20061128
f
alakasızım, ne vardı?
20061126
f
cumartesi öğlen hasta bilaç uyandım ama dedim ki yatarsan kalkamazsın. bu da annemizden kalma bir prensip, mikrop bünyeye girdi mi hattı müdafa yoktur sath-ı müdafa vardır nidalarıyla direniyoruz.
aldım gazeteleri, bebek kahveye gittim, kafa bi milyon, sesin üçte birini kurtardık yine de, en azından derdimi anlatabiliyorum. güzel bir masa buldum, rahat pufuduk içeride sıcak. tam açtım gazeteyi okuyacağım, kalabalık bir grup geldi, oturduğum masada tam o kadar kişilik ama. beyefendi kimliğim ve cılız sesimle dedim ki siz böyle geçin, ben yandaki iki kişilik yere sığar taşarım. içlerinden bir kadıncağız sevindi, hatta öyle çok sevindi ki: "ay çok sağolun, çok naziksiniz, ben de size özel kekimizden vereyim". ay ay, biz zaten dayıyoruz vücuda ıhlamur, nane limon, çay yanında birşey yiyelim.
bir ara yanıma baskete meraklı arkadaşım geldi gitti, bi on dakika hava, su, doğalgaz konuştuk, ben ilk gazetenin sonuna gelmeden, ikinci gazeteye başlamadan tam önce. akabinde yan masaya iki tane kadın oturdu, şu resimde gördüğünüz benimkisinin tam sağına. ama kadınlardan birisi böyle 50 yaşlarında falan, estetik operasyondan yıkılıyor, gözler de atmıyorum lacivert, oha yani.
mutlu bir çift vardı bir de, onlar dikkatimi çekti. kıskandım üç-beş saniye, sessiz tabii, dedim ya seslerim kısık hala.
sonrasında başka bir arkadaşımız geldi masaya, dedi ki sus konuşma gazete okumaya devam, iyi güzel, içimiz dışımız gazete oldu ama yapacak birşey yok. bir ara yan masadan "islamda et yiyen hayvanlar yenmez diye bir kural vardır, mesela biz aslan ve ayı yiyemeyiz" diye bir cümle duyunca ister istemez ikimiz de kafayı çevirerek bu şok edici açıklamanın sahibine baktık, hayır kasaplar aslan satmaya başladı da bizim haberimiz mi yok. abla öyle bir anlatıyor ki sanırsınız buradan çıkıp parti kuracaklar, diğerleri de salak salak dinliyor. fısıldayarak bunlar örgüt ya da spirütüel kişilikler olabilir dedim, güldük, gazete okumaya devam.
inönü stadını bilenler için söylüyorum, bebek kahvenin karşısında bir cami vardır, hatta sosyolist varsa aranızda zenginlerin cenazesi ordan kalkar diye araya girebilir, çok da haksız sayılmaz. biz ıhlamur çay devam ediyoruz lakin bir yandan da caminin avlusundaki kalabalık ve çelenklere de bakıyorum. biraz zaman sonra namazı mütabiken cenaze arabaya yüklenmek üzere dışarı çıkarıldı ve kahvenin garsonlarından biri - herkes ayağa kalkabilir mi dedi. bir müddet şaşkınlık yaşasak da sonradan öğrendik ki bu kahvenin adetiymiş, iyi de bir adet aslına bakarsan, adam ölmüş yani daha ne yapsın, bir saniye kıçını kaldır da sessiz dur. o sessizlik çözülüp yerimize oturduğumuzda yandaki ajda teyze kendisinden beklenmeyecek şekilde bir cümle sarfetti: " işte bu kadar; hikayenin sonu.. "
aslan, kaplan hızını alamayan abla da başladı anlatmaya: 10. yıl marşını sevmiyorum, ayağa kalkmak gereksiz, çocukken saygı duruşunda panik atak geçirirdim, insanların böyle şeylere zorlanması saçma, bıt bıt bıt anlatıyor, biz de dinliyoruz nereye bağlayacak diye, kadın saçmaladıkça saçmaladı, kafa sikti desem bu yazının ritmini bozar mıyım jülide, bence de bozulmaz. neyseki diğer beklediklerimiz de geldi de daha köşedeki huzur dolu yerimize geçtik.
bi tane de balon vardı dışarıdaki masaların birinde sandalyeye asılmış. tüm gün boyunca öylece durdu, rüzgar soğuk dinlemedi, pencereden gördüm ama kimseye birşey söylemedim, dedim ya sesim kısıktı.
20061123
f
Bu akşamına bir yazı, hatta sabahına unutulacak kadar sıradan, biz de tahtadan yapılmış pinokyolarız, yalanlarımız masum, niyetimiz iyi, küçük bir kasabanın yangından korkan sakinleriyiz, sigarayı bıraktık ateşle oyun olmaz diye, birgün bir kız geldi kasabaya hepimiz aşık olduk, gitti, yalnızlığın tahta neferleriyiz biz, kesseler acımaz acılarımızı, bir masalın içinde yaşadığımızı unutup oyalanacak birşeyler buluruz kendimize, çocuklar halimize güler, biz de resimli bir kitabın arasından seyrederiz. gepotto usta öldü, söylemeyiz.
Bu yarım yamalak bir yazı, hatta bitmemesi için elimizden geleni yapacağız, biz verdana karakteriyiz, arial’dan daha farklı, tahoma’ya düşman, times new roman eski dostumuz. Cebinde sözcükler olan kimseleri destekliyoruz word müsabakalarında, mühim olan estetik diyoruz kendimizi tanıtırken, bold olunca yakışıklı oluveriyoruz birden, italik dediğin pizza kulesi ve nereye align edersen et sana meyilli duruyoruz, sağ, sol, orta, gol, sen.
Biz, pinokyanın verdana ile söylediği yalan kelimeler isek söylesenize ne zaman gidiyoruz?
20061122
f
bi bilen bi duyan bi yardım edin ya, bi kere bi işe yarayın, aç oku, aç oku nereye kadar. en bi süper kız bu vallahi, bulmama yardım eden altın bulsun veyahut ben vereyim..
- çok güzel lan de mi haydar?
- öyle de, bu kız niye çıksın senle
- çıkmak ya da çıkmamak bütün mesele bu mu beyinsiz ?
- beyinsizler siksin seni
- ben en azından senin kadar kaba değilim
- ya bi sus ya
- hakkatten çıkmaz mı öyle mi diyorsun?
- yok abi, senle işi olmaz açık konuşuyorum
- yapma be
- üzülme şefim sana kız mı yok
- moralim bozuldu bak şimdi
- bi koyim geçsin
- ya vallahi hayvansın sen
- ahahha
f-s-s
seni düşünüp yarım kaldığım vakitler de oldu, biliyorsun, beni birazcık sev diye senin tribünlerine oynadığım zamanları da unutmamak lazım, sen çok şey bilen adamları severdin çünkü ya da öyle anlamıştım ben ve bunu sana anlatmaya çalışırken senin sevebileceğin kendimden farketmeden kaçıyordum, yakalamak için uğraşmadın.
başından sonuna kırık bir hikayeydi bizimkisi, uzakta olduğun bir şehri sevmek gibi birşey, yakınına gidince kaçmak istediğin bir yer gibi, kendimizi kahramanların yerine koyamadığımız iyi bir hikaye belki, belki okumak istemedik, okursak başka şeyler düşünürüz diye korktuk uyumadan önceleri, birbirimizin yanında uyanmaktan korktuk belki..
kaç sayfa yazabilirim böyle biliyorsun, uzatmanın manası yok, bırak böyle yarım kalsın, yarım kalmadık mı biz?
oysa şimdi sen bu siyah satırların yarısını kızarak yarısını da niye yazdığımı anlamaya çalışarak okuyorsun, öyle oku zaten.
lakin sadece sana neden artık bu kadar çok güldüğünü ya da neden işlerin daha düzgün gittiğini soranlara söylemeyeceğin basit bir sebebin olabilmek isterdim.
seni sevmek değil, beni sevmen değil, sadece bu.
olmadı..
20061120
f
işte küçük orhanın son bombası şu linkte.. okuyun, lan bi kerecik okuyun be, gözünüze mi yapışacak.
ama karar verdim, bundan sonraki hayatıma ağır abi olarak bir dizide devam etmek istiyorum. duygusal konularda hata yapmamaya çalışacağım. seninle hesaplaşacağız kahpe felek ve intikamımı, bütün kinimi kusacağım.
sulu bir insanım demek ki böyle bi hikaye yaz sonra şu yukarıdaki geyiği yap, yaptıranlar utansın simoviç.. boku da attık hadi bakalım..
20061119
bu haftasonu içtim ben yine ama içmek derken öyle az buz değil, bokunu çıkarana kadar, devletimizin her köşebaşına bir polis dikmesi aklımızı başımıza getirdi de arabayı bırakır olduk, o da irenç bir durum, sabah kalkıyorsun gidip arabayı almak lazım, parktaki abi yüzüne salak salak bakar, hala ayılmamışsın zaten, ağzına içmek denilen kavramı götümüzden anladık abicim, durum bu. nasıl bir yazarsam artık götler, kıçlar falan terbiyesizlik diz boyu..
oysa hep sıradan insanların çok süper hikayeleri olduğunu düşünürüm, sana anlatmayacak kadar iyi, masalları kıskandıracak kadar kahraman, mutlu bir sonu hakedecek kadar masum. yanından geçtiğim amcanın ufak bir şarküterisi olduğunu düşünürüm önce sonra müdavim müşterilerini gülerek karşıladığını, şehir dışında okuyan bir kızı olduğunu, oğlunu yeni evlendirdiğini ve tüm bunları anlatırken çok şükür diyeceğini falan. bu akşam neredeyse kafa kafaya girip muhteşem bir kazaya benim yüzümden imza atacak ablanın ertesi sabah bu vaka-yı umumiyi unutup işe gitmek için hızlıca makyaj yapacağı aklıma gelir. lakin sevgilisinden yeni ayrıldığı için biraz dalgın olduğunu düşünmem, beyaz arabasıyla önümden geçer, aklıma girip çıkar, kapıyı kapatıp gider.
bugünlük böyle olsun, rıza silahlıpoda diye bir amca vardı, hey gidin günler heyterebeah..
20061118
f
güzel bir şarkı dinlemekle yani defalarca dinlemek isteyeceğin bir şarkıyı ilk defa dinlemekle iyi bir cümle okumak, vallahi bilemedim bak şimdi, seyirciye soralım ya da kutumu açın.
çok ama çok güzel bir kızla yemek yemek mi ama manken gibi falan birşey yoksa acayip derin muhabbetler yapabileceğim biriylen 2 saat kafa patlatmak mı, arada derede kalırım, paçalarım ıslanır..
sigarasızlıktan kıvranırken bi tanecik bulmak mı yoksa kredi kartımın ekstresinin beklediğimin 70%'i gelmesi mi, ankaradan hasan abiyi arayarak hakkımı kullanmak istiyorum.
90. dakikada atılmış bir gol mü, fergie'yi sahnede canlı izlemek mi, sabah istediğin saatte uyanmak mı, birine arabaylan yol verince el kaldırıp thank you demesi mi, iş dünyasında alınmış ufak bir zafer mi, çok iyi bir tasarıma bak mı, yabancı bir ülkenin sokaklarında kaybolmak mı, uzun zamandır görmediğin bir arkadaşının gelmesini beklemek mi, divanda haberleri izlerken uyuyakalmak mı, babamın eşşek kadar olmama rağmen tüm borçlarımı kapatması mı, makineden çıkmış çamaşırların kokusu mu, ufak bir hediye almak mı..
hayat güzel demek ki.. anafikri ne diye soran olursa bu yazının, edebiyat hocanıza sevgilerimle.. ki ben kompozisyonda hep 22 alırdım 30 üstünden..
20061117
f
pek mantıklı gelmişti bana, çünkü her ne kadar romantik ibnetorlar olsak da yani en azından bööle basit cümleleri inkar eden karizmatikler olsak da her erkeğin aklının ucunda ucuz bir hatunu götürüvermek yatar. dev açıklama; sarı saçlı kızlar ucuzdur ve götürülmelidir.. yok artık lebron sami.. bööle demiyoruz tabii ki amma velakin.. bu nasıl bir enflasyondur, türkiyem çift haneden tek haneye insin bu enflasyon mevzunda oysam sarı saçlı kızlar logaratmik bir şekilde artsın. what happened julio cesar??
şimdi bu televolizyen kültür şööle buyurur: eğer tikysen, güzelsen ee ne die saçların sarı değil hani normal sarıyı da geçtim ööle saçma bi sarıya boyatmıyorsun, bunu duyan yurdumun bi boka benzemeye çalışan kızları kuaförlere saldırır ve haykırırlar, biz de varız.
varsınız yavrum merak etmeyin; üç kuruş paralı bir yere gidince sizleri gözlerimiz farketmekte, belinizden düşen kotlar, içinizi götünüzü başınızı gösteren giydiğiniz bazen giymeyi unuttuğunuz şeyler fikrimizi lan noluyo die sorgulamakta, esef içinde size bakmaktayız, kurmaktayız..
lakin sarışın dediğin iskandinav ülkelerinin 30.000 $ yıllık gelirle yaşayan kızlarına denirdi bizim zamanımızda ve her türlü ekonomilerine gıpta ile bakardık, helal olsun işte medeniyet die, budur yani, bu mudur, bu dur gabriel, rabbim yapmış olmuş.
şimdi siz bütün bu bilineni tersyüz edip param var neden harcamıyorum ya da paran var ben de ne inciler var neden harcamıyoruz die soruyorsunuz, fakat bu soru üstünüzde o kadar emanet o kadar yabancı..
bize bunlarla gelmeyin, o yollardan geçtik biz geri dönüyoruz..
"did i disappoint you? or leave a bad taste in your mouth? " mesela bir şarkı bööle söyler, örnek yani..
20061115
f
o vakit sabit bir makaranın ucunda öylece asılı kalıyorum, ki bilirsin hareketli makaralarda f/2 kuralı geçerlidir, f'i ikiye bölersin yarısı evde dinlenmeye çekilir, kafasını dinler, geri kalan yarısıyla da marketten fındık fıstık alıp bankın birine gider oturursun.
ve sen tam öylece oturmuşken, hava da güzel olsun diyelim ki 78 fahrenheit, önünden x'ten y'ye giden bir deniz geçer, gemilere şehirler koymuşlardır, balıklar eskileri taşır, balıkçılar üşür birazcık, iç güveysinden hallice bir alacakaranlık gelir yanına oturur, tanışıyor muyuz, çok yakından..
lakin moleküllerine kadar acıyacak yaşı geride bırakmışsındır ne yazık ki; birisini bu kadar sevmek artık zahmetli bir uğraş. günümüzde herşeyin kocaman atomlardan oluşur ve kararlı yapı olarak hepsi senin en değerli eserlerin, hepsi senin çocukların, birbirinden ayırman tıbben mümkün değil. o herşeyin fazlasını kaybetme ihtimaline karşı o herşeyin fazla kısmı sigortalı ayrıca, aman sakın dur, kırılırsa hepimiz yanarız.
bizim suçumuz birini bu kadar sevememek değil, kaza sonrası gelecek amcayı kandıramamak..
20061111
aslında niyetim çılgın eskişehir gecelerinden haberler vermekti. ama bunu sonra yapacağım, çok da umrunuzdaydı tabi, ama yapacağım ben, çok da umurunuzda olmaması çok da umrumdaydı.
şimdi bu eskişehire gelirken hızlı feribot denilen nesnedeyiz, gidiyoruz, orada bahriyeli elbisesi giydirilmiş garson kızlar var, nazikçe çay-kahve-portakal suyu diye soruyorlar, ööle arada geziyorlar, durum bu yani. şimdi bu iki tanesine çok rastladım, asık suratlarıyla insanı dövecek gibi ya da al da kurtulalım der gibi gezerler ortada ama bu seferkiler farklıydı, sanki eğleniyor gibiydiler, mutluydular yani, bariz.. kıskandım, bi müddet izledim, gülümsedim, dedim ne güzel, ne kadar tatlılar. insanın bööle abuk bir işi bile severek yapması ne datlı birşey dedim kendi kendime, sonra feribot yanaştı.
bu kaldığım otelde yemek yiyoruz, bi garson kız da orda var, ama görmeniz lazım, dersiniz ki silenzio sen bu kızla evlen, hatta siz kızların deyimiyle birbirinize yakışıyorsunuz bile dersiniz, ööle hoş bir kız yani, baktım, biraz daha baktım, onun o garson kıyafetleri içindeki şeker haline baktım, yüzündeki sessiz ifadeye baktım, çaktırmadım ama, takım elbiseli kendi halime baktım sonra, sonra birşey olmadı, ne olacaktı ki, ayrı dünyaların insanlarıyız daniel, yazık ki bööle bir gerçek var, yazık değil mi? sakın bana bunlar saçma die bir edebiyat yapmayın, itinayla yediririm.
bir de kazı-kazancı amca var, oturuyoruz cafenin birinde, eskişehirde yine, neyse amcanın birinin elinde kazı kazanlar, ki ben görünce dayanamam, kazırım yani. bu olay piyango ya da bahisten farklıdır çünkü on saniye bile sürmeden sonucu alırsın. amca bi on tane ver, verdi, orta yaşlarında belli ki biraz yorgun, kafasında şapka, üstünde kalın parke gibi birşey. kazıdık, çıkmadı, yanımdaki arkadaş ki bana silenzio bey der işsel durumlardan, neyse soru sorası tuttu, ya dayı dedi ben senin yerine olsam dayanamam kazırım hepsini, dayı güldü, ama bööle hafifçe güldü, denedim tabii dedi, hepsini kazıdım birkaç akşam, biraz birşeyler tutturduk ama tutturamazsak bize patlıyor dedi yüzümüze bakmadan. sonra amcaya baktım, birşey söylemeden, insanlar hep aynı ama biçilen roller adaletsiz bir yönetmenin elinde, amca gitti sonra.
şu ki insanlar garip, insanlar birbirine benziyor aslında, zengin fakir zeki aptal güzel çirkin iyi kötü, we are not i am not you are not fucking special..
chivas regal üzerine içki, ekrem abi üzerine berber yok, sizde daha ötesi var mı?
yok bazen ii şeylerin cevabı da olabilir, hep olsa keşke.
neyse..
20061107
20061105
nedense kendimi bu resimdeki adam yaptım görünce. biz seninle dans ediyoruz ve bu yağmurda ne yaptığımızı anlamaya çalışan hizmetlilerimiz de şaşkınca bakıyorlar, senin üzerinde kırmızı bir elbise var, kulaklarımızda iyi bir şarkı. biraz burjuvayız ama seviyoruz insanları, radife hanım yani şu önlüklü kadın biliyor bunu, o yüzden gülümseyerek tutuyor şemsiyeyi. mutluyuz, fazlası kuşların olsun.
metalci gençler gibi, sanki esrarkeş ve birşey düşünür gibi, siyahlar bürünmüş silenzio.. bi bok varmış gibi.. olsun..
20061104
20061102
f
bizim hayatımız maradona, vallahi kolay deil, zor da değil aslında, yuvarlanıp gidiyoruz. bu gece alakasız birisi dedi ki mutlu musun, ehh işte dedim, ne deseydim yani.. yüce rabbim belanı versin arsenal, bir gol atamadın be, bahisi yatırdın eline ne geçti yavşak takım, biz bahis oynamasak 4 çekerdin değil mi, terbiyesiz herifler, bi daha sizle işim olmaz.
aşk gibi, sevda gibi huysuz ve tatlı kadıııııın... ne güzel şarkı yahu.. en güzel günlerini demek bensiz yaşadın.... ne söz be, otur ağla..
sözde güzel blog yazacaktık, saçmaladık, arsenal yüzünden, şerefsizler yaa
20061101
f
- toplantı yapmaktan dağıldım.
- süper şarkıları birleştirip "good music for nice people" die cd'ler yapıp dağıtıyorum. playlist isteyen varsa mail atsın şu sağ taraftakine, ilk iki cd'nin playlistlerini göndereyim. amme hizmeti.
- hayatım boyunca hüseyin die arkadaşım olmadı ama göbek adım. bu konuda yardımcı olabilecek var mı?