20071030

f

nihayetinde yeni bir hikaye yazabildim, isteyen varsa şu sağdaki linkten girip bakabilir ama daha draft, biraz daha oynarım belki üstünde, bilemedim, çok uykum var, cidden.

20071029

f

bu memleketin içinde bulunduğu durum mu yoksa memleketimin insan manzaraları mı beni endişelendiriyor, gecenin bu saatinde anlayamadım.

artık yeni adetimiz heryere bayraklar asmak, böyle yapınca terörü prostesto etmiş oluyoruz; facebukunda profilini bayrakla değiştirmek farz, kuzey ırak'a girelim demek vacip, girmişken musul ile kerkülü de alalım demek sünnet, hatta yeni illerimizin plaka kodları bile hazır. kaç askerimizi bırakacağız o topraklarda düşünmek yersiz, birkaç ay evvel "önce içeridekileri temizlemeliyiz" diyen bir başbakana içeridekiler bitti mi demek boş bir soru.

vatanı sevmek bunlar oluverdi birden, bunlara uymamak da vatanı sevmemek.

bir grup arkadaşıma bir konserle alakalı bir mail atıyorum, içlerinden bir tanesi, ki en az okuyanı, diyor ki: "gelen şehit mesajlarından sonra böyle birşey alınca şaşırdım". böyle bir cevap alınca ben de şaşırıyorum, çünkü biliyorum ki benden daha önde gidecek konsere, kaldı ki konsere gidince saygısızlık yapmış olabilme ihtimalimiz var, bu sıralar herşey saygı ve sızlık üzerine.

bir milliyetçiliktir gidiyor, şehitlerimize üzülmek, birşeyler yapılmasını istemek hepimizin hakkı, terörü tabii ki protesto etmeliyiz ama sakin ve usturuplu, şu aşağıdaki haber beni endişelendiriyor, biz kendi insanlarımıza afrikalısına da kürdüne de türküne de saygılı olmazsak yarın nasıl bir memlekette hangi milliyetle yaşamayı düşünüyoruz.

"Bursa'da sahipleri Mardinli diye mağaza yağmalandı. Ayvalık'ta, ataları Afrika'dan gelenler bile hedef oldu. Parti binaları taşlandı. Muğla'da tinerci adam bıçakladı, ülkücüler Doğululara saldırdı"

bu yazıyı yazarken çok düşündüm, düşündüm çünkü gelebilecek ve cevaplamayacağım birkaç tepki ile uğraşmak istemedim. şimdi okuyorsunuz çünkü yazmazsam içimde kalacaktı, hem belki başka birşey okuyan başka biri başka birşey düşünürse bu beni sevindirir.

20071026

deli

Eskiden etrafta ne kadar çok deli vardı, ananemlerin mahallesinde (anane nasıl yazılır acaba çok düzgün bir insan olsan) köşede deli ayten ile ziya otururdu mesela. Aslında ikisi de cidden deli ama garip bir şekilde kendilerine bakabiliyorlar, yemek falan yapıyor ayten, adam da kapıdan geçenlere bağırıyor, yaşayıp giderlerdi. Ziya her sene bağıra bağıra evlerini boyardı, her sene ama, tabii renkli kişilikleri boyaya da yansırdı, mor mu istersin, siyah mı, cart yeşil mi.. ayten kapısının önünü sulardı her akşamüstü, sulamak dediğim bayağı mahalleyi sel götürüyor, siz anlayın. Büyüyünce anlatmışlardı, aslında aytenin ablası çok zenginmiş ama almanyadaymış, bakkala her ay para gönderiyormuş istediklerini alsınlar diye, öyle geçiniyorlarmış yani. Tabii etraftan taş bulup kaldırımla kale yapan biz türk gençlerine de çok bağırdı ayten, taşla kovaladığı da bakidir. Hey gidi günler..

Bakıyorum da, gerçi baktığım yerler hep fanus, etrafta eskisi kadar deli yok, deli demek ne kadar o insanların özürlerini rencide edici gelse de bana kalırsa harika birşey. delidir ne yapsa yeridir yani, deli deli kulakları küpeli, bi de missilence demişti ki deli deliyi görünce değneğini saklarmış, ahahha, valla bu kadar laf bile eskiden ne kadar çok olduklarını gösterir. Herhalde şimdi ilaçlar, hastaneler, falan kurtardık sanıyoruz o insanları, bok var ya, biz kurtulduk, şu halimize bak.

Acaba ne oldu ayten ile ziyaya, merak ettim. Pek de severlerdi birbirlerini, kavga ederler ama sonra hemen barışırlardı. Deli gibi sevmek dedikleri bu olsa gerek.

20071023

f

Bir kitabın 18.7 sayfası, biraz kafa karışıklığı, biraz kırgınlık, herşeyin birazından, israf olmasın çektiğimiz acılar, mutlu olmak biraz, biraz vaktimiz var.

Bir kitap sayfalarını kaybetmiş, elinden annesi tutup parka götürmüş sonra, oyna demiş sen biraz burada, sonra oyuncakçıya uğrayıp sana yeni kelimeler alırız, kadın gülümsemiş ama naif, sanki başka şeyler biliyormuş gibi ya da yalnızca daha fazla şey bilenlerin verdiği gizli bir teselli, naif, bir kitabın 1.87 sayfası, ilk paragraf, son cümle, son’ra geri dönmüşler, sehpanın üzerinde öylece durmuş kitap, sayfalarının üstünde ise kayıp bir yağmur, ama naif.

Bir kitap bir şarkı dinlemiş bir gün, benim hiç böyle bir cümlem olmadı diye hayıflanmış, ah ne tanıdık bir yokluk, oysa sana neler anlatmak isterdim ben, bir kitabın 1.8.7 sayfası, kaç kelime sığar biraz sıkışık yazsan, biraz da sen anlatsana ne olursun, ne olursun sen, hangi kahramana benzersin isminin yalın halinde, aklın kaçıp gitmek isteyince ne yaparsın, hangi kırtasiyeden alıyorsun o noktaları, anlatsana, biraz vaktimiz var.

Bir kitabın iki tarafı denizlerle çevrili, iki deniz arasındaki en kısa yol bir virgül ve hiç anlamamış virgülün kaç gram farkı var noktadan, bir son ile devam edip kalmak bu kadar kolay olmamış hiç bir hikayesinde, bir kitabın 18’yedi sayfası, rakamla yazıyla anlamış tüm olanları, kendini kandırmaktan iki kere kapatmış sayfalarını, her yeniden başladığında bittiğinin altını çizmiş kurşun kalemle, bir sigara yakmış biraz, biraz ama, biraz vaktimiz var.

(okuduğumuzu anladık mı, anladık, gel gözlerimde dinlen. .)

20071021

f

bir haftadan fazla olmuş yazmayalı. bu bir hafta içerisinde çok işsel bir hafta geçirdim.

şimdi düşündüm düşündüm yazacak birşey bulamadım. sabahtan beri çalışıyorum pazar pazar, yorgunum bitkinim. ama yarın belki de öbürgün ama kesin bu iki gün içinde çok pis bir dönüş yapacağım. mim olayını anladım, eskiden sobeydi o. ona da cevap verebilirim, ne yapacağım hiç belli değil.

şu sağdaki resim pek güzel oldu.

yorgunum ben.

20071012

f

sanırsam bugün beynimi ciddi anlamda 15-20 dakika falan kullandım. sabah saat birde kalktım, üçte çarşıdan oyun aldım, belirli aralıklarla olmak üzere de sabah 3e kadar oynadım.

bu kadar. beyin yoksa ne yazmamı bekliyorsunuz okuyucu.

iyi bayramlar :-)

20071009

f

Çocukluğumun yaz gecesi akşamlarında, ki o yaz günleri nedense hep rüzgarlı olur ve denize gitmek için bütün misketlerinden vazgeçebilecek kadar istekli bir sekiz yaşını kırardı, işte biz o akşamlarda kordon denilen yerden dönerken tahta bir köprüden geçerdik. O tahta köprünün kollarında elimi sürüyerek yürürken içimde hep bir korku olurdu, kıymık batarsa diye; yıllarca insanları taşımış eski bir köprünün hazin intikamı ya da istemeyerek canını acıtması birisinin.

Lakin çok sonra anlayacaktım ki bazı korkulardan kaçmamak daha bir zevkli, daha bir maceraperest ve şimdi farkediyorum ki çocuk olmak bu yaşta böyle birşey demek.

Şimdi ise günler birbiri ardına, birbirine benzeyerek geçip gidiyor. Geçmek, gitmek hep sevdiğimiz eylül fiilleri, eylül sarı yapraklarını bırakıp gitmiş, ben bir şehirden diğerine sürüklenmişim, yerde yapraklar görmüşüm başka hayatların kentinde, başka bir şair yazamadığım şiirleri yazmış aynı saatin gecesinde, saatim en olmayacak yerde durmuş, durup sana bakakalmışım birkaç saniye, dakika, altmış, oniki, gün ve bir mevsim.

Sonra gençliğimizin fii tarihinde siyah bir tişört üstüne kaban geçirip yürürdüm, tek başıma, o vakitler asi ruhumuz severdi böyle şeyleri, yürü yürü yürümek, aklımda biniki düşünce, aklıma senin eskizin düşünce, aklımı yerlerden toplayarak yürürdüm, belki de sol ayağımın iki metrede acıması şimdi ondan, kim bilir, sana sorsam sen bilir misin, sen anlatabilir misin bana gizli tarihimin hafife alınabilecek mısralarını, hafif ağır tüy siklet bir geçmiş, geçmiş mi geçip gitmiş.

Bir paragraf daha var yazılması gereken, sonuna koyulacak noktalar, hani bazen birşey olur ya sizin hayatınızda da olan, hani yazsam buraya vay be ne çok benziyor diyeceğiniz, bir paragraf daha var, onüçdört kelimelik birşeyler, onüç yaşınıza ait dörtlü birşeyler, sizin de başınıza gelivermiş birşeyler, gelir ya öyle şeyler insanın başına,

Gelir
Geçer
Gider.

20071008

f

pek adetim değildir ama güzel bir yazı gördüm, en azından ilk defa bir camia denirse blogger camiasında ucundan da olsa politik birşeyler.
başka başka şeyler yazacaktım ama bu yazıya bir sayfa yorum yazınca pek kelimem kalmadı. şunu diyeceğim, kendi kardeşim de başta olmak üzere bütün gençlere aslında, nihayetinde 27'sinden gün alıyorum, bu kadar diyebilirim herhalde.
okuyun, ne bulursanız okuyun, ayırt etmeden okuyun, bir değil birden fazla gazete okuyun, tarih kitapları okuyun, politika okuyun, ama okuyun.
bu msn, facebook, internet, kızlar, erkekler, çıkmalar, aşklar, dedikodular, televizyon güzel şeyler, çok da güzel vakit öldürtür adama, ama suyu çıkıyor bakıyorum, kaptırmış giden bir güruh var. pek de hayırlı bir gidiş değil bu.
nacizane bir tavsiye olsun bu.

20071006

f1

Tanımadığım bir şehrin köşebaşında birşeyler içiyorum, tek başımayım, bahçesi olan barımsı birşey düşünün, kapının hemen girişinde masamsı şeyin taburesine beni koyun, bir de elime bira verin, uzaktan bakın şimdi, oldu.

Bi tane garson kız var, sağa sola koşuyor, her seferinde düşürecek kadar bardağı alıyor ama hiçbir seferinde düşürmüyor, fakat pek de gülümserek, kimi insanlarda olur ya ister istemez gülümserler, bu kız da onlardan, şeker birşey yani. Sigara da içiyormuş, bir ara boşluk buldu hemen yaktı, yaktı ama içirmediler, birisi bardan çağırdı.

işte o saniyede entrasan birşey oldu. Kız sigarasını kocaman bir saksının üstüne kültablası gibi bıraktı, içeri gitti, geri gelip kaldığı yerden devam etti. Bu çok entrasan birşey değil ama dünyanın başka bir kentinde, patenti tamamen bana ait gibi gelen bu hareketi, sıradan bir şeymiş gibi yapan başka birisini görmek garibime geldi, mağazaların vitrinine elimde sigara ile bakarken içeriye girmem gerektiğinde sigaramı kaldırımın usturuplu bir yerine bıraktığımı görse garson kız da şaşırırdı.

Şimdi bu hareketi yapan on kişi daha çıkarsa biz garson kızla beraber şaşırırız.

Anı bu, zaten anı olsun diye yaşadım, garip ama, kıza çaktırmadım tabii.

20071002

f-sağ sol

dün gece bu camiadaki ünlü blogger arkadaşlardan birine sinsice senin günde kaç unique visitor'un var diye sordum, çok karizmatik olduğum için ben bööle visitor falan bakmam, beni sevmeyeni ben hiç sevmem gibi bir durum, o yüzden sinsice sordum. bana dediği rakamın kabaca ve nazikçe benim 5 katım olduğunu farkedince çaktırmadım ama dedim ki vay annem vay, yaz babam yaz, bi müslüman okumasın. bu duruma içlendiğimi düşünen bayan blogger arkadaş teselli ikramiyesi olarak bana dedi ki: " senin kemikleşmiş bir kadın okuyucu kitlen var"

bu şimdi neresinden bakarsan bak entrasan bir durum. kendimi on saniye boyunca tiksindiğim tunakermitçi gibi hissettim, bir on saniye duvara baktım, bir on saniye durum değerlendirmesi yaptım ve dedim ki ne bekliyordun coni, sonuç 22.4 litre. yazarsan öyle kuşlar, ağaçlar, olacağı budur. zaten bu kemikleşmiş kelimesi başlı başına bir cümle, düşündüm, bildiğim birkaç tane arkadaş var böyle yakından takip eden ama diğerleriyle istatistiklerden "no referring link" olarak tanışıyoruz, beni de onlar var etti, hepsi benim evladım, hiç birini birinden ayıramam.

iyi güzel de, beni erkek adam hiç mi okumaz, romantik prens olma yolunda ciddi adımlarla ilerliyorsam bunu ben de bileyim, melankolik kızlar dışında giren bayanlar da başka blog mu yok, ne gireceğim bir daha diyorsa ben ne yaparım daniel?

türbülansa girmiş bir uçakta topkekini bekleyen yolcu gibiyim, göz kırpıkı efektiyim.

20071001

f

Senin gözlerinde bir cinayet var bebeğim. Bir aşkı öldürmenin sessiz sakinliği, tüm deliller saklanmış halının altına, mevsimlerden deniz seçilmiş fon olarak, kendine kısa bir not bırakmışsın, aynanın üzerine, kendine en fazla baktığın yere, “masumsun” yazmışsın.

Senin ellerinde kayıp bir şehir var bebeğim. Sokakları elinle koymuş gibi buluyorsun, harita metot defterine çizmişsin dersin arasında, taş bir evin önünden geçiyorsun biraz üzgün, saklı mektuplar asıyor balkona kadınlar, balığa kenar bir iskele kondurmuşsun, onlara bakıyorsun gülümseyerek, yürüyorsun, ellerin beyaz, ellerini tuttuğum vakitler mazi, aklına geliyorsun kendimizin, gitmesen, oysa o şehir daha güzel, kaybolmak sıkı bir macera filmi, anlıyoruz, anlıyorum, bir şehir, ellerin, ellerinle çizmişsin, gitmek için.

Senin saçlarında benim ellerim var bebeğim. Yeni uyanmışsın daha, yastık muzdarip, yastığa kokun sinmiş belli ki, habersizsin, saçına bir toka arıyorsun komidinin üstünde, bir filmin ilk sahnesi gibi geliyorsun aklıma, yavaş bir şarkı eşliğinde mutfağa yürüyorsun, saçların dağınık, tokan cebimde kalmış çünkü, cebimdeki üç beş kuruşun ortalaması ile ikimizi almışım iki kere, biri bana, biri kuşların, kalanıyla sana bir toka.

Senin mecburiyetin bir yağmur bebeğim. İki nokta arasındaki en kısa mesafede gidip geliyorsun, ne yapacağını bilemezken kendine haddini bildiriyorsun; oysa, bir yağmur temize çekecek bütün sevdiğin aşk şiirlerini, bir yağmurda ıslanmayacaksın sen, kaçacaksın, kaçtıkça peşinden gelecek eylül, başına koyduğun son’ların intikamı alınacak senden, böyle olsun istemeyeceğim içimden, mevzu bahis sen olunca ikiye sıfır veren tüm bahisleri kazanacağım, istemeden.

bir yağmur, beklediğin bir yağmur akıp gidecek içinden ve gözlerin bir cinayete tanık, ve ellerine bakamayacaksın kederinden, ve saçların sana kızacak benden fazla, ve bir yağmur seni benden alacak, biliyorsun.