yaz geldi, yaz o kadar aniden geliverdi ki neyin gittiğini anlayamadık. mevsimlerin birşeylere acelesi var anlaşılan; kış bu sene başka bir romanın konusu, ilkbahar oldu bitti bir yeşillik, yaz korkutucu. sahi sonbahar, o da bu oyunun içine girerse hani sarı yapraklar olmaz ya yollara düşmeyiverirse, eylül sonra, eylül ihanet ederse yağmurlara, bunu kaldıramayız, herşey olur ama bu olmasın.
bazı insanların garip bir yanları var, herşeyi bilen sinema kahramanları gibi bir yanları ama gerçeğinden, sanki sizinle oynamıyorum ama sizi seviyorum der gibi, hani bi derdin olsa gidip anlatacaksın, gençliğimizde sıkça kullandığımız aşmış tabirinden, boşverin herşeyin ben dolularını da gördüm der gibi. bu yetenek gibi god-gift birşey midir yoksa birgün onlardan biri olur muyum bilemiyorum, ne yapmak lazım öyle olmak için, zaman mı, onu bile bilmiyorum, herşeyin hayırlısı.. (bu paragraf murat belge'yi yalı gezisinde görmenin ardından tribute olarak yazılmıştır)
bazense çok bilmek tehlikeli ama daha kötüsü çok bilmeyi bildiğin zaman çok bilemediğini anlayınca oluyor sanırım. Louis kendisi için "arada kalmışların en büyüğüyüm ben" derdi, o vakitler smiths dinlemenin dibine vurmuştuk, sabah üç-beş . anladın sen onu, anladın cidden.
bu f birşeyin birşeyi değil ey meraklı kimseler, öyle manalı şeyleri öylece harcamayacak kadar akıllandık en azından. bu f öylesine dokulmuş bir harf. bir kere bulunmuş ve anlamlı taklidi yapan bir kaçamak. sizler için beck'ten geliyor, lost cause..
"there’s a place where you are going
you ain't never been before
no one left to watch your back now
no one standing at your door
that's what you thought love was for"
you ain't never been before
no one left to watch your back now
no one standing at your door
that's what you thought love was for"
bu kadarcık..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder