20111115

devam

biz seninle yavaş yavaş yaşlanan sakin ve aynı şarkıyı tam yirmi üç defa üst üste dinleyebilen insanlarız sevgilim, sakince. yirmi üç asal ve asil bir sayı olduğundan bu tutumumuz, onu da not olarak düşelim. düşelim, düş, düşes.

ben senin anlatımı bozuk cümlelerinin elinden tutarım, bakınız yukarısı; sen beni koynunda saklarsın tüm kötülüklerden, bakınız yatağımız.

bakınız; hayat kısa cümleler.

biz hiç ölmeyelim, benim bir ölenim oldu, hiç iyi birşey değil bu. insanın ölmesi diğerlerine haksızlık.

yok, biz sonsuza kadar yaşayalım. nasıl yaşayalım?

iki genç sevgili gibi birbirini tanımaya çalışan, kimsenin ne sattığını anlamadığı, bu dükkanın kirasını nasıl ödenir denilen bir yerden alışveriş yapan malum insanlar gibi malum şeyler alalım kimselere çaktırmadan, üç yaşındaki bir kız çocuğu kuşlara yem atarken nasıl mutlu oluyorsa öyle mutlu, yabancı bir turist yabancı bir memlekette yabancı insanların fotoğraflarını çekerken nasıl umursamazsa öyle, orta halli alımlı bir kız kendine bakan erkekleri görünce birden güzelleşir ya, birazcık da onun gibi, okulu asmış, hadi asmamış ama dondurma yemek için eve geç gidecek iki ortaokul öğrencisinin annelerine söyledikleri yalan gibi sade (dondurma ama yalan), hadi içinde bir fazla iki geçsin paragrafımızın, iki yaşlı adamın telaşsız konuşmaları gibi sakince yaşalım.

yok, böylesi de pek sıradan, ölelim biz, bir an önce ölelim, korktun değil mi sevgilim?

balık tutan amcalardan birisi olup köprüye düşen yıldırım sonucu ikimiz ölelim, çöp toplayan teyzeye çarpan dikkatsiz bir araba ile vahim bir şekilde can verelim, her ölüm vahimdir sevgilim, az önce vapurdan bakan üç gençten az önce denize atlayan birisinin talihsiz intiharı olalım, çünkü biz yüksekten atlayamayız seninle, mutluymuş gibi yaparken mutsuzluktan çoktan ölmüş insanlardan olalım, ölelim.

ölümü yazmak bile zor, en iyisi biz yaşayalım sevgilim.

hadi yatağımıza gidelim.
devam.

20110909

eylül'f

Benim klavyemin f harfi bozuk. İçinden f geçen aşkları yazamam, yalnızlığın içinde f var, yazabilirim, içinden şehir geçen otobüslere binmeyeli çok oldu, ama size güzel bir şarkının nakaratını dinletebilirim, elimde kötü alışkanlıkların izi var, sigara içsem size bunu anlatabilirim. Eylül var, eylül her sene bir gün var, eylülün içinde f yok, olsa da idare edebilirim.

Size yalan söyleyebilirim. İçinde doğrular var.

Şimdi ben, gecenin bir vakti, eve doğru yürüyorum. İki yoldan gidebilirim eve, kestirmeyi bildiğim bir yol var. Biraz tenha. Evler var, evlerin kimisinin ışıkları yanıyor, gecenin bir vakti, ne yapar bu insanlar? Uyuyanlar rüyalarında ne görürler, onu düşünürüm, kocaman rüyalar.

Sonra yanımdan ışıkları yanan bir polis arabası geçer, kim bilir hangi katilin peşine düştüler? Yanımdan aklının başka bir yerden geçtiği belli olan kırküçlü yaşlarında bir amca geçer. Amca gülümsemez, amca elindeki poşette birşeyler taşır, amca düşünceli, amca işten evine dertlerini taşır, hayat gailesi, amca aybaşında yatacak maaşının yetmeyeceğini düşünür belki, ben öyle düşünsün isterim çünkü, küçük ve önemsiz şeyleri kafasına taksın isterim. Malum, dünya ölümlü.

Eve doğru yaklaşıyorum. Eylül. Üşüsen kimse inanmaz ama rüzgar var. Benim şehrimde hep bir rüzgar var. Yapraklar son konuşmalarını yapıyorlar ağaçlarla, ağaçlar konuşur da biz duyamayız kimi zamanlar.

İçimde garip bir sıkıntı var. Ama eylül, olur öyle, kimse yadırgamaz.

Yanımdan lise sona geçmiş bir öğrenci geçer, bu sene neler öğrenecek onu düşünür. İki birayla güzel olmuş kafasından on sene sonrasının hayali geçer. Bir işe girmiş, evlenmiş belki de, yok, o güzel kızla değil, o kadar da uzun boylu değil. Öyle olsa içinden f geçer.

Eve yaklaşırım, kestirmeden mi uzun yoldan mı gittim, ne önemi var? Bizim evin ışıkları hiç sönmez. Annem oturur balkonda, beni bekler. Benim annem çok güzel çay içer.

Yanımdan mahallenin bakkalı geçer. Tanırız birbirimizi ve birbirini tanıyan her uzak iki yabancı gibi gözlerimizle iyi geceler dileriz birbirimize. Tüm bakkallar bunu bilir eylülde.

Oysa şimdi, yeni bir sevgili edinmiş ve bunu bütün dünyayla paylaşmak için can atan genç bir kız olmak vardı. O genç adam ne çok severdi o genç kızı, eylülde. İçi içine sığamamak diye bir tabir vardı, tabir-i caizse o genç kız için, onun üçte biriyle yetinebilir insan, bunu farkedince yaşlandığımızı fark ediyorum eylül, haksızsam sen söyle.

Ev iyice görünür olur, annemin sigarası uzaktan kırmızı olur, söner, kırmızı olur, söner. Söner, söner, bir daha da yanmaz eylül, kötü değil mi? Böyle bitmesi bazı şeylerin, bazı şeyler ağır şeyler, bir ömür boyunca sağ cebinde taşıyacağın ve elini ne zaman cebine atsan yokluğunu anlayacağın şeyler, bir ömrün bitmesi ağır, bir dahası olmaması bazı şeylerin, ağır.

Bu yazının içinden içinde f olmayan anlamlı bir eylül geçer, annem geçer, gider.

Eylül, annemi alıp gider.

Ağır.


20110903

eylül

geldi.

ve ben yazacağım yine.

az

da

olsa.

sonra

20110305

f*log

I'm dancing.

şaka, evde oturuyorum, evde oturdukça, cuma akşamları ve virgülü daha fazla kullandıkça yaşlandığımı anlıyorum.

zaman çabuk ve kafiye olsun diye değil, öyle olduğundan abuk da geçiyor. pazar akşamlarını hatırlıyorum, akabinde haftaiçi bir akşamı, çoğunlukla perşembe, sonra yeniden pazar oluyor. pazarlar hayatımızın yeni başlangıçları. pazartesinin sendromu var ama pazarlara diyecek birşey yok. pazarlara kızamazsınız.

aklıma hala roman kahramanları gelmesi çok ilginç. uzun yıllar ikinci ligde top koşturmuş bir futbolcunun emekli olunca, ki otuzbeş yaşına tekabul eder, istanbul'a geldiğini, sonra birkaç uğursuz insanla tanışıp hayatına renk kattığını düşünüyorum, herkeslerden kaçan bir profesör, zengin bir adamın mutsuz karısı, yanlışlıkla birini öldürmüş ve yakalanmaktan korkan iki kişi. bunları düşünüp üzerine birşey koymadan uykuya dalıyorum.

günün birinde hiçbir şey yazamasam, kendi hayatımın hikayesini yazacağım, 'sıradan bir insanın hikayesi'.

şarkı diyor ki: I want the world to stop

bize want'ın böyle kullanabileceğini hazırlıkta ezberletmişlerdi. hazırlıkta bahsi geçen hayata çok iyi hazırlandığımız söylenemez. benim tek derdim, derslerimi on getirmekti, o vakitler on vardı, dokuz yetmezdi. sekizbuçuktan dokuz almayı da ben kendime pek yediremezdim. hırs küpüydüm, bal küpüne dönüştüm yıllar geçtikçe.

o değil de öldüğümüz zaman krallarla karşılaşacağız. düşünsene, kralsın padişahsın ölmüşsün. hiç senin ölünle benim gibi nacizane birininki bir olur mu? bana ne yaptın diye sorsa kem küm, bir kapıcıya sorsa adamcağız yaşamadım bile diyecek, ama öleceğiz, ne garip değil mi?

aşk değil, birilerini gerçekten sevebilmek önemli olan. yazmadığım sürece ben bunu anladım. sen de anladın mı?


20110119

f

tam on yedi defa şifremi girdim, hepsinde yanlış. gizli sorumu kendim bile kendime sormadığımdan oradan kurtarmanın da ihtimali yok. hotmail account'umun da şifresi kayıp, hadi diyelim ki google halime acıdı da oraya gönderdi, açıp bakamam yani. son bir deneme ile başardım, mutluyum.

bu iki ilahi mesaja işaret eder:

  1. o kadar uzun zamandır yazmıyorsun ki yazsan ne olur canım ciğerim der.
  2. artık senin ilgi alanların değişti, eşek kadar adam oldun, o romantik yanın öldü, kasma boşuna der.
2. şık doğrudur ama çıkmadık candan da ümit vardır. siz böyle yaz yaz dedikçe benim için mutludur, çaktırmam. şımarırım, çaktırmam. milyonların baskısı yoktur ama olsun, kıymetlisiniz, vay arkadaş, bu cümleleri de yazıyorum ya, devir değişti, çelik de değişti.

o kadar uzun zamandır o kadar çok çalışıyorum ki görseniz siz de bana hak verirdiniz. o yüzden notumdan düşmeyin.

sonra düşersiniz.

en güzel yazılarımla yakında sizlerle değilim ama birkaç kelam edebilirim.
sevdiğim sözle bitirelim, nefes aldıkça ümit vardır.

20101209

sayfa

boş sayfaya bakıyorum.
boş sayfaya bakıyorum.
boş sayfaya bakıyorum.

ilk defa yazacak bir ortaokulbeş öğrencisinin aklına gelmeyen ilk cümleyim. elimde çocukluğumdan kalma ve ne zaman düşünsem bana masalsı bir eskilikte, sanki başka birisinin hayatıymış gibi anlatılan bir hikaye. buna üzülsem mi sevinsem mi bilemiyorum. ki o zamanlar, eğer birgün başkalarının görmediği ayrıntıları görmeyi unutursam, yani onlar gibi olursam hayat denilen şeyin çok bir manası kalmaz diye düşündüğümü hatırlıyorum. düşündüğümü hatırlıyorum, uzun yürüyüşlerde, otobüsün camına başımı dayadığımda, gece uyuyamayıp son bir sigara içmek için yataktan kalkıp soğuk yere bastığımda, kahramanlarım yeni bir şehre gelip eski dostlarını bulmaya çalıştığında, yani aklımın içinde, askerde nöbette üç saat ayakta beklerken, hep düşündüğümü hatırlıyorum.

bugünlerde, düşünmek büyük lüks sevgilim. bak şimdi, sen uyanınca sana göstermek için sabırsızlanamayacağım kadar boş satırlar yazıyorum, çünkü ben, boş sayfaya bakıyorum.

oysa hala, uçlarını kestiğim ve kimin ne niyetle bahçemize diktiğini bilmediğim palmiye, o kesilmiş uçlarını yerine koyunca şaşırıyorum, onbeş kere üst üste dinleyecek kadar bir şarkıyı sevdiğimde şaşırıyorum, bazı sabahlar yataktan kalkmak için acele edecek kadar güzel birşey olduğunda ne oluyor diye aynaya bakıyorum, gülümseyerek, kendimi fazla şımartmadan, böyle iyi şeyler hala oluyor diye şaşırıyorum.

lakin bunun bilinçli bir seçim olduğunu da üzülerek biliyorum. o çok düşündüğüm zamanlarda, hayatın bu kadarına değmeyeceğini kendi kendime söylediğimi iyi hatırlıyorum çünkü. şimdiki halime benzer insanlar gördüğümde ve onların da bir gün benim gibi öleceklerini hayal ettiğimde, bazen ciddi bir cenaze töreni, onlara özendiğim gözlerimin önüne geliyor. şimdi, özendiğim o boşlukta boş bir sayfayı, sana bu boşluğu anlatarak dolduruyorum.

bu sıkıntılı hal ve boş bir sayfa bana hiçbir zaman yazamayacağımı düşündüğüm romanımın ilk cümlesini söylüyor, sessizce. duymuyorum, duymak istemiyorum.

belki de, tüm o vakitlerde yeteri kadar acı çektiğimden daha fazlasını istemiyorumdur, acı çekmek ve o sessizlikler beni büyütmüştür belki. kulağında küpesi, uzun saçları ile bir anadolu kasabası rock barında, çevresinde onca şeye rağmen kendini kaybetmeden batari çalmaya devam eden amcalardan biri olamayacağımdandır belki yazdıklarım. arkadaşlarımın çocukları olduğunda, benim isyankar ve aralarına karışmayan sessiz bir adam olamayacağımdandır, akıntıya karşı kürek çekmek hiç bana göre değilmiş demişim anlaşılan, sessizce. akıntının beni götürdüğü yeri sevsem de, orada durmayı da özlemiyor değilim zaman zaman.

boş sayfaya bakıyorum ve anladıklarım bunlar, bunları sen bana anlat sonra diye buraya yazıyorum.

20101012

f*ç

Aklımın ucundan cümleler uçuşuyor da sana adam akıllı uslu ne yaptığını bilen virgülsüz herşeyin farkında bir şarkı yazamıyorum sevgilim.

Birbirimizi kandırmanın da çok manası yok, kabul edelim, böyle günlük güneşlik havalarda insanın aklı deniz kenarına gider, işten erken çıkar eski bir türk filmi izler evde, haylazlık yapmaya alışırsa bir insanın beyni, çekilecek acıları eskiciye eski bir radyo karşılığında verir, sonra deniz kenarına gider, bu kafayla yazılar ancak ciddi dertleri olan, daha ziyade 23 yaşındaki kız ve oğlanları etkiler, geri kalan sağlar biraz düşünüp aslında çocukluğumun ortabirindeki bir akşamüstüsünü özlediğimi kolayca fark eder, tanımadığım bir şehirde sokak arasında kendimi annemlerin biraz arkasında yürürken gördüğümü fark eder, o küçük çocuğun uyumadan önce şimdinin pi katı kadar fazla düşündüğünü not eder, birbirimizi kandırmanın bir manası yok, bunu böyle kabul edelim, ne kadar asık surat, ne kadar uykusuz gece, o kadar satır sevgilim, herşeyin bir karşılığı var, kabul edelim.

Hayat akıp gidiyor, biraz bundan bahsedelim, bırakalım boş konuşmayı. Hayat akıp gidiyor, sözü uzatmayalım sevgilim, bak eylül eylül diyorduk, geçti gitti başımızın üzerinden. Bir parça eylülün kırk yıl hatırı vardır hüzünlü memleketimde, bilirsin. Ben eylüle hep darılırım böyle aniden gittiğinde, bunu bilir ve üzerinde durmayız sevgilim. İkimizin arasındaki hukuk çok mahkeme eskitir, çok su götürür, çok iyi yalan söyler, çok insanın kalbini isteyerek kırmıştır, çoktan seçmeli bir c şıkkıdır, ismini duyduğun ama daha önce hiç tanışmadığın birisinin elini sıkmak, tanıştığımıza memnun oldum eylül.

20100915

f*-otobüs

ben eylülü severim. sorsan söyler eylül de beni sever. eylül söylemez, eylül yağıverir adamın üstüne, eylül bildiğimiz eylül hep, sarı yaprakların seri katili, geri dönüşlerin takvim yaprağı, hüzünlü isim tamlaması, hiç yaşlanmayan eylül. neyse, bunları yazmayacaktım,

çünkü şimdi ben, kalabalık bir semtten geçen belediye otobüsünün içinde, yanında oturan annesinin hayattaki biriciği, üzerinde pazardan alınmış bir tişörtle etrafa bakınan, tüm bu garip kalabalığın ortasında masum, aklında içinden geçtiği büyük ve gösterişli semte arkadaşlarıyla gelmek olan, sınıfa saçlarını hep atkuyruğu yapıp gelen esra'yı uzaktan uzağa seven ama açılamayan, sekiz yaşında bir çocuğum.

kocaman bir hayat var önümde, oysa şimdi annemin yanında, bizim eve çıkan yokuş merdiven sokaktan yavaşça, hatta annem yorulduğu için dinlenerek arada sırada, çıkmamız lazım. birazdan eve gideceğiz, çarşıdan aldıklarımızı mutfağa koyacağız, biraz yeşillik, biraz ismini daha bilmediğim sebzeler. annem ne derse onu yapmalıyım, çünkü daha sekiz yaşındayım.

sen'i bilmiyorum daha, esra var, o kadar uzun vadeli değil, onun da farkındayım, bu da koyuyor bana.

büyüyünce çok şey olmak istiyorum. aşık bir mühendis olmak istiyorum mesela, t cetvelini söylenerek taşıyan abim gibi olmak istiyorum, babam ne derse kızacak birşey bulan ablam gibi asi olmak istiyorum, bazı akşamlar eve sarhoş dönen amcamın oğlu gibi çakırkeyf olmak, mahalledeki bakkal amca gibi kendimden küçüklere evlat demek, son saniyede gol atan futbolcular kadar mutlu olmak, büyüyünce üç beş dakika da olsa aya gitmek, yabancı bir ülkenin sokaklarında kaybolmak, deniz kenarında sabahlamak, ananemin komşularına hava atabileceği işler yapmak istiyorum.

sekiz yaşındayım, sen hiç sekiz yaşında oldun mu?

sen'in elini bu benim sevgilim diye tutup mahalledeki çocuklara göstermek, eğer senin için de uygun olursa filmlerdeki gibi öpüşmek istiyorum sen'inle, tabii uygun olursa.

sana biraz eylül'den bahsetmek istiyorum, tabii uygun olursa.


20100904

f***

Sevgili Ben Sherman,

eylül yine geldi ve o kadar uzun zamandır yazmamışım ki klavyede harflerin yerini karıştırmaktan, sana da bu mektubun satır aralarında istediğim şeyleri anlatamamaktan korkuyorum.

denizden geçen gemilerdeki adamlardan bahsetmiştim, bilirsin istanbul denize kapı komşu bir kent ve sen, eğer bu şehirde yaşıyorsan denizin külüne muhtaçsın. İstanbul, sevgili Ben, senin istanbul'u böyle uzak bir yabancıdan değil, anlayacağını bilsem eski bir şairden dinlemen lazım. çünkü istanbul, benim fazlaca dinlediğim yavaş şarkılar gibi insanın içinde bir yer eden memleket, adamın içine oturan bir memleket, bak dikkat et, kafiye olsun, ölsün diye değil, senin hayatının ucunda yaptığın herşeyi gözleyen bir anne, sessizliğini dinleyen sessiz bir arkadaş, öldüğünde arkandan iyi konuşacak uzak bir arkadaş, sana sigarayı bırak diyen samimi bir tanıdık. velhasılı, istanbul, benim i'lerini ufak yazdığım istanbul, ufak çocuklar kadar saf söyleyebilir sana duymak istemediklerini.

bak ben insanlar görüyorum, marketin önünde oturmuş düzenli oturur amcalar. ki o amcalar bu yazıları okusa der ki, yürü git kardeş, bizle uğraşma. insanlar görüyorum ki ölecekler, herkes gibi. bu insanlar benim içimde bir yerleri acıtıyor, eskisi kadar insanın içini acıtacak aşklar göremiyorum ne yalan söyleyeyim, bu benim içimi acıtıyor, garson çocuklar görüyorum ki her biri saklanmış şehrin uğultusuna, ki içimde kelimeler var, yazamıyorum, acıtıyor bir sağ sol yanımı.

Sevgili Ben, seninle konuşmayalı bir asır oldu neredeyse, oysa yanı başımda öylece durduğunu herkes bilir. yüzüne bakınca seni tanıdığımı ben hatırlarım. hatıralar sevgili Ben, beni iyi hatırlamayalabilirsin; ben ki çokca kötülük yapmış olabilirim sana, istemeden. ama iyi hatırla, o zaman da söylerdim sana, eğer içinde çok da bilmeden yapmış olduğun yanlış birşey varsa, o yanlışları 0,22 ile çarpacaksın, bu telafi eder bir çok şeyi.

yanı başında ben durabilirim ya da yerimi almış olabilir hiç de istemediğim bir yabancı. umarım iyi bakıyordur sana. sana ancak bunu söyleyebilirim günümüz istanbul'unda.

adamlar görüyorum, insanlar değil ve içimi acıtıyorlar boş zamanlarında.

sevgili Ben, ben diyorum sana, belki de bu ikimiz üçümüz ve çoğumuz için yeterlidir bazı şeyleri anlatmaya.




20100621

f*d

Oyle adamlar var ki mardin'de yasiyorlar, mardin ki benim kalbimin yuzde besi, sen tut(ma) bu adamlar oranin taslik evlerinde yasasinlar, yuzleri hep gulsun genellikle bazen ama hep. Bu adamlarin bir suru cocuklari var, o cocuklar bizim gibi yabanci olduklari kiyafetletinden degil yabanci bakislarindan anlasilan yabancilara ara sokaklardan gecen kestirmeleri gosteriyor, kestirsen bile uzun degil mardin, olsun, o cocuga butun aksamustusunu bize verdigi icin dondurma alayim diyorum, en pahalisindan degil en ucuzundan, almiyor, annem bana hergun aliyor diyor, utangac, kestirme, yanimizdan uzaklasiyor.

Bazi adamlar bazi kadinlari cok seviyor da degismiyor dunya, boyle mi degisecek zaten, benimki de laf, soz, kelime.

Simdi dunyanin ismini burada ansam yok artik kentinte adamlara bakiyorum. Adamlarin acelesi var ama caktirmiyorlar. En kodamanini da goruyorum, cok iyi bir kariyer, guzel elbiseler, karizmatik falan, eli cebinde konusan adamlar karizmatik oluyor zaten, ah bu adamlar neler biliyor da soylemiyorlar.

Bir de otelin lobisindeki anlamsiz masada, ben ne zaman gecsem ayni masada oturan bir baska adam goruyorum. Benim uzmanlik alanim birsey yapmadan durabilmeyi beceren adamlar, lakin bu adami pek anlamiyorum. Sanki birseyler anlatmaktan yaklasik sekiz sene once vazgecmis de oylece duruyor, ayni masa, kestirmesini bildigim kucuk otelimin odasina sessizce geciyorum.

Bu anlattiklarim sevgilim, hayat memat meselesi aslinda, sana tuyo vereyim.

Hayat dedigin birgun bitiyor nihayetinde, e maalesef oyle. Zaten manasini arayan arkadaslarla konustuk, bunu beni boyle biliyor saglam adamlar.

Son kelimemizden devam edersek, adamlar diyorduk degil mi, adamlar, bazi adamlar kocaman sehirlerde buyuk kucuk, kalan adamlar az kimsenin bildigi yabanci kentlerinde kucuk kucuk, birbirinden habersiz yasayip gidiyorlar. Hep bir fazlasini istiyoruz hayattan, ustu aman sakin kalmasin, derdimiz dersimiz bir sekil mutluluk, nihayetimiz fin, bu bana garip geliyor bazi zamanlar.

20100429

f

daha hüzünlü şeyler yazmak isterdim ama bu da benim öbür yanım..



20100416

f*keane

bu yazıyı yazmazdım da yatmadan önce bir 'keane' şarkısı dinlemek geldi, içimden, dışımdan, içim dışım bir.

biraz alkol tüm bünyeleri güzelleştirir. biraz alkolün sağlığa yararı bile vardır bence, bu benim fikrim, sen sakın içme.

bir keresinde bir smiths şarkısını tam 44 defa arka arkaya dinlemiştim, please please let me get what I want.

bu yazıyı yazdım da hala içimde adamlar dolaşıyor ki sözde size onların hikayelerini anlatacaktım, adamlar içimde bazen öyle bir dolaşıyor ki, işte o zaman anlıyorum, yaşıyorum.

küçük memleketlerde zaman daha yavaş geçiyor, bunu da biliyorum.

olduğu kadar.

20100322

f*tv

benim blogum bir takım adsız'ların yorum yeri. benim blog'um bir gavur icadı, yoksa bildiğin günlük. benim hatıra defterim de vardı zati küçükken. hatta yan sınıfta bir abla kız yazmıştı da sevinmiştim, bana demişti ki sen çok şirinsin. insan 11 yaşında yakışıklı olamaz zaten. olsa ben olurdum. gerçi ben yaşlandıkça daha bir güzelleşen erkek modeliyim, bunu da tarihe bir not olarak düşelim.

sonra geçen babamla oturduk, babam mülayim insan, birşey okuması gerekti, ne olduğunu hatırlayamadım ama birşeye yakından bakması gerekti, babamın. insanın babası yaşlanır mı? babam gözlük buldu sehpanın üstünden, yakın gözlüğü, babam on santim dibimde, önce beyazlamış saçlarını gördüm, sonra babam gözlüğü taktı, babam gözümün önünde yaşlandı, babam gözlüğünün ucundan ne olduğunu hatırlamadığım şeyi okumaya başladı, babamın gözünün kenarında biraz kırışıklık gördüm, oysa benim babam mülayim adam, benim babam yaşlanır mı? içimin bir içinde yer etti bu hal, dedim ya, babam.

bir kadeh şarap yazasım geldi.

bazı şeyler benim ve sessizliğim arasında. bazı şeyler golünü atmış bir futbolcunun oyundan alınırkenki sevinmiş hali. bazı şeyler ikimizin ortasında. eski bir şarkıyı dinleyince yeni birşey düşünmek gibi bazısı. "yol aldım sevdalardaaaaa kendimi bulmak için.." bak sana da oldu. bazı şeyler böyle, oluveriyor herkese. bazı şeyler benim ve şirkette çiçekleri sulayan amca arasında. hızla geçen zaman ve aniden yaklaşıveren bahar arasında olanlar, bunlar kolay mevzular. bazı şeyler 2. sayfanın sağ alt köşesi. bazı şeyler eminim ki senin de başına geliyor, bazen.

bugün eski bir kırtasiyenin vitrininde masal kitapları gördüm; parmak çocuk, güliver, ayşegül biryerlerde.. yahu hangi şey çocuk kitapları kadar masum olabilir? benim sevgilim cunsen gitmiş küçük prens'i almış, onu okumuş gelirken..

küçük prens şirin, yaşlanınca umutluyuz kendisinden; babam aynı babam, mülayim, gözlük onun değildir zaten; bazı şeyler bazen iyi bazen sonbahar, bu da sonbaharı sevdiğimden.

şarap demiştik, bir kadeh şarap.
sonra yazasım gitti, gelir yeniden.

20100307

f*e

imkanın olacak yazı yazacaksın.
lakin benim uykum vE.

eksik kalan cümleler adına
iyi huylu yalanlar bir de.

yazmayacağım, neysE.



20100301

f*you wasted it

şimdiden söyleyeyim, uzun yazacağım. şimdiden söyleyeyim, bir gün delirip aranızdan gideceğim, daha doğrusu deli gibiymiş yapıp aranızdan kaçacağım. lakin konumuz bu değil, benim de şimdilik böyle bir cesaretim yok. dediğim gibi, uzun yazacağım, bu nedenle şimdiden susayım.

sana kalırsa bahar kaç gibi burada olur, bana onu söyle, söyle ki uzun uzun yazayım.

dışarıda kuşlar var, denize yakınlar, siz hiç martıların gecenin bir vakti bağırmalarını dinlediniz mi? doğrudur, benim de sabaha karşıyı görmeyeli çok uzun vaktim oldu. sabaha karşı önce bir mavilik, sonra kuşlar. bir keresinde sokakta bir evden diğerine yürüyordum da pek iyi şeyler söylememişti kuşlar, sabahın dördünü kırk dokuz geçiyordu, hayat geçiyordu hemen sağımdan da kuşlar bana bir şey söylememişti, kırgın değilim ama aramızdaki samimiyete inancım kalmadı.

güzel şarkılar söylemek isterdim ama elimizde bunlar kaldı, idare edelim.

'adsız' dedi ki böyle yazar mı olur? yazar dediğin üretken olur dedi adını vermeden. bu bana çok koydu, kaç gündür aklımın ucunda duruyor da bir şey demiyorum. ah adsız, hiç öyle denir mi? ben yazmasam da dönüyor dünya ve mutlu mesutum demek ki, insan hiç başkasının kıçıkırık hüzünlerini ister mi? adsız bana dedi ki otur biraz as suratını. adsız'a karı boşaması kolay, adsız bir kahramanlık yapana kadar isim de vermiyorlar, adsız yeteri kadar acı çekince güzel günler göreceğiz çocuklar.

kuşlar demiştik, uçtu gitti kuşlar.

ben geçen gün bebekten arnavutköye yürüdüm noktalama işaretlerini üstüme iyilik sağlık evde unutup. yanımdan eski arabalar geçti, daha yeni oldukları belli sevgililer, balık tutan amcaların yanından yürüdüm, yaşlı bir çocuk geçti yanımdan, hava kapalıydı, yağmur geçti üstümüzden, camdan baktı zengin insanlar bu garip halimize, benim yanımdan içimin anlamadığım buruk hali geçti, ben yürüdükçe büyüdüğümü farkettim maalesef ekleyerek cümlelerime, yanımdan bir ağaç ve sardunyalar geçti, iki tane yalan üç tane mutluluk geçti, güneşli bir kasabanın dar sokakları geçti de çaktırmadık birbirimize, neşeli insanların kandırıkçı halleri ile şakalaştık ayaküstü, ben geçen gün iyice bir yürüdüm anlayacağınız, üstüme iyilik sağlık.

bazen öyle insanlar öyle zamanlarda yüzüme bakıyor ki çok mu garantici yaşıyoruz diyorum şu uzun hayatı.

ismini gizleyen başka bir okuyucumuz benim de'lerime laf etmiş. yahu işin gücün mü yok, burada hepi topu beş kişi kaldık zaten, sen ben bizim acılar. benim de'lerim ayrı dursa ne olur çok sevdiği bir önceki kelimesinden, bitişik dursa kime ne zararı var. oysa zekanı takdir etmedim değil, bunu da sen anladın, paşada anladı, da'lar anladı da kuşlar gitti cidden, ben de bunu anladım.

boş vakitlerimde boğazın içinden geçen bir gemiye biniyorum, bunu da sonra anlatırım, boğaz ve benim vaktim boş oluyor geceleri, bu sebeple geceleri içiyorum. içinden boğaz geçen şehirleri bu yüzden seviyorum.

tek bir son cümle yazmamız gerekirse basit bir doğru olsun sevgilim, iki noktayı üst üste değil biraz mesafeli koyarsak becerebiliriz, benim seninle aramda geçen en kısa yol bu kadar doğru olmalı, bunu da bana sen öğrettin.

son cümle.