlemem ama yine de reyting olayına girmeden böyle şeyler yapması beni şaşırttı, alla alla dedim, işime baktım sonra.

amerikadaki bu loser-winner çatışması bitsin artık lütfen. birileri buna dur desin, herkes okulda aynı yerlere gitsin, kimse kimseyi küçümsemesin, zenciler, beyazlar kardeş olsun, para değil dostluk kazansın. o kardeşlerimize destek vermek için, buradan ilan ediyorum, hepimiz bir loser'ız. aaa daha iyi bir fikir, loser'ların hepsi morrisey dinlesin, it will work babie,

öperim hepinizi, okuyorum yazdıklarınızı da, iyi çcouklarsınız, ben de iyi olmaya çalışıyorum, elimden geleni yapıyorum vallahi.

kind regards

20060520

b

beşiktaşlı olmak siyahı sevmektir, beyazdan vazgeçeceğini bilerek.
ruhunla oyna ama kaybet diyebilmektir.
kaybetmeyi bilmektir.
kazandığın zaman isyan edebilmektir.
milyon dolarlık değil, tribünlere koşan biri için bağırmaktır.
sarı saçlı zengin kızlar yerine şivesi bozuk bir abi ile küfredebilmektir.
bırakıp gitmemektir, gidememektir.
maç bitince stadtan çıkmayıp bir saat sonra çevik kuvvete beyaz desenee demektir.
hırsızlar için beste icat etmektir ki yeni birşey söyleyebilsinler.
elinde bira ile kazan'ın önünde geçen taksilere tezahürat yapmaktır.
rezilliktir, ama sevgidir.
çubuklu bir formanın peşinden gitmektir.
kalende bir gol görünce için acımasıdır beşiktaşlılık
bir gol ile herşeyden vazgeçebilmektir.
siyahtır.
beyazdır.

20060519

f

benim babam ciddi adamdır, bana benzemez, blogu yoktur, az konuşur, çok espri yapmaz, arada yapar ona da arada yaptığın için gülersin, hayır derse hayırdır, evet derse yuppi, kızarsa kaçarsın, bilirsin ki kızıyorsa cidden kızmıştır, ciddi adamdır benim babam, kaşları çatıktır, tatlıdır ama, garip bir otoritedir yani, çok ciddi ama çok.

baba dedim, çok özledim valla seni. güldü. çok özledim diyorsa bir erkek babası bile olsa başka bir erkeğe, özlemiştir. bak hiç gel demiyorsun bana dedim, durdu biraz. oysa 4 aydır bir günlüğüne gidebildim yanlarına, altı üstü bir haftasonu yani, çok önemli şeylerimden vakit bulup gidemedim işte.

durdu, güldü birazcık daha. oğlum dedi, gel diyeceğim ama çok hızlı araba kullanıyorsun, ondan..

benim babam ciddi adamdır, ben bu adamı özledim.

20060516

f

bu satırları van'ın bir otelinin lobiye benzer ama çalan müziklerden (cranberries, rainman soundtrack, biip bapbap barapbop vs..) ne olduğunu anlamaya çalıştığım yerinden yazıyorum.

okuyanlarla aramızda en azından 2000 km vardır, eğer isveç üzerinden istanbula ulaşmaya çalışırsanız bu km daha da uzar, uzar gider, gidilecek yer varsa aklınıza gelen oraya da giderim ben.

buradaki insanlar çok iyi, dvd'ci abi benim için bulup birşeyler getirecek, garson çocuk beni başbakan sandı, sokaklarda bir sürü mendil satan öğrenci var ama istanbuldakiler aksine bunlar gülüyorlar ve ister istemez eliniz cebe gidiyor. buranın çok aktif tiyatrosu bile varmış, herşey yok tabi, ama olanlar yetiyor insanlara. bu değil mi zaten, bize yetmeyen ama onlara iki dirhem bir çekirdek fazlasıyla, gülüyor herkes diyorum, hayat zor ama koymuşlar hayata, size birşey olmasın.

yaşayıp gidiyoruz george, farkettiğim aslında gark ettiğim bundan öte değil. istersen burada bir köyde istersen bebekte bir yalıda yaşa, istersen üzerinde seni seviyorum yazan bir motosiklete bin, istersen 505 beygir gücündeki bir corvette'e. eee neticede insan evladısın, lakin bu insan evlatları kendilerine dert bulmakta pek bir maharetli, işler güçler arasında yitip gitmeye meyilliyiz, buyuz yani. şimdi bu lobiye benzer yerde yaşadığımın farkına varıyorum, az önce kendime dokundum, kanlı canlıyım, herşey yolunda.

sevimli roman kahramanlarına benzeyen bir sevgilim var benim, daha ne olsun, herşey yolunda..

20060513

f

bazen rüyalarımda inanılmaz absürd ve moral bozucu şeyler oluyor. ööle bööle değil ama. kazada birini kaybediyorum, sınava giriyorum yetişmiyor, annemle kavga ediyoruz, deprem oluyor, en son çocuğum falan oldu, napıcam lan ben bunla derken uyandım.

ama uyanmak işte bitek o vakitlerde keyifli, alarm çalıyor, kafayaı kaldırıyorum, etrafa bakıyorum, obarey diyorum bişey olmamış, nasıl rahatlıyorum belli değil, kalkıyorum yerimden, tabi yine uykum geliyor.

güzel reklamlar yapıyor seat ve akbankın yeni kampanyası başarılı. ayrıca yeryüzünde kolay iş yok, ha bi de "inanılmaz biri olmak için inanılmaz işler yapmaya gerek yok, bazen işini inanılmaz yaparsan yeterli olabilir" bu cümleyi ben buldum çalışan gençlik. çalışınca nasıl gençlik olacaksa.

ayrıca alın size birazcık huzur ama bunu yapmak istemezdim. sesini açıp dinleyin ama relax olun.. bi de küfür yok, etmeyin sakın.. sakın..

20060512

f

yazılması gereken satırlar var senin için.

unutulması gereken hatıralar, vazgeçilesi kararlar, eteklerinde ise yeşil bir bahar.

baktığın yerden nasıl duruyor bu hayat, bilmiyorum. fazla mı neşeli, fazla mı çocuk, fazla mı, çok mu az aslında.

herşeyin basit olduğu bir memlekete gitmeliyiz belki, gitmek, sana söylediğimde "ah yine mi gitmek" demiştin, kalalım o zaman, trafikte takılı kalalım mesela, bir filmin son sahnesinde yaşayıp gidelim istersen, çay getirmesi için garsonu bekleyelim uzunca bir müddet, pencereden hava nasıl diye dışarı bakarken duralım birkaç sene, ellerinin yüzüme değdiği bir an öylece bırakalım nefes almayı, olmaz mı?

seninle ben, yani biz, yani birden bir fazla, bir sigara yakalım, kibritler aşkına, aşk, ismi cümle içlerinde kolayca geçen aşk, dışı seni içi beni yakan aşk, macera filmlerinin son sahnesi, karışık şeylerin basit bileşeni aşk, kağıt-makas-taş-aşk, bir üçgenin kosinüsü gözlerin, ama yok, senin ellerin bir başka, hızla değişen cümlelerin içinde sabah uyanınca akla gelen ilk şey yan yastıktaki boşluğun, ama ellerin..

satırlara dökülmesi gereken yazılar var senin için.
aklımdalar, aklımdasın,
aklımız

nerde?

20060511

size bi blog yazarım allahınız şaşar.

bi bok yazamam, bi bok yazasım da yok. küfür edesim var, onu da buraya yazmam, ayıp, ayrıca sevdiceğim küfre karşı, aziz yıldırım gibi birşey kendisi.

mesela şu kadın pedlerinden bahsedelim; bi reklam var ya, bi kız var orda ismini hatırlamadım, 24 yaşında inşaat mühendisi, amelelerin içinde, koşturuyor kızcağız, yazık bee, sen o kadar oku sonra git beyaz pantolon giyeme. bok var ya beyaz pantalon giyince, o günlerde giyme yani, kime ne inat yapıyorsun, biz manyak mıyız, senin orana bakıp ulan helal olsun kıza bugün bile beyaz giymiş mi diyoruz, yoo, işimiz olmaz, bizene..

çok sigara içmeye başladım, çok. bir paket oldu mesela bugün, iyi de oldu, ne kadar erken o kadar güzel. bahsi geçen, paketlerin üzerinde yazan ölüm. nasıl bööle çat diye ölüm deyince obarey oluyor de mi insan. ulan banane, çok pipimdeydi, geberip gitceksiniz, bi hatırlatayım dedim.

herşeye banane
alayına nanik
herkese isyan

tribünlerden geldik biz, anlaşalım..

20060509

f

pastırmalı dondurma yapsalar diyorum, hoş olmaz mı?

o yüzünüzdeki ekşimtrak bir hal var ya, işte o yüzünüzdeki yanaklardan öperim.

öperim bak..

20060508

fg

Miss Brown o gün ingilizce kitabındaki görevine doğru gitmek için evinden çıktığında saat onu yirmi iki geçiyordu ve çocuklar daha kolay öğrenebilsin diye at twelve o’clock bir cümlede alışverişe gideceklerdi, Mr. Brown ile elele tutuşup. Oysa çocuklar, kendilerinden otuz sene fazla yaşamış olsa bile bazı talihsiz kimseler gibi “we” ne demek bilmiyorlardı, daha o chapter’a gelmemişlerdi ve aceleleri yoktu. Ağır manalara gelebiliyordu hayat bazen ve aşk en fazla yüklemden bir önce geldiğinde vurgulanabilirdi : seni seviyorum.

İşte tüm bunlar olurken Louis bir otelin en yabancı yerinde sağındaki komidinde duran telefonun sesiyle uyandı. Yüzünü yıkadı, elbiselerini giydi, cüzdanını aldı, kapıyı kapattı, asansöre doğru yürüdü, sakin, biraz yüzü asık, iki günlük sakalı ve biraz yarım yamalak. Resepsiyondaki kadın, başka bir kadının kendisini lobide beklediğini söylemişti, az önce. İki sene yirmi iki gündür birbirini görmeyen, görmek istemeyecek kadar kaçmayı akıllarına koymuş bu iki insan, sigara içilmeyen bir salonda birazdan kısa bir konuşma yapacaklardı. Kırık bir merhaba.

Neyseki, köşedeki markette sıradan bir gün yaşanıyordu ve o sıradanlığın aksine Miguel bugün ne kadar çok gazete sattığını farketti. Kimi günler anlamsız bir şekilde daha fazla okumak istiyordu insanlar, üçüncü sayfadaki cinayet haberlerinde polisiye maceralar olacağını sandıklarından ya da farklı galibiyet almış bir takımın mutlu taraftarıydılar, siyah, beyaz, kırmızı, şampiyon kaybettiklerimiz. Miguel raftaki son sigarayı tam o marka sigarayı almak için gelmiş ve nikotin hanemize yazılsın ne olsa içeriz demeyecek bir genç kıza satmak için yavaş adımlarla kasaya doğru yürüdü.

Zensea “anne, su getirir misin diye” bağırdıktan sonra kaç gün daha böyle kalacağını hesaplamaya başladı, canı çok sıkılacaktı belli ki. sekiz yaşına birkaç gün önce üzerindeki sekiz tane mum olan bir pastaya üfleyerek basmıştı, bütün dersleri pekiyi idi ve veli toplantılarında şirin üstelik çalışkan bir kız çocuğuna sahip olan anne ile babası vardı. Herşey tam bu kadar yolunda ve sekiz yaşından gün almaya başlamışken, mahallenin haylaz oğlanlarının kızlar futbol oynayamaz sözü üzerine kaleci olarak oyuna girmişti, aksilik bu ya maçın daha dördüncü dakikasında küçücük ayağı taş direğe takıldı ve beyaz önlüklü amcanın dediğine göre bacağı bir müddet o ismini hatırlamadığı beyaz şeyin içinde kalacaktı, aksilik işte, oluyor böyle şeyler dedi annesi, bisküvi getirmiş komşularının nazik hareketine teşekkür ederken.

Bu dört kişinin zaman ve mekanları asla kesişmeyecek; zensea’nın babası fransızcadan yana olduğu için Miss Brown ile karşılaşmayacak, Louis o konuşmanın ardından biraz hava almak için yürüyecek lakin Miguel’in bakkalına uğramadan ve birkaç cümle fazlası ama sonuç değişmeyecek.

Güzel ölüleriz değil mi?

20060506

f

business casual giymediğim geyik zamanlarımda toplum için oldukça kımıl zararlısı biri olduğumu düşünmeye başladım. en azından şu an yanımda oturan ve ne yazdığımdan habersiz olan sevgili sevgilim missmile açık cümlelerle ifade etmese bile benzer bir fikre sahip, çünkü şahsını yirmi dakika boyunca peşinden ayrılmayarak, hiç bir iş yapmasına izin vermeden, sürekli çimdikleyerek rahatsız ettim, kızcağızın bağırışlarını duyan değerli ev arkadaşı da anaaa ne oluyor diyerek olaylara tepki gösterdi. normal yani. şu anda laptopuna da el koydum zaten, gül gibi kızın bütün hayatını değiştirdim, hayırlara vesile olsun.

julia için de aynı şey geçerli. yavrucuk küçük sezercik çizim falan yapacak, yok efendim sesinden rahatsız olmuşum git içeri, hadi bana kola koy, su getir, çerez var mı, bak kafana birşey atarım gibi zırvalıklar, yahu bırak çocuk sanatçı olacak, olmaz. sonra tam işlerini yaparkene o, gidip bilgisayarının ekranını kapatıyorum. neyi elime alsam, kırıyorum, döküyorum.

annem de bu talihsiz kadınlar zincirinin bir parçası, artık ööle bir gözü korktu ki benden, bir iş yapayım dediğim de, ne bileyim masayı toplamak, temizlik falan gibi, hemen aman otur oğlum sen diyor, şimdi başımıza iş çıkarma.

rahmetli büyükannem de, bu çocuğa kız gelen karı çıkar valla derdi. onun süper bi küfürlü konuşması vardı, pek yakışırdı, özledim bak şimdi.

velhasılı size neyse bunlardan lakin erkek dediğin efendi gibi bir köşede durur, kimseye zarar vermez, sakindir, az konuşur, sorulunca cevap verir, ota boka sudokuya karışmaz. yok adile nasit teyzecim, bi elim kolum rahat dursun, durmuyor, bi sus bi otur, olmaz. bu yaşa geldim, çok hareketliyim, ara toplarda kaleciyle karşı karşı kalmaya çok hazırım, topa vurup vazo kırıyorum hala.

en son geçen perşembe saygıdeğer mesai arkadaşım ant da, aaaaa diye başlayan bir nida ile, bi sus çocuk iş yapıcam burda, bi soru sorma falan dedi. acıdım kızcağıza ama kendisi dünya tatlısı, beni işten attırmaz diye düşünüyorum.

babam da dünya efendisi bir adamdır, ver önüne ekmek yemek falan, üç gün konuşmaz, divanda yatar ööle televizyon falan izler, gazete okur, yok, çekmemişiz. alla allaaa..

küçükken çok zeki ondan bööle rahat durmuyor falan derlerdi, teselli yani, gelmişim yirmi küsür yaşıma bi akıllan, daha ne haşarısın, ne zekası buz gibi malsın işte.

işte bööle, pazar yazısı gibi oldu diyor missmile tam solumda elindeki gazeteyi bırakmışken, oysa bugün cumartesi ama biz sakin bir pazarın en sabahı gibi bir durum içerisinde yuvarlanıp gidiyoruz, gezmeye gitcez şimdi.

20060504

g

ah evet, yazı yazmam lazım.

az önce saatimi yaptırmak üzere kristal ofisimden çıktım ve normal insanlar gibi günün tam ortasında, öğle yemeği tatili değil ama saat 2 gibi ortasında sokakta yürüdüm, saatçi komik amcanın dükkanını buldum, gözlüklerinin üzerinden elindeki ne olduğunu bilmediğim bir vida aleti ile tamirini izledim, esnaf olmak istediğimi kendisine ilettim akabinde. ardından bankaya doğru ilerledim, bilerek ööfff pöööf dedim, sıra beklediğim için. borçlarımı kapattım, sonra yeniden sokağa dönerek geri dönmeye başladım.

yanımdan heryerlerinde harley yazan amcalar geçti, sonra garip bir rüzgar vardı, kızların saçları bir enterasan, kabarık, moda herhalde, yaşlı bir amca simit satıyordu tam köşede, döviz büfesindeki adamsa daha yeni yemek yemişti, çayından bir yudum aldı, koşturan takım elbiseli kadın vardı bir de, elinde kendisinden daha büyük çantası, çocuklar, hiç çocuk görmedim, okuldalar herhalde.

strangely fine.

sonra geri döndüm. ofisteyim, size en kısa zamanda cevap yazacağım, iyi çalışmalar, çalışma-lar..

20060501

f

cümle içinde salak duruyor farkındayım.

sanki birşeyler eksik, yarım, kafiyesiz. bir soru işaretinin aklına takılması gibi, yalancıktan, sahtekar, kendinden utanmış ve yaramazlık yapmış bir çocuk misali sessiz.

nedenleri toplayıp valize koymuşuz, eski bir mektuba defter arasında rastlamış günümüzdeyiz, yıllardan baharın sona benzer bir günü, daha başındayız oysa, daha iki adım olmuş kapıdan dışarı çıktığımız, yorulmuşuz ve öylesine değil, cidden, ayaklarımızı uzatıp oturasımız var bir müddet, beş dakika, on saat, birkaç saniye.

iyi şeyler hakediyorsun oysa ki, cümle içinde insanı güldüren şeyler, kolombiyalı bir taksi şoförünün benim ülkeme gel, seni hep gülümsetecek bir adamla evlenirsin demesi gibi, iyi şeyler yani. yüzde kaçım iyi benim, kaçı olunca kurtarıyordu pareto, seksen, doksan, yüz..

neyse, bu satırlar bir sigara daha içebilmek bahanesi ile yazıldı, pazar akşamının o hain ve belirsiz hali ile. yarın sabah uyanacağım, biraz uykulu, çokça sakin, azıcık geç.

cümle içinde geçesim var. geçip gidesim. geçer gider merak etme sevgilim.

salak duruyor farkındayım.